Saime Askin, Çetin Güngör, Mehmet Şener
Üç güzel devrimci var..
Üç masal kahramanımız...
Onları yarınki kuşaklara anlatmak borç mu, vefa mı ya da yüreğimizdeki hüzüne cevap mı aradık..Belki de de bu bir arayış den ziyade O'güzel insanlara, ateşten gömlek olan canlara cevap olduk, olmak istedik......
Saime, Semir, Şener...
Her biri bir tarih yazdı, direnmelere imzalar attılar, yüreklerde yer aldılar..
Üç pırıl pırıl dünya güzeli yürekli insan'e yoldaş olduk.
..vefa borcumuz var..!
Onlar istediler ki; bir daha gelecek kuşaklar kalleşlere arkalarını dönmesin... yoldaş olmayan sahte piyonları işaret ettiler, ki tekrar yem olmayalım, bizleri uyardılar da.. !
PKK'de MUHALİF OLMAK... !
Üç masal kahramanız kol kola ateşe doğru yürüyorlar... çember olmuşlar, ihanete karşı savaşıyorlar..!
Onlar Kimler mi??
Saime Aşkın, Çetin Güngör ve Mehmet Cahit Şener..
Üç devrimci ..
Sevgili Saime'yi bilinmiyen ay-günde, Semir, Şener Kasım ayın'da karınlıklardan gelen yedi..ancak karanlıktan gelen karanlığa battı...
... Saime, Semir, Şener güneşe doğru yolculuğa çıktılar..
....Onlar yarınları aydınlatan meşaleler oldular...
...Onlar idealimizdeki devrimci yürekler..
Onlar kendileriyle bir tarih de yazdılar..!
altPKK'de MUHALİF OLMAK...
Kasım ayına giriyoruz, biliriz ki bu ay Devrimcilerin binbir hile hurdayla ortada kaldırılma-taşaltı edilme ay'ıdır..
İsveç de vurulan Çetin Güngör, Suriye'de vurulan Mehmet Şener ve Lolanda taşaltı edilen Sevgili Saime Aşkın için her devrimcinin yüreği hüzünle dolar... Her biri başka yerden geldiler.. Onlar doğru katılım sağlıyan insanlardı..Araştıran, okuyan, analiz eden ve sonunda tek yürek olup devrim için başkoydular...Halbuki her birimiz ya da çoğumuz çeşitli şekillerde katıldık. Kimisi faşist devletin dayatması, yakılan-yıkılan köyünden dolayı, vurulan kardeşi-yakını-arkadaşı, ya da devrimcilere ,halka baskı-terör uyguluyan, yaşama hakkı tanımayan zorbalığa karşı adres aradı...bulduğu- inanc getirdiğı zaman da yer aldı..!
Şimdi bura da başka bir konu, ya da trajedi karşımıza çıkıyor..!
Devlete karşı baş kaldırıldı..
Ancak PKK içine umut için gelenler gördüler ki Apo Sultasının giderek düşmanı aratmayan yanları ortaya çıkıyor... Buna sesiz kalmayan- muhalif olan- önde gidenlerde bir bir ortadan kaldırılıyor....Örnek mi...!
Üç güzel yürek vardı..Saime, Semir, Şener..
Üçüde zorbalığa karşı durdular..Önce faşizan devlete karşı, sonra da içten içe faşizanlığı dayatan ikinci güce karşı muhalif oldular..
PKK'de MUHALİF OLMAK...
Evet ya,ateşten gömlek bu olmalı..!
