Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 21 February 2009

• Kürt meselesini Erbil'de konuşmak - Nagehan Alçı (Akşam)

14 Şubat 2009 - Cumartesi

Daha önce benzer başlıklarda toplantılar için bir araya geldik. Ancak bu seferki farklı. Siz bu satırları okurken biz yaklaşık 90 kişilik bir grup olarak Erbil'de bulunacağız. Çünkü Abant Platformu bu kez Kürt meselesini konuşmak için Kuzey Irak'ta toplanıyor.

Yarın başlayacak ve pazartesi günü devam edecek toplantının ismi 'Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak'. Hakikaten de birlikte arayacağız sorunların çözümlerini bu kez. Yalnızca buradaki Kürtlerle değil, oradakileri de aramıza katarak.

Bir aksilik olmazsa toplantının açılışına Kürt Bölgesi Başbakanı Neçirvan Barzani de katılacak. Böylelikle oradaki yönetim 'sizin diyalog çabalarınızın yanınızdayız' diyecek.

Toplantının Erbil'de ve geniş bir katılımla yapılması anlamlı. Zira geçtiğimiz yaz yine Kürt meselesi üzerine Diyarbakır'da toplanılmak istenmiş ancak güvenlik gerekçesi ile bu toplantı ertelenmişti. 'Güvenlik gerekçesi'nin Türkçesi de PKK tehdidiydi tabii ki. Bu kez Erbil'de bu toplantıyı yapmak Kürt yönetiminden PKK'ya da bir mesajı anlamına geliyor aynı zamanda.

Son dönemde Barzani yönetimi Türkiye ile ilişkilerine özel bir önem veriyor. Bunun en önemli sebebi ABD'nin Irak'tan çekilme planlarının hızlanmış olması. Amerika çekildiği takdirde en dezavantajlı durumda kalacak grup Kürtler. Bunca zaman Washington'un sadık müttefiki oldular ancak bunun bir maliyeti olarak diğer gruplardan da giderek uzaklaştılar.

Bu nedenle Kürtler yalnız kalmaktan korkuyor. ABD'nin himayesini kaybettikleri takdirde ne yapacaklarını düşünüyorlar. Bu denklemde de Türkiye öne çıkıyor.

Yeni süreçte Erbil'in Ankara ile ilişkilerini iyi tutması şart. Türkiye olmadan bir yere açılması zor. Zaten neredeyse malların tümü buradan gidiyor Kürt bölgesine. Oradaki alt yapı çalışmalarının çoğunu Türkiye'den giden girişimciler yapıyor.

Bu Ankara'nın da çıkarına. Kürt bölgesi Türkiye için önemli bir hinterland. Sanırım dış politikamız o bölge ile ilişkilerin getireceği avantajları görüyor. Kürt bölgesinin Irak'tan ayrılıp bağımsız bir devlet olması yönündeki korkuları bir kenara koyup mevcut durumdan nasıl istifade edeceğine bakıyor.

Bu değişiklik önemli. Zira korkularla epeyce vakit kaybedildi. Bir sürpriz olmazsa yakın gelecekte bağımsız Kürdistan hayal gibi görünüyor. Çünkü ABD çekilirken Irak'ın bütünlüğünü garanti altına almazsa bölge pimi çekilmiş bombaya dönecek. Tek çatı altında federal bir yapı himayesinde yaşayacak Kürtler de Türkiye'ye tehdit olmaktan uzaklar.

İşte böyle bir fonda Kürt meselesini Erbil'de konuşmak anlamlı.

• PKK'sız Kürt sorunu Erbil - Nagehan Alçı (Akşam)

18 Şubat 2009 - Çarşamba

Şiddetle, vahşetle, kanla, bombayla çözmeye çalıştı birileri. Olmadı. Terör başlığından sıra Kürt başlığına bir türlü gelemedi bu ülkede. İşte bu yüzden, talihsiz kısırdöngüyü kırmak, Kürt ve terör kelimelerini birbirinden ayırmak için Erbil'de atılan adım çok önemli.

Geçtiğimiz pazar ve pazartesi günü Türkiye'den ile Irak'tan yaklaşık 200 Türk ve Kürt, Irak'ın Kürt bölgesinde bir araya geldik. Abant Platformu'nun 18. toplantısında dünden bugüne, dilden siyasete duygulardan mantığa birçok başlık altında paylaşılanları ve 'paylaşılamayanları' konuştuk. Toplantıyı değerlendirmek için arka planında birkaç unsuru anlatmakta fayda var:

1) Iraklı ve Türkiyeli Kürtler Irak'ın Kürt bölgesinde bir araya geldi. İki tarafın üstelik Erbil'de buluşması anlamlı bir ilk adım.

2) Türkiye'nin Musul Baskonsolosu Hüseyin Avni Botsalı'nın toplantıya katılıp açılış konuşmalarından birini yapması çok manidardı. Baskonsolosun orada olması Türk devletinin bu girişimi desteklediğini gösteriyor. (Bu arada duyduğum kadarıyla konsolosun katılımı ile ilgili Dışişleri'nde farklı görüşler oluşmuş. Önce katılım iptal edilmiş, sonra gidilmesi kararlaştırılmış.)

3) Toplantıya içlerinde Suat Kınıklıoğlu ve Abdurrahman Kurt'un olduğu dört AK Partili vekil de katılacaktı. Ancak duyduğumuz kadarıyla Başbakan birkaç gün önce vekillere bir yere gitmemelerini tembihlemiş. Her ne kadar buna sebep olarak 'seçime kadar herkes Ankara'da kalsın' cümlesi gösterilse de isteğin altında 'yerel seçimler' ve 'milli hassasiyetler' anahtar kelimelerinin yatması çok muhtemel görünüyor. Bu maddeyi ikinci madde ile birleştirmemiz gerek. Yani hükümet kendi temsilcilerini belli hesaplar nedeniyle gönderemedi ancak bu toplantının Kuzey Irak ve Türkiye arasında önemli bir girişim olduğunu biliyor. Bu nedenle konsolosun orada bulunmasını önemsiyor.

4) Yine de Barzani yönetiminin vekillerin gelmemesinden duyduğu bir rahatsızlık olsa gerek. Zira bölgesel Kürt yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani'nin açılış konuşması yapması bekleniyordu ancak gelmedi. Sebep olarak program yoğunluğu gösterilse de bunun vekillerin gelmemesi ile çakışması ilginç bir tesadüf...

5) Abant Platformu geçtiğimiz yaz Kürt meselesi üzerine Diyarbakır'da bir toplantı organize etmeye çalışmış ancak PKK tehdidi nedeniyle toplantıyı iptal etmişti. Şimdi Erbil'de organizasyon yapmak örgüte bir meydan okuma. Bu meydan okumayı da Barzani Hükümeti yapıyor. PKK'nın pozisyonunu anlamak önemli. Kandil diyalog çabalarında sürecin dışında bırakılmaktan müthiş bir rahatsızlık duyuyor. Bu nedenle süreci baltalamaya çalışıyor. Hatta bu nedenle bazı Kürt aydınlara Erbil'e gitmemeleri konusunda 'ihtar çekmiş'. Ancak sonuç ortada: PKK girişimi engelleme konusunda bir sonuç elde edemedi.

Sonuçta Türkiye'de Kürt meselesine kafa yoran isimler Kürt bölgesinde Barzani'nin himayesinde tebliğler sundu, yeni fikirler ortaya attı. Üstelik Abdullah Öcalan'ın Türkiyeye getirilişinin yıldönümü olan 15 Şubat'ta. PKK, Türkiye'de provokasyonlar yaparken o provokasyonlara şiddeti lanetleyen Kürtler'den anlamlı bir cevap geldi Erbil'de. Bu kadarı bile çok önemli bir işaret: Bu coğrafyada bir şeyler değişiyor. Sorunların çözümünde iknanın gücü belki de ilk kez bu kadar açık seçik kabul ediliyor.

• İşgal Altında Abant Paltformu... – İlhan Selçuk (Cumhuriyet)

19 Şubat 2009 – Perşembe

Fethullah Gülen -nam-ı diğer Feto- Amerika'da yuvalanmış...

Türkiye'ye gelemiyor...

Neden?..

Korkuyor... mu?..

Tutuklanma korkusu mu var?..

Yoksa kendine göre zamanlamayı mı ayarlıyor...

Öyle bir gün gelecek ki, Ayetullah Humeyni nasıl Fransa'dan uçup İran'a konduysa, bizimki de Amerika'dan uçup Türkiye'ye konacak...

Hele “dinci karşıdevrimin demokratik diye nitelenen altyapısı“ biraz daha oluşup kıvamına gelsin...

Bekliyor Fethullah...

*

Ama boş da durmuyor...

En azından her gün Türkiye'de 800 bine yakın Zaman gazetesini ülke sathında bedava dağıtıyor...

Peki, bu para nereden geliyor?..

Ona rufailer karışır...

Şu günlerde de Fethullah, Amerika'da oturmakla birlikte, her yıl ’Abant Platformu' etiketi altında düzenlediği malum toplantıyı bu yıl Kuzey Irak'ta yaptırdı...

Neden?..

*

Eh, bu ’neden' sorusu boşuna değil mi?..

Bizim Feto Amerika'da yaşıyor...

Bizim Feto'nun düzenlediği toplantı da Amerikan işgali altında yapılıyor...

Doğal değil mi?..

İşgal altında uzlaşma...

Stratejinin nerede saptandığı, talimatın nereden geldiği, toplantının hangi amaçlarla Amerikan işgali altında yapıldığı belli değil mi canım...

*

Ya PKK?..

O bu işe ne diyor?..

Ne diyebilir ki?..

