Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 20 October 2009

Kürdistan- Post'tan aktarilmistir

Kürtçe Üzerine Analiz (2)

Birinci yazımda Kürtçe'nin, Hint-Avrupa dil ailesi içinde bulunduğunu kanıtlarla göstermiştim. Bir çok yerde ’Kürtçe aslında Farsça'dır' veya ’Kürtçe; Arapça, Farsça veya Türkçe'den alınan kelimelerle oluşturulmuş toplama bir dildir' gibi saçma ötesi saldırılara uğrayan Kürtçe'nin kendi başına özgün bir dil olduğunu net olarak ortaya koymuştum. Gerçi bu saldırıları yapanlara sadece İtalyanca, İspanyolca ve Portekizce örneğini vermek yeterlidir. Dünyada üç ayrı dil olarak kabul edilen bu dillerin üçü de Latince'den türemiştir. İtalyanlar, İspanyollar ve Portekizlilerin birbirini belli oranda anladıklarını da belirtelim. Buna rağmen kimse İtalyanca, İspanyolca veya Portekizce diye diller yoktur, bunlar aslında Latince'dir demiyor. Hatta kimse, bu insanlar büyük oranda birbirilerini anlıyorlar demekki üç dil birdir de demiyor. Neden? Çünkü İspanyolların, Portekizlilerin ve İtalyanların devletleri var. Yani güçleri var. Ama aslında bu üç dil büyük oranda aynıdırlar. İşte aynı durum Kürtçe için de geçerlidir. Kürtçe ile Farsça arasında benzerlikler vardır. Her iki dilin Avesta'nın yazıldığı dilden türemelerinin yanı sıra Kürtçe'nin Farsça'dan veya Farsça'nın Kürtçe'den türemesi de ihtimal dahilindedir. Çünkü Farslar da Kürtler de Ari kökenli iki halktır. Dilleri ve kültürleri de benzeyebilir. Ama Kürtçe ve Farsça arasında benzerliğin olması (Tıpkı İtalyanca, İspanyolca ve Portekizce arasındaki benzerlik gibi) bu iki dilin bir olduğunu göstermez. Benzer iki dilin bir olduğunu iddia etmek, ancak bir karalama kampanyası olabilir. Çünkü Kürtçe ile Farsça arasında erillik dişillik, gramer, telafuz, tamlama yapma şekli, kelimeden kelime türetme ekleri ve daha bir çok konuda farklılıklar vardır. Yani Farsça ve Kürtçe benzerlikleri olan özgün iki ayrı dildir

Medler, Karduklar, Guttiler, Hurriler ve Mittanilerden günümüze kadar, Kürtlerin konuştuğu Kürtçenin tartışılacak bir tarafı yoktur. Tartışılması gereken tek şey Kürtçe'ye saldıranların ve Kürtçe'den korkanların ruh hali ile niyetleridir. Kürtçe ve Kürtler üzerine ahkam kesenlerin yapması gereken öncelikli şey, 13. yy'da Selçuklu Sultanı Sencer'in Kürtlerin yaşadığı bölgeye ’Kürdistan' ismini vermesini anlamaktır. Yine aynı kişilerin, Osmanlı Padişahı Abdülhamit'in 1847 yılında (Mîr Bedîrxan isyanından sonra) tekrar Kürdistan ismini Kürtlerin yaşadığı bölgeye vermesini anlamaları gerekmektedir. Kendi ataları olan Selçuklu ve Osmanlı'nın kabul ettiği Kürt ve Kürtçe gerçeğini kendilerinin de kabul etmekten başka çareleri yoktur. Kürtlerin de anlaması gereken gerçek şudur. Kürtlerin dilinin, kültürünün, kökeninin ve varlığının tartışma konusu olmaktan çıkması için güç olmaları şarttır. Tıpkı İtalyan, İspanyol ve Portekizliler gibi devlet ve güç olmak zorundadırlar. Bugün kimse İtalyan, İsyanyol ve Portekizlilerin kökenini ve dilini (dilleri büyük oranda aynı olmasına rağmen) tartışmıyor. Neden? Çünkü İtalya, İspanya ve Portekiz diye devletler var. Kürtlerin bunu, yani devlet gerçeğini iyi anlamaları gerekmektedir. Gerçi çok uzağa gitmeye gerek yok, İran'a bakmak da yeterlidir. Bugün Kürtçe, Urduca, Peştuca ve Tacikçe ile benzer olan Farsça'yı kimse tartışıyor mu? Farsça veya Farslara, Kürtlere saldırıldığı gibi saldırılıyor mu? Hayır. Bunun nedeni de Farsların devleti, yani güçlerinin olmasıdır. Bu noktayı iyi görmek lazım. Kürtlerin dilinin ve varlığının tartışma konusu olmaktan çıkması için bir an önce birlik olup, kendi güçlerini (yani devletlerini) kurmaları zorunludur. Tüm Kürtler bir çatı altında birleşip kendi dillerini ve kültürlerini araştıracak güce kavuştuklarında, kendi dillerini eğitim ve bilim dili yaptıklarında, ekonomik, askeri, bilimsel, toplumsal ve dil birliklerini sağladıklarında, yani dünyada güç olduklarında kimse Kürtlerin dilini ve varlığını tartışmaya cesaret edemeyecektir.