PKK'de muhalif olmak çok zor bir durumdur. Bir türlü anlaşılmıyor, hep örgüt içi sorun olarak düşünülüyor bir yanıyla böyledir ancak, bu gerçeğin sadece küçük bir yanıdır. Aniden yalnızlaşırsın, ne geçmişin kalır ne geleceğin olur. Yapayalnız ortada kalırsın. Kalacak ve kaçacak yerin olmaz, herşeyini vermişsin, sana hiçbirşey kalmamıış, hak emek iddia etme biryana, borçlu-suçlu çıkarsın. Adeta uzaydan gelmiş gibi olursun dilinden kimse anlamaz. Herkes sana kurbanlık gözüyle bakar. Kendinle çelişirsin, "bu benmiyim" diye çıldırırcasına düşünürsün. Bir-iki anlayanın varsa ne ala, o da herkese nasip olmadı. Ailene aşiretine dönemezsin, çünkü onları red etmiştin, yüzün tutmuyor, gururun kabul etmiyor, üstelik onları çağ dışı gerici bulmuştun, Parti'ne çok güvenmiştin gözün havalardaydı,umudun devrimdi. Bütün insanca haklara sahiptin, aynı zamanda ailenin, aşiretin ve tüm halkın güvencesi olduğunu düşünüyordun. Ya şimdi kendine bile güvence değilsin. Kaçaksın,kimliksizsin, işin yok, evin yok ve kalacak bir yerinde yok. Yollara düştün, yabancı diyarlarda hangi yöne gideceğin bile belli değil, hiç olmazsa 'kutsal Parti' bir yol harçlığı verseydi diyeceyiz, ama kaçacağın yerden nasıl istersin böyle bir hak!!! zaten farklı düşünmekle en büyük 'suç'u işlemişsin.
Birdenbiere annen, baban ve tüm sülalen 'ajan' olur. Tanınma ve etki derecene bağlı olarak, bulunduğun köy, ilçe ve ya il tümden 'ajan-hain' ilanedilir. Ne yaptığını şaşırırsın. Oysa ilkeler vardı, eleştiri hakkı vardı, Öyle düşünmüştün, şimdi ise eleştiri ve görüşlerini unuttun, savunmaya geçtin, ajan olmadığını ısrarla söylüyorsun, ama seni duyan yok. Duyurmak için imkan ve olanaklardan yoksunsun. Olanaklar ve imkanlar Parti'ye sahiplenen ve sahibi olan zat'ın elinde. O seni istediği gibi suçluyor, elinde muazzam olanaklar var her tarafa ulaşıyor, sen ise, afaroz edilmişsin, tesadüfde olsa tanıdık birine rastlarsan, selam verme bir yana anında, zat'ın müritlerine ihbar edilirsin. 1980'li ve 90 yıllarda genelde böyleydi.
İnternet dünyasıyla birlikte, muhalifler çoğaldıysada muvcut durumda farklı bir değişiklik henüz başarılamadı.
Peki neden PKK'de muhalif olmak bu kadar zor? Özellikle 1980 sonrası PKK bir Parti olmaktan ziyade devrim ve karşı-devrimin yoğunlaştığı bir merkez oldu. Karşı-devrim baştan beri örgütlü ve hazırlıklıydı. Tartışma götürmeyecek kadar netleşen, A Öcalan ve ekibi devlet tarafından hazırlandı. Yani devrim gücünün yönetimi devletin kontrolündeydi.
altPKK'de MUHALİF OLMAK...
PKK de muhalif olmak ölümle eş değer, ölümü çağırmak, ölümün sıcak nefesini ensesinde duymak olduğunu biliyoruz..Buna rağmen ihanete karşı her dönemde baş kaldıranlar oldu..Ne yazık, ki bunlar kısa zamanda ortadan kaldırıldılar...
Bu başkaldıranlar bir şekilde biribirleriyle ilişki kurup güçlerini birleştiremediler..Hazin olanda önce ayrılanı suçlıyan sonra ihaneti apaçık gören ayrıldı, ancak bir sonra ayrılan onu tutmadı..Apo sultasının devam etmesinin bir nedeni de bu olmalı..
Yine de biz diyoruz k;“Her ayrılan tarihi kendisiyle başlattı“ ..
Eğer ayrılanın trajedik sonunu gören bir sonra ayrılan olmasaydı, ihanet çetesi asla cözülmez ve daha çok yürekli insani-devrimciyi yerdi..
PKK de ayrılmak, muhalif olmak gerçekten çok zor..
Neden mi?
Önce muhalif olmamaları için kişilerin tüm direnme yanları „kişilik cözümlemesi“ adı altında törpülenir. Biraz kendisıni, devrimci yanını koruyanı da bir şekilde, en kısa yolda“ajan“ diyerek mimler, sonra „önderlik büyüklügünü gösterdi af etti, kendini kanıtlamali“ diyerek tüm direnme yanları yok edilir..Direnenlere de hemen ölüm fermani çıkarılır..
Devrimci cephede „ajan“ sözcügü zehir, kurşun gibi etki yaratıyor, Apo bunu iyi bildi ve başlarda „demoklesin kılıçı“ gibi astı..