Fethullah'ın sığındığı ABD'nin CIA'sı, işgal altındaki Kuzey Irak'ta geçerli koşulları Feto'nun adamlarına elbette daha önce bildirmiştir...

Ne diyor bizim yalaka medya:

“- Abant Platformu, Kürdistan'da gerçekleşti...“

ABD'de oturan kaçak imamın Türkiye entellerini işgal altındaki Kuzey Irak'ta toparlayabilmesi büyük başarı...

Yalnız Amerikancı imam Feto, toplantıya Ergenekoncu Haham Tuncay Güney'i de katsaydı, şenlik tamam olacaktı...

Ergenekon tertibini başlangıçta güdüleyen Tuncay Güney haham...

Şimdi medyasıyla Ergenekon tertibini körükleyen Fethullah Gülen imam...

İkisi de kaçak...

İkisi de dinci...

*

Vallahi bu Amerika yaman mı yaman...

Fethullah'ın Abant Platformu'nu da işgali altında yaptırdı...

Yurtdışında yaşayıp Türkiye'yi birbirine katan Fethullah Gülen, Amerika'ya da CIA'ya da helal olsun...

• Türkiyeli 100 aydının Kuzey Irak'taki gücü... – Cengiz Çandar (Radikal)

15 Şubat 2009 – Pazar

Erbil'e sabaha karşı vardıktan sonra üç buçuk saatlik bir uyku ve vuruyoruz Süleymaniye yoluna. İki saatlik araba yolculuğu için çeşitli güzergâhlar mümkün. Bu kez, kıvrıla kıvrıla Heybet Sultan Dağı'nı aşıp Dukan üzerinden, Küçük Zap boyunca Süleymaniye'ye ulaşıyoruz.

Nuşirevan Mustafa Emin, Irak Kürt mücadelesinin kıdemli liderlerinden. Komala'nın lideri, Kürdistan Yurtseverler Birliği'nin kurucularından. Yakın zamana dek Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin örgüt içinde ’iki numarası' konumundaydı. Evinde sohbetteyiz, “Türkiye, bizim için stratejik geleceğimizdir“ diyor ve ekliyor “Zaten, biz Irak Kürtleri, ismimiz öyle de değilde ya, Viyana önlerinde, Balkanlar'da, Çanakkale'de birlikteydik...“

Böyle bir tarih referansı ilk bakışta ’hamasi' görünebilir ama bugün Irak Kürtleri arasında Türkiye'ye ilişkin ve ’ortak geleceğe' ışık tutacak algılama ve ruh haletini de yansıtıyor.

Aslında Türkiye'nin yoğun ve baş döndürücü gündemi bakımından sessiz sedasız ama

Türkiye'de sık sık gündemin birinci maddesine yükselen Kuzey Irak'ta çok büyük yankılar yaratan bir girişim ile yanıbaşımızdaki coğrafyadayız. Türkiye kamuoyunda isimleri gayet iyi bilinen 100 dolayında aydının ’Erbil çıkartması'nda. Bugüne dek görülmemiş, rastlanmadık bir olay.

’Abant Platformu', 1998'de 28 Şubat şartlarında ilk kez ’laik ve İslami eğilimdeki aydınları görüş farklılıklarını koruyarak uygar bir diyalog zemininde hoşgürü kültüründe bir araya getirmek' amacıyla toplanmıştı. Aradan geçen 11 yıl içinde her yıl Abant'ta yaptığı toplantıları, dışarıya Washington'a, Brüksel'e, Paris'e ve Kahire'ye de taşımıştı ama ilk kez bizdeki adıyla Kuzey Irak'a, buradaki adıyla Irak Kürdistanı'nın merkezi Erbil'e taşıdı.

Erbil'e bölgenin ’idari' merkezi ama Süleymaniye, ’kültürel-düşünsel merkezi' kimliğini korumaya devam etti. Erbil'e gelmişken Süleymaniye'ye de uzandık...

***

Bir uçak dolusu Türkiyeli aydının sabaha karşı Erbil'e konması, taraflar arasında yakın tarihteki ilişkilerin tabiatına ve seyrine bakılırsa pek öyle sıradan bir olay değil. Türkiye için de değil ama Türkiye sarsıntılı iç gündemi içinde buna dikkat edecek halde de değil. Ama, izdüşümünü Türkiye'nin Güneydoğu'suna ve başkent Ankara'daki siyasi karar merkezlerine düşürecek önemde bu gelişme, burada özel bir heyecan yaratmış durumda.

Bunu Süleymaniye'deki uzun yemek masasının çevresine dizilen insanların isimlerine ve kimliklerine bakarak anlayabiliyoruz. Süleymaniye Valisi, bu ziyaretten ’onur duyduğunu' söylüyor, yemek masasında Kürtlerin sokaktaki çocuğun adını bildiği en büyük şairleri Şerko Bekes'ten, Süleymaniye Üniversitesi Rektörü Dr.Ali Said'e, Kürdoloji Enstitüsü Başkanı Dr. Refik Sabır'a, Irak Kürt gazetelerinin ve televizyonlarının genel yayın yönetmenlerine, tanınmış köşe yazarlarına, ileri gelen akademisyenlerine dek, herkes mevcut.

Türkiye'ye ilişkin ve Türkiye ile Irak Kürtleri ilişkileri konusunda hararetli, övücü, heyecanlı konuşmalar ve Türkiye'den 100 dolayında aydının buraya gelmesinden duyulan mutluluk konuşmaları dinliyoruz.

Aklıma iki yıl önce, bir Erbil-Süleymaniye dönüşü yazdığım yazının başlığı geliyor;

’Kuzey Irak'a TSK ile değil, Kürdistan'a TPAO ile girmek' idi. Henüz TPAO buraya gelmiş değil, bölgenin 20-25 milyar varillik ve günde 1 milyon varil petrol üretebilecek rezervi toprağın altında işlenmemiş duruyor. Bu rezerv, petrol zenginliği kanıtlanmış olan Kerkük'ün iki misline yakın. Türkiye'nin nice sorununu çözecek olan zenginlik, burada. Irak'ın henüz aşılmamış binbir sorunu içinde belirsiz bir geleceği bekler halde.

Evet, TPAO, bir dizi siyasi ve teknik sorundan ötürü henüz burada değil ama ilk kez 100 Türkiyeli aydın Irak Kürdistanı'nda. Abant Platformu, bölgede 100 Türkiyeli aydının ’Erbil çıkartması' Irak Kürt toplumunun her katmanında heyecan dalgasını kabartmış vaziyette.

***

Yolda gelirken, bugüne dek nasıl olmuş da okumamış diye hayret ettiğim bir metni okuyordum, ’Kuzey Irak Kürtlerin Piemonte'si mi?' başlığını taşıyordu.

Piemonte, merkezi Torino olan ve İtalyan milli birliğinin 1870'lerde kurulmasına öncülük eden merkez. Bu benzetmeden kalkarak Kuzey Irak ya da Irak Kürdistan'ı, tüm Kürtler için bir çekim alanı olacak bir ’bağımsız Kürt devleti' olabilir mi?

Türkiye'nin buraya ilişkin korkuları, hep ’Kuzey Irak'ın Kürtlerin Piemonte'si' olması üzerine odaklandı. Oysa, aynı yazıda, Sovyetler Birliği'nin dağılışından sonra bağımsız olan Moldova'nın aynı etnik kökene sahip olmasına rağmen Romanya ile birleşme yolunu seçmediği hatırlatılıyor; Norveç'in petrol zenginliğine kavuştuktan sonra İskandinav kardeşleri İsveç'le hiç birleşme güdüsü taşımadığı vurgulanıyor. Bu olgulardan hareketle, AB yolunda kültürel haklarını tümüyle edinecek Türkiye Kürtlerinin, Irak Kürdistan'ı ile birleşik-bağımsız bir Kürt devleti kurmak istemelerinin düşünülemeyeceği üzerinde duruluyor.

Bu nedenlerden kaynaklanan Türkiye'nin Kuzey Irak korkusunun ’anakronik' olduğuna değiniliyor.

Erbil-Süleymaniye hattında kısa bir tur, 2009 yılında ’çekim merkezi'nin, Kürtçe TRT yayınına başlamış, üniversitelerinde Kürdoloji enstitüleri kurulmasını düşünen bir Türkiye olduğunu bize gösteriverdi.

Türkiye Kürtleri için Kuzey Irak'ın çekim alanı olmasından çok daha kuvvetli bir çekim alanı, Irak Kürtleri açısından Türkiye olarak söz konusu.

Abant Platformu toplantısı için Erbil'e ayak basan üniformasız 100 Türk aydınının buradaki oluşturduğu ’sinerji'den üreyen gücün, 700 bin üniformalı personele sahip TSK'nın Kandil Dağı üzerindeki etkisinden çok daha etkili olduğunu yerinde gözlemledik...

• Kuzey Irak mı, Kürdistan mı? – Cengiz Çandar (Radikal)

17 Şubat 2009 - Salı

Erbil'de ’Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' başlıklı Abant Platformu'nun ilk gününe damgasını vuran ’Kuzey Irak mı, Kürdistan mı?' üzerinde yoğunlaşan tartışma olmalı. Türkiye'den gelen Türk ve Kürt 100 aydın, kendilerine Erbil'den katılan bir o kadar sayıda ve hatta daha da fazla Iraklı Kürt ile ’Barışı ve Geleceği Birlikte' ararlar iken ilk bakışta bir ’semantik' meselesi gibi gözüken bu sorunun aslında Türkiye'nin bölgedeki geleceğini yakından ilgilendiren ve hatta etkileyeceğini herkes bilinçaltına yerleştirmiş olmalı.

