İki  haftadan  beri   Newroz.Com ve Kurdistan Forum'dan     uzak   kaldım.
Bir  Alman  çifti dostumuz  bizi  uzaklara    postalamak   için   uçak  biletini   hediye  etmişlerdi.
Tam  iki  hafta  boyunca     komputur'umun başına   geçip   tek   bir  satır  yazmadım.
Aslında   planım  varklıydı.
Piremerd  üzerine   yazdığım    yazı serisini  tatilde  tamamlamak  niyetindeydim.
Bunun  için  gereken    belgeleri, notları ve  hatta   Prof.Dr.    Maruf  Xaznedar'ın     6 ciltlik  dev eseri  olan  „Mejuyi  Edebi  Kurdi“ nin    Piremerd  üzerine  olan  cildinide  yanıma  almıştım.
Tatil  boyunca   ne  notlarıma,  ne  belgelere ve  ne de  M. Xaznedar'ın   eserine baktım.
Yanıma  aldığım     bilgisayarı  bir  kerecik  olsa da   açıp    başına  geçmedim.
Beni  tanıyan  yakınlarım  bana    bir şeylerin  olduğunu    fark  etmişlerdi.  Çünkü,       okumak ve yazmak  benim  için   günlük  yaşamın  monotonluğunu ve  stresi   aşmak  için   düzenli  kullandığım   dermanlardır.
Bu  tatil  boyunca    hiç  „derman“  ihtiyacını  duymadım.
Bu  süreç  boyunca     bir  kaç  kitap  ve dergi  satın aldım   hiç  birini  açıp  okumadım..
Sadece  bazı  dostlarla    Nefertiti  üzerine  yazılan  kitabın  üzerindeki   resim  üzerine    kısa  bir    konuşmamız    oldu.
Paris'te geçirdiğimiz bu kısa zaman dilimi içinde kendimizi Paris sokaklarına bıraktık ve akşamları ise bizi davet eden dostlarla ya onların evinde yada Paris'in çeşitli lokantalarında birlikte yemek yedik.
Biz  Paris'e   hareket etmeden  önce   şimdi  Almanya'da   ikamet eden ve  Paris'te   uzun  yıllar  aynı  odayı, aynı  evi, aynı  ideali, açlığı, yoksulluğu ve  neşeli günleri   paylaştığım    dostuma da  telefon     açtım  Paris'e   gelip  gelemiyeceğini  sordum.
O  ise   hemen    önerime   olumlu  cevap verdi.    Arkadaşım   onun  yakın  akrabası   olan   ve benimde  tanıdığım  bir başka  Kürd  ailesinide  bizim  Kürd  Kerwanına    katı verdi.
Yani  yaklaşık   olarak    on  kişilik   bir grup  farklı   günlerde   Paris'e  hareket ettik.
Paris   yolculuğuna  çıkmadan  önce   Paris'teki  arkadaşlardan  bazılarını aradım ve  on  kişi  için    yatma  yerini   sordum.
Aldığım  cevap  „Ser  Seran   Ser  Çavan“   oldu.
Paris'in    CDG  Hava  Limanına  vardığımız  zaman    bir dostum  bizi  araba  ile    aldı.  Bir  kaç   gün ondan  kaldık.   Evinde  kaldığımız  dost    bizden sonra  Almanya'dan  gelecek  olan     iki ailenin aynı arada   kalmaları ve rahat etmeleri için     bir    otelde   yer  aramayı  kafasına  koymuştu.
Ben   bu öneriye  ittiraz ettim.  Çünkü,    binlerce    Euro'yu   götürüp     Otel'e  vermesini  istemiyordum.  Eğer    Otel  odalarını   kiralasaydı,    paralarını  peşin verirdi ve   hiç bir  zaman      gelen  arkadaşların  ödemelerini kabul etmezdi.
Sonuçta    bizden  sonra  gelen  iki aileyi  farklı   arkadaşlar  misafir ettiler.  Bir kaç  gün sonra    iki ailenin  çocuklarının  dayatması  neticesinden    iki aile  aynı eve  taşındılar.
Bizde   bu  süreç  içinde   bizi davet eden   değişik  bir kaç  evde  kaldık.   Sabahlara   kadar    derin, nostaljik ve bazende    hasret  gideren   sohbetlere  daldık.
Bu  tatil  sürecinin    nasıl    sona  erdiğini   hiç   anlamadım.   Havalar    pek  iyi gitmedi ve yağmurluydu.  Normal   turistler  için  cehneme   dönüşebilecek   bir zaman  süreciydi.
Cehnemi  Cennete    çeviren  bir    girişimde  bulundum.
Sözünü   ettiğim     Almanya'dan    gelen   iki  ailenin  dışında   bir  3.Kürd  ailesi  daha  gelmişti.  Onlarla   Opera  meydanında  buluştuk.  O esnada     yağmur  yağmaya  başladı.
3. ailenin   erkeği  bir  hayli  kıloluydu. Sanırım  150  cıvarında  olacaktı.
Rehberleri  bendim.
Yağmurun altında    önlerine  düştüm.  Opera'dan     Louvres'a,  oradan   Les  Halles,   daha  sonra    ziyaretçileri     Republique   meydanına  ve  oradan da  Bastille  ve    Nation'a   çıkardım..
Bir  hayli  yoldu.  Pekala   Metro'ya  binebilirdik.Normal ve güneşli bir  havada     bu yol ve güzergah     yayan  aşılabilinirdi.
Ama,   o  yağmurlu  havada   ve  o    kilolarla    pek  akıllıca     bir  seçenek  değildi.
Tüm  bu  yolu   akşam  yemeği  yemek ve   biraz  Kürd  müziğini dinlemek    için   göze aldık.
Kilolu dostumuzda yemek ve müzikten sonra cehnem olan yolculuğu unutu ve mikrofunun başına geçerek bir şarkıda söyledi. Sanırım bizim kilolu dostumuz her Paris'i düşündüğünde beni ve o yolculuğu hatırlayacaktır
Fakat   sonuç  olarak    Paris  yolculuğumuz    çok güzel  oldu.
Sanki  günler    saatlere  dönüşmüştü.  Biz  ateş  almaya   giden  insanlar  gibiydik.
Aslında bu ziyaretimizin bizde bu kadar kısa olma duygusunu yaratan özelliği dostlarımızın bizi canı gönülden karşılamalarından kaynaklanıyor. Bizi birbirimize bağlayan ortak iddialler, ortak anılar, acılar, ortak kaygılar , serencamlar ve geçmişte birlikte yaşadıklarımızdı. Bu dostluk sadece geçmişte aynı siyasal geleneğin çerçevesi içinde olanlarla sınırlı değildi. Farklı Kürd siyasal geleneklerinden gelen insanlarıda kapsıyordu.
Paris  yolculuğumuzun   bu kadar    kısa  olma duygusunu  yaratan   olayın   dostluk  olduğunu    yukarıda  vurgulamıştım.
Örnek    olarak   iki aileyi vereceğim.
Paris'e    vardığımız zaman   söz konusu   iki aile  bizi  yemeğe  davet etmişlerdi.   Aile  dediğim zaman  böyle  alışagelen   aileler değil.   Eşler   hala  farklı  siyasal yapılarda   yada  erkeğe   mutfak  peştimalı takan   aileler...
Telefon   açıp   yemeğe   gideceğimiz gün ve  saatı  tespit etmeye çalıştığım zaman  „kaç kişisiznız?“  diye  soruyorlardı.
Ben ise  cevaben   10, 15  yada  20  diye  cevaplar   veriyordum.
Çünkü,  bende  kaç  kişinin    gideceğini  bilmiyordum.
Bir ara   bir   davetiyeye  evin küçüklüğünden  dolayı  iptal  etmek  istedik.  Ev  sahibesi  „evimiz küçük, kalbimiz  büyüktür.  Yer  bulan  oturur ve bulmayanlarda ayakta  yemek yer“  diye bir  cevap  vermişti.
Kalbi ve yüreği büyük olan dostlarımıza hiç bir sınır koymadan gruplar olarak gittik.
Yemekler 15 yada 20 kişi için değil iki katı için yapılmıştı.
Son geceyi bir arkadaşta çiğ köfte yiyerek geçirdik ve geç saatlere kadar kaldık. Yine ev eski dostlar doluydu. Yıllarca birbirlerini görmeyen dostlar bu günü ve geçmişi tartışırken zaman yokluğundan olacaktı ki, hepimiz aynı anda konuşuyorduk. Bu ise ipin ucunu kaçırmayi beraberinden getiriyordu.
Sonradan  kaldığımız   dostun evine gittik.      Uçağımız  sabah saat     8 cıvarında  kalkıyordu.
En azından   sabah  saat   6'da  evden  çıkmamız   gerekiyordu.  Havaalanı  bir hayli  uzaktı.
Bizim ile birlikte akşam eve gelen  iki dost  sabah  bizi   hava limanına  bırakacaklarını  söylediler.  Biri  Paris'in   bir tarafında ve diğeri  başka  tarafında  ikamet ediyor.   Bize   yalnızca   bir araba lazımdı.
