Aso Zagrosî:10 Haziran 2014 tarihinde İŞİD olarak bildiğimiz „Ad-Davla Al-Islāmiyya fi al-'Irāq wa-sh-Shām” adlı oluşum tarihi Kürdistan şehri Musul’u ele geçirerek tümden dünyanın gündemine oturdu. Ardından örgüt Irak Sünnilerin yerleşik olduğu bir dizi şehri denetim altına aldı. İŞİD’in bu ani çıkışı ile ilgili bir hayli komplo teorileri ortaya atıldı… Sizin bu konuya ilişkin düşüncelerinizi öğrenmek istiyoruz.
Fatin Kanat: Ne yazık ki sağlam dayanaklarım olmadan sağlıklı yorum yapamayacağımı düşünüyorum. Ama göründüğü ve yansıdığı kadarıyla IŞİD, köreltici ve ötekini yok sayıcı mezhepsel retoriğe dayandığı kadar, 70’li yılların sonunda, özellikle Sovyetler’in Afganistan işgalinden sonra ABD tarafından devreye sokulan “yeşil kuşak” projesince kışkırtılan İslami radikalizmin de bir türevidir. Müslüman ağırlıklı coğrafyada, sol öğeleri öne çıkan bir modernizasyon sürecinin karşısına radikal İslami muhafazakarlığı dikme çabası ve küresel sermayeye de yön veren petro-dolar politikası, Afganistan ve Pakistan’dan başlayıp tüm Ortadoğu’yu ve Kuzey Afrika’yı etkisi altına almıştı. 60’lı yıllarda darbe vb. yöntemlerle hızlanan modernizasyonun önüne böylece geçilmiş; İran devrimiyle sol bir seçeneğe karşı ehveni şer görülüp desteklenen İslami radikalizmin ABD ve Batı karşıtı bir çizgiyi de öne çıkarması, Lübnan’da Hizbullah’la da güç bulan yeni bir mezhepsel gerilimin tetikleyicisi olduğu kadar, dünya genelinde İslami hareketlerin güçlenmesine de katkıda bulunmuştu.
Taliban, El-Kaide benzeri yapılanmalara, Latin Amerika’daki kirli faaliyetler için görev verilen para-militer güçlere verildiği gibi eğitimler verildi. Ancak bu eğitimlere ve süre giden desteğe rağmen, aynı yapılar kontrolden çıkıp eğitici ve destekçilerinin başına da bela oldular. ABD ve Batının 11 Eylül şoku, küçük bir çapta da olsa Musul elçiliği baskınıyla TC’nin de başına geldi.
IŞİD, elbette ani bir sürecin sonucu değil. Özellikle Kürdistan’a ve Kürtler başta olmak üzere ötelenmiş bölge halk ve toplulukları üzerine çöken bir sistemin sürdürücüleri olan sömürgeci bölge devletlerinin “büyük anti Kürt ittifakı” çatladıktan sonra, duruma göre diğerini zayıflatma, idari yapısına karışma ve hatta yandaş yönetimler oluşturma gibi hamleler görülmeye başlandı. En çok TC ve İran’ın başvurduğu bu yönteme, zamanında PKK’ye verilen desteğin rövanşını alma hesabı da eklenince, neo-osmanlıcı hayalleri büyümeye başlayan TC yönetiminin Suriye’de Esad rejimini devirme planlarının merkezine “Kürtler güç olmasın” önceliği de koyarak daha iştahkar davranması, IŞİD vb. güçlere ağır silah, para, askeri eğitim, lojistik, sağlık ve konaklama gibi büyük destekler sunması, Musul hamlesi için IŞİD’e ciddi bir fırsat sunmuştur. Göründüğü kadarıyla, Suriye üzerine yapılan hesapların Maliki yönetimini de zayıflatma hesabı güttüğü ama sürecin IŞİD lehine bu kadar hızlı gelişmesinin öngörülmediği, kontrolden çıkan bir güç olması sebebiyle IŞİD’in TC açısından korkulan bir güce de dönüştüğü ileri sürülebilir.