Evet, açmak gerekirse, somut bir şekilde PKK içi muhalefeti zorlaştıran nedenler, 1980 öncesi oluşturuldu.
En önemlisi PKK, diğer devrimci-demokrat Kürt örgütlerinden uzaklaştırıldı, düşmanlaştırıldı demek daha doğru olur. Bu sıradan bir olay değildi. Oyun ve entrikada kural tanımayan kemalizim bunun nerelere varacağının hesabını çok iyi yaptı. Devlet örgüt ayrımı yapmadan, K. Kürdistan'lı örgütleri bir bütün olarak gördü, bütünü tümden istediği gibi etkisizleştiremezdi. Bunun için PKK yönetiminde etkili olan ekibiyle PKK ve KUK çatışması yarattılar.
İki tarafdan yüzlerce kadro ve sempatizan katledildi. UKM ilk darbesini burda aldı. Oluşması gereken cephe ve orduda engellendi. Kaybeden KUKH oldu. Diğer Kürt örgütlerinede saldırılar oldu; Ağrı'da Mustafa Çamlıbel ve Siverekte Ferit Uzun katledildi. Bu olaylarla birlikte kürt örgütleri arasında uzlaşma olanakları ortadan kaldırıldı. PKK ile diğer örgütler arasında güvesizlik ve şüphecilik egemen oldu.
Bu anlamda PKK içerisindeki muhalifler, doğal olarak diğer Kürt örgütlerine sığınma ve korunma haklarını kullanamadılar.
Kullanamazlardı çünkü muhalif olanların çoğuda geçmiş karşı devrimci faaliyetlerde roller
üstlenmişlerdi. Böyle istekleri olmuş olsaydı dahi kabul göreceği tartışmalıydı. Sonraki
süreçlerde olumlu değişimler oldu, ancak geç kalınmıştı.
Devlet Kurdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi'nin gelişimini sırf militarist yöntemlerle durduramazdı.
Denilebilirki K. Kürdistan'da enson oluşan hareket PKK'dir. Doğru teorik düşünceler savundu ve silahlı mücadeleyi radikal bir sekilde savunarak yoğun bir aydın-gençlik kitleye sahip oldu.
Silahlı mücadeleyi esas alması, Kürt Halkı'nın duygularına hitap etmeye neden oldu ve kitlelerüzerinde de etkili olmaya başladı. Ancak kendi dışında diğer Kürt örgütlerini karşı-devrimciilan etmesi, kendi kadro ve sempatizanlarınca anlaşılamadı. Bu anlamda PKK'ey diğer Kürt örgütleri arasında demir perde oluşturuldu, öyle geliştirildiki bu durum kitlelere kadar yansıtıldı. On yılı aşkın bir süredir ısrarla devletle tek yanlı da olsa barışık olduğunu iddia eden PKK hala diğer Kürt örgütleriyle eski tavrını sürdürüyor. Söylemek gerekiyor, eğer baştan beri iddia edildiği gibi, diğer Kürt örgütleri devletle bağlantı içindeydilerse bü gün neden devletle barışan PKK, neden halen diğer kürt örgütlerine düşmandır? Diğer parçalardaki Kürt örgütleriylede benzer sorunlar yaşandı.
Muhalefeti zorlaştıran diğer bir neden ise; 1980 öncesi gerçekleşen Elazığ toplu
tutullamalarıydı. PKK Önder kadrolarınında içinde bulunduğu onlarca seçkin kadro tutuklandı
yada tutuklattırıldı. Bu tutuklamalar PKK içindeki devrimci kanadı oldukça zayıflattı, denilebilinir etkisiz hale getirdi. Yani A. Öcalan ve ekibini ortaya çıkarabilecek ve devrimci çizgiyi egemen kılacak kadrolar daha 80 öncesi tasfiye edildi. A. Öcalan ve ekibine karşı çıkacak kadrolar sınırlandırıldı. Geriye kalan çoğunluk ise ön görüden uzak kadrolardı.