Fakat,    iki arkadaş  şehrin farklı  bölgelerinden   sabah  saat 5'te  kalkarak   kapımıza  dayandılar.
Biz aşağı indiğimizde  onlar bir kahvehane de kahve  içiyorlardı.    İki boş  araba ile  hava alanına   gittik.    Bu arada  ben bir arkadaşa  „gelmeyebilirdin, zaten   diğer  dost   geleceğini söyledi“  dedim.
Bu arada  bizim ev sahibimiz „buna  esalet  derler“ dedi.
Benim  ittirazıma    çomak  soktu.  Bende  sesimi kestim. Bu  esnada  dikkatımı  çeken husus  sabah  bizi almaya gelen ve  20 yıldan  fazladır  birlikte  olan  arkadaşların  hiç biri   diğerine   sen  gel yada  gelme  diye  bir şey  söylemedi.
Keşke bu dostlarımın isimlerini vererek ve birlikte yaşadıklarımızın detaylarına girerek yazabilseydim.
Aslında  Paris'te  kaldığım  süre  boyunca     o arkadaşlarla      konuştuğumuz    şeylerin    büyük  bir  kesimi „Paris  Kürdlerin Tarihi“ idi.
Bugüne  kadar   hiç  kimse    „Paris  Kürdlerin Tarihi“ni  yazmamış.    Sadece   1919 yılında   Şerif Paşa'nın    faaliyetlerinden,  1927  yılında  Fanizadelerin ve  daha sonraki süreçte  Mir Kamuran  Bedirxan'ın ve  Dr. Qasemlo'nun   etkinliklerini,   1960'da   Fransa'ya  giden Kürd  işçilerini,  1970 ve 1980  darbeleri  sonrası    Kürd  ilticacılarının etkinlikleri,    Yılmaz Güney'in  etkinlikleri  yazılsa     ciddi eserler  ortaya çıkar.  Birde   Jean Paul Sartres ve  Simone  De Beauvoir    gibi  Kürd  dostlarının    Kürd davasına  angaje  süreçleri......
Biliyorum   yarın  Kürd  gençleri  bu  tarihi yazacaklar
Sadece  bizim   bu kısa  gezimiz  sırasında     gittiğimiz   her  yere   ilişkin   anılarımız   kendi başına    ciddi eserlere  konu  olur.
Eiffel Külesinden söz ettiğimizde bir arkadaş „Küleyi işgal ettiğimiz günü hatırlıyor musun?“ diye sordu. Notre Dame'ın önüne gittiğimiz de yaptığımız açlık grevini, gezdiğimiz caddeler ve meydanlarda yaptığımız yürüyüş ve korsan gösteriler hep akla geldi. Bir arkadaş bana takılarak „zaten Aso hangi toplantıya gitseydi, orada yürüyüş kararı çıkıyordu“ diye takılmaya başladı.
Aslında  bunların  hepsi    Paris Kürdlerin Tarihidir.
Bir  gün  mutlaka  bu  tarih  yazılacak.  Ve  bugün  bu  makalede  isimlerini vermediğim  arkadaşların   hepsi ve  çocukları    bu  tarihin  vaz geçilmez  parçalarıdır.
Bir gün   bu tarihi yazanlar  mutlaka   kaynak ve aktör  olarak  onlara baş vururlar.
Bu yolculuk boyunca arkadaşlığın, dostluğun ve yoldaşlığın ne anlama geldiğini bir kere daha pratikte ve canlı canlı yaşadım.
Ayrılırken bir arkadaş bana „geçen sefer geldiğinde Haci Yusuf vardı. Şimdi ise aramızda değil“ diye bir şeyler söyledi. Ayrılırken sanki bir daha görüşmeme duygusunun kökleri çok derin..... Aristoteles „Arkadaşlık bir ruhun iki bedende olmasıdır“ diyordu. Biz bir birimizin yanında sesli düşünebiliyoruz. Bir atasözün dediği gibi „iyi bir arkadaşı olanın aynaya ihtiyacı yok“
Paris'te sürekli bizimle birlikte olan, evlerini ve kalplerini bize açan tüm dostlara teşekkür ediyorum. Zaman yokluğundan görüşemediğim arkadaşlardan özür diliyorum..
Newroz.Com ve Kurdistan Forum katılımcalarına hoşgeldiniz diyorum..
        
    
      
      
      
Re: Paris Seferi, Anılar ve Dostlar