Maliki’nin Suni Araplar ve Kürtler üzerinde etkisi giderek artan tahakküm kurma çabası, Saddam iktidarından pay almış ve alaşağı edilmiş suni aşiretlerin derin hoşnutsuzluğuyla birleşince, isyan ve itirazın mezhep temelli olmaktan başka bir yolu kalmadığı anlaşılır. Bunu da en iyi becerebilecek güç, uzun süreli bir hazırlık ve eylemlilik sürecinden gelen, sırtı bolca sıvazlanan IŞİD olmuştur haliyle.
Komplolara gelince, Ortadoğu’nun komplosuz bir dönemi var mıdır ki, Irak’ın Suni Arap bölgesini neredeyse tamamen ele geçirmiş olan IŞİD’i bundan muaf tutalım. “Türkiye, Irak’ı iyice zayıflatıp parçaladıktan sonra Kürtleri ve dolayısıyla Kerkük ve Musul’u da kendine katmak istiyor” diyenler var, “İran Şia bölgesinin ve Basra körfezinin denetimini bu vesileyle ele geçirmek istiyor” diyenler var, “işte BOP adım adım kuruluyor” diyenler var, “Kürtlerin bağımsızlığına böylelikle meşruiyet kazandırılmak isteniyor” diyenler var.
Aso Zagrosî: Kürdistan Başkanı Kek Mesud Barzani ve diğer bazı yetkililer İŞİD’in Musul’a yönelik çalışmaları konusunda Irak Merkezi iktidarını uyardıklarını, fakat kendilerini dinlemediklerini söylüyorlar. Ayrıca ABD yakın dost gördükleri devlet başkanların ve başbakanların(Almanya Başbakanı Merkel gibi) telefonlarını dahi dinliyor. Nasıl oluyor da İŞİD’in girişimlerinden habersiz oluyor?
Fatin Kanat: Irak merkezi iktidarına yapılmış bu uyarı haliyle ABD ve AB’ye –hatta TC’ye- de yapılmış bir uyarıdır. IŞİD’in böyle bir hamle hazırlığı içinde olduğu, Suriye’deki vahşet pratiğine rağmen, Suudi Arabistan, körfez ülkeleri ve TC başta olmak üzere almış olduğu destekten ve örgütün anlamlı isminden de bellidir. Ayrıca yalnızca ABD’nin değil, Batı dünyasının da bu gelişmeden haberdar olduğu ama engellemek için pek de istekli olmadığı da ortadadır. Körfez savaşı sürecinden bu yana, ABD’nin ve batılı güçlerin doğrudan müdahale girişimlerinin can kayıplarının yanı sıra büyük maddi-manevi kayıplara yol açtığı biçimindeki analizlerin öne çıktığı dikkate alınırsa müdahale olasılığını geriye atmaları anlaşılır bir tutumdur.
Aso Zagrosî: İngiltere ve Fransa’nın Kürdistan’ı ve bölgeyi kendi aralarında Sykes picot-Antlaşması ile bölüşmelerinin 2016 yılında 100. Yılına giriyoruz. Bu antlaşmadan en çok zarar gören, ülkeleri yeniden parçalanan ve jenosidlere uğrayan Kürdlerdir. İŞİD 10 Haziran’da sınırları hiçe saydı ve Sykes-Picot Antlaşmasını yırtıp attı. Bu antlaşmanın 100.yılına doğru gittiğimiz bu süreçte ondan en çok zarar gören Kürdler ne yapıyor?