Bu yazıda, Kürtçe'nin zenginliği denilse de dil birliği önündeki en büyük engel olan lehçeler ve dil birliği üzerinde duracağım. Kürtçe'nin dil birliğinin olmamasının öncelikli sebebi lehçelerdir. Aslında dünyadaki tüm dillerde lehçeler ve ağızlar vardır. Bu tüm diller için doğal bir durumdur. Tüm dillerde aynı zamanda dil birliği de vardır ama Kürtçe'de dil birliği yoktur. Peki Kürtçe'de neden dil birliği yoktur? Çünkü, Kürtçe'nin ’Yüksek Kürtçesi' yoktur. Yani tüm lehçeleri kapsayan ve her lehçeyi konuşan Kürtlerin anlayabileceği üst ortak Kürtçe yoktur. Mesela Türkçe'de Ege Türkçesi, Karadeniz Türkçesi, Trakya Türkçesi gibi lehçeler veya şiveler vardır. Bu kişiler birbirileriyle karşılaştıklarında eğer kendi lehçelerini konuşurlarsa birbirilerini anlamazlar. Ama bunların imdadına resmi Türkçe yetişir. Çünkü tüm bölgelerde yaşayanların anladığı üst Türkçe vardır. Bu eğitim, basın yayın, edebiyat, ekonomi dili olan İstanbul Türkçesidir. Yani devletin resmi Türkçesidir. Yine Almanca'ya baktığımızda İsviçre, Almanya ve Avusturya'nın lehçeleri farklıdır. Mesela Almanlar İsviçre Almancası ile Avusturya Almancasını iyi anlamazlar. Ama yine burada da İsviçreli, Avusturyalı ve Almanların imdadına Hoch Deutsch yetişir. Yani her üç ülkede de eğitim, basın yayın, edebiyat ve resmi dil olan Yüksek Almanca.

İşte Kürtlerin de ihtiyacı olan şey Yüksek Kürtçe'dir. Tüm lehçeleri konuşan Kürtlerin anlayacağı ve resmi olarak kullanacağı üst Kürtçe'ye ihtiyaç vardır. Bu olmadan Kürtçe'nin birliği sağlanamaz. Oluşturulacak yüksek Kürtçe, eğitim, basın yayın, edebiyat ve diğer tüm alanlarda kullanılacaktır. O zaman lehçeler zenginlik olur ve Kürtçe'nin dil birliği önündeki engel olmaktan çıkarlar. Ama günümüzde lehçeler dil birliği önündeki en büyük engeldirler. Bunun en bariz örneği Irak'taki Federal Kürdistan bölgesinde yaşandı. Geçtiğimiz Nisan ayında, Dohuk kentindeki okullarda Kurmancî resmen yasaklanırken Sorani lehçesi resmi eğitim dili olarak kabul edildi. Dohuk Valiliği tarafından yayınlanan genelgede Kurmancî lehçesinde eğitim yapılması yasaktır, buna izin verilmeyecektir' denildi. (Türkiye'nin Kürtçe yasağına ne kadar benziyor değil mi!) Bu örnek lehçelerin Kürtçenin dil birliği önünde ne denli büyük engel olduklarını gözler önüne seriyor. Daha da önemlisi lehçeler arasında nasıl bir mücadelenin olduğunu (birbirini yasaklamaya varan derecede) ve giderek lehçelerin ayrı bir dil gibi görülmeye başlandığını gösteriyor. Çünkü yasak kararına tepki gösteren kesimler ise Soranî'nin yeni bir lehçe olduğunu ve daha köklü olan Kurmancî'nin eğitim dili olması gerektiğini dile getirdiler. Kimse gelin iki lehçeyi birleştirip ortak bir dil kuralım demiyor yani! Herkes kendi lehçesini hakim kılma derdinde.

Bu bilgiler ışığında Kürtçe'nin lehçelerini ele almaya çalışacağım. Öncelikle yaptığım araştırmalarda Kürtçe'nin üç lehçesi nettir. Ama dördüncü lehçesi tartışmalıdır. İlk üç lehçe olarak Kurmancî, Soranî ve Zazakî tartışmasız herkesim tarafından kabul edilmektedir. Ama dördüncü lehçede fikir birliği yoktur. Dördüncü lehçe için üç isim geçmektedir. Bunlar; Goranî, Kelhûrî ve Lurî'dir. İstanbul Kürt Enstitüsü, Zazakî ve Goranî'yi bir lehçe kabul edip Lurî'yi dördüncü lehçe sayarken, bazı araştırmacılar da Goranî veya Kelhûrî'yi (Hewramî) dördüncü lehçe saymaktadırlar. Dilbilimci Zana Farqînî, Özgür Politika'daki bir makalesinde Kürtçeyi; Kurmancî, Soranî, Zazakî, Loranî ve Goranî olarak beşe ayırmaktadır. Şerefname'de ise Şerefxanê Bedlîsî Kürtçe'yi Kurmanc, Lor, Kelhur ve Goran olarak dörde ayırmaktadır. (Şerefname yazılırken Soranî lehçesi daha ortaya çıkmamıştı. 1597 )

4 lehçe mi 5 lehçe mi ya da dördüncü lehçesi hangisi diye ortada bilgi kirliliğinin bulunmasının suçu Kürt dil kurumlarındadır. Bugün; İstanbul, Diyarbakır, Paris, Berlin, Stockholm, Brüksel, Washington, Tahran ve Süleymaniye'de Kürt Enstitüleri vardır. Peki bu dokuz enstitü ne yapmaktadırlar? Eğer Kürtçe'nin kaç lehçesinin olduğunu bile araştırıp kendi sitelerinde açıklayamıyor, tüm lehçeleri kapsayan bir üst Kürtçe için çalışma yürütmüyor, Arap, Latin ve Kiril alfabeleri yerine tek alfabeye geçişi sağlayamıyorlarsa yani Kürtçe'nin dil birliği için uğraşmıyorlarsa ne yapıyorlar? (Ben sitelere baktım davet ve kutlamalar ile her enstitünün kendisiyle ilgili haber arşivinden başka bir şey bulamadım. Ayrıca bir iki araştırma var ama bunlar Kurmancî lehçesi üzerine. Soranî, Zazakî veya diğer lehçelerle ilgili tek araştırma bile yok. Lehçeler üzerine gerekli bilgileri ancak batılı araştırmacıların verilerinden topladım. Yani biz Kürtler kendi lehçelerimizi bile araştırmaktan aciz durumdayız. )

Ben tüm bu negatif duruma karşın yine de Kürtçe'yi dört lehçeye ayırıp biraz açıklamaya çalışacağım. Kürtçe; Kurmancî, Soranî, Zazakî ve Goranî olarak dört lehçeye ayrılır. (Kelhûrî, Lurîyi de Goranî olarak adlandıracağım.)

Kürtçe'nin dört lehçesinin olmasının sebepleri:

A - Aşiretsel yapı: Kürtler eskiden beri hayvancılıkla uğraşan göçebe (Koçerî) bir toplumdur. Sürüler ve yaylalar Kürtler için hayatidir ve bunlara göre aşiretsel bir yapı vardır. Bu aşiretsel yapı sürü ile otlaklara göre şekillenir ve aşiretin korunması için tüm komşu aşiretlerle savaşmak gerekir. Yaşamsal olan aşiretsel yapının devamıdır ve her aşiret kendi varlığını herşeyin üstünde görür. Her aşiret birer küçük devlettir yani. Aşiret reisi de (Mîr) ’her sözü kanun olan' bir diktatördür. Her aşiret reisinin emrinde silahlı adamları vardır. Bu nedenle Kürt aşiretler arasında sürekli kavgalar, ölümler olmuş ve bir birlik kurulmamıştır. Toplumsal bir birlik kuramamanın doğal sonucu olarak da; dil, alfabe ve gramer birliği yoktur. Günümüzde aşiretsel yapı bazı yerlerde hayvancılığa bağlı, bazı yerlerde ise topraga bağlı olarak devam etmektedir. Aşiretsel yapı için, ’Kürtlerin kırsal ve ilkel genetik kodudur' diyebiliriz. Kürtlerin şehirleşmesi ve modernleşmesi için aşiret yapısının bitmesi şarttır.

