Kürt sorununu anlamak: Alternatif bir deneme
11/05/2010 12:10
Kürt sorunundan söz ederken meseleyi herşeyi açıklayan bir Kürt-Türk ikilemine getirmek sorunun çözümüne katkıda bulunmayacağı gibi onu daha da büyütebilir
ATAKAN EREN YUSUFOĞLU (Arşivi)
Kürt sorununu anlamak: Alternatif bir deneme
Kürt sorunundan söz ederken meseleyi herşeyi açıklayan bir Kürt-Türk ikilemine getirmek sorunun çözümüne katkıda bulunmayacağı gibi onu daha da büyütebilir
ATAKAN EREN YUSUFOĞLU
Artık uzlaşı halinde Kürt sorunu olarak adlandırılan konu üstüne yapılacak reform politikalarına dair içinden geçtiğimiz yoğun tartışma gündemi, eski şiddetini kaybetse de varlığını sürdürüyor. Son olarak açılım tartışmalarının da katkısıyla siyasetçilerin bu meseleye dair alışık olmadığımız yoğunluktaki arayışının, entellektüel camiada da yansımasını bulması kaçınılmazdı ve öyle de oldu. Hem akademik hem de gayri akademik mecralarda mûkim Türk entellektüeli, harıl harıl “Kürt meselesi“ tartışıyor. İlginç olan şu ki meselenin içeriğine dair bir oydaşma olmadığı gibi hem ülkedeki belli başlı siyasi gruplar hem de bir kısım entellektüeller çok boyutlu bir tartışma ve bununla bağlantılı çözüm önerisi hazırlıkları yürütmek yerine, çoğunlukla ideolojik şartlanmışlıkla sadece belli noktalara vurgu yapmakta ve bazı hususları da bilerek ya da bilmeyerek gözardı etme hatasına düşmektedir. (Doğaldır ki bu eksiklik, hükümetin çözüm teşebbüslerinde de yansımasını bulmuştur.) Sorunun anlaşılması için çok yönlü bir analize ihtiyaç olduğu açıkken, mevcut analizler çoğunlukla bu ihtiyacı gidermenin uzağına düşmektedir. Bu yazıda, Kürt sorununun, en temelde İmparatorluğun yönetim yapısından modern merkezi devletin yönetim yapısına geçişte oluşan boşluğu dolduran bir etmen olarak değerlendirilmektedir. Ancak soruna dair bir tanım denemesine girmeden önce var olan tanımlardaki eksikleri aramak yerinde olacaktır.
Anaakım analizler nerede yanlış yapıyor?
A. Türk ve Kürt Kimlikleri
Analize dair belli başlı birkaç sorundan başlıcası var olan tarihsel, sosyal, ekonomik kökenlerden uzak bir kimlik tanımı yapmak ve var olan çatışmayı bu tanım çerçevesine sokmaktır. Gücünü Türkiye'deki toplumsal yapının karakteristiklerini gözardı etmekten alan bu akım, sürekli olarak “Kürt Halkı“ndan, veya Türkler ve Kürtlerin kardeşliğinden sözederken, Türkiye'nin etnik yapısının sadece Kürtler ve (Orta Asya'ya atıf yapan bir anlayışla) Türklerden oluştuğu algısı yaratmakta ve sorunun da bu temelde sadece hak temelli bir kimlik çatışması kavramı altında özetlenebileceği yanılgısına düşülmektedir.
Fiili Türklük-devletin Türklüğü tartışmaları çok da yeni bir şey olmamakla beraber analizin yararı açısından biraz bahsetmek gerekmektedir. Yıllar içerisinde benimsenmiş “tekçi“ tanımın aksine Türkiye'nin toplumsal yapısı çoğul bir özellik arz etmektedir. Türkiye imparatorluk artığı bir göç toplumudur ve her ne kadar farkında olmasak da artık Türk olmanın tanımı, diğer birçok etnik kimlikten farklı olarak, tam da bu çoğul kimlikten geçmektedir (belki de Türk olmanın en keyifli yanı da budur). Rum kökenli bir vatandaşla, Arap kökenli bir vatandaşı birleştiren ortak öğe, aslında öyle ya da böyle Türk olarak adlandırılmak, bir ortak iletişim aracı olarak Türkçe'yi kullanmaktır. Birçok “Türk“, aile büyüklerinin kendi aralarında Türkçe haricinde diller kullandığını anımsayacak ya da çevresine biraz dikkatli bakınca birçok “Türk“ün halen Türkçe harici çeşitli dilleri anadil olarak kullanmakta olduğunu görecektir. Bu sebepten Türkiye toplumunu Türkler ve Kürtler adı altında iki homojen gruptan ibaret sanmak büyük bir hatadır. Türk ve Kürt kavramları, zaman içerisinde evrilen ve asla monolitik bloklar olmayan sosyal tanımlardır. Bu kavramların içeriği zaman içinde değişir, genişler veya daralır. Bu kural dünyadaki bütün etnik kimlikler için böyledir. Ülkemiz şartlarında da bu tanımların içeriğine iki ana grup ekseninde yaklaşmamak gerekir. Yabancı bir arkadaşımın nefis ifadesiyle “Türkiye, çok kültürlü bir toplum değildir. Kendi içinde farklı farklı bir sürü “dünya“ barındıran eşsiz bir toplumdur.“ Türkiye'nin ideolojik yelpazesinin farklı yerlerindeki birçok yazar bu eşsizliği büyük oranda görememektedir. Burada belirtmek gerekir ki bu çeşitliliği akılda tutmak kaydıyla birilerine “siz Kürt değilsiniz aslında Türksünüz“ demekle, bir başkasına “siz Türk değilsiniz, aslında başka birşeysiniz“ demek temelde aynı mantıktan yola çıkan benzer iki yaklaşımdır.