Fatin Kanat: Kürdlerin yapması gereken de budur. Mevcut sınırların gayri meşruluğunu, haksızlığını ilan ederek ve olabildiğince bölge halklarının da desteğini alarak; kendi iç çekişmelerini bir tarafa bırakmak ve Kürdistan’da yaşayan bütün halkların, dinlerin, mezheplerin, kültürel renklerin üzerindeki baskıcı mekanizmaları parçalamak ve Mezopotomya başta olmak üzere tüm Ortadoğu’nun ve bölgenin özgürlük ve demokrasi umudu olmak…
Aso Zagrosî: Geçenlerde Irak savaşına katılan Amerikalı bir subay George Bush’un Irak’ı Güney Kore olarak gördüğü ve 60 yıl alanda kalacaklarını söylediğini, fakat Başkan Obama’nın Irak’ı Vietnam olarak gördüğü ve askeri güçleri çektiğini yazıyordu. ABD’nin alandan ayrılmasından sonra(2011) Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin ilk işi Sünnileri devletin üst kademelerinden uzaklaştırmak oldu. Cumhurbaşkanı yardımcısı kaçtı, Maliye Bakanı zindana atıldı ve bir çok Sünni ordu ve devlet kurumlarından uzaklaştırıldı. Nuri Maliki Kürdlere karşı Dicle Askeri güçlerini gönderdi, Kürdistan bütçesini kesti ve Pêşmergelerin maaşlarını dahi göndermedi. Irak Anayasa’sında Kürdlere ilişkin esas maddelerden, ( Kerkük ve diğer işgal altındaki bölgelerin geleceğine dair madde de dahil) hiç birini uygulamaya sokmadı. Nuri El Maliki Bağdat merkezli tam bir Şii diktatörlüğü kurdu. Aktüel durumda yaşanan çatışmalar konusunda Kürdler nasıl bir tavır almalılar?
Fatin Kanat: Soru içeriği, Maliki’nin neden kaybettiğinin ve Merkezi Irak’ın neden iki parçaya bölündüğünün cevabını da içeriyor zaten. Suni Arapları sürekli ötelemenin, Kürtler üzerinde sürekli ahkam kesmenin böyle bir sonucu olması normal bir yerde. Ama sorun, IŞİD gibi İslam’ın en tutucu ve en kıyıcı uygulayıcısının Suni Arap muhalefetinin temsilcisi olması ve Saddam döneminde kaybedilen imtiyazlardan çok daha fazlasına talip olmasıdır. Kürdler yollarına gönül alarak ve tehdit altındaki halk ve topluluklara güvence vererek, onlara kendi doğrularını anlatarak devam etmelidir. Kerkük’ün kontrol altında tutulması, Musul’un IŞİD kontrolünden çıkarılmasının hedeflenmesi doğru bir tutumdur. Maliki’ye güvenilmeyeceği bunca yıllık deneyimle ortadadır ama IŞİD’in komşu olma seçeneği de olabilecek en kötü olasılıktır. Böyle bir komşuyla yan yana olmamak, hatta varlığını riske etmeden mevcut gelişimi engellemeye çalışmak doğru bir tutumdur. Ancak sonuçta Güney Kürdistan için bağımsızlık ilanı düşünülse bile, tarihsel bağlam da bir kenara konarak, Kerkük Musul meselesi oldu bittiye getirilmemeli, her iki vilayetin kendi geleceğini demokratik bir ortamda belirleyeceği koşulları oluşturmaya çalışmalı ve her halkın, her topluluğun kendini güvende hissedeceği Kerkük ve Musul’a özel bir statüyü de hesaba katmalıdır. Böyle bir yol izlenmesi, kanımca uluslar arası arenada da destek bulacaktır.
Aso Zagrosî: Geçenlerde General David Petraeus yaptığı bir açıklama da eğer Amerika hava saldırılarıyla İŞİD’ı vurursa “Şii milislerine hizmet eder” diyordu. Diğer yandan İŞİD, Sünni mezhebi ideoloji olarak kullanan Arap ırkçısı bir yapılanmadır. Eski Baasçıların yoğun bir şekilde bu hareketin içinde yer alması bu gerçekliğin açık bir ifadesidir. Bazı Kürd çevreleri “bu savaş bizim savaşımız değildir” diyorlar. Eğer İŞİD vb yapılar bölgede dikiş tuttururlarsa Kürdistan ile doğrudan komşu olacaklar. Ayrıca Sünni Araplar, Musul, Kerkük ve diğer işgal altındaki Kürd bölgelerini kendi toprakları olarak görüyorlar. Yarın çıkacak olacak çatışmalarda Türkiye dahil bir dizi Arap ülkesi onların yanında olacaktır. Kürdistan yönetimi yarınları da düşünerek şimdi nasıl bir tavır takınabilir?