Türkiye ve yerel medyanın hatta El-Cezire televizyonunun da varlığı ile yoğun bir basın-yayın kuşatması altında cereyan eden toplantı, Kürdistan TV ve Türkiye'nin bir ulusal kanalının canlı yayını sayesinde onbinlerce, yüzbinlerce kişi tarafından sınırın iki yanında izlendi. Türkiye'den katılımcıların yaptıkları konuşmalarda geleceğe yönelik ’beraberlik' vurguları ne kadar kuvvetli olursa olsun, Kürt katılımcılar Türkiyelilerin ’Kuzey Irak' sözcüğünü kullanmalarını gözden kaçırmadılar.

’Kuzey Irak mı, Kürdistan mı?' sorusu tartışmaların odağına böyle oturdu.

Türkiyeliler, Türkiye'nin iç dengeleri ve daha henüz genişlememiş ve hatta kırılamamış ’zihin kalıpları'nın ayırdında olarak ’Kürdistan' sözcüğünün kullanılmasının gereksiz duyarlılıkları taşıyacağı kanısında olmalıydılar. Onca süre varlığı inkar edilmiş insanlara adını koyarak ’Kürtler' denilmesi ve ’Kürtler'le beraber barışçı bir ortak gelecek aranması zaten çok önemli ve çok değerli bir adımdı.

Yavaş yavaş, sindire sindire...

Oysa, ’Kürdistan' sözcüğünü telaffuz etmemek için ’Kuzey Irak'ı tercih etmek, ’Kürtler' açısından inkâr zihniyeti ve politikasının devamı olarak algılanıyordu.

***

Türkiyeli 100 aydın, bir o kadar Iraklı Kürt katılımcıyla birlikte ’Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' amacıyla toplandık. İki tarafın resmi makamları bu toplantıyı onaylıyor ve destek veriyorlar.

Nerede toplandık?

Erbil'de.

Erbil neresi?

Birçoğumuz için Kuzey Irak'ta bir şehir. Hatta Türkiye'deki resmi söylem yavaştan ’Kuzey Irak'ı da terk etti, ’Irak'ın kuzeyi' demeye başladı.

Kuzey Irak'ta ya da ’Irak'ın kuzeyinde'yiz.

Coğrafi anlamda bunda bir yanlış yok. Ama Kürtler için burası Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin merkezi. Kürdistan Bölgesel Yönetimi sözcükleri ise Irak Anayasası'nda mevcut. Yani buranın, sadece bir coğrafya veya kültürel algılama olmanın ötesinde bir yasal adı var.

Türkiye'den gelenlerimiz arasında en ileri gidebilenlerimiz ’Kürt Bölgesel Yönetimi' diyebiliyor ama ’Kürdistan' sözcüğünü telaffuzda zorlanıyor, dilleri dönmüyor. ’Kürt' tamam ama ’Kürdistan' sözcüğü telaffuzu pek zor; resmi ağızlarda , ’Kuzey Irak'tan ’Irak'ın kuzeyi'ne, geriye doğru geçiş yapıldığı bir dönemde ’Kürt'ten ’Kürdistan'a doğru ilerlemek olağanüstü zor olmalı.

***

Erbil'deki toplantının ilk gününe ’Dil, Kimlik, Kültür: Ortak Değerler' başlıklı yüreklere ve akla bir arada hitap eden unutulmaz konuşmasıyla Türkiyeli şair Bejan Matur damgasını vurdu.

Yetmişli yılların başında dedesinin ve köyündeki yaşlıların kaçak radyo istasyonlarından gizlice buradaki mücadeleyi nasıl dinlediklerini anlatırken, “Uzak, dağların ardındaki bir ülkede birileri kendilerine Kürt diyor ve kimliklerinin mücadelesini veriyorlardı. Dedem ve köydeki yaşlıların adını koymasalar da uzaktan uzağa Kürtlüklerinden gizli bir gurur duyduklarını hissederdim... Tıpkı dinledikleri radyo istasyonları gibi duyguları da onlarda bir kaçaklık hissi yaratıyordu. Türkiye'de yaşayan Kürtler için çoğunlukla böyleydi. Kendi varlıklarını yok sayan bir ülkede yaşamayı katlanır kılıyordu“ diyerek Türkiye Kürtlerinin burasıyla özel, derin ve güçlü duygu bağlarını dile getirdi.

Türklerin çoğunun habersiz olduğu, anlam dünyalarında pek yer etmemiş ama vatandaşlarımızın önemli bir bölümünü saran bir bağlantı bu.

Bejan Matur, buraya ilk ayak basışını anlatırken ise şöyle dedi:

“Manevi bağı hepimizi kuşatan ülke ihtimalinin peşinden Kuzey Irak'a giden çoğu Kürt gibi ben de heyecanlıydım. Kürdistan adının sakınılmadan kullanıldığı topraklarda, Kürtlerin kendilerini nasıl yönettiklerinin tanığı olmak gizli bir gurur ve heyecan yaratıyordu bende de. Bir ülke ihtimalinden çok biir özgürlük ihtimali olmasıyla ilgiliydim...“

Bu sözleri işitince ’Kürdistan' sözcüğünü kullanmanın Kürtlerin özgürlüğü kavramıyla eşitlendiğini, ’Kuzey Irak'ın ise, böyle bir niyet taşımıyor olsa bile, kendiliğinden bunu göz ardı eden bir ’Ankara siyaseti' olduğunu düşündüm.

Bejan Matur, bu anlam dünyasını siyasi tahlil alanına da taşıdı:

“Hepimiz tanığıyız; Güneyli Kürtleri dışlayan, küçümseyen her karar, her söz Türkiyeli ve güneyli Kürtleri kenetledi. Kürtler arasındaki farklılıklar, ortak değerler söz konusu olduğunda hızla kapandı. Türkiyeli Kürtler güneyli kardeşleri hakkında söylenen, ima edilen her sözden bu derece etkilenirken Türkiye'nin onlara rağmen bir siyaset üretmesi mümkün olamazdı, olmamalı. Türkiye artık gerçeklerin ülkesi olmak yolunda. Hayatın dayattığı hakikatin ülkesi olmak. Demokratikleşme için güneyli Kürtlerin Türkiye'ye ihtiyacı olduğu kadar, Türkiye'nin de güneyli Kürtlere ihtiyacı var...“

Durum iyidir. Çünkü, barışı ve geleceği ’birlikte' arıyoruz.

Erbil'de!

• Erbil'de Ergenekon'u fark etmek... – Cengiz Çandar (Radikal)

18 Şubat 2009 - Çarşamba

Erbil'deki ’Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' başlıklı toplantı iki günlük yoğun oturumların ardından bir ’Sonuç Bildirgesi' ile sona erdi. Türk medyasının bu kadar tanınmış ve etkili isminin bir arada bulunduğu pek az toplantı hatırlıyorum ama Türkiye'nin çok kez gündeminin en başına oturan bu gizemli topraklara ilk kez bu kadar fazla sayıda tanınmış insan ayak basıyor ve burası Türkiye gündeminde belki de ilk kez yer bulamıyor.

Sanıyorum orada bulunan ve Irak Kürdistan topraklarına ilk kez ayak basan arkadaşlarımızdan önemli bölümü, gözlemlerini şöyle bir sindirdikten sonra bugünden başlayarak kaleme alacaklar.

Birçoğu iki gün boyunca Kürt medyasının yoğun ilgisinden pek nefes de alamadılar oysa. Toplantı salonunun içinde herhangi bir köşede veya bahçede ya televizyon kameralarının karşısında veya yazılı basının mensuplarıyla, Türk medya mensupları ile akademisyenlerini mülakat verirken her an görmek mümkündü. Irak Kürt medyasının olağanüstü ilgisiyle ters orantılı bir yansıma söz konusu bizim medyada.

Irak Kürt ortamında, o toprakların insanı şaşırtacak ölçüdeki sakinliğine karşın çok canlı, çoğulcu bir medya mevcut.

İster Irak Kürt medyasının mensubu olsun, ister herhangi bir Iraklı Kürt, birarada oldukları, karşılaşma imkânı buldukları her Türk'e mutlaka ’Erbil'de niye Türkiye'nin bir başkonsolosluğu' bulunmadığını soruyorlar.

Buna benzer bir soru ise, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Irak'a yapması beklenen resmi ziyarete Erbil'i de dahil edip etmeyeceği.

Bu soruların cevaplarında aranan, kuşkusuz, Türkiye'nin Irak'ın kuzeyinde oluşmuş olan ’Kürt antitesi'ni, resmi adıyla ’Kürdistan Bölge Yönetimi' olgusunu gerçekten kabul edip etmediği.

’Kürdistan' adına Türkiye'nin kendini alıştırması gereğinin yanısıra, ’Kürt kimliği'nin, izdüşümünü Türkiye'nin kendi içine düşürecek şekilde, kabul edilmesinin ölçüleri buralardan geçiyor.

***

Irak'ın Kürdistan Bölge Yönetimi adıyla oluşmuş Erbil, Süleymaniye ve Dohuk vilayetlerinde yüzlerce Türk şirketi var. Ayrıca, Türkiye'nin Güneydoğu'sundan binlerce insan iki yönde geçip duruyor. Bu kadar güçlü bir beşeri ve ekonomik-ticari temas ve geleceğin içerdiği her yönde siyasi-ekonomik-kültürel ’ilişki potansiyeli', Türkiye'nin Erbil'de devlet kimliğiyle doğrudan temsilini zorunlu kılıyor.

