Özel Röportaj*/ Heronlar, Kandil ve Sidekan kamplarını 24 saat görüntülüyor. Türk jetlerinden korkan militanlar dağda küçük gruplar halinde dolaşıyor, köylerde halkın arasına karışıyor. Türkiye ve İran'ın bombardıman altında tuttuğu kamplardan Türkiye'ye sızmayı hedefleyen PKK militanları, köylerde sivil halkın arasında gizleniyorPKK militanları Sidekan'da Heron'lara yakalanmamak için olağanüstü çaba sarf ediyor. Bir arada görüntülenmemeye çalışan militanlar daha çok sivillerin ve ağaçlık alanların bulunduğu yerlere sığınıyor.Erbil'de hava 45 dereceyi gösteriyor. Ortalık kavruluyor. Barzani ise Türkiye'den yeni dönmüş. PKK içinde tedirginlik olduğu yönünde söylentiler var. Görüşme olur ya da olmaz fark etmez düşüncesiyle 190 kilometre yolu tepip Kandil'in ilk kontrol noktasına varıyorum.
Kortek kontrol noktası sanki Bingöllü (ismini söylemiyor) ve Vanlı Serhat kod adlı iki militana zimmetlenmiş. Daha önce de buradaydılar. Bingöllü, “N'oldu İskenderun'u sormaya mı geldin?“ diyor. Kandil'e adım atar atmaz propaganda başlıyor. “Hayır Heronlar iyi çalışıyor mu, onu kontrol etmeye geldim“ deyince bozuluyor. Fotoğraf çekme isteğime de “Geçenlerde Serhat'ın fotoğrafını çektin, anası gazete elinde ’Oğlumu görmek istiyorum' diye kapıya dayandı. Neredeyse oğlunu geri götürecek. Sen bölücü müsün?“ diyerek engel oluyor. Başka bir militanın konuşmasını da “Tehlikeli adam, fotoğraf çekerse yakınları buraya gelir“ diye karşı çıkıyor.
Bir sürü prosedürü makinenin hayrına es geçip ’Köyün içine git seni bulurlar“ diyerek beni salıveriyor. 10 kilometrelik yolculuğun ardından Kandil'deyim. Örgütün Dış İlişkiler Sözcüsü Ahmet Deniz'e haber vermişler, köyün girişinde karşılıyor. Deniz önde, ben arkada bir köylünün evine giriyoruz.
Son zamanlarda yaşanan olayları hatırlatıp, “Hani barış istiyordunuz? Maksadınız ne?“ diye soruyorum. Deniz örgütün dördüncü dönemi başlattığını, artık Türkiye'nin her yerinin hedef olduğunu söylüyor. “Edirne'de Samsun'da Antalya'da artık her yerde olacağız. Bütün Türkiye bizi konuşacak“ diyor.
Deniz'e, “Hep kendinizle çelişkiye düştünüz. Bunun son örneğini de şu anda yaşıyoruz. Hani sizin meseleniz Kürt meselesi idi. Kürtlerin yaşadığı yerlerde dahi eylem yapmanız anormal iken Edirne'de Samsun'da ne işiniz var? Masum insanları öldürerek, silahın gücüyle nereye kadar gidebileceksiniz? İşte bunun için size terörist deniliyor“ diyorum. Deniz, “Türkiye'nin her yerindeki insanlar bizim davamıza karşı duyarlı olacaklar. Bizim maksadımızı öğrenecekler. Biz rahatsız iken onların rahat etmesini asla kabul etmeyiz“ diye konuşuyor.
Bu düşüncelerinin açılım sürecini baltaladığını, Türkiye'nin bütün iyi niyetli çabalarını boşa çıkardığını Tokat, Samsun, Sarıyayla ve İskenderun saldırılarının PKK'nın barış istemediğinin en açık kanıtı olduğunu söylediğimde ise, “Öcalan ’bu gün silahı bırakın' derse biz anında bırakırız. Ancak 31 Mayıs'ta ’artık ben yokum' dedi. Bu silah kullanın anlamına gelir“ şeklinde konuşuyor.
NİŞANLIMI BIRAKTIM
Mesele dönüp dolaşıp İskenderun olayına geliyor. “PKK tarihinde denizcilere yönelik saldırı yok. İskenderun'u niye hedef seçtiniz? 7 cana neden kıydınız?“ soruma Deniz, “Apo 31 Mayıs'ta işaret verdi. Birçok noktada keşifler yapmıştık. Ki burası 6 ay önceden keşfedildi. Ormanlık bir alanın karşısı, en rahat eylem yapacağımız bir yerdi“ diye cevap veriyor.
O esnada odaya Ferhan kod adlı bir başka örgüt mensubu giriyor. Deniz, bu kişi ile bir iki saat içinde bilinmeyen bir yere gideceğimi bütün sorularıma gittiğim yerdeki kişilerin cevap verebileceğini söylüyor. Dışarı çıkıp gidiyor.
50 yaşlarındaki Ferhan, Deniz'in bıraktığı yerden propagandayı sürdürmekte kararlı. Bir ara Ferhan'a, “Sen evli misin?“ diye soruyorum. Soru hoşuna gitmiyor, ancak yine de cevaplandıracağını söylüyor; “Nişanlıydım, örgüte katılınca ona mektup yazdım ve ayrıldım. Duyduğuma göre evlenmiş 4 çocuğu olmuş“ diyor. “Nereye kadar böyle gidecek?“ soruma, “Biz dava için kendimizi adamışız. Örgütte bu tür ilişkiler konuşulmaz“ diyerek tepki gösteriyor. Ben kararlıyım, “Hani her konuda Öcalan'ı örnek alıyordunuz. O, Kesire ile evlendi.“ Daha da sinirleniyor: “O ajandı, o yüzden ayrıldı. Hiç birimiz rahip ve rahibe değiliz. Elbette ki bizim de insani özelliklerimiz var. Ama şimdi sırası değil. Bu meseleyi artık konuşmayalım.“
Deniz iki saat sonra dönüyor: “Gidiyorsunuz. Makine haricindeki eşyalarını bırak.“
İRAN BOMBALIYOR
Toyota cipe biniyorum. Belinde baretta marka tabanca olan direksiyondaki kara kuru adamın yanına Ferhan biniyor, arkaya da ben. Bir iki peşmerge noktasında durup şakalaşıyorlar, ardından benzin alacaklarını söyleyip bir köyden içeri giriyorlar.
Eskiden kalma bir tamir ücretini de dağ başında yüklü bir dolarla ödüyorlar. Hava kararmak üzereyken toprak yoldan sapıyorlar. Yaklaşık bir saatlik yolculuk tek kelime etmeden geçiyor. Ferhan çalan telefonuna bakıyor, adı Şiar olan şoföre durmasını söyleyip aşağı iniyor. Zifiri karanlıkta dağın tepesinde aracın farları söndürülüyor, Şiar herhangi bir şekilde ışık yakmamam için beni ikaz edip Ferhan'ın yanına gidiyor. Geldiklerinde Kandil'e döneceğimizi, İran'ın topçusunun hedefleri vurduğunu söylüyorlar.
Gece yarısı bu defa Kandil'deki Zengel köyüne bir başka ailenin evine gidiyoruz. Kerpiç evin toprak zeminine serilen bir kilimin köşeşine her türlü yiyecek-içecek istif edilmiş. Çay, su, meyve, kuruyemişi bir anda ortaya getiriyorlar. Gece yarısını geçerken bir yastık ve battaniye getirip, sivrilerden korunma yöntemlerini ifade eden kısa bir nutuk çekiliyor.
Sabah olduğunda ise bir iki bardak çay içiyoruz Deniz, gece gidip döndüğümüz yolda bayağı hasar olduğundan bahsediyor, bu defa beni bir sivil araçla başka bir yoldan göndereceğini söylüyor. 7 saat boyunca dağ, dere-tepe, patika akla gelebilecek her türlü yolu kullanıp Sidekan bölgesine varıyoruz. Dağın tepesinde bekleyen bir cip yanımıza geliyor. Şoför araç değiştirmem gerektiğini söylüyor.
Diğer araçta ise Şiar bekliyor. Geceki saldırılarda yaralanan bir militanı hastaneye götürmek üzere gelmiş, durumu iyi değilmiş, taşınacak durumda olmadığı için doktor bekliyorlarmış.
REHİN Mİ ALINDIK?
Bir saat kadar da tarlaların içinde Şiar'la yolculuk yaptıktan sonra bir noktada duruyoruz. Şiar, telsizle bir yerleri anons ediyor. M-16'lı bir kişi gelip arabanın arkasına biniyor. O esnada bir-iki silah sesi geliyor. Şiar, “Heronlar tepemizde ikaz ediyorlar“ deyip geri dönüyor, aracın bir tekeri hiç yere temas etmeden bir ağacın altına görünmeyecek şekilde gizliyor. Telsizler kapatılıyor, Heronların görüntü almalarının ardından bombardımanın başladığını söyleyen Şiar'a, Dijvar adlı diğer militan da destek veriyor. Aracı bulunduğumuz yerden uzaklaştırmaya karar veriyorlar. Yarım saat sonra da patikalardan geçerek başka bir alana götürüyorlar. Üzeri ağaçlarla kaplı dere içindeki noktada üç silahlı militan bekliyor.
Militanlardan Baver, geç kaldığımızı, görüşeceğim kişinin bir saat önce güvenlik sebebiyle bölgeden uzaklaştığını söylüyor. “Burada ne yapacağız?“ diye soruyorum. Baver, “Oradan haber gelinceye kadar bekleyeceğiz“ diyor. Saatler geçiyor. Bulunduğumuz alana gelen köylülerle uzun uzun sohbet ediyorlar.
Baver, her halinden örgütün istihbaratçısı ya da üst düzey bir mensubu olduğunu belli ediyor, Ancak sorduğum her soruyu , “Boşver, ne yapacaksın?“ gibi cevaplarla geçiştiriyor. Benimle adeta sinir harbi yapıyor. Fotoğraf çekmeme engel oluyor. Baver'e, “Rehin mi alındık. Yeter artık . Ya sorduklarıma cevap verirsin ya da ben gidiyorum. Kiminle görüşeceğim“ diyerek isyan ediyorum.
35 yaşındaymış, örgüte 19 yıl önce katılmış, örgüte katıldığı andan itibaren ailesiyle hiç görüşmemiş, görüşmeyecekmiş.
Baver'e de diğerlerine sorduğum sorulardan bazılarını yöneltiyorum. O da diğerleri gibi kasetten çalıyor. Aynı cümleler aynı tonlamalar....
“Baver otobüse en son biletle mi, akbille mi bindin?“, “Ekmek kaç para?“ gibi iş olsun diye başka sorular soruyorum, “Ekmek kaç para beni ilgilendirmez. Ben onu düşünmekle mükellef değilim. Otobüse de 22 sene kadar önce bindim. Ama ’akbil'in ne olduğunu bilmiyorum. O nasıl bir şey?“ diyor.
Zaten canım sıkkın, nutuk atma sırası bende, “Baver, vay size aldanan o Kürtlerin haline. Burada hepiniz birer Robinson gibisiniz. İsminiz cisminiz farklı, düşünceleriniz aynı. Kürtlerin ne yiyip, ne içtiğini, nasıl yaşadığını bilmeyen sizler mi onların haklarını savunacaksınız?“ diye volümü yüksek bir konuşma yapıyorum.
Baver, “Heval sesini yükseltmene gerek yok“ diyerek frenlemeye çalışıyor. “Sen bir baba olmadan çocuğun ne istediğini nereden bilebilirsin?“ sözlerim ise onu kızdırıyor,“Ben baba olmadan da çocukları anlayabilirim. Kitaplarda onların istedikleri yazıyor.“
Hava kararmaya başladığında ise pilav, tavuk ve salatadan müteşşekkil bir sofra kuruyorlar. Üstelik de dağ başında plastik bir masa üzerine. Yemeğin ardından bir iki dolaşalım teklifine Baver, “Sana bir şey olursa beni örgüt yargılar“ diyerek karşı çıkıyor.
O ŞİMDİ ÖLEMEZ
Sabaha kadar sürecek bir tartışmanın da fitilini ateşlemiş oluyor Baver. “Bu milletin sizden çektiği nedir? Sizin yüzünüzden köyü, yaylayı unuttuk. Siz böyle yaparak insanların haklarını savunduğunuzu mu düşünüyorsunuz“ diyorum. Baver, “Kendilerinin sivilleri hedef almadığını söylüyor“, “Pınarcık'ta katledilen 33 kişiyi, Güngören'deki patlamayı, canlı bombaları bilmiyor musun?“ diyorum. “Sen benden hesap sormaya mı geldin?“ diyerek çıkışıyor, Pınarcık hadisesini ajanların yaptığını, Güngören'in amacını aştığını, canlı bombaların Öcalan için kendilerinin patlattığını söylüyor. Israrla inanmadığımı söylüyorum, Öcalan'a bir şey olması durumunda herkesin her şey yapabileceğini söylüyor.
Baver'e son olarak, “Peki eceliyle ölürse?“ diyorum, “Hayır ölemez“ şeklinde Türk filmlerindeki replikler gibi anlamsız bir tepki veriyor. “İnsanlar ölmeseydi dünyada yaşanacak yer olmazdı, Öcalan'ın ölmeye hakkı yok mu?“sorumu ise, “O şimdi ölemez“ diye kestirip atıyor. Sanki elinde! “Baver annen yaşıyor mu ?“ diyorum, “Hayır“ diyor. “Baver annenin ölmesine niye engel olmadın?“ sözlerimle birlikte ortalık sessizliğe bürünüyor.
Bir battaniye bir şilte getirip ağaçların arasına atıyorlar. Baver sabah 4.30'da kalkılacağını söyleyip silahını başının yanına dayayıp uykuya dalıyor.
Gece bir iki dolanıyorum, diğer iki eleman da derin uykuda...
ROJ TV'YE SANSÜR
Sabah tabanca sesleri ile uyanıyorum. “Heronlar tepemizde herkes yere yatsın, ağaçların arasına girin“ ikazlarına Doçkalar da eşlik ediyor. Yaklaşık 4 saat boyunca İran'dan top atışları yapılıyor. Türk jetleri ise 10 kilometre ötemizdeki Hakurk bölgesini dövüyor. Dijver, “Senin arkadaşların bizi bombalıyor“ diyerek laf sokuyor. Gülerek “İsabet var mı?“ diyorum. Dişlerini sıkarak uzaklaşıyor. Baver, kahvaltı esnasında, “Heval Ahmedinecat her sabah rojbaş (günaydın), her akşam da şevbaş (iyi geceler) atışı yapıyor. Bu tepemizde dolanan Heronlar var ya Hakurk'takiler Amerikan, Kınere'dekiler İsrail. Amerikanlar dolanınca Türk savaş uçakları, İsrailler dolanınca İran topçuları vuruyor. Herkes bize karşı dost olmuş“ diyor.
Bir ara ortalık hareketleniyor. İki üç ağır makineli silahlı şahıs bulunduğumuz alanın etrafını dolaşıyor, sonra da bir el hareketiyle yukarıdakilerini çağırıyorlar. Kalabalık bir grup yamaçtan dereye doğru inmeye başlıyor. M-16 ve MP-5'li bir koruma ordusu içinde örgütün kurucularından Mustafa Karasu yanımıza geliyor. Beraberinde ise bir kameraman ve bir muhabir.
Bir iki tanışma faslının ardından Roj TV'den olduklarını öğrendiğim kişiler röportaj esanısında kayıt almak istiyorlar. Engel olmaya çalışıyorum, Baki Gül adlı muhabir, “Sen yanlış yazacaksın ben de bu kayıt sayesinde seni düzelteceğim“ diyor. Görüşme esnasında bu şahısları yanımda istemediğimi söyleyince “Arkadaş maksadını aşmıştır. Kusuruna bakmayın, olayı fazla büyütmeden söyleşimize devam edelim“ diyor. Ve röportaj başlıyor....
> Örgüt zorda görünüyor. Her tarafa saldırmanızdan böyle anlaşılıyor, ne dersiniz?
Bizim kaldığımız alanlar belli. İstihbarat örgütleri tarafından biliniyor. Türkiye'nin her yerinde varız. Karadeniz'den Amanoslara, Ağrı'dan Tendürek'e Haftanin'den Kınere'ye Zap'tan Kandil'e bütün bölgelerde güçlerimiz var. İran'da PJAK örgütüyle ilişkilerimiz mevcut. İdeolojik etkinliğimizde kurulmuş bir örgüt.
> Bundan sonra yine çatışmaya mı karar verdiniz?
Apo kitaplarında başından sonuna kadar savaşların iyi olmadığını, savaşların bir iktidar ve devlet sorunu olduğunu söylüyor. Ama her canlının kendini savunma mekanizması olduğu gibi biz de varlığımızın devamı için savaşıyoruz. Halkımızın varlığını, dilini, kimliğini kabul ettirme temelinde hakkımızdır.
> Devlet kurma düşüncesi vardı da bu sonraki yıllarda değiştirildi.
1993 yılına kadar Birleşik Bağımsız Kürdistan kurulması düşüncesi vardı. Ama 1993'ten sonra devletsiz de özgürlük ve demokrasinin yaşanabileceği düşüncesine vardık. Bunu söylerken sosyalizmin enternasyonalist düşüncesinden hareketle, gerekirse “Türkiye ile yaşayabiliriz“ diyorduk.
> Sonra Türkiye'ye düşman oldunuz ama.
Önceleri Türkiye ve Türk karşıtlığımız yoktu. Çünkü PKK'nın kurucularının yarısı Türk'tü. Çoğunu kaybettik. Biz hâlâ onları kendimize örnek alıyoruz. Kemal Pir, Kürt değildi. O zamanki arkadaşlar, “Eğer Kürdistan'da devrim olursa Türkiye'de de devrim olur“ düşüncesiyle bize katıldı. Hareketimiz Türk düşmanlığı biçiminde gelişmedi. Türkiye'de sol demokratik bir iktidar olursa, onlarla aynı sınırlar içinde yaşayabiliriz demiştik.
> Madem ki demokrasi diyorsunuz. Öyle ise demokrasinin yerleşmesine yardımcı olmak için “silahları bırakayım“ düşüncesi sizde niye gelişmiyor?
Türkiye'nin demokratikleşmesi için her türlü kolaylığı sağlamaya çalışıyoruz. 1993-95 ve 98'de ateşkes ilan ettik. O zamanın şartları farklıydı denilebilir. Ama 1999 yılında silahlı güçlerimizin hepsini ülke sınırlarının dışına çektik. Bunu 5 yıl sürdürdük. Bu süre içinde ciddi adımlar atılmadı. Olumlu gelişmeler yaşansaydı şu anda farklı olurdu.
> Apo yakalandığı için yapıda bir travma oluştu. Onun için geri çekildiğiniz ve toparlandıktan sonra saldırılara başladığınız yönündeki eleştirilere ne diyeceksiniz?
Aslında tam tersi oldu. Atalet yaşadığımız dönemde parçalanma yaşadık. Bu süre içinde savaşmadık. ABD, Irak'ı işgalin ardından, KDP ile KYB'ye müdahale etti. Bu arada Osman
Öcalan, Nizamettin Taş, Halil Ataç gibi kişilerin ayrılmasıyla örgütte bölünme yaşandı. Eğer Öcalan, bize “geri çekilin“ dediğinde onu dinlemeseydik ve 6. kongrede aldığımız çok şiddetli savaş kararını uygulasaydık belki de çok zararlı çıkabilirdik.
SÖZLER TUTULMADI
> Devletin yetkilileriyle PKK görüşürken bu arada da siz masum insanları öldürmeye devam ediyorsunuz.
Yapılan görüşmeler müzakere değil. Şimdiye kadar devletin gerçekleştirdiği bu temaslarda ciddi olmadığını gördük. Bu zaman kazanma ve oyalama taktiğidir. Kendileri böyle olmadığını iddia ediyor ama hiçbir adım atılmıyor. Verilen sözler yerine getirilmiyor.
> Ne tür sözler verildi?
Örneğin 14 Nisan'da KCK'ya yönelik operasyonlarda gözaltına alınanların bırakılacaklarını söylediler. Ama daha sonra bırakmadıkları gibi tutuklamalar daha da arttı.
> Bu iddialarınıza ben de dahil olmak üzere kimse inanmayacak. Daha ciddi şeyler söyleyin.
İmralı'ya gidiş-gelişler var. Avukatlar aracılığıyla mesajlar gönderiliyor. Bunları demokratik çözüm için bir araç olarak kullanmak istiyoruz. Söz verdiğimiz için görüşmeleri gerçekleştiren kişileri ve görüşme içeriğini açıklamıyoruz.
> Sizin için hâlâ belirleyici unsur Öcalan'ın tavrı ve konumuysa o ’ben çekildim' diyor. Siz niye direniyorsunuz?
2009 Aralık ayında tek taraflı silah bıraktık. 5 Aralık'tan 29 Mart yerel seçimlerine kadar ordu da silah kullanmadı. DTP yerel seçimlerden güçlü çıkınca hükümet bu işin zorla değil demokratik yöntemlerle çözülmesi için girişimde bulunur diye bekledik. PKK, KCK ve DTP ayrı ayrı toplantılar yaparak hükümete bir şans tanımak için karar aldı. Ama yine oyalandığımızı gördük. Hem irtibat kuruyorlar hem de sabahtan akşama kadar “terör örgütü“ diyerek hareket ediyorlar. Öcalan cezaevi şartlarında “örgütü yönetemem“ dedi. Her türlü kararı veren biziz.
> Abdullah Öcalan'ın örgütü yönetmediği konusunda samimi misiniz?
Evet. Kesinlikle içerideyken örgütü yönetemez. Kendisi de bunu söylüyor.
> Yapmayın, düzenli olarak avukatlarla görüşerek sizlere mesajlar gönderen bir insanın kurduğu örgütün istikametini belirlemede etkili olmadığını mı söylüyorsunuz?
Olaylara ideolojik ve teorik yaklaşım konusunda etkili. Ama biz Apo olmadan bir şey yapmayız, o da biz olmadan bir şey yapamaz.
> Türkiye, demokratik olarak İran ve Suriye'nin gerisinde değil. Ama sizler bunlarla değil Türkiye ile uğraşıyorsunuz, neden? Mesela İran, militanlarınızı idam ederken Türkiye'de bir tek insan asılmadı.
Türkiye'de idamı biz kaldırdık. İdamlar İran'ın başına bela olacak. Eğer şu anda farklı bir şey gelişmiyorsa bizim sabırlı davranmamızdan kaynaklanıyor.
> Peki sizler olmazsanız Türkiye, halkın parasını dağa taşa bomba atarak harcar mı?
Kürt sorunu çözülsün o zaman.
İskenderun kolay hedefti
> Türk jetlerinin bombardımanı örgüte zarar veriyor mu?
Türk jetleri hedefleri tam isabet ettiriyor. İtiraf etmeliyim ki mart ayından bu yana 130 PKK'lı öldürüldü.
> Eylemlerinizde neden hep masum insanlar öldürülüyor? Askerlik mecburi hizmet. Masum erlere saldırıyorsunuz sonra da “askere gitmesinler“ diyorsunuz, bu nasıl bir mantık?
Çatışma, askerler ve polis güçleriyle yürütüldüğünden onlar hedef alınıyor.
> Bazı istihbarat örgütlerinin sizi kullandığı iddia ediliyor. Türkiye kamuoyunda İskenderun olayını İsrail'in talepleri doğrultusunda gerçekleştirdiğiniz intibaı var. Hakikaten PKK mı yaptı bu olayı?
Evet biz yaptık. HPG bu olayı üstlendi. 6 ay önce keşif yapılmıştı.
> Nasıl bir tesadüf ki İsrail'in Mavi Marmara gemisine saldırdığı gece siz de tarihinizde ilki gerçekleştirip denizcilere saldırdınız?
Bu spekülasyondur. Biz ilk defa eylem yapmıyoruz. İskenderun'da daha önce de eylemler yaptık. Apo “çekiliyorum“ dedikten sonra bu eylem gelişti. HPG'nin Türkiye'nin pek çok noktasına ilişkin keşfi, planları ve hazırlığı vardır. Şu anda bile her bir birimimizin en az 5-10 eylem yapacak keşifleri var. 1999 yılında binlerce kişiyi, dünyanın her tarafında eylemler yapmaları için eğittik. Buna İsrail de dahildi.
> İsrail'i niye vuracaktınız?
Apo'ya yönelik uluslararası komplonun bir numaralı sorumlusu Türkiye değildir. Bu komploda ABD ve İsrail başı çekiyor. Bu iki devlet Apo'nun Rusya, İtalya ve Yunanistan'da kalmasını engellemişlerdir.
> Bazı unsurlarınız bu ülkenin istihbaratıyla temasa geçmiş olamaz mı?
Hayır olamaz. Çünkü hâlâ bizler İsrail tekniğiyle vuruluyoruz. Buralarda keşif yapan Heronlar İsrail yapımı. Tankları İsrailli bir firma modernize etmiş. Bu açıdan İsrail'e öfkeliyiz. Ayrıca bizim kanımızla Filistin halkının kanı birleşmiştir. 1982 yılında Filistinlerle birlikte İsrail'e karşı savaştık. 13 arkadaşımız bu uğurda öldü. FKÖ kamplarında eğitim gördük. Onlara olumsuz yaklaşımımız olmaz. Psikolojik savaş yöntemleri uygulandığı için bizi İsrail'le irtibatlandırmak istiyorlar.
> Siz “biz eylem yapalım da İsrail'den bilsinler“ anlayışıyla yapmış olabilir misiniz?
Amanos'ta denizcilere yönelik eylemden bir-iki gün önce olay olmuş ve bir arkadaşımız öldürülmüştü. Oradaki güçlerimiz de en kolay eylem nasıl yapılır diye düşünmüşler ve bakmışlar ki çok kolay bir yer. Ormanın hemen karşısında ateş etmiş ve vurmuşlar. Aynı güne denk gelmesi tesadüftür.
> İsrail'in yardım taşıyan gemiye saldırısına ne diyorsunuz?
İsrail'in yaptıklarını doğru bulmuyoruz. O tür eylemler kabul edilecek gibi değil. Fakat bir çelişki var ortada. Hükümet, Hamas terör örgütü değil diyor ancak Kürtlerin en makul haklarını bile kabul etmiyor.
TEK KELİME KÜRTÇE BİLMİYOR
Sivas Gürün doğumlu Mustafa Karasu'nun kod adı Hüseyin Ali. PKK'nın kurucu üyelerinden biri. Örgütün dış ilişkilerinden sorumlu. 1972 yılında Haydarpaşa Lisesi'nden mezun olan Karasu, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi 3. sınıftan ayrıldı. PKK'ya 1978'de katıldı. Kendisini örgütün soyguncusu olarak tanıtıyor. İl özel idareye ait paraların soyulması girişiminde yakalandı. 12 yıl hapis cezası aldı. 1992'de serbest kalınca dağ kadrosuna katıldı. Örgütün İran temsilciliğini yaptı. AB ülkelerinde kırmızı bültenle aranıyor. Örgütün Alevi kanadını temsil ediyor. Karasu, Kendisiyle ilgili bazı bilgileri verirken müstehzi bir şekilde gülüyor. En önemlisi ise Kürt halkı için mücadele etttiğini söyleyen hatta PKK'nın Kürtçe'nin eğitim dili olması için çarpıştığını iddia eden Karasu, ne gariptir ki tek kelime Kürtçe bilmiyor!
Türk jetlerinin hedefleri tam isabet ettirdiğini söyleyen Mustafa Karasu, “İtiraf etmeliyim ki mart ayından bu yana 130 PKK'lı öldürüldü“ dedi.
GENÇLİĞİMDE CHP'LİYDİM
> En son büyük şehire ne zaman gittiniz? Bir ekmek, bir kilo et kaç para biliyor musunuz?
Cezaevinden çıktıktan sonra, 1992'de İstanbul'a gittim. Haydarpaşa Lisesi'nde okudum. 1972 mezunuyum. İstanbul'da bir ekmek, bir kilo ekmek kaç para bilmiyorum. Bunları milletvekillerine ve bakanlara sorun.
> Siz halk için uğraşıp bazı projeler hayata geçirmeye çalıştığınızı iddia ediyorsunuz ya. Halkın nasıl yaşadığını bilip bilmediğiniz merak ettiğim için sordum...
Biz halkın yoksul olduğunu biliyoruz. Tabiî ki bir Kürt ailesinin evine giren beş ekmeğin kaç lira olduğunu bilmem. Ya da belediye otobüsünün kaç lira olduğunu bilmeyebilirim. Ama işsizlik çok fazla bunu biliyorum. Orta Doğu, dünya dengelerinin yeniden kurulduğu bir coğrafyadır. Türkiye, İran, Irak ve Suriye'yi tanıyoruz. 40 yıldır bu bölgedeki siyasal hareketleri takip ediyoruz. Gençlik yıllarımda CHP'nin gençlik kollarına gitmiş bir insanım.
*OSMAN SAĞIRLI-Türkiye gazetesi 16 Haziran 2010