* Bu soruya cevabı kısmen yukarda vermiş oldum. Kürdler kendilerini çok çaplı saldırılara hazırlamalıdırlar. IŞİD kontrolüne geçen bölgelerden kaçan insanların Kürdistan’a sığınması bir göstergedir. Güçlü, demokratik ve çağdaş bir Kürdistan, bölge halkları için de bir güvencedir, nefes alınacak bir kapıdır. Kürdler, siyasetini özenle oluşturmalı, dilini özenle seçmeli, bölge halklarının da umudu olduklarını göz ardı etmemelidirler. Suni ve Şii Araplar arasında tercihlerinin mezhepsel kriterler olmadığını ilan etmeli, onlara da kendi demokratik yönetimlerini oluşturmak için mücadele etme çağrısında bulunmalıdırlar.
Aso Zagrosî: Beyaz Saray son günlerde doğrudan Kürdistan Başkanı Kek Mesud Barzani, Irak Sünni ve Şii yöneticileriyle ilişkiye geçerek „teröre karşı ortak mücadele“ ve „Bağdat yönetimini Şii, Sünni ve Kürd ekseninde“ yeniden yapılanmasını istiyor. Eğer Kürdler Amerika’nın bu istemini kabul etseler hangi taleplerle Bağdat’ta gitmeliler?
Fatin Kanat: “Teröre karşı ortak mücadele” çağrısına ilk tepki verenlerden birinin İran olması ve IŞİD tehdidine karşı ABD’yle işbirliğine hazır olduğunu açıklaması Ortadoğu’daki zeminin ne kadar kaygan ve değişken olduğuna işaret ediyor. Öte yandan Bağdat’ın, Şii, Suni ve Kürd ekseninde yeniden yapılanması da oldukça zor görünüyor. Kürdler, Bağdat’a, ABD isteğince, bazı taleplerle gitmeli midirler, emin değilim. Bağdat’ın tehditkar dilinden azade edilmesi, hatta bizzat hakkaniyeti sağlayamayan Bağdat’ın kendilerine bazı önerilerle gelmesini beklemeleri, daha doğru olur, diye düşünmekteyim.
Aso Zagrosî: Güney Kürdistan yöneticileri sık sık Kürdistan’ın bağımsızlığından söz ediyorlar. Son dönemlerde Irak Ordusunun İŞİD güçlerinin karşısında aldığı yenilgilerden sonra boşaltığı Kerkük vb yerlere Pêşmerge güçleri yerleşti. Niçin Pêşmerge güçleri Hemrin’den başlayarak tüm Kürdistani bölgeleri denetim altına almıyor? Yoksa Güney Kürdleri yeniden Irak Anayasasının tatbikini mi bekleyecekler?
Fatin Kanat:Her ne kadar bağımsızlıktan söz etseler de bu yönelimin, özellikle TC ve İran tarafınca engellenmeye çalışılacağını hesap ediyor olabilirler. Gülerken dahi Kürdlerin gözünü oyma hesabı yapan muhatapların varlığı, atılacak adımların özenle seçilmesini ve diplomatik esasları dikkate alma gibi zorunlulukları Kürdlerin önüne koyuyor olabilir. Alınan zorlu yol ve atlatılan badireler göz önüne alındığında, yoğurdun üflenerek yenmesi Güneyli Kürtler açısından bir zorunluluk olarak da görülebilir.
Aso Zagrosî: Türkiye ile bir dizi ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkiler içinde olan Güney Kürdistan yönetimi Bağımsız Kürdistan’ı ilan edebilir mi? Böyle bir durumda Kuzey Kürdlerine hiç bir hak tanımayan Türkiye Güney Kürdlerin bağımsızlığına karşı tavrı ne olur? Geçenlerde Kürdistan Başbakanı Neçirvan Barzani’nin başında bulunduğu bir KDP ve YNK delagasyonu İran yetkilileriyle görüştü. İran yetkilileri tüm görüşme boyunca “Kürd-Şii İttifakını” işlediler. Acaba günümüzde İkinci Çaldıran mümkün mü? Eğer mümkün ise somut olarak Kürd güçleri nasıl hareket edecekler?