Türkiye'nin Musul'da bir başkonsolosluğu üç yıldır açık. Ama, Erbil'e bir saat uzaklıktaki Musul, güvenlik açısından sıkıntılı bir bölge olmasının yanısıra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Erbil ile kıyaslanmayacak ölçüde az ayak bastıkları bir alan. Türkiye'nin Musul Başkonsolosu, üç yıllık görev süresi boyunca Erbil'e ikincisi Abant Platformu vesilesiyle olmak üzere sadece iki kez ayak basmış.

Kendisini hayli kilo almış gördüğümü söylediğimde, görev yeri ile evi arasında iki yüz metrelik bir mesafe olduğunu, ’hareketsizliğin' o görüntüsüne yol açtığını söyledi. Türkiye'den gelenler onuruna verilen akşam yemeği, herhalde tüm görev süresi içinde evinin dışında öyle bir imkânı bulduğu nadir fırsatlardan biriydi ve o Erbil'in ferah ortamı sayesinde ve Türkiye'den 100 aydının Erbil'e ayak basması sayesinde gerçekleşebildi.

Taraflar arasında ilişkilerin gelişmekte olduğu, resmi alanda bir ’yakınlaşma'nın söz konusu olduğu ve bizlerin Erbil'de bulunmasının bunu daha da hızlandıracağı ve olumlu katkı yaptığı her vesilede söylendi.

Ancak, bu, olması gerekenin hala altında ve yavaş.

***

Türkiye'nin bölgedeki gelecek potansiyeli öyle ki, kendisi bunu ne ölçüde değerlendiremese de, ’çevre' buna karşı şimdiden ’ön alma' çabasında. Bizlerden bir gün önce Erbil ve Süleymaniye'ye aniden İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Mottaki'nin ziyaret etmesini, Kürt yetkililer ’Türkiye'ye verilmiş bir mesaj' olarak yorumluyorlar.

İran'ın Erbil ve Süleymaniye'de başkonsoloslukları zaten vardı. İran Dışişleri Bakanı'nın şu dönemde Bağdat'a yaptığı ziyaretin ardından Erbil'e gelmesi, bir ölçüde Türkiye'ye ’Burayla gereğinden fazla ilgilenme.

Burada biz varız' türünden bir mesaj olarak algılanıyor.

Durum bu iken, Türkiye'nin Musul'da üç yıl önce yeniden açtığı başkonsolosluktan sonra ta Irak'ın en güneyindeki Basra'da başkonsolosluk açmış olması, Erbil'de ’başkonsolosluk açılması'nın ’inşallah ilerde'ye bağlanması, ’atın önüne arabanın konması'ndan başka bir anlam taşımıyor. Ayrıca, Erbil'e Amerikan Başkan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı'ndan İran Dışişleri Bakanı'na uzanan uluslararası şahsiyetlerin ayak basmasına karşılık, hiçbir üst düzey sıfat sahibi Türk yetkilisinin buraya gelmemiş olması, Kürtler nezdinde ’incitici' bir algılamadan gayrı, Türkiye'ye ilişkin ’mesafeli duruş' ve ’gereksiz kuşkuları' devam ettirici bir rol oynuyor.

O nedenle Abant Platformu'nun ’Sonuç Bildirgesi'nde vurgulandığı gibi Erbil'te Türkiye Başkonsolosluğu'nun açılması zaman geçirilmeden kararlaştırılmalıdır.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Irak ziyaret gündemine Erbil'i mutlaka dahil etmelidir.

Erbil izlenimlerine ilişkin en anlamlı sözü Abant Platformu'nu düzenleyenlerden birinden işittim. Erbil havaalanına doğru Erbil ile Selahaddin arasındaki Khanzad otelinden yola çıktığımızda bana “Burayla ne kadar güçlü bir beraberlik imkânı var. İnsanlar bizlere ne kadar sıcak ve istekli. Bunca yıldır buraya uzak durmamızı, burayı düşman toprağı gibi görülmesini isteyenlerin Ergenekoncular olduğunu anladım“ dedi.

Her taşın ardında ’Ergenekon' aranması belki gereksiz. Ancak, Kürtlere ilişkin herşeyde ’Ergenekon'un bulunduğu kesin...

• Monica'lar diyarında Türk-Kürt konferansı – Emre Aköz (Sabah)

15 Şubat 2009 – Pazar

Gece yarısı İstanbul'dan kalkan Atlasjet uçağı Kuzey Irak'ın Erbil kentine doğru yol alırken, yanımdaki Türk işadamı da anılarını anlatmaya başladı:

"Erbil'e ilk geldiğimiz günler. Bir araç satın alayım dedim. Kürt arkadaşlar 'Monica al, Monica'lar iyidir' dedi. Ben de şu araba işinden pek anlamam. Etrafa bakıyorum, Monica marka otomobil nasıl bir şeymiş diye... Göremiyorum. Sonunda dayanamadım, sordum. Meğer Toyota'nın Land Cruiser model ciplerine Monica diyorlarmış."

"Niye Monica" diye sordum.

Tam o anda, bizim sohbetimize kulak misafiri olan Erbilli Kürt işadamı lafa karıştı.

İri portakalları avuçlarmış gibi top top yaptığı ellerini göğsüne götürerek, "Hani Bill Clinton 'ın Monica'sı vardı ya..." dedi.

Önden bakıldığında göze çarpan yuvarlak hatları nedeniyle Land Cruiser'lara Monica diyorlardı.

Konuşma ilerledikçe, tüm bölge dillerini şakır şakır konuşan sevimli işadamının anlattıklarından, bu ad takma hobisinin bölge pop kültürünün önemli bir parçası olduğunu anladım.

Cep telefonlarına da, modeline, biçimine bakarak, 'Barzani' ya da 'Talabani' diyorlardı.

Bu ad takma kültüründe göze çarpan herkes ve her nesne başka bir şeyle anılıyordu.

Tevatüre göre, bölgenin ünlü bir erkek şarkıcısı, kendisine üç tekerlekli motosiklet markası uygun görüldüğü için Barzani'ye yakınmış.

Barzani de "Sen gene iyisin, ya ben ne yapayım" demiş, "Baksana beni de cep telefonuna benzetiyorlar."

İki saatlik uçuştan sonra Erbil Havaalanı'na indiğimizde çevreye baktım. Hakikaten de birçok Monica vardı!

Belli ki Monica, Kuzey Irak'ın statü simgesi. Sahipleri "para bende" diyor.

(Aklıma gelmişken: Bir zamanlar Türkiye'de de ' Alırsan Ford, olursun lord' denirmiş. 1950'li yıllar olsa gerek.)

Ancak Monica'ların tüm sahiplerine zevk ve mutluluk getirdiğini söylemek mümkün değil. Kimi terör gruplarının baş hedefi yine onlar oluyor.

Bu yüzden önemli şahıslar şaşırtmaca yaparak, eski otolara biniyorlar.

Kendisi de bir Monica sahibi olan Kürt girişimci, başta ithalat yaptığı ABD olmak üzere birçok ülkeye İstanbul üzerinden uçtuğunu söyledi.

"Niye Bağdat değil" diye sordum. Yüzünü buruşturarak, "Dünyaya bir kere geldim" dedi. "Canıma susamadım" demenin bir başka biçimi...

Yukarıdaki muhabbetin yapıldığı uçakta 100 kadar Türkiyeli akademisyen, araştırmacı ve gazeteci vardı.

Bu kişiler, bölgedeki dostlarla birlikte, bugün başlayıp iki gün sürecek olan TürkKürt konferansına katılacak.

"Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak" başlıklı konferansı, Abant Platformu çerçevesinde Selahaddin Üniversitesi ve Mukriyani Enstitüsü düzenliyor.

Bu konferans sadece "bir ilk" olduğu için önemli değil. Dünya artık Obama Çağına girdi; siyasi ilişkiler başka bir şekil alacak. Şiddet azalacak, diyalog çoğalacak.

Bu konferansa Türkiye'nin güvenliğinden sorumlu üst düzey bazı yetkililerin de önem verdiğini biliyoruz.

Çünkü dünya sistemi PKK'nın tasfiye edilmesine karar verdi. Artık iş zamana kaldı. Örgüt sönüp gidecek.

İyi de, sonra ne olacak? Ankara hem kendi Kürtleriyle, hem de Kuzey Irak Kürt yönetimiyle nasıl bir ilişki kuracak? Hangi sorunlar, nasıl çözülecek?

İşte açılış konuşmasını Barzani'nin yapması beklenen konferans bu açıdan önemli...

İzlenimlere daha sonra devam ederim.

• Artık o kelimeye ağzınızı alıştırın – Emre Aköz (Sabah)

17 Şubat 2009 – Salı

Abant Platformu'nun Erbil'de düzenlediği ' Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' başlıklı konferansta, Kürt katılımcıların bir hassaslığına şahit olduk.

Bu siyasi birime ne isim verilecekti?

Türkiye'den gelen 100 kadar entelektüelin bir kısmı 'Kuzey Irak' diyordu. Bazıları ise 'Kürt Özerk Bölgesi' demeyi tercih ediyordu.

Öte yandan bu toprakların adı, Irak Anayasası'nda ' Kürdistan Bölgesi' diye geçiyordu.

Bölgeyi yöneten siyasi oluşuma ' Kürdistan Bölgesel Hükümeti' adı veriliyordu.

Kürt aydınları ise Türkiye'den gelenlerin Kürdistan'dan başka bir tabir kullanmasını, en hafifinden hayretle, genellikle de kontrollü bir kızgınlıkla karşılıyorlardı.

( Not: Öte yandan bölgenin başkenti olan kente Hewler yerine Erbil denmesini önemsemiyorlar.)

Bu tür bir kelime hassasiyeti bize yabancı değil. Batı medyasında İstanbul'a ' Konstantinopolis' dendiğinde; kızar, köpürürüz.

