Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 20 August 2009

Yazıma bir tespit yaparak başlamak istiyorum. Biliyoruz ki ulusal ve sınıfsal mücadelelerde kitlesel boyutlanmalar, sağlam siyasal temeller üzerinde şekillenir. Ama ne yazık ki, İçerisinde bulunduğumuz dönemde, Kürdistan'da kitlesel boyutlanma artarken siyasal bilinç düzeyi düşmektedir, onun için Kürt siyasal hareketinin siyasal temelleri yıkılmakta ve dönemin tahlil edilmesinde Kürdistanlıyım diyenler tarafından kavram kargaşası yaratılarak sorun bulanıklaştırılmaktadır.

Kürdistan'ın bugünkü sorunlu statüsü genel olarak 1.Dünya savaşının sonuçları ile özel olarak Sovyet devriminin yarattığı değişimin sonucunda, dönemin emparyal devletleri olan, İngiltere, Fransa ve Rusya arasında 1916 yılında şekillenen ve Lozan anlaşması ile dört parçaya bölünerek kendisine dayatılan uluslar arası siyasal bir sorundur.

Ve yine bu dönem de Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması ile başlayan gelişmelerdir. Tekçi ve otoriter yapısıyla sürdürülen Kemalist düşüncenin, Anadolu'yu Türkleştirme politikası, red ve inkar politikaları ile beraber yürütülmüştür. Dolayısıyla Türkiye 85 yıldır savunduğu Kemalist diktatöryel sistemin donmuş kalıplarıyla hareket ederek Kürt ve Kürdistan sorununa yaklaşımını ırkçı ve şoven politikalarla sürdürmüstür. Ötekinin red ve inkarını, askeri, siyasi, ekonomik ve sosyal olarak önüne koyan resmi devlet ideolojisi ve bunun üzerinde inşa etmek istedikleri ulus-devlet modelinden dolayı demokrasi ve Kürt mücadelesi çok sıkıntılı ve kanlı olmuştur.

İktidara gelenlerde bu sorunu hep yok sayarak mevcut statükoyu devem ettirdiler. Erdoğan'ın son açıklamaları bunun en iyi ispatıdır. Siz İspanya'nın Başkentinde medeniyetler ittifakından bahsedeceksiniz, Arapların ve Avrupa'nın medeniyetlerinden dem vuracaksınız ama kendi ülkenizdeki farklı medeniyetleri ve kültürleri yok sayacaksınız. Aynı zamanda Kosova'da, Kıbrıs'ta ve Güney Kürdistan'da Türkler için hak ve özgürlüklerin verilmesini isteyeceksiniz, Kürtlere gelince de bu hakları unutacaksınız. Sizi kim ciddiye alır. Bu aynı zamanda devlet politikası olarak içindeki sorunlara karşı samimiyetsizliğin bir göstergesidir.

Dünya da artık geçmişte yapılan haksızlıklar bir bir çözülüyor: ABD'de Kızılderili önderler, geçmişte ABD ile imzalanan sözleşmeyi iptal ederek, sembolikte olsa bağımsızlıklarını ilan edebiliyorlar. Avustralya hükümeti, aborjinler'den çocuklarını kaçırıp asimile ettikleri için özür diliyor ve yakın dönemde Kosova bağımsızlığını ilan ederek dünya devletleri içerisinde yerini alabiliyor.

Tüm bu olumlu gelişmeler olurken, Türkiye Başbakanı Almanya da sanki Kürtlere karşı işlenen bu acımasız suçlar yıllardır işlenmemmiş gibi, Türk toplumuna yönelik yaptığı konuşmada; “amilasyona karşı direnin, asimilasyon bir insanlık suçudur!“, diyebiliyor. Kürtlere karşı yapılan bu insanlık suçunu görmemesi, Erdoğan ve partisinin Kürt meselesi konusunda militarist kesimle nasıl anlaştığının bir göstergesidir. AKP çok sinsice hareket ederek, siyasal İslam ideolojisiyle Kürtleri ikinci kez yok etmek için orduyla anlaşarak, kendi düşünsel arka planlarını Cumhurbaşkanını seçmekle devletleştirdi.

Türkiye aynı ırkçı-şoven politikalarını Güney Kürdistan'a da dayatmak istemekte ve bölgede bir Kürt devletinin kurulmasını nasıl bertaraf ederiz mantığı ile hareket etmektedir. Kerkük meselesindeki şoven tavrı ve son gelişmeler bunun göstergesidir. PKK bahanedir. Asıl amaç Kürdistanı işgal etmek ve kazanımlarını yok etmektir. Son askeri hareket bunun somut örneğidir. Bu şoven yaklaşım bizleri derinden sarsmakta ve onurumuzu incitmektedir.