A. Öcalan geri çekilişle birlikte ilk işi kadroları birbirine düşürmek oldu. Açık söylemek gerekirse bunu çok basit bir biçimde yaptı. Halkımızın bilinen bir zayıflığıydı. Devrimcilerin, yani Parti kadrolarının bu oyuna gelmesi kabul edilemez. Ne yazık işledi, ayrıca açılması gereken bir konudur. (Kürt insanının zayıflıkları)
PKK öncesi ve sonrası olan bir çok Kürt örgütleri, devrimci partiler vardı..Ancak bunların hiç biri PKK karşısında duramadı, istediğini savunamadı ve halkın gözünde varlığı-yokluğu birdi..Bu durum da Aponun ekmeğine yağ sürerek yanlız kendisinin güç olabileceğini gösterdi..Yıllar sonra bir yanı Ergenekon bir yanı derin devletin karanlık güçlerine dayandığını kimseler göremedi, dile getirmedi, ya da gören çabuk bitirildi, yeterince bunu kitlere söyliyen güçleri olmadı..Apo tek başına bir gücün sahibi gibi kendini gösterdi..PKK içinde Apo sultasına karşı duranlar elbetteki oldu..Bunlari da 86.üçüncü kongreye gelmeden birer birer ortadan kaldırıldı..
Saime Aşkın, Çetin Güngör, Resul Altınok, Zülfü Gök, Mahsum Korkmaz ve benzerleri..Yine Kongrede doğruyu gören bir çok kadro ya tutuklandı ya bilinmiyen bir şekilde ortadan kaldırıldı, ya da önce bir takım suçlara bulaştirip safdışı-etkisiz hale getirildi.
Herkese; 'en iyi adamın sensin' dedi. İlginçtir büyük çoğunluk bu oyuna geldi. Mücadelenin değişik alanlarında oyuna gelenler, kendilerini farklı görmeye başladılar, bilmiyorlardı ki, farklı olan sadece kendileri değil, herkese farklı olduğu söylenmiş.
Her farklı olduğuna inanan diğerine şüpheyle bakıyor. Ve ortaya çıkan tabloda herkes farklı ve herkes şüpheli... Burada gerçeği sadece bilen A. Öcalan'ın kendisidir. Böyle bir ortam sadece karkaşa yaratıyor. Ama bu kargaşa öyle sıradan değil, sonuçta biri diğerini götürüyor. Öcalan'ın istediği zaten bu. Kim kimi götürmüş önemli değil. Giden gitmiş, göndereninde sırası gelir. Sırasını atlatan yine kurtulmuyor, çark aynı şekilde dönmeye devam ediyor. İki yol kalıyor, ya kaçma dışardan muhalefet sürdürme yada örgüt içinde -çok zorda olsa- darbe yapma. Muhalif olduğun an beklenmedik zorluklar ve sorunlar çıkıyor. Birilerine bilinmez, ne kadar zaman önce senin şüpheli olduğun söylenmiş. İşte ilk onlar sana saldırıyor. Eğer oyuna gelmişsen, birilerini incitmiş ve etkisizleştirmişsen bunlarda devreye giriyor. Ayrıca şüphe ortamından geliyorsun ve şüpheli birisin. Tüm bu nedenler birlişletirildiğinde Parti içi desteğin neredeyse bitiyor. İddia ettiğin görüşler ve eleştiriler hiç ciddiye alınmıyor. Sadece tüm yapı tarafından uyduruk iddialarla saldırıya uğruyorsun.
Belirtmek gerekirki, dört sömürgeci devletinde, istihbarat örgütleri A. Öcalan ve ekibi arkasındaydı.
Bunu bazı örneklerle açıklayacağız. Bu durumda muhalefeti ciddi anlamda zorluyordu.
Ve gelelim en önemli nedene; 1980 sonrası PKK'nin tek güç olması. Tüm sırlar ve kerametler burda saklıdır. 80 öncesi K. Kürdistan genelinde, kadro-sempatizan, kitle ve etki düzeyinde örgütler arası kayda değer bir fark yok. Örneğin; Kawa, Özgürlük Yolu, (PSK) Ala Rizgari, DDKD, PKK ve KUK dönemin etkili örgütleridir. PSK ve DDKD dışındaki diğer örgütleri silahlı mücadeleyi savunmaktadırlar.
12 Eylül 1980 Faşizmiyle birlikte, K. Kürdistan'da silahlı mücadele dışında yol kalmadı. KUK hareketi ciddi anlamda yıpratılmıştı, kendisini hemen toparlaması zordu. Kawa hareketi 12 Eylül Faşizmi'nde Aralık 1980 Kamışlı'da ciddi bir darbe aldı ve Kawa hareketinin seçkin bir grubu katliama uğradı.
Bu görünürde Kawa'ya yönelik bir operasyon gibi görünsede, asıl darbe K. Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesine oldu. Sonraki yıllarda bu durum daha iyi anlaşıldı. İstihbarat çevreleride bunu itiraf ettiler. Çünkü bu grup silahlı mücadeleyi başlatacaktı. Kürdistan adına silahlı bir güç olacaktı, bu nedenden dolayı hedef oldular. Katliam Suriye ve Türk istihbaratının ortak operasyonudur. A. Öcalan ve ekibinin burda rolü oldumu? Bilgi ve ispiyon düzeyinde de olsa var. Çünkü o dönem PKK'ye ait güçlerde aynı alanda mevcut ve başlarında Duran Kalkan vardır!!! Neden PKK'ye yönelik benzer operasyon yapılmadı??? Kawa hareketi bu katliama rağmen kendini toparlayabilirmiydi? Tartışılması gereken bir konu. Bu katliamla tek örgütün önü açıldı. Bunun acısı sonraki yıllarda daha iyi
anlaşıldı...
Dönemde en uygun pozisyonda olan Ala Rizgari hareketidir. Ekim 1980'den, 81 başlarına kadar 200 dolayında kadro ve sempatizanını G. Kürdistan'a çekmeyi başardı, geri çekilmenin amacı; 1981 Newroz'un da silahlı mücadeleyi başlatmaktı. Ala Rızgar'nin yönetiminde etkili olanlar son anda bu karardan vaz geçtiler. Kamışlı katliamının burda etkisi oldu!!! Tabiki farklı nedenlerde var tartışılması gereken bir durumdur. Oysa Ala Rızgari K. Kürdistan'ın orta bölgesinde en etkili örgüttü.
Metrepollerde de güçlüydü. Ülke içi ilişkileride, önemli sayılacak bir darbe almamıştı. Silahlı mücadeleyi başlatmak için gidilmişti ve her şey planlanan gibi oldu. Ama başlatılmadı ve gruplar tekrar (çoğunlukla) geldikleri bölgelere gönderildi. Bu anlamda ortam PKK'ye kaldı. Yani ikinci bir silahlı gücün oluşmaması PKK içinde muhalefeti en çok zorlaştıran nedenlerden biri oldu. Ve PKK her şeyin sahibi olduğunu ilan etti. Binlerce PKK'linin düşman saflarına kaçması, Jitem vb. örgütlerine sığınma ve onların elemanı olmada, ikinci bir gücün olmaması etkili oldu.
Türk basını'da boş kalmadı, özellikle Tercüman Gazetesi, 1982'de başlayarak ve 83'de yoğun bir şekilde, abartılı haberlerle Öcalan ve ekibinin yıllarca propagandasını yaptı. Bu haberler halk üzerinde etkili oluyordu. Gerek türk basını ve de istahbaratı, K. Kürdistan' da tek örgütün
yaratılması için ellerinde geleni yaptılar.
Ve 1982 Diyarbakır Zindan direnişi ülke içinde ve dışında muazzam etki yarattı. Bu süreçten sonra sessiz kalan diğer Kürt örgütleri etkisizleşti. Bu direnişten de faydalanan Öcalan, artık tek örgüt olma avantajını yakaladı. Devrimin tek örgütü olduğunu ilan etti. Artık güçlüydü ve arkasında dört ülkenin istihbaratı vardı. Halk ve Parti yapısı bu gerçeklikten habersizdi. Yaratılan etkiden dolayı, bir bütün K. Kürdistan'daki devrimci dinamikler PKK'ye kaymaya başladı. Artık devrim ve karşı-devrim iç içe geçmişti, bir örgüt gibi. Kafa Karşı-devrim, vucut, devrim ve devrim poransiyelinin ta kendesi.
Bu kafa bu vucudu nasıl yönetir? Gelinen aşama bunu doğrulamıyor mu?
Bu anlamda PKK içi muhalefet, abartmasız, devrim ve karşı-devrimin hesaplaşması oldu. Zorluk buydu.
PKK'de MUHALİF OLMAK...
Elif ORHAN/ Salih ARAS
devan edecek
devrim-karsidevrim hikayesi