O adı Batı'nın bilinçdışında uyuklayan bir canavarın, arada sırada horlaması olarak kabul ederiz.

Uzun bir uykuya yatan bu canavarın amacı, gün gelip uyandığında, İstanbul'daki Türk egemenliğine son vererek Konstantinopolis'i tekrar kurmaktır.

Kürdistan kelimesi de aynı bizimki gibi zengin tarihsel anlamlarla yüklü.

Osmanlı, Kürtlerin yaşadığı bölgeye Kürdistan diyordu. Bu gayet normal, kompleksiz, düz bir adlandırmaydı.

Cumhuriyetin ilk yıllarında da aynı kelimeye rastlıyoruz. Ama özellikle Kürt isyanlarıyla birlikte kelime hızla kullanımdan çıkmıştı.

Irak yönetimlerinin ve bilhassa Diktatör Saddam'ın, Kürtler üzerindeki baskısı da Türkiye'yi etkiledi. Türk basınında Kürdistan kelimesi kullanılmaz oldu.

Ankara için bu kelimenin bir başka anlamı daha vardı. Mantık silsilesi şöyle bir şeydi:

"Kürdistan dersem devlet kuran bir etnik grup olarak Kürtlerin varlığını kabul etmiş olurum... O durumda 'Türkiye Kürtleri' de bir ulus olur... Ama bu da, 'tek devlet, tek bayrak, tek ulus' formülünün ' tek ulus' bölümüne aykırıdır... O halde Kürdistan kelimesini görmezden gelmem gerekiyor."

Konferansa katılan Türk entelektüellerin elbette böyle bir bakış açısı yoktu. Onlar zaten bu mantığı eleştiren kişilerdi.

Ancak Türkiye'deki eğitim sistemi ve medya atmosferi, belki de hissettirmeden onları etkiliyordu.

Kürt katılımcılar ise Kürdistan kelimesinden bu kaçışta, ' Hâkim ulus ve büyük devlet kibrini' görmeye yatkındı.

Ankara'nın 80 yıllık dışlayıcı ve küçümseyici tavrı, işte Türk entelektüelleri aracılığıyla bir kez daha karşılarına çıkmıştı.

Evet, Kürtler genelde böyle düşünüyordu ama Türkiye'yi yakından izleyenler yakın zamanlara kadar hiç ummadıkları bir değişime şahit oluyorlar.

Ankara'nın Kürtlere karşı tavrı yavaş yavaş değişiyor. 'Kürt bölgesini' bir tehdit değil, bir fırsat olarak görmeye başlıyor.

Konferansta da belirttiğim gibi:

Bugüne dek devlete bakarak pozisyon ve dil belirleyen Türk medyası, yakında Kürdistan kelimesini sıkça kullanmaya başlarsa... Düne kadar dağlı düşmanlar diye sundukları Kürtlerin, aslında yüce gönüllü dostlar olduğunu aniden keşfederse sakın şaşırmayın.

• Genç Kürdistan'ın abisi kim olacak? – Emre Aköz (Sabah)

19 Şubat 2009 – Perşembe

Abant Platformu'nun Erbil'de düzenlediği ' Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' başlıklı konferansta, ilginç bir iletişim sorunuyla karşılaştık.

Türkiye'den Kürdistan'a 100 kadar akademisyen, araştırmacı, aydın ve gazeteci gitmişti.

Bu çıkartma başlı başına bir olaydı . Büyük bir jestti .

Hükümet krizi nedeniyle Başbakan Neçirvan Barzani katılamamıştı ama Bölge Valisi ve Kültür Bakanı konferanstaydı.

Türkiye'nin Musul Konsolosu Hüseyin Avni Botsalı da Erbil'e gelerek açılışta konuştu.

Türkiye'den giden grup 24 saat sıkı biçimde korundu, bindikleri otobüsler için trafik akışları kesildi.

Peki, konferansın içeriği nasıldı?

İzlenimim şöyle: Bizimkiler olayı daha ziyade soyut düzeyde ele almayı, kimlik politikalarından söz etmeyi, işe edebiyat katmayı tercih ediyordu.

Kürt tarafı ise ' somut meseleleri, somut bir dille' ele almak istiyordu. Mesela:

Türkiye'nin sınır kapılarında çıkardığı sorunlar ne zaman bitecekti? Türkiye ne zaman Erbil'de konsolosluk açacaktı?

Akademik toplantılarda katılanlar aynı mesleki kültürü paylaştığı için taraflar kolayca anlaşır, anlaşmadıkları durumlarda, niye anlaşamadıklarını bilirler.

Erbil'deki toplantıda ise böyle bir konferans kültürü yoktu. (Zaten ilk kez böyle bir araya gelindiği için olması da mümkün değildi.)

Şu da söylenebilir: Türkiye Kürtleri gibi, Irak Kürtleri de siyasetle fevkalade ilgiliydi. Dönüp dolaşıp konuyu siyasete getiriyorlardı.

Bizim konuşmacı ve tartışmacılar ise gündelik siyaset yerine sosyolojiye, medya analizine, tarihe eğilimliydi.

Özetle: Biçimsel anlamı önemli, içeriği ise görece zayıf bir konferans oldu.

Bir de tahminim var:

ABD, Irak'tan çekildikçe, Kürdistan, doğudan İran'ın, güneyden Arapların baskısına maruz kalacak.

Bence önümüzdeki dönemde Türkiye, Kürdistan'ın ' soft power' ve ekonomik ilişki anlamında abisi olmaya çalışacak.

(Eğer devletlerin arasında kaçınılması zor bir güç rekabeti varsa, bunu yapmaya da mecbur!)

Yakın tarihlere kadar, " Bağımsız Kürdistan, Türkiye'nin bütünlüğünü tehdit eder " diyen Ankara'nın kırmızı çizgileri silindi gitti.

Henüz pek toy olsa da, Kürdistan devleti ilan edildi. Türk işadamları da onun gelişmesinde pay sahibi oldu.

Bundan sonra birleşik Irak'a dönüleceğini sanmıyorum. Tersine Türkiye, Kürdistan'ı korumaya ve geliştirmeye çalışacak.

Kürdistan'da petrol var, Türkiye'de ise mal ve mühendislik bilgisi... Erbil'de apaçık gördük işte: Kürtlerin gözü kulağı Türkiye'de... Ama Ankara'dan ziyade İstanbul'da! (Ticaretin sorun çözücü gücünü yabana atmayalım.)

Bütün bunların olması için de Türkiye'nin kendi Kürtleriyle olan sorunlarını halletmesi gerekiyor.

• Erbil'de Abant açılımı - Amberin Zaman (Taraf)

13 Şubat 2009 Cuma

Önümüzdeki pazar günü Erbil'de Abant Platformu'nun düzenlediği çok önemli bir toplantı yapılacak. ’Barış ve Geleceği Birlikte Aramak' başlıklı toplantının açılışını Kuzey Irak'taki yerel yönetiminin başbakanı Neçirvan Barzani yapacak. Henüz kesinleşmemekle birlikte Türkiye'nin Musul Başkonsolosu Hüseyin Avni Botsalı'nın da toplantıya iştirak etmesi bekleniyor. Aralarında Güneydoğulu işadamları, eski Diyarbakır Milletvekili Haşim Haşimi, Cengiz Çandar, Mümtaz'er Türköne, Altan Tan, İbrahim Kalın, Mardin Süryani Metropoliti Saliba Özben dahil olmak üzere 100'e yakın kişi toplantıda hazır bulunacak.

Abant Platformu'nun Kuzey Irak'ta düzenlediği ilk panel olmasından öte bu çıkartma Türkiye ve Irak Kürtleri arasında sağlıklı bir diyalogun oluşturulması açısından fevkalade mühim bir girişim.

Anımsarsanız geçen yıl bir dizi tehdit sonucunda Abant Platformu Diyarbakır'da düzenlemek istediği toplantıyı iptal etmek zorunda kaldı. Sanırız bu tehditlerde bulunan kesim Erbil'deki toplantıyı da bir çeşit AKP'nin seçim öncesi Kürt oylarını toplamak adına yapılan bir propaganda şovu olarak takdim etmeye çalışacaktır. Oysa Fethullah Gülen cemaatine yakın örgütler ve kişiler gerek okul açarak, gerek hastane kurarak uzun zamandır Türkiye ve Kuzey Irak arasında köprü kurma çabasında bulunuyorlar ve oldukça da başarılı olmuşlardır. Kuzey Irak yönetiminin önde gelen isimlerinin çocukları bu okullara gidiyor, ve veli-öğretmen arasında oluşan bağlar neticesine pekişen karşılıklı güven birçok alanda olumlu yansımaları da beraberinde getirmiştir.

Son zamanlarda özellikle Dışişleri Bakanlığı'nın Irak koordinatörü Murat Özçelik'in bölgesel Kürt yönetiminin cumhurbaşkanı Mesut Barzani'yle yaptığı görüşmeler Türkiye'nin de artık Kuzey Irak ile ilişkileri rayına oturtma arzusunu net biçimde ortaya koymuştur.