Türkiye'nin uygulaya geldiği bu ırkçı-şoven politikaları ve sorunun çözümsüz bırakılması Kürtlerle devlet arasında bir güven bunalımına yol açmıştır. Bu güven bunalımının aşılması; Kürtlerin, uluslararası standartlar çerçevesinde haklarının güvence altına alınması ve kendi kendilerini yönetebilecekleri mekanizmalara kavusabilmeleri ile mümkündür. Kürt halkının özgür geleceğinin inşası ve güvencesinin, esas olarak Türkiye'nin çoğulcu ve federal bir sistem ile yeniden yapılanmasından geçer. Onun için Kürtlerin federasyon istemlerine kuşku ile değil, gerçekçi bir yol diye bakmak gerekir.

Bütün bu politikalar sonucu yıllardır ülkemizde süren savaş legal çalışma koşullarını da çok zorlaştırdı. Toplumsal olarak gelişme ve değişmeler öylesine boyutlandı ki bir çok olgu ve olaya yabancılaştık. Millet olarak bu yabancılaşma içerisinde önemli değerler yitirdik. Etik ve kültürel dalgalanma o boyutlara vardı ki bazı şeyler niteliklerini yitirdi. Bu kargaşa içerisinde dönemi ifade etmek gerçekten zorlaştı.

Bunun için Kürt siyasal hareketi, felsefi ve teorik olarak kendini yeniden ifade etmeli, siyasal olarak pusulasını bulmalıdır. Bundan hareketle Kürtlerin teorik-ideolojik ve siyasal kazanımlarının demokratik katılımının sağlanması için, Kürtler arasında düşünsel birlikteliklerin örgütlü bir yapıya dönüşmesi elzemdir. Ama ne yazık ki bizler halen eski alışkanlıklarımızı bir meziyetmiş gibi dayatarak birlikteliklerin önünü tıkayabiliyoruz.

At izi ile it izinin birbirine karıştığı, ergenekon ve PKK ilişkilerinin ulu orta tartışıldığı bir dönemde, Kürtlerin Kürdistani düşünceler etrafında birleşememeleri düşündürücüdür. Ülkemizin bir parçası işgal edilerek kazanımlarin yok edildiği bir süreç yaşamamıza rağmen, halen detaylarla uğraşıyoruz. Bu millet gelenekseldir ve örgütlülük bu temel üzerinde inşa edilmelidir. Muş'lu veya Şırnak'lı bir insan tüzüğün nasıl olması ile ilgili değil, o kendi sorunlarını en yalın bir sekilde dile getiren geleneksel bir örgütlülükten yanadır. Kürt ve Kürdistani düşünen siyasiler, bu somut koşullarla hareket etmek zorundalar.

Burada ulusal düşünmek ve bu niyeti öne çıkarmak lazım. Yoksa tüzüğümüz hangi Avrupa ülkesindeki hangi partinin tüzüğü olsun tartışmaları olmamalıdir. Bu millet bunu bizden beklemiyor, bizden beklenen çözüm; Kürdistan'da bir mücadele odagi yaratmak ve sürece müdahil olmamizdir.

Çünkü Türkiye de Kürt sorunundan dolayı ekonomik ve siyasal sorunlar çözülmemekte, sorunlar üst üste yığılmakta, demokrasi ve insan hakları da askıya alınmaktadır. Onun için Kürt siyasetçi ve aydınlarının birincil görevi; otonom, federal ve evrensel demokrasinin prensiplerini benimsemek, Kürt sorununun çözümünü Türkiye'nin demokratik yeni yapılanması için olmazsa olmaz şartlardan biri olarak kabul etmektir.

Kürt halkının ve bir ölçüde Türk halkının yaşadığı bu acı ve travmalara son vermek için; bölgede barışı savunan ve insan haklarına saygılı, demokratik yapıyı içselleştiren, Kürt ve Kürdistan sorununa AB normlarından bakan, Kürt halkının varlığını anayasal güvenceye alan, Türkiye de yaşayan tüm etnik ve dini azınlıkların haklarını yasal güvenceye kavuşturan özgür ve katılımcı bir tarzda toplumsal uzlaşıyı sağlayacak, milli güvenlik siyasetinden arındırılmış yeni bir anayasa, demokratik ve çoğulcu bir siyaset ve buna denk düşen öncelikler yaşama geçirilmelidir.

Saygılarımla

Fettah Karagöz

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.