B. Dün?
Kimlik tartışmasına ek olarak yaptığımız ikinci önemli hata meseleyi geçmişinden soyut olarak algılamaktır. Bugünün Türkiyesi'nde görülen çatışmanın kökeni Tanzimat sonrası devleti modernleştirme çabalarına gitmektedir. “Modern merkezi devlet“, en ilkel tanımıyla, vatandaşı ile doğrudan, kendi memurları ile ilişki kuran, vatandaşa kendi “hukukunu“ dayatan, bu amaca ulaşmak için toplumda yerleşik yerel önderler, ulema, feodal beyler gibi kendine ait bir egemenlik talebi olan “aracıların“ gücünün kırılmasını ve bu sayede ahalinin devlet düzenine itaat eder hale getirilmesini kendine amaç edinen bir örgüttür. Bu amaçı gerçekleştirmek için ahalinin silahlarının toplanması, bu sayede vergi gelirlerinin daha düzenli hale getirilmesi ve kimi zaman zorla, zorunlu askere alma gibi yöntemler uygulanacaktır. Bunun için modern devletin, merkeze tamamiyle bağlı ve “hukuka bağlı“ yerel idarecilere ve kamu görevlilerine, halka zulmetmemenin yanında yeterli büyüklükte düzenli profesyonel askeri birliklere ve bunlar eliyle Weber'in tarif ettiği şiddet tekelini eline almaya, en öz anlatımıyla toplumsal alanda en büyük güç olmaya ihtiyacı vardır. Bugün hakaret olarak kullandığımız “başıbozuk“ sözcüğünün aslında bir düzensiz askeri birlik türü olduğunu ve gittikleri yerlerde halka zulmetmeleri ile meşhur olduklarını hatırlatmak, belki demek isteneni anlatmaya yardımcı olur. Burada belirtmek gerekir ki dağlık bölgelerde bu dönüşüm, her zaman merkezi devlet için ulaşılması daha zor olan bir hedef olmuştur. Bütün Ortadoğu ve Balkan coğrafyası bu yöndeki örneklerle doludur.
C. Bugün?
Şu halde geçmiş ve bugün arasındaki bu bağın tasvirine eklenmesi gereken son etken, kırsal alanda başlayan bu sorunun bugün aynı zamanda bir kentsel alan sorunu olduğu ve bu ikisinin kendine ait birbiriyle bağlantılı ama farklı dinamikleri sahip olduğudur. Bu bağlamda “etkileşim“e dikkat çekmek gerekmektedir. Geçmişten farklı olarak bugün Türkiye içerisindeki farklı gruplar arasındaki etkileşim artmaktadır. Köyden kente artan göç, şehirlerdeki Kürt nüfusunu önemli ölçüde arttırmıştır. Bu, son tahlilde işgücü ve iş piyasasında bir rekabet anlamına gelmektedir. Toplamda 50000 insanın ölümüne yol açmış bir hareketin hedef kitlesi olan bir etnik grup sözkonusu olunca, işgücü piyasasında rekabet ve şehir suç oranlarındaki artış, ya da bu yöndeki bir algı, çatışma doğurucu bir nitelik taşıyabilecektir. Dünyada birçok iç veya dış savaşın çok küçük sebeplerden çıktığı unutulmamalıdır. Bu açıdan hem göç, hem de kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması sonucu ortaya çıkan “haberdarlık“ ile oluşmuş etkileşim, hem Türk milliyetçiliğini hem de Kürt milliyetçiliğini güçlendirmesi ve doğal olarak da çatışma yaratması muhtemel bir faktördür
Nasıl bir Çözüm?
Böyle bir analiz içerisinde muhtemel bir çözüm önerisi, en başta 150 yıllık bir çatışmanın çözümünün bir yılda olmayacağını savunarak başlamalıdır. Böyle köklü bir meselede çözüm için çaba sarf etmeye ve sabırlı olmaya ihtiyaç vardır. Benzer şekilde Kürt milliyetçiliğinin de asla bitmeyeceğini anlamak gerekiyor. Önemli olan Kürt milliyetçiliğinin tamamen yok edilmesi değil, onun halktaki etkisini yok etmektir. Tabi eğer önlem almazsak birgün “et ile tırnağın“, kanlı ve sancılı bir süreç sonucu da olsa, toplumsal şartlar gerektirdiği takdirde ayrılabileceğini anlamamız gerekir. Tarih, benzer kültürleri paylaşan, benzer dilleri konuşan ve yüzyıllarca birlikte yaşamış insan gruplarının birbirlerine düşman olması ve kitlesel biçimde birbirlerini öldürmesinin örnekleriyle doludur. Türkiye bağlamında da bir önlem alma ihtiyacı aşikardır.
Önemli bir husus devlet ve vatandaş arasındaki bahsedilen aracı grupların sistemden çıkarılmasıdır. Uzun bir süre PKK terörizmi ile olan savaşta bir avantaj elde etmek için bölgedeki bu grupların etkisi kırılmamış, şeyhler, aşiretler, önemli birer aktör olarak sivil halkın sözcülüğünü yaparken diğer yandan da onları kontrol görevini üstlenmiştir. Oysa böyle bir yapı, imparatorluğun aksine, modern devletin doğasına aykırıdır ve modern dünyada işlevsiz, hatta zararlı bir yöntem olma özelliği taşımaktadır. Aşiretlerin ve diğer egemenlik iddiasına sahip aracı grupların gücünü kırmak ve vatandaşın devletle doğrudan ilişki kurmasını sağlamak gerekmektedir. Bu bağlamda yapılması gereken, güvenlik de dahil olmak üzere öncelikle vatandaşın devletle ve onun hukukuyla iletişim kurmasını sağlamaya çalışmaktır. Bölgede yapılmış insan hakları ihlallerini adalet önüne taşımak belki de bunun için iyi bir başlangıç olabilir. Halkın, devletin onu gerektiğinde kendi görevlisinden de koruyacağını bilmesi ve bu güveni duyması elzemdir. Bu süreç başladıktan sonra da kamu görevlilerinin vatandaşla iletişimine ve görev faaliyetleri çerçevesinde hukuka bağlı kalmalarının teminine özen gösterilmesi gerekmektedir. Hukuka yapılan bu vurgu olmadan Kürt milliyetçiliğinin gücünü azaltmak mümkün olmayacaktır. 1980 darbesi döneminde yaşananlar ve onların etkileri bunun en iyi ispatıdır. Bugün, kendimize itiraf etmekten hoşlanalım ya da hoşlanmayalım, yukarıda bahsedilen imparatorluktan modern devlete geçememenin doğurduğu boşluğu, çok güçlü ve sert bir milliyetçilik doldurmuş ve bu Kürt milliyetçiliği kendisine geniş bir taban bulmuştur. PKK'nın yüzde 80'inin Ermeni olduğunu iddia edenler, geniş kitlelerin katıldığı gösterilerde ellerinde PKK bayrağı taşıyan insanları görememektedir. Devletin halkın sadakatini tekrar kazanması hayati önemdedir.
Bir diğer husus olarak eklemek gerekir ki, bütün etnik ve mezhepsel çatışmalar çift taraflı çatışmalardır. Bir azınlık ve bir çoğunluğun sözkonusu olduğu çatışmalarda bütün çözüm önerileri çoğunluğu da hesaba katmalıdır. Sorunu Kürtler ve Türkler arasındaki ikileme indirgemek bu açıdan da bir tehlike oluşturmaktadır. Kürtlerin sorununu çözmeye çalışırken bir anda Türkler dediğimiz kitlede saldırganlık ve Kürtlere düşmanlık vuku bulabilir. Bu sebepten meseleyle ilgilenirken bu sorunun “herkesin“ sorunu olduğu anlatılmalı ve sadece Kürtlere hak veren faaliyetler yerine bütün toplumu rahat ettirecek, özgürleştirecek samimi bir demokratikleşme hamlesi yapılmalı, farklı tipteki reformlar da bu tür bir genel çerçeve içine sokulmalıdır.
Sonuç olarak vurgulamak gerekir ki en temel mesele, bakış açısı ile ilgilidir. Toplumal kimlikler ancak belli bazı politik ve sosyo ekonomik koşulların bir fonksiyonudur. Bu sebepten “Kürt sorunu“ndan söz ederken meseleyi herşeyi açıklayan bir Kürt-Türk ikilemine getirmek sorunun çözümüne katkıda bulunmayacağı gibi onu daha da büyütebilir. PKK terörizminin neticede bir Kürt milliyetçiliği hareketi olduğu, bu milliyetçiliğin modern merkezi devletin yerleşememesinden kaynaklanan bir boşluk olduğu için bu kadar yayılmış ve güçlenmiş olduğu unutulmamalıdır. Bu bağlamda yıllardır toplumsal gücümüzü kemiren Kürt sorunu gibi önemli bir konuyu günlük iç siyasete dahil ederken sorunu anlama ve bir çözüm arama amacını gütmek ve bu çözüm arayışlarında kamuoyunu somut önerilerle yönlendirmek gerekmektedir.