B – Kürtçe'nin eğitim dili olmaması: Eğitim dili olmayan tüm dillerde yerel unsurların baskın olması normal bir durumdur. Kürtçe'de de benzer bir durum vardır. Standart bir dille eğitim olmadığı için kim nasıl biliyorsa öyle Kürtçe konuşmaktadır. Bu yüzden şehirden şehire, ilçeden ilçeye hatta köyden köye Kürtçe konuşmalarda büyük farklılıklar olmaktadır. Bu da çok lehçe ve ağız olmasının bir sebebidir.

C – Kürdistan'ın dört ülke arasında bölünmüş olması: Bu durum Kürtçe'nin çok lehçeli olmasının en büyük sebeplerinden birisidir. Çünkü Irak ve Suriye'de, Kürtçe Arapça etkisi altında, İran'da, Farsça etkisi altında ve Türkiye'de, Türkçe etkisi altındadır. Zamanla Kürtçe bu resmi dillerden etkilenmekte, kelime alıp vermekte ve o dillere göre şekillenmektedir. Böylece Türkiye'de Kürtçe Türkçeyle benzeşmekte, Suriye ve Irak'ta Arapçayla benzeşmekte, İran'da da Farsçayla benzeşmektedir. Bunun en bariz göstergesi de Kürtçe'nin üç alfabesinin olmasıdır. Kürtçe; İran, Irak ve Suriye'de Arap alfabesi, Türkiye'de Latin alfabesi ve Rusya'ya yakın yerlerde ise Kiril alfabesiyle yazılmaktadır. Tüm ülkelerin Kürtçe ve Kürtler üzerindeki yasak, baskı ve asimilasyon çalışmaları da Kürtçe'nin hem gelişimini hem de standartlaşmasını engelleyen temel faktörlerden biridir.

D – Tüm lehçeleri kapsayan Yüksek Kürtçe'nin olmaması: Bu durum Kürtçe'nin çok lehçeli olmasının hem bir sebebi hem bir sonucudur. Yani eğer Yüksek Kürtçe olsaydı zaten Kürtçe'de çok lehçe olmazdı ama eğer Yüksek Kürtçe olsa yine Kürtçe'nin çok lehçeli parçalı görüntüsü ortadan kalkar. Bugün Kürtçe, üç alfabe, 4-5 lehçe ve 4-5 tane yabancı dile göre konumlanmak zorundadır. Ama eğer Yüksek Kürtçe oluşturulursa, tüm lehçeler kendini Yüksek Kürtçe'ye göre konumlandıracak, lehçeler arasındaki gramer ve ifade uçurumları ortadan kalkacak, lehçeler birbirine yaklaşacak, Kürtçe'ye yabancı dillerin etkisi minimize edilecek ve tek alfabe, tek gramer, tek dil yaratılabilecektir.

Şimdi de Kürtçe'nin belli başlı dört lehçesine bakalım:

Kurmancî: Dünya'da en çok konuşulan Kürtçe lehçesidir. Türkiye, Irak, Suriye ve Rusya'da bu lehçeyi konuşan Kürtler yaşamaktadır. (15-20 milyon arası) . Kurmancî konuşanlar içinde Sünni, Alevi ve Yezidi olanlar vardır. Eğitim, edebiyat, kültür-sanat ve basın yayın alanında Soranî ile beraber en gelişmiş lehçedir. Bu lehçede ilk yazılı eserler, Bitlis miri Şerefhan'ın yazdığı Şerefname (1597), Ahmedê Xanî'nin yazdığı Mem û Zîn (17. yy), Feqiyê Teyran'ın yazdığı Hespê Reş (17.yy), Melayê Cizîrî'nin yazdığı Dîwan (18. yy) olarak kabul edilir. Bu lehçe Kürtler (islamiyeti kabul ettikten sonra) uzun yıllar Arap alfabesiyle yazılmıştır. Osmanlı döneminde, medreselerde dini eğitim bu lehçede verilmiştir. 1950 yılında Celadet Bedirhan, Kurmancî için ilk latin alfabesini hazırlamış ve o tarihten beri Kurmancî, latin harfleriyle yazılmaktadır. Günümüzde Kurmancî, sadece Kuzey Irak'taki Federal Kürdistan bölgesinde, ilköğretimden üniversiteye eğitim dilidir.