Fatin Kanat: Özal, vaktiyle “bir koyup üç alacağız” gibi laflar etmişti. TC’nin yeni süreç hesabında ve B planında Kürtlerin petrol bölgeleriyle birlikte TC’ye iltihakı hesapları yapılmaktadır. İran’ın da tüccarlıkta TC’nin gerisine düşmeyeceğini var saymak yanlış olmaz. Kürd-Türk ittifakı kadar Kürd-Şii ittifakı da ihtimal dışı değil. TC’nin Güney Kürdistan üzerindeki etkisi İran’dan daha fazla gibi görünüyor. Ama IŞİD’ın olası halleri ve akıbeti Kürd-Şii ittifakını da koşulluyor bir yerde. Kürdler için doğru olana gelince, her iki “ittifak” da reddedilmelidir. Kürdlerin bağımsızlığı Ankara’ya, Tahran’a ve Bağdat’a rağmen gerçekleşebilir. Kürdler Kendi tutumlarını belirlemek için “İkinci Çaldıran” olasılığını da hesaba katmasınlar.
Aso Zagrosî: İŞİD de facto sınırları ortadan kaldırırken Kürdler hala kendi aralarında duvar/sınır/hendekler örüyorlar. Güney Kürdistan kazanımları tüm dünya Kürdleri için Sykes-picot-Antlaşmasını çöpe atmak için tarihsel bir imkan sağladı. PKK, Güney Kürdistan Hükümeti ve parlamentosu oluştuğu zaman hemen karşısına „Botan ve Behdinan Savaş Hükümetini“ çıkardı. Bugün ise Batı Kürdistan’da „Kanton „ile Kürdlerin karşısına çıkıyor. Bu girişimleri nasıl yorumluyorsunuz?
Fatin Kanat:IŞİD’in varlığı ve gelişimi, Güney-Batı Kürdistan geriliminin anlamsızlığını gözler önüne serdi. Her parçanın kendi doğal dinamizmi ve gelişimince bazı güçlerin öne çıkması ve belirleyici konuma gelmesi eşyanın tabiatı gereğidir. PKK ve PYD Güney Kürdistan’daki gelişime saygı duymalı, aynı şekilde KDP-YNK ve GORAN da PYD ve PKK’ye saygı duymalıdır. İşin en kötü tarafı da kullanılan dilin ayrıştırıcı ve dışlayıcı biçimidir. Bu yalnızca altını çizdiğim Kürdistani güçler açısından değil, irili ufaklı bir iddia taşıyan tüm güçler açısından geçerlidir. Yanlışlar ya da yanlış olduğu düşünülenler eleştirilecektir. Herkes inandığı doğruya, insanları, yapıları davet edecek ve bunun mücadelesini verecektir. Doğruya davet, kendi doğrusunu ısrarla anlatmaya devam etmek ve söylemini kurarken dışlayıcı bir dil kullanmamak esas olmalıdır. Kürdistan Ortadoğu ve bölge halkları için bir umut ve demokrasi örneği olacaksa yukarda sıralanan sıkıntılara doğru ve çağdaş çözümler getirerek olacaktır.
Aso Zagrosî:Güney Kürdistan yönetimi Arap güçleriyle çatışmalar içine girerse ya da Bağımsız Kürdistan’ı ilan ederse Kürdistan’ın diğer parçalardaki ve diasporadaki Kürdler somut olarak ne yapabilirler?
Fatin Kanat:Dileriz daha geniş anlamda bir çatışma ihtimali söz konusu olmadan da sorunlar çözülür. Ama hali hazırda IŞİD de bir Arap gücüdür ve Kürdlerle zaten çatışma halindedir. Kürdlerin bağımsızlık ilanı, bir Kosova’nın, bir Bosna-Hersek’inki kadar kolay olmayacaktır. Petrol bunca yılın kahrının da gerekçesidir, gelecek kahır dolu yılların da habercisidir. Diaspora Kürtleri, 40 milyonu aşan nüfuslarıyla Kürdlerin bağımsızlık ilanının ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı ilkesince meşru olduğu ve desteklenmesi gerektiğini dünyaya anlatmak ve bu istemi bastırmaya yönelik girişimlerin haksızlığına da vurgu yapmak gibi bir görev ve sorumlulukla davranmalı ve dünyayı desteğe çağırmalıdır.
Aso Zagrosî: Sorularıma cevap verdiğiniz için teşekkür ediyorum.
Fatin Kanat:Ben teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim.