Medyada Kürt sorunu
Medyada Kürt sorununun kurulma biçimleri, gerçekte Kürt sorununun reddiyesi gibi okunabilir: Genel yaklaşıma göre, Kürt sorunu gerçekte hâlâ “terör sorunu“ olarak algılanmaktadır ve “terör sorunu“ askeri yöntemle, imha ve tasfiye yoluyla “halledilmeli“, ve Kürtler de ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal alanda sisteme entegre edilmelidir.
DERYA ERDEM (Arşivi)
Günümüzde, Kürt sorunu, demokratik kanallarla çözümü beklenen, Türkiye'de siyasi ve toplumsal alan içinde gündemin en önemli konularından biri olmaya devam etmektedir. 2009 yılı yaz başlarında hükümetin Kürt açılımı adı altında çalışma başlatıp, ancak, daha sonra “demokratik açılım“ olarak adı dönüşerek, giderek adlandırmadaki “Kürt“ vurgusu düşse de, Kürt sorunu hâlâ toplumda aciliyetle çözüm bekleyen gündemin en önemli konusu olma özelliği taşımaktadır. Kürt sorunun çözümünde ya da çözümsüzlüğünde ise, toplumdaki siyasi, hukuki kanallar kadar, medya da önemli bir işleve sahiptir. Kürt açılımının gündeme geldiği günden bugüne, ana akım (mainstream) medyanın nasıl bir tutum aldığı, haberlerde neyi nasıl yansıttığı, Kürt sorununu nasıl temsil ettiği, Kürt sorununun çözümü konusunda yapıcı, olumsal bir dil mi kullandığı, yoksa sorunu temsil ediş biçimleriyle çözümsüzlüğün üretilmesinde işlevsel mi olduğu, kısacası bu konuda nasıl bir rol aldığı çok kritik, önemli bir konudur.
Ana akım medyanın, Kürtleri ve Kürt siyasal partilerini ve Kürt sorununu temsil ediş biçimleri, toplumda Kürtlere, Kürt siyasal hareketlerine ve Kürt sorununa ilişkin algıların üretilmesinde önemli rol oynamaktadır. Ana akım medya, siyasal alanda mobilize olmuş ve politik bir öznellik kazanmış Kürtlere yönelik, “terörizm ve şiddet“le ilişkisellik içinde, tehlike, tehdit ve bölücülük ekseninde önyargıları ve algıları besleyip, Kürt sorununu, “terör, bölücülük, yabancı kışkırtması ve bölgesel geri kalmışlık“ ekseninde kurarak, hegemonik devletçi söylemi ve bununla ilintili olarak milliyetçi söylemi yeniden üreterek, Kürt sorununun çözümsüzlüğünde işlevsel olmaktadır. Medya, yaptığı yayınlarla, toplumda ihtilaflı bir konu olan Kürt sorununun meşruiyet temeli bulamamasında etkendir ve Kürt sorununda uzlaşmazlığın, anlaşmazlığın, kutuplaşmanın, çatışmanın oluşmasında işlevsel olmaktadır. Medya, Kürt sorununa ilişkin yayınlarında, milliyetçi sesi yoğun biçimde büyütüp, yaygınlaştırarak kitlelere yansıtmakta ve haberlerinde kullandığı dil, üslup ve aldığı konumla ulusalcı Kemalist-milliyetçi kanadın yanında yer almaktadır. Bu bağlamda, medyada Kürt sorunu bir meşruiyet krizi içinde yansımakta ve medya bu krizi çözümsüzlük yolunda derinleştirmektedir.
2009 yılı yaz başlarında hükümet tarafından “Kürt açılımı“ diye adı konularak gündeme gelen Kürt sorununun yoğun biçimde görünür ve tartışılır olduğu bir süreçte, ana akım medya, konuyu “Kürt sorunu“ olarak dillendirmekte önce gönülsüz davranmış, ancak siyasal alanda sıklıkla dillendirilmeye başlanan bu konuyu görmezden gelemediği noktada “Kürt sorunu“ diye telaffuz etmeye başlamıştır. Ancak, telaffuz etmeye başladığı andan itibaren bile, Kürt sorununu hâlâ “terörle mücadele“ kapsamında askeri yöntemlerle çözülmesi gereken bir güvenlik, asayiş sorunu olarak görmeye devam etmiştir. Süreç içerisinde, CHP ve MHP muhalefet partilerinden, Kürt açılımına çok sert tepkiler gelmiş, “terörle mücadele“ vurgusu öne çıkarılmıştır. Bu konuda, CHP lideri Deniz Baykal'ın, “terör hiç bitmeyecekmiş gibi terörle mücadele edilmelidir“ ifadesi ve yine MHP lideri Devlet Bahçeli'nin her defasında hamasi, şiddetli ses tonuyla, iktidar partisine “Kürt sorunu ifadesinden vazgeç, terörün kökünü kazı, PKK'nın kökünü kazı, yapamıyorsan çekil,“ sözleri dikkate değerdir. Süreç içerisinde gerek askeri kanattan, gerekse muhalefet partilerinden, PKK konusunda, savaşçı, imhaya dayalı, tenkil yöntemi medyada yoğunlukla dolaşıma girmiştir. Askeri kanadın ve muhalefet partilerinin yanında devlet bürokrasisinin bir kısmının da, Kürt açılımı gündeme geldiğinde, “terör sorununa“ ve “terörle mücadele sorununa“ daha yoğun olarak vurgu yapmaları ve ana akım medyada bu görüşlerin hararetle onaylanarak verilmesi, Kürt sorununun hâlâ askeri yöntemlerle çözülmesi gereken bir “terör sorunu, güvenlik, asayiş sorunu“ olarak algılanmasıyla ilişkilidir. Bir başka deyişle, medyanın ve milliyetçi kanadın genel yaklaşımı, “aslında Kürt sorunu gibi bir sorun yoktur, terör ve bölücülük sorunu vardır. Ve terörle sonuna dek savaşılarak, bu konu çözülmelidir“ olmuştur. Kürt açılımı süreciyle beraber, Kürt sorunu medyada en çok bu temalarla, “terör ve bölücülük“ vurgusuyla gündeme gelmiştir. Medyada Kürt sorunu konusunda “terör ve bölücülük“ üzerinden yapılan haberler, insanları kin, nefret ve düşmanlığa, çatışma ve kamplaşma ortamına daha keskin bir biçimde sürüklemektedir. Bu yolla gerçekte “bölünme“ dili asıl medyadan ve milliyetçi kanattan gelmektedir. Yine aynı süreçte, Kürt sorunuyla ilişkili olarak, medyada “yabancı devletlerin tezgâhı, yabancı ülkelerin kışkırtması“ gibi hem Kürtlere, hem de yabancı ülkelere karşı zenofobik bir söylem de tekrar güçlü bir biçimde dolaşıma girmiştir. Kısacası, yaygın, kitlesel medyada Kürt sorunu, “dış mihraklı“ bir “bölücülük“ sorunu olarak yeniden kurulmuştur.
Sorunu içinde dile getirilen, Kürt varlığı ve kimliğinin her düzeyde tanınarak, eşit yurttaşlık temelinde anayasal güvenceye kavuşturulması, Kürtçenin eğitim ve öğretim dili olarak kullanılması, Kürtlerin siyasal ve kültürel haklarının yasal güvenceye kavuşturulması, dil ve kültürlerini geliştirmek ve özgürce yaşamak için her tür engelin ortadan kaldırılması, Kürtçe yayın üzerinde baskı ve yasakların kaldırılması, köy koruculuğunun kaldırılması, işkencelerin ve faili meçhul cinayetlerin soruşturulması, zorunlu göçle köylerinden ayrılmak zorunda kalan Kürtlerin köylerine dönmesi önündeki engellerin kaldırılması, Kürtçe yer adlarının iadesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve bunların yanında daha pek çok alt başlık vardır. Kürt açılımı sürecinde özellikle Kürt siyasetçiler ve toplumda pek çok aydın ve sivil toplum örgütü bu konuları yoğun olarak dile getirmiştir. Ancak, özellikle, Kürtlerin ve toplumda diğer etnik farklılıkların anayasal güvence altına alınması ve Kürtlerin anadilde eğitim ve öğrenim hakkı konusu, ve Kürt siyasetçilerinin dile getirdiği demokratik özerklik önerileri, muhalefet partilerinin ve ana akım medyadaki köşe yazarlarının yoğun tepkisine ve eleştirilerine neden olmuştur. Eleştiriler ise, bu taleplerin “bölücülük“le ilişkilendirilmesi yönünde gelmiştir. Milliyetçi muhalefet partileri ve ana akım medya içindeki pek çok köşe yazarı, Kürt sorunu adı altında dile getirilen bu önerileri, “bölücülük“ ve “ülkeyi bölmeye götüren talepler“ olarak değerlendirmişlerdir. “Bölücülük“ temasının süreç içinde sıklıkla medyada dolaşıma girmesi nedeniyle de medya, Kürt sorununun meşruiyet zemini kazanamaması yönünde önemli bir rol oynamıştır. Zira, Kürt sorununun “terör ve bölücülük“ sorunu olarak ele alınması, toplumda Kürt sorununa meşruiyet zemini sağlamanın ve sorunun çözümüne yönelik adımlar atılmasının önünü tıkayan bir işlev görmektedir.
Kürt sorunu, yaygın, popülist medyada bu unsurların yanı sıra, eskiden beri olageldiği gibi Kürt açılımı sürecinde de “ekonomik geri kalmışlık“ ve aşiret, töre, ilkellik, cahillik gibi “medeni geri kalmışlık“ sorunu olarak ele alınmıştır. Yani gerçekte “terör ve bölücülük sorununun“ dışında, Kürt sorunu varsa ve ele alınacaksa bu yönde ele alınmalıdır görüşü hâkimdir. Kürt açılımı sürecinde, Kürt sorununu masaya yatıran ana akım medya televizyon kanalları ve gazete köşe yazarları, soruna ziyadesiyle bu yönde yaklaşmışlardır. Haber bültenlerinde, Kürt coğrafi bölgelerinden yoksulluk ve yoksunlukla mücadele görüntüleri ve haberleri sıklıkla gündeme getirilerek, haber başlıklarında “işte asıl Kürt sorunu bu“ diye işaret edilmiş, Kürt sorunuyla ilgili yapılan programlara konuk alınan, asker kökenli, siyasi, ya da bürokrat konuklardan, sorunun aslında “ekonomik“ temelli ve “geri kalmışlık“ olduğu yönünde görüş ve değerlendirmeler alınmıştır.
Medyada Kürt sorununun kurulma biçimleri, gerçekte Kürt sorununun reddiyesi gibi okunabilir: Genel yaklaşıma göre, Kürt sorunu gerçekte hâlâ “terör sorunu“ olarak algılanmaktadır ve “terör sorunu“ askeri yöntemle, imha ve tasfiye yoluyla “halledilmeli“, ve Kürtler de ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal alanda sisteme entegre edilmelidir. Askeri-ulusalcı-milliyetçi statükocu söylem içinden ana akım medyada Kürt sorunu budur ve ancak böyle çözülür. Ana akım medyada, “terör, bölücülük, yabancı kışkırtması, bölgesel geri kalmışlık, aşiret, çağdışılık“ vb. üzerinden kurulan Kürt sorununun bu temsil biçimleri, Kürt sorununun gerçek mahiyetini, içeriğini gözlerden silerken, Kürt sorununun meşruiyet zemini kazanmasını da dışlayıcı, engelleyici niteliktedir ve sorunun çözümünü radikalleştirmektedir. Kürt sorununun meşruiyet krizi ve gerçekte reddi, Kürt hareketi içinde, Kürt sorununu temsil eden Kürt siyasal partileri ve sivil toplum kuruluşlarının da meşruiyet krizine işaret etmektedir. Kürt sorununun kolektif haklar temelinde çözülmesi gereken siyasi bir sorun olduğu konusunda uzlaşmazlık, soruna bu biçimde yaklaşılmasına karşı tepkilerle ve siyasal, hukuksal kurumların ve medyanın konu üzerinde baskıları, eleştirileri ve Kürtlerle ilgili medyanın temsilleri yoluyla Kürt sorununun meşruiyet krizi, Kürt sorununu temsil eden Kürt siyasal partilerinin de meşruiyet krizine yol açmaktadır. Medyanın, Kürt sorununa gerçekçi, samimi, hakkaniyetli bir yaklaşım içinde, uzlaşmaya dayalı, çözüm üretici, barışçıl, sorumluluk temelinde, olumsal bir dil kurmasının gereği açıktır.
Dr. Derya Erdem: İletişim Bilimleri