Soranî: Dünya'da, Kurmancî'den sonra en çok konuşulan Kürtçe lehesidir. İran ve Irak'ta bu lehçeyi konuşan Kürtler yaşamaktadır. (5-8 milyon arası) Soranî 17. yy'da Irak'ın Soran bölgesindeki Erdelan Beyliği'nin kendi konuştukları Kürtçe ağzını resmi dil ilan etmesiyle ortaya çıkmıştır. Soranî konuşanların geneli Sünni'dir. Soranî, Kuzey Irak'taki Federal Kürdistan bölgesinde, ilköğretimden üniversiteye eğitim dilidir. (Kurmancî konuşanların yaşadıkları yerlerde eğitim Kurmancî, Soranî konuşanların yaşadıkları yerlerde eğitim Soranî ile yapılmaktadır.) Soranî, Arap alfabesiyle yazılmaktadır. Hecî Qadirê Koyî (1817-1897), Şêx Rêzay Talabanî (18. yy) ve Pîremêrd (19. yy) Soranî ile ilk yazılı eserler veren yazarlar olarak kabul edilmektedirler. Hecî Qadirê Koyî - Lugat-i Nacî isimli bir şiir divanı, Şêx Rêzay Talabanî'nin kitaplaştırılmamış şiirleri vardır. Pîremêrd de Jiyan ve Jîn isimli ilk Soranî gazetelerini çıkartmış ve bu gazetelerde makaleler yazmıştır.

Zazakî: Türkiye'de Tunceli, Elazığ, Bingöl, Diyarbakır, Muş, Erzincan ve Şanlıurfa'da (Siverek) illerinde konuşulan bir Kürtçe lehçesidir. (2-4 milyon arası) Zazakî konuşanlar arasında Alevi ve Sünni inancında olanlar vardır. Araştırmacılar, Zerdüştlüğün kutsal kitabı Avesta'daki dil ile Zazakî arasında büyük benzerlik olduğu sonucuna varmışlardır. ( Bu yüzden bazı araştırmacılar Avesta'nın Zazakî ile yazılmış ilk yazılı eser olduğunu iddia ederler. Avesta dili eski iran dillerinin bir parçası olan Indo-Iranian dilinden olup Sanskritçeye bağlanır ve Zazaca ile çok büyük benzerlikler gösterir.) Prof. Dr. Jost Gippert'e göre, Zazaca sözcük dağarcığı ve gramer açısından, İranî diller içerisinde Partça ve Avesta diline en çok benzeyen dildir. İlk Zazakî yazılı eserler: Ahmedê Xasê- Mevlîd (1889) ve Osman Efendi Babic-Mevlîd (1933). Zazakî latince alfabeyle yazılmaktadır ve henüz bu lehçeyle eğitim yapılmamaktadır.

Goranî: İran ve Irak topraklarının kesiştiği bölgelerde konuşulur. ( 1 milyondan az) Daha çok İran tarafındaki Hawraman dağlarında yaşayan Kürtlerin konuştuğu Kürtçe lehçesidir. Goranî genelde Şia Kürtleri (Ehli Hak) tarafından konuşulmaktadır. Ama Sünni olup Goranî konuşanlar da vardır. Goranî ilk yazılı eserlerden bazıları: Xanay Qûbadî- Shîrîn û Xusrev (18.yy), Feqî Qadirî Hemawend- Diwan (19.yy), Nurî Elî Shah - Kuran-Kerim (19.yy)'dir. Goranî Arap alfabesiyle yazılmaktadır ve henüz bu lehçeyle eğitim yapılmamaktadır. Goranî konuşanlardan Ehli Hakk (Şiilikle ve Alevilikle benzer bir inanış) dinine mensup olanların müzik ve edebiyatlarında tasavvuf etkisi belirgindir. Örneğin, Shahram Nazeri tüm dünyada İranlı Kürt tenor (İran'ın Pavarottisi) ve sufi müziği sanatçısı olarak tanınır. Nazeri, setar ismi verilen İran çalgısının ustası olarak kabul edilir. (Bir çeşit saz) Hem Farsça hem de Kürtçe şarkıları vardır.

Kaynaklar: Kürtler-Bazil Nikitin, Şerefname-Şerefxan, Zarathustra-M. Siraç Bilgin. www.wikipedia.org, www.zazaki.org, www.enstituyakurdi.org, www.institutkurde.org, www.yeniozgurpolitika.com,

Ehmed Kurd Arî

[email protected]

Tarih: 18 Ekim 2009 Pazar-Kürdistan-Post BİLGESAM (Bilge Adamlar Araştırma Merkezi) “Güneydoğu Sorununun Sosyolojik Analizi“ başlıklı bir rapor yayımladı. Ağustos 2009'da Ankara'da yayımlanan rapor 114 sahife. (*) Rapor başlığında (Teknik Rapor) ibaresi de var. Raporda dikkate değer bir bilgi var. Din ve Mezhep İstatistikleri başlığı altında, Güneydoğu'da yaşayanların % 98.5'inin İslam olduğu söyleniyor. İslam da, Hanefi % 49, Şafiî % 46.3, Alevi % 3.5 şeklinde bölümlere ayrılmış. (s. 31) Bu, çok şaşırtıcı bir değerlendirme. Dr. Atilla Sandıklı, rapora yazdığı önsözde, “daha önce de bölge hakkında raporlar hazırlandı ama o raporlarda bilimsel bir yöntem uygulanmadığı için sorun doğru teşhis edilmedi, sorunun tedavisi yolunda doğru, sağlıklı öneriler ortaya konulmadı“ diyor. Kızılbaşlık'ın (Alevilik) İslam içinde değerlendirilmesi, kanımca, bu raporun temel niteliğini ve amacını ortaya koyuyor. Rapor, resmi ideolojinin, doğruluğundan kuşku duyulamaz, tartışılamaz, tek gerçek, nihai gerçek denen kabullerinden hareket etmekte, tekrar onları üretmektedir. İslam ile hiçbir ilgisi olmayan Kızılbaş (Alevi) inancını İslam içinde değerlendirmek, bilim yöntemi adına yanlış bir tutumdur. Aleviliğin, İslam'dan çok önceki bir inanç olduğu bilinmektedir. Uzmanlar, Aleviliğin, Mani'den, Zerdüşt'ten de önce yaşanan bir inanç olduğunu, Mezopotamya kökenli bir inanç olduğunu bildirmektedir. Bugünkü Kızılbaşların (Alevilerin) atalarının İslam olmadığı açıktır. Burada, Alevilerin örneklem içindeki oranının zaten çok küçük olduğu ihmal edilebileceği söylenebilir. Soru örneklemin oranıyla ilgili değildir. Alevileri Müslüman kabul eden zihniyet eleştirilmektedir. İttihat ve Terakki'nin, Osmanlı Devleti'ni, Türk ve İslam unsuru etrafında yeniden organize etmek, ekonomiyi millileştirmek, Türkleştirmek gibi bir projesi vardı. Ekonomiyi millileştirmek, Rum'un ve Ermeni'nin elindeki zenginliğe bir şekilde el koyup bunu Türk ve İslam olanların denetimine vermekti. Rumlar, Ermeniler, Kürtler, Kızılbaşlar (Aleviler) bu toplum ve devlet projesinin yaşama geçirilmesinde çok önemli pürüzler olarak görüldü. Bu pürüzlerin giderilmesi için çok ciddi planlar, projeler yapıldı. Bunları yaşama geçirmek için elverişli bir zaman beklendi. Birinci Dünya Savaşı bu fırsat verdi.Savaş başlar başlamaz, Karadeniz'deki, Anadolu'daki, Ege'deki, Akdeniz'deki Rumların bir kısmı sürgün edildi, Geriye kalanlar mübadele ile gönderildi. Ermeni nüfus soykırımla çürütüldü. Ermenilerden ve Rumlardan kalan taşınmaz mallar Müslüman Türk eşrafın, Doğu'da tetikçi Kürtlerin denetimine verildi. Yahudiler, bütün bu plan ve projelerin hazırlanmasında, yaşama geçirilmesinde İttihatçılara akıl hocalığı yapıyordu. Kürtlerin Türklüğe, Kızılbaşları Müslümanlığa asimile edilmeleri de bu toplum ve devlet projesinin unsurlarıydı. İttihat ve Terakki döneminde başlayan bu süreç Cumhuriyet'le birlikte daha sistematik olarak sürdürüldü. Kızılbaş (Alevi) köylerine cami yapılması Cumhuriyet'in çok önemli bir mesaisiydi. Bugün, Müslümanlığa asimile olmuş olan, bu süreçte olan Kızılbaşlar (Aleviler ) olabilir. Bu onların Müslüman olduklarını göstermez. Çünkü burada, baskı ve zor vardır. Neden asimile olduklarının, nasıl asimile olduklarının incelenmesi şüphesiz önemlidir. Bu, “Müslümanım ama Aleviyim“, “Aleviyim ama Müslümanım“ şeklinde bir kafa karışıklığı da yaratmıştır. 1960'larda, Bitlis'te, “en iyi Türk biziz, bizler has Türküz...“ şeklinde bir söylem vardı. Müslümanlığın hiçbir koşulunu yerine getirmedikleri halde, Kızılbaşlardan da bugün, “en iyi Müslüman biziz“ diyenler var olabilir. Bu onların Müslüman olduklarını değil, asimile olduklarını gösterir. Nasıl asimile oldukları, neden asimile oldukları, bu süreci nasıl yaşadıkları elbette zengin olgusal dayanaklarıyla incelenmek durumundadır. Bunun tartışmalı bir konu olduğu da açıktır. Fakat, bilimsel bir araştırmada, böylesine tartışmalı bir konuda, resmi ideolojinin verilerini hiç sorgulamadan, tek gerçek olarak aynen kullanmak, bilim yöntemine aykırı bir tutumdur. Raporda, Alevilik, bir mezhep olarak kabul edildikten ve İslam içinde değerlendirildikten sonra, “Ayrımcılık, aidiyet ve birlikte yaşama isteği boyutlarının mezhep ayrımına göre farklılaşması“ denildikten sonra, her üç durumla ilgili olarak, Hanefilik, Şafiilik ve Alevilik ile ilgili sayılar, yüzdeler verilmektedir. (s. 55) “PKK/ Öcalan'a bakış soru ve boyutlarının mezhep ayrımına göre farklılaşması“ denilerek, yine bu durumun, Hanefiler'de, Şafiiler'de ve Aleviler'de nasıl yaşandığına ilişkin rakamlar ve yüzdeler verilmektedir. (s.68-74) “Güven Ölçeği, soru ve boylarının mezhep ayrımına göre farklılaşması“ başlığı altında, yine, Hanefilik, Şafiilik ve Alevilik ile ilgili rakamlar, yüzdeler verilmektedir. (s.77-78) Araştırma 4797 kişi üzerinde yapılmıştır. Örneklem 4797 kişidir. Anketler 2009 yılının başlarında uygulanmış. Örneklem 5000 kişi de olsa, daha fazla insan üzerinde de anket uygulansa, yanlış kabullerden dolayı, resmi ideolojinin verilerini, bilgilerini, aynen benimsemesinden, hiç sorgulamadan kabul etmesinden dolayı, raporun ciddi bir değeri yoktur. Zaten Kürt sorunu yerine Güneydoğu sorunu denilmesi de aynı anlayış doğrultusunda gelişen bir durumdur. Anketler, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Muş, Siirt, Tunceli, Van, Ağrı (bu dokuz ile terörün yaşandığı iller deniyor), Adıyaman, Elazığ, Erzurum, Gaziantep, Kahramanmaraş, Malatya, Urfa (bunlara terörün fazla yaşanmadığı iller deniyor), İstanbul ve Mersin'de (bunlara da, göç ile oluşan mahalleler deniyor.) uygulanmış. Anket, bazı nedenlerden dolayı, Hakkari'de ve Şırnak'ta, Ağrı'nın Doğubeyazıt ve Diyadin ilçelerinde uygulanmamış. İller seçiminde, Iğdır, Kars, Ardahan, Erzincan yer almıyor. Raporda, halkın % 98.5'inin İslam olduğu vurgulanıyor, geriye kalanlar da Hrıstiyanlık, Süryanilik, Yezidilik, Dine inanmayanlar kategorileri altında toplanıyor. Êzidîler, kendilerine Êzidî diyor. Êzidî'ye Yezidi demek, bilimsel bir rapor için sağlıklı bir tutum değildir. Zazalar'ın, Kürtlerden ayrı bir grup, Kürtlerden ayrı bir etnik grup olarak gösterilmesi de yanlıştır. Resmi ideolojinin tek gerçek dediği konulardan biri de budur. Halbuki Zazalar, Zazaki konuşan Kürtlerdir. Konunun uzmanları bunu belirtiyor. Kürtçe: Ödünç Alınmış Bir Dil Bu arada, YÖK Başkanı Profesör Yusuf Ziya Özcan'ın, Kürt dili üzerinde yaptığı değerlendirmeye de bakmak gerekir. YÖK Başkanı profesör, “Kürtçe ödünç alınmış bir dildir. Sözcüklerin yüzde 60-70'i Farsça'dan, yüzde 20-25'i Arapça'dan alınmıştır. Bir kısmı da Türkçe'dir. Kürt Dili ve Edebiyatı Enstitüsü veya bölümü açılabilmesi için, güçlü bir Türkçe, Farsçe ve Arapça dil ve edebiyat bölümlerinin açılması gerekir.“ diyor. YÖK Başkanı profesörün açıklaması kanımca dil ile ilgili bir açıklama değildir. Siyasi, içerikli bir açıklamadır. Bu, Kürtleri ve Kürtçeyi aşağılamayı hedef alan bir açıklamadır. “Kürt açılımı“, “demokratik açılım“ derken bile Kürtleri ve Kürtçe'yi aşağılamayı ön planda tutmak, resmi ideolojinin, düşün hayatı üzerindeki, bilim ve sanat üzerindeki etkisiyle ilgili bir durumdur. YÖK Başkanı profesör kanımca şunu ifade etmeye çalışıyor. Türkler, Araplar ve Farslar öyle yöntemler bulmalıdırlar ve uygulamalıdırlar ki, Kürtler ve Kürtçe soluk alacak bir ortam bulamasın. Ortada Kürtler ve Kürtçe kalmadığı zaman... işte o zaman, Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü açarız. Böylece Avrupalıların istekleri de yerine getirilmiş olur. Kürtleri muhatap almamız zaten söz konusu bile olmaz. 12 Mart rejimi döneminde, askeri savcılar, “Kürtçe diye bir dil yoktur, % 40'ı Türkçedir, % 35', Farsçadır, % 20 Arapçadır, % 1.5'u Süryanicedir, %1.5'u Gürcücedir, ’%1'i İbranicedir...“ şeklinde iddianameler yazarlardı. Bu durum karşısında bilge Musa Anter bir duruşmada, şöyle söylemişti: “Savcının Kürtleri ve Kürtçe'yi aşağılamak için bu kadar çaba sarfetmesi anlamlı değildir, tavukların bile 30 çeşit gıdaklaması vardır.“ Zana Farqînî'nin, İstanbul Kürt Enstitüsü tarafından yayımlanan Ferhenga Kurdî-Tirkî'sini, Kürtçe romanları, inceleme kitaplarını vs. YÖK Başkanı bu profesörün önüne koysak, profesörün görüşü yine değişmez. Resmi ideoloji böyle bir düşün kategorisidir. Bilginin değil inancın egemen olduğu bir alandır. Bu sözlükte 131 bin 266 sözcük vardır. Bu sözlük 2 bin 132 sahifedir. Eğitimci ve pedagog Faiz Cebiroğlu, “Bir Profesörün Evhamları“ başlıklı bir yazı yazdı. (www.faizcebirogolu.blogspot.com, 16 Ekim 2009) Faiz Cebiroğlu, Türkçe sözcüklerin % 90'ının yabancı sözcükler olduğunu dile getiriyor. C, F, H, I, J, L, M, N, P, R, S, U, Z harfleri ile başlayan hiçbir sözcüğün Türkçe olmadığını söylüyor. Türkiye'deki hiçbir yöre adının, yerleşim yerinin adının Türkçe olmadığını da söylüyor...YÖK Başkanı profesörün bunlara cevap verme olasılığı da çok zayıftır. “% 70'i Farsçadır, % 25 Arapçadır...“ diye konuşan bir profesör. Ama okur-yazar bir profesör değil. Kürtlerin son yıllarda Kürtler ve Kürtçe ve Kürdistan hakkında, Kürt toplumunun tarihsel ve toplumsal gelişmesi hakkında ne gibi çalışmalar yaptıklarının, dil, kültür, tiyatro vs. çalışmaların nasıl ilerlediğinin bilgisine sahip değil. Türkiye'deki, Kürdistan'daki gelişmelerden, dünyadaki gelişmelerden de habersiz. Böyle olunca 90 senelik bir Frich entrikasını bilgi diye tekrarlayıp duruyor. Halbuki Frich çoktan deşifre oldu...YÖK Başkanı profesörün ondan da haberi yok. Ankara, 18.10.2009 ____________ (*) Proje Yöneticisi: M. Sadi Bilgiç, Veri Analisti: Salih Akyürek olarak görülüyor. Raporu hazırlayanlar: M. Sadi Bilgiç, Salih Akyürek Proje Ekibi: Doç. Dr. Mazhar Bağlı, Müstecep Dilber İlhan Kocamaz, Onur Okyar BİLGESAM Başkanı Dr. Atilla Sandıklı, Rapora yazdığı Önsözde, irdelenmesi gereken bazı görüşler dile getiriyor. Şöyle diyor: 25 yılı aşkın savaş sürecinde, bölgeye ilişkin bazı raporlar hazırlandı. Ama bu çalışmalarda bilimsel metotlar kullanılmadı. Çalışmalar ya ayrılıkçı ya da devletçi görüşlerden hareket ediyordu. Dr. Atilla Sandıklı raporun hazırlanmasında, Uluslar arası Sivil Toplumu Destekleme Derneği'nin (CİSİDER) ve Diyarbakır Hizmet Vakfı'nın maddi ve manevi yardımlarını gördüklerin belirtiyor. Raporun yazımı Temmuz 2009 da tamamlanmış.

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.