Kuzey Irak'la sağlıklı diyalog kurmak aslında Türkiye'nin bölgesel güç olma çabalarının anahtarını teşkil ediyor. Bunun birçok sebebi var. Birincisi istikrarsız bir Irak'ın Türkiye'ye mutlak olumsuz yansımaları olacaktır. Irak'ın diğer bölgelerinin, nispeten güvenli bir ortam oluşturan Kürtlerin Kerkük üzerindeki iddiaları yüzünden şiddete bulaşma ihtimali gün be gün artıyor. Bu duruma seyirci kalamayacak olan Türkiye de ister istemez müdahale etmek durumunda kalabilir. Bu konudaki tehlikelere dikkat çeken Ortadoğu uzmanı Henri Barkey'nin ABD'nin en saygın düşünce kuruluşları arasında anılan Carenegie Endowment for International Peace için kaleme aldığı ’Preventing Conflict Over Kurdistan' (Kürdistan'da Kavgayı Önlemek) adlı kapsamlı raporunu okumanızı öneririm. Barkey'nin de ifade ettiği gibi; Türkiye'nin Kuzey Irak'taki federal yapıyı içine sindirerek bölgesel yönetim ile kuracağı sağlıklı diyalog Kerkük olsun, PKK olsun, Irak'ın zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarının Türkiye üzerinden Batı'ya ulaşması olsun, birçok açıdan her iki tarafın menfaatlerine hizmet edecektir. Ayrıca Ankara'nın Bağdat üzerindeki nüfuzunu artırırken İran'ın da bölgedeki artan ağırlığını dengeleyecektir. Tüm bunlar Türkiye'nin Pejak'ı terör listesine alarak bir iyi niyet jesti yapan Obama yönetimiyle ilişkilerini de güçlendirecektir. Ve tabii yine de Barkey'nin de işaret ettiği gibi Türkiye'nin kendi Kürt sorununu çözmesinde büyük fayda sağlayacaktır. Şüphesiz bütün bu konular Abant Platformu'nun düzenlediği toplantıda etraflıca ele alınacaktır. Eğer her iki tarafın basını konuşulanları objektif biçimde çarpıtmadan aktarabilirse, hükümetin Kuzey Irak'la diyalog çabalarını güçlendirecektir, doğal müttefik olan Türkiye ve Iraklı Kürtleri daha da yakınlaştıracaktır.

• Erbil'de barışı ve geleceği ararken (1) - Leyla İpekçi (Taraf)

17 Şubat 2009 - Salı

Irak dendiğinde imgenizde sürekli bombalar patlayan bir yer beliriyor. Orada insanların yaşamayı sürdürdüğü ve hikâyelerin iç içe yazılmaya devam ettiği unutuluyor, gözardı ediliyor.

Irak'ın kuzeyindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nden bahsettiğinizde ise insanların kafası karışıyor. Sorular uçuşuyor havada. Türkiye'deki Kürt meselesiyle biraz kesişen bolca da ayrışan, ama fazlasıyla karmaşık bir sorun yumağı Irak'taki Kürtlerle diğer etnik gruplar arasında da mevcutken siyasi otoriteler nasıl bir tutum takınacak?

İç sorunların kucağında sınırın iki yanındaki Kürtler acaba nasıl bir dil ile kendilerini birbirlerine ifade edebilecekler? Ve parçalanmış ortak hikâyelerini nasıl birlikte yazacaklar yeniden?

Bu soruların yanıtını aramak için Abant Platformu'nun davetiyle ilk kez Erbil'de bir araya geliyoruz. Sadece bu buluşma bile kardeşlik ve barış arayışının diplomasi diline sıkıştırılmış, kendini defalarca tekrar ederek anlamından koparılmış bir halde bırakılmasına daha fazla razı gelinemeyeceğinin bir göstergesi. (Elbette konjonktürün dayattığı bir gereksinim de var.)

Erbil'e gideceğimi duyan kimi tanıdıklar aman dikkat et dediler. Musul karışık, Kerkük'te kim bilir neler dönüyor, Bağdat'ta intihar saldırıları arttı. İyi de nasıl dikkat edeceğim?

İki yıl kadar önce Lübnan İsrail tarafından saldırıya uğrarken, bir grup otobüse binmiş ve sınıra dek gelip savaştan kaçanların Suriye'ye girişine ve orada çeşitli çadırlara, kamplara, okullara yerleştirilmelerine tanık olmuştuk. O vakit cep telefonlarımız habire çalıyordu: “Aman dikkat edin.“

O vakit ’dikkat etme'nin yerini daha net bir mücadele şevki alıyor bizler için: Ortak hikâyemizi bölgede konuşulan farklı dillerle yeniden yazmanın dilini aramak.

Çeşitli güç odaklarının tehdidine, memnuniyetsizliğine rağmen, herhangi bir siyasi hesabın veya iktidarın söylemini çoğaltmak yerine, adaletten ve insani değerlerden yana bir tutum takınmakla kuracağız belki bu dili. Parçalanmış ve birbirine cepheden bakan hakikatlerimizi bütünlediğimiz ölçüde konuşacağız.

Sınırın doğusunda da batısında da, kuzeyinde de, güneyinde de olsanız, güç odaklarından istediğiniz kadar iktidar devşirmeye çalışın, hikâyemizi sürdürecek olan hakikat, daha derinlerdeki bir dilin ifadesinde saklı diye düşünüyorum.

Çünkü defalarca da belirttiğim gibi, ateşkes anlaşmalarıyla, siyasi konjonktüre uygun düşen yeni pazarlık stratejileriyle filan ne kardeşliğe ne de barışa itibarını geri verebiliyoruz.

Toplantı hakkında dile getirmek istediklerimi gelecek yazıya bırakarak, biraz da Erbil'deki izlenimlerimi belirteyim. Buraya ilk kez geliyorum. Beyrut'a veya Saraybosna'ya ilk gittiğimde yaşadığım bir hisse burada da kapıldım. Çatışma ve sıcak savaşın ardından kısa zamanda büyük çabalarla, içte ve dıştakilerin el birliğiyle ayağa kaldırılmaya çalışılan bir kent.

Vinçler var her yerde. Sokaklar açılıyor, yollar yapılıyor. Erbil kalesindeki çeşitli bölümler restore ediliyor. Çek Cumhuriyeti şirketi de var, İtalyanlar da, İngilizler de. Adım başı Türk markasına rastlamak mümkün. Akşamları bazı ışıksız ve bozuk yollarda ilerlerken bile sokak panolarındaki uluslararası markaların çarpıcı ilanlarını görebiliyorsunuz.

Tamamlanmamış inşaatların yanı sıra, Erbil'in yeni bölgesinde yükselen bloklar da epey fazla. Akşam dokuz buçuklara dek açık alışveriş merkezleri, site halindeki evlerin veya hastanelerin önünde bekleyen silahlı güvenlikçiler, ciplerin fazlalığı göze çarpıyor.

Denilir ki, kimse kimseye güvenmiyor bu topraklarda. Çok fazla acı, çok fazla ihanet ve bol hesap var. Yine de alttan alta akmakta olan bir saflık, iyi niyet ve umut da var. Diyorsunuz ki, evet, burada ortak bir gelecek tasavvuru mümkün. Yıkım ve kıyım adına değil, yaşam ve dirim adına.

Ortadoğu'daki farklı mezhep ve etnik kökenlerden bu topraklara ait çoğul bir varoluş hakikati olarak bahsedeceğimiz vakitlerin geleceğine inanıyorum. Önce herkes kendisinden esirgenen kimliğini geri almalıdır mutlaka.

Ama sonra yeniden kimlik kabuklarını biraz olsun soymamız ve ötesine geçebilmemiz gerekecektir. Çünkü bize barış içinde bir gelecek vaat eden hakikatin ölçüsü adalet olacaktır er geç, kimlik siyasetleri değil.

• Gülen hareketi ve DTP - Rasim Ozan Kütahyalı (Taraf)

18 Şubat 2009 - Çarşamba

Çok yakın bir tarihe kadar Kürt meselesi dendi mi, hemen birileri düzeltme ihtiyacı hissederdi (Yok Güneydoğu sorunu, yok terör sorunu vs.). Artık MHP'liler de, generaller de bulunulan ortak platformlarda bu hakiki adlandırmaya itiraz etmiyor... Özetlersek, Kürt realitesini artık bu ülke bir şekilde tanıyor... Bu noktaya gelindi şükür...

İslami kesim içinde ise Gülen hareketi Kürt meselesinin çözümlenmesi noktasında çok aktif pozisyonda birkaç yıldır... Türkiye'nin Kürt coğrafyasına yönelik yaygın eğitim ve hayır faaliyetlerini arttırdı bu hareket. Irak Kürdistan bölgesinde ise çok daha aktif. O bölgenin yönetimiyle de hareketin gönüllüleri arasında çok iyi bir diyalog var. Bu gönüllülerce açılan okullardan, hastanelerden, iktisadi teşebbüslerden ve sivil girişimlerden Barzani yönetimi de çok memnun...

Türkiye Kürtlerinin ciddi bir kısmının desteğini alan DTP ise Gülen hareketinin bu çabalarını kuşkuyla karşılıyor... Gülen hareketi de DTP-karşıtı bir söylem içinde... İki taraf da birbirini “derin devletin adamları“ olarak yaftalıyor... Egemen DTP söylemi hem AKP'nin hem Gülen hareketinin Kürt coğrafyasındaki çabalarını “derin devlet operasyonu“ olarak algılıyor... Bu söyleme göre Gülen gönüllüleri o coğrafyayı “Türkleştirmek“ amaçlı hareket ediyorlar. Din duygularını kullanarak dolaylı asimilasyon politikaları uyguluyorlar...

Gülen hareketinin yayın organlarının DTP'den bahsederken kullandığı dil de bu söyleme paralel gidiyor... Bu algılamaya de göre PKK hareketi ve dolayısıyla DTP, Türk derin devleti tarafından kurdurulmuş, bu derin yapılanma tarafından dolaylı olarak desteklenmiş ve hâlâ da desteklenen bir siyasi oluşum... Son dönemde özellikle Gülen hareketinin yayın organları, genel olarak da İslami medya ETÖ ile DTP'nin sürekli bir ittifak içinde olduğunu, ortak çalıştıkları imasında haberler yapıyor... Özetlersek, Gülen hareketine göre de PKK-DTP mensupları “derin devletin adamları“...

Her iki taraf da oradaki halka hitaben bu propagandayı yapıyor; “Karşı taraf derin devlet ile çalışıyor, onlara değil, bize güvenin“... Öte yandan, Türk devlet zihniyetinin bu hareketlerin tümüne bakışı özü itibariyle aynı... Ne AKP ne DTP ne de Gülen hareketi Türk devlet zihniyetince makbul oluşumlar... Fırsat bulunduğunda bu üç hareket de derin yapılanma operasyonlarının kurbanı olabilir. Zaten geçmişte de oldular... Fakat elbette derin yapılanma mantığı açısından geçici ittifaklar olabilir. Bunu Türk derin yapılanması hep yapmıştır. Başka bir “zenci“ ile mücadele ederken, diğer “zenci“yi yanına çekmiştir. O “zenci“ ile işi bitince, başka bir operasyon için başka “zenci“ ile irtibata geçmiştir... Cumhuriyetin tarihi bu tip denge politikalarıyla ayakta kalma tarihidir dense yanlış bir tahlil olmaz...

Erbil'de toplanan 18. Abant Platformu'na yönelik Ahmet Türk'ün tepkisi de yukarıda anlattığımız algılamalar çerçevesinde yapılıyor. Abant Platformu girişimini kendilerini by-pass etme amaçlı bir girişim olarak görüyor Türk. Nerdeyse bu toplantıyı bile derin devlete bağlama eğiliminde kimi DTP'li aktörler...

DTP'nin Gülen hareketinin Kürt coğrafyasındaki çabalarına baştan set çekmesi çok yanlış. Fakat DTP dışlanarak ve yok sayılarak da Kürt meselesi çözülemez... Hem AKP içinde, hem Gülen hareketi içinde DTP'yi yok sayarak Kürt meselesini çözme yönünde bir irade var... Herkes kendi bakış açısından karşı tarafta bir dolu problem bulabilir. Fakat ne olursa olsun DTP Türkiye Kürtleri açısından bir realitedir. Özellikle Kürt coğrafyasında yüzde 50lik bir iradenin temsilcisidir DTP. Dahası DTP'ye oy vermeyen Kürtlerin de DTP hakkındaki görüşü standart bir Türk gibi değildir... Hamas'ın bir siyasi realite olduğu gerçeğini İsrail nasıl kabul etmek durumundaysa, Türkiye de DTP realitesini tanımak durumundadır... Realiteyi tanımak o siyasi hareketin ideolojisini doğru bulmak anlamına da gelmez. Fakat aynı masaya oturmayı, ortak akıl arayışını zorunlu kılar...

Gülen hareketinin Kürt meselesini çözmeye yönelik iradesi çok isabetli. Kürt yurttaşların taleplerinin acilen karşılanması noktasında hareket AKP'yi de daha sivil ve özgürlükçü-demokrat yöne doğru itme çabasında. Bunu da görmek lazım. Nitekim AKP içinde kimi devletçi aktörler Gülen hareketinden hiç hoşlanmıyor...

Toparlarsak, DTP ve Gülen hareketinin birbirine rakip gibi davranmasının ne bu ülkeye ne de Kürtlere hiçbir yararı yok!! Avuçlarında taş izi var diye Kürt çocuklarını 40 yıl hapisle yargılayanların işine gelir sadece bu “zenciler kavgası“... DTP de bu lüzumsuz kavgayı kırmak yönünde bir adım atabilir. Nerdeyse 10 yıldır sürgün hayatı yaşamak zorunda bırakılan Fethullah Gülen meselesini Meclis'te gündeme getirmek, Haziran 1999'da Gülen'e karşı yapılan derin operasyon ve sonrasındaki linç harekâtını Meclis kürsüsünden sorgulamak mesela... Hasip Kaplan bu konuda harika bir Meclis konuşması yapabilir... Bu adımları atabilmek lazım...

Kürt meselesini Erbil'de konuşmak - Nagehan Alçı (Akşam) 14 Şubat 2009 - Cumartesi Daha önce benzer başlıklarda toplantılar için bir araya geldik. Ancak bu seferki farklı. Siz bu satırları okurken biz yaklaşık 90 kişilik bir grup olarak Erbil'de bulunacağız. Çünkü Abant Platformu bu kez Kürt meselesini konuşmak için Kuzey Irak'ta toplanıyor. Yarın başlayacak ve pazartesi günü devam edecek toplantının ismi 'Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak'. Hakikaten de birlikte arayacağız sorunların çözümlerini bu kez. Yalnızca buradaki Kürtlerle değil, oradakileri de aramıza katarak. Bir aksilik olmazsa toplantının açılışına Kürt Bölgesi Başbakanı Neçirvan Barzani de katılacak. Böylelikle oradaki yönetim 'sizin diyalog çabalarınızın yanınızdayız' diyecek. Toplantının Erbil'de ve geniş bir katılımla yapılması anlamlı. Zira geçtiğimiz yaz yine Kürt meselesi üzerine Diyarbakır'da toplanılmak istenmiş ancak güvenlik gerekçesi ile bu toplantı ertelenmişti. 'Güvenlik gerekçesi'nin Türkçesi de PKK tehdidiydi tabii ki. Bu kez Erbil'de bu toplantıyı yapmak Kürt yönetiminden PKK'ya da bir mesajı anlamına geliyor aynı zamanda. Son dönemde Barzani yönetimi Türkiye ile ilişkilerine özel bir önem veriyor. Bunun en önemli sebebi ABD'nin Irak'tan çekilme planlarının hızlanmış olması. Amerika çekildiği takdirde en dezavantajlı durumda kalacak grup Kürtler. Bunca zaman Washington'un sadık müttefiki oldular ancak bunun bir maliyeti olarak diğer gruplardan da giderek uzaklaştılar. Bu nedenle Kürtler yalnız kalmaktan korkuyor. ABD'nin himayesini kaybettikleri takdirde ne yapacaklarını düşünüyorlar. Bu denklemde de Türkiye öne çıkıyor. Yeni süreçte Erbil'in Ankara ile ilişkilerini iyi tutması şart. Türkiye olmadan bir yere açılması zor. Zaten neredeyse malların tümü buradan gidiyor Kürt bölgesine. Oradaki alt yapı çalışmalarının çoğunu Türkiye'den giden girişimciler yapıyor. Bu Ankara'nın da çıkarına. Kürt bölgesi Türkiye için önemli bir hinterland. Sanırım dış politikamız o bölge ile ilişkilerin getireceği avantajları görüyor. Kürt bölgesinin Irak'tan ayrılıp bağımsız bir devlet olması yönündeki korkuları bir kenara koyup mevcut durumdan nasıl istifade edeceğine bakıyor. Bu değişiklik önemli. Zira korkularla epeyce vakit kaybedildi. Bir sürpriz olmazsa yakın gelecekte bağımsız Kürdistan hayal gibi görünüyor. Çünkü ABD çekilirken Irak'ın bütünlüğünü garanti altına almazsa bölge pimi çekilmiş bombaya dönecek. Tek çatı altında federal bir yapı himayesinde yaşayacak Kürtler de Türkiye'ye tehdit olmaktan uzaklar. İşte böyle bir fonda Kürt meselesini Erbil'de konuşmak anlamlı. • PKK'sız Kürt sorunu Erbil - Nagehan Alçı (Akşam) 18 Şubat 2009 - Çarşamba Şiddetle, vahşetle, kanla, bombayla çözmeye çalıştı birileri. Olmadı. Terör başlığından sıra Kürt başlığına bir türlü gelemedi bu ülkede. İşte bu yüzden, talihsiz kısırdöngüyü kırmak, Kürt ve terör kelimelerini birbirinden ayırmak için Erbil'de atılan adım çok önemli. Geçtiğimiz pazar ve pazartesi günü Türkiye'den ile Irak'tan yaklaşık 200 Türk ve Kürt, Irak'ın Kürt bölgesinde bir araya geldik. Abant Platformu'nun 18. toplantısında dünden bugüne, dilden siyasete duygulardan mantığa birçok başlık altında paylaşılanları ve 'paylaşılamayanları' konuştuk. Toplantıyı değerlendirmek için arka planında birkaç unsuru anlatmakta fayda var: 1) Iraklı ve Türkiyeli Kürtler Irak'ın Kürt bölgesinde bir araya geldi. İki tarafın üstelik Erbil'de buluşması anlamlı bir ilk adım. 2) Türkiye'nin Musul Baskonsolosu Hüseyin Avni Botsalı'nın toplantıya katılıp açılış konuşmalarından birini yapması çok manidardı. Baskonsolosun orada olması Türk devletinin bu girişimi desteklediğini gösteriyor. (Bu arada duyduğum kadarıyla konsolosun katılımı ile ilgili Dışişleri'nde farklı görüşler oluşmuş. Önce katılım iptal edilmiş, sonra gidilmesi kararlaştırılmış.) 3) Toplantıya içlerinde Suat Kınıklıoğlu ve Abdurrahman Kurt'un olduğu dört AK Partili vekil de katılacaktı. Ancak duyduğumuz kadarıyla Başbakan birkaç gün önce vekillere bir yere gitmemelerini tembihlemiş. Her ne kadar buna sebep olarak 'seçime kadar herkes Ankara'da kalsın' cümlesi gösterilse de isteğin altında 'yerel seçimler' ve 'milli hassasiyetler' anahtar kelimelerinin yatması çok muhtemel görünüyor. Bu maddeyi ikinci madde ile birleştirmemiz gerek. Yani hükümet kendi temsilcilerini belli hesaplar nedeniyle gönderemedi ancak bu toplantının Kuzey Irak ve Türkiye arasında önemli bir girişim olduğunu biliyor. Bu nedenle konsolosun orada bulunmasını önemsiyor. 4) Yine de Barzani yönetiminin vekillerin gelmemesinden duyduğu bir rahatsızlık olsa gerek. Zira bölgesel Kürt yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani'nin açılış konuşması yapması bekleniyordu ancak gelmedi. Sebep olarak program yoğunluğu gösterilse de bunun vekillerin gelmemesi ile çakışması ilginç bir tesadüf... 5) Abant Platformu geçtiğimiz yaz Kürt meselesi üzerine Diyarbakır'da bir toplantı organize etmeye çalışmış ancak PKK tehdidi nedeniyle toplantıyı iptal etmişti. Şimdi Erbil'de organizasyon yapmak örgüte bir meydan okuma. Bu meydan okumayı da Barzani Hükümeti yapıyor. PKK'nın pozisyonunu anlamak önemli. Kandil diyalog çabalarında sürecin dışında bırakılmaktan müthiş bir rahatsızlık duyuyor. Bu nedenle süreci baltalamaya çalışıyor. Hatta bu nedenle bazı Kürt aydınlara Erbil'e gitmemeleri konusunda 'ihtar çekmiş'. Ancak sonuç ortada: PKK girişimi engelleme konusunda bir sonuç elde edemedi. Sonuçta Türkiye'de Kürt meselesine kafa yoran isimler Kürt bölgesinde Barzani'nin himayesinde tebliğler sundu, yeni fikirler ortaya attı. Üstelik Abdullah Öcalan'ın Türkiyeye getirilişinin yıldönümü olan 15 Şubat'ta. PKK, Türkiye'de provokasyonlar yaparken o provokasyonlara şiddeti lanetleyen Kürtler'den anlamlı bir cevap geldi Erbil'de. Bu kadarı bile çok önemli bir işaret: Bu coğrafyada bir şeyler değişiyor. Sorunların çözümünde iknanın gücü belki de ilk kez bu kadar açık seçik kabul ediliyor. • İşgal Altında Abant Paltformu... – İlhan Selçuk (Cumhuriyet) 19 Şubat 2009 – Perşembe Fethullah Gülen -nam-ı diğer Feto- Amerika'da yuvalanmış... Türkiye'ye gelemiyor... Neden?.. Korkuyor... mu?.. Tutuklanma korkusu mu var?.. Yoksa kendine göre zamanlamayı mı ayarlıyor... Öyle bir gün gelecek ki, Ayetullah Humeyni nasıl Fransa'dan uçup İran'a konduysa, bizimki de Amerika'dan uçup Türkiye'ye konacak... Hele “dinci karşıdevrimin demokratik diye nitelenen altyapısı“ biraz daha oluşup kıvamına gelsin... Bekliyor Fethullah... * Ama boş da durmuyor... En azından her gün Türkiye'de 800 bine yakın Zaman gazetesini ülke sathında bedava dağıtıyor... Peki, bu para nereden geliyor?.. Ona rufailer karışır... Şu günlerde de Fethullah, Amerika'da oturmakla birlikte, her yıl ’Abant Platformu' etiketi altında düzenlediği malum toplantıyı bu yıl Kuzey Irak'ta yaptırdı... Neden?.. * Eh, bu ’neden' sorusu boşuna değil mi?.. Bizim Feto Amerika'da yaşıyor... Bizim Feto'nun düzenlediği toplantı da Amerikan işgali altında yapılıyor... Doğal değil mi?.. İşgal altında uzlaşma... Stratejinin nerede saptandığı, talimatın nereden geldiği, toplantının hangi amaçlarla Amerikan işgali altında yapıldığı belli değil mi canım... * Ya PKK?.. O bu işe ne diyor?.. Ne diyebilir ki?.. Fethullah'ın sığındığı ABD'nin CIA'sı, işgal altındaki Kuzey Irak'ta geçerli koşulları Feto'nun adamlarına elbette daha önce bildirmiştir... Ne diyor bizim yalaka medya: “- Abant Platformu, Kürdistan'da gerçekleşti...“ ABD'de oturan kaçak imamın Türkiye entellerini işgal altındaki Kuzey Irak'ta toparlayabilmesi büyük başarı... Yalnız Amerikancı imam Feto, toplantıya Ergenekoncu Haham Tuncay Güney'i de katsaydı, şenlik tamam olacaktı... Ergenekon tertibini başlangıçta güdüleyen Tuncay Güney haham... Şimdi medyasıyla Ergenekon tertibini körükleyen Fethullah Gülen imam... İkisi de kaçak... İkisi de dinci... * Vallahi bu Amerika yaman mı yaman... Fethullah'ın Abant Platformu'nu da işgali altında yaptırdı... Yurtdışında yaşayıp Türkiye'yi birbirine katan Fethullah Gülen, Amerika'ya da CIA'ya da helal olsun... • Türkiyeli 100 aydının Kuzey Irak'taki gücü... – Cengiz Çandar (Radikal) 15 Şubat 2009 – Pazar Erbil'e sabaha karşı vardıktan sonra üç buçuk saatlik bir uyku ve vuruyoruz Süleymaniye yoluna. İki saatlik araba yolculuğu için çeşitli güzergâhlar mümkün. Bu kez, kıvrıla kıvrıla Heybet Sultan Dağı'nı aşıp Dukan üzerinden, Küçük Zap boyunca Süleymaniye'ye ulaşıyoruz. Nuşirevan Mustafa Emin, Irak Kürt mücadelesinin kıdemli liderlerinden. Komala'nın lideri, Kürdistan Yurtseverler Birliği'nin kurucularından. Yakın zamana dek Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin örgüt içinde ’iki numarası' konumundaydı. Evinde sohbetteyiz, “Türkiye, bizim için stratejik geleceğimizdir“ diyor ve ekliyor “Zaten, biz Irak Kürtleri, ismimiz öyle de değilde ya, Viyana önlerinde, Balkanlar'da, Çanakkale'de birlikteydik...“ Böyle bir tarih referansı ilk bakışta ’hamasi' görünebilir ama bugün Irak Kürtleri arasında Türkiye'ye ilişkin ve ’ortak geleceğe' ışık tutacak algılama ve ruh haletini de yansıtıyor. Aslında Türkiye'nin yoğun ve baş döndürücü gündemi bakımından sessiz sedasız ama Türkiye'de sık sık gündemin birinci maddesine yükselen Kuzey Irak'ta çok büyük yankılar yaratan bir girişim ile yanıbaşımızdaki coğrafyadayız. Türkiye kamuoyunda isimleri gayet iyi bilinen 100 dolayında aydının ’Erbil çıkartması'nda. Bugüne dek görülmemiş, rastlanmadık bir olay. ’Abant Platformu', 1998'de 28 Şubat şartlarında ilk kez ’laik ve İslami eğilimdeki aydınları görüş farklılıklarını koruyarak uygar bir diyalog zemininde hoşgürü kültüründe bir araya getirmek' amacıyla toplanmıştı. Aradan geçen 11 yıl içinde her yıl Abant'ta yaptığı toplantıları, dışarıya Washington'a, Brüksel'e, Paris'e ve Kahire'ye de taşımıştı ama ilk kez bizdeki adıyla Kuzey Irak'a, buradaki adıyla Irak Kürdistanı'nın merkezi Erbil'e taşıdı. Erbil'e bölgenin ’idari' merkezi ama Süleymaniye, ’kültürel-düşünsel merkezi' kimliğini korumaya devam etti. Erbil'e gelmişken Süleymaniye'ye de uzandık... *** Bir uçak dolusu Türkiyeli aydının sabaha karşı Erbil'e konması, taraflar arasında yakın tarihteki ilişkilerin tabiatına ve seyrine bakılırsa pek öyle sıradan bir olay değil. Türkiye için de değil ama Türkiye sarsıntılı iç gündemi içinde buna dikkat edecek halde de değil. Ama, izdüşümünü Türkiye'nin Güneydoğu'suna ve başkent Ankara'daki siyasi karar merkezlerine düşürecek önemde bu gelişme, burada özel bir heyecan yaratmış durumda. Bunu Süleymaniye'deki uzun yemek masasının çevresine dizilen insanların isimlerine ve kimliklerine bakarak anlayabiliyoruz. Süleymaniye Valisi, bu ziyaretten ’onur duyduğunu' söylüyor, yemek masasında Kürtlerin sokaktaki çocuğun adını bildiği en büyük şairleri Şerko Bekes'ten, Süleymaniye Üniversitesi Rektörü Dr.Ali Said'e, Kürdoloji Enstitüsü Başkanı Dr. Refik Sabır'a, Irak Kürt gazetelerinin ve televizyonlarının genel yayın yönetmenlerine, tanınmış köşe yazarlarına, ileri gelen akademisyenlerine dek, herkes mevcut. Türkiye'ye ilişkin ve Türkiye ile Irak Kürtleri ilişkileri konusunda hararetli, övücü, heyecanlı konuşmalar ve Türkiye'den 100 dolayında aydının buraya gelmesinden duyulan mutluluk konuşmaları dinliyoruz. Aklıma iki yıl önce, bir Erbil-Süleymaniye dönüşü yazdığım yazının başlığı geliyor; ’Kuzey Irak'a TSK ile değil, Kürdistan'a TPAO ile girmek' idi. Henüz TPAO buraya gelmiş değil, bölgenin 20-25 milyar varillik ve günde 1 milyon varil petrol üretebilecek rezervi toprağın altında işlenmemiş duruyor. Bu rezerv, petrol zenginliği kanıtlanmış olan Kerkük'ün iki misline yakın. Türkiye'nin nice sorununu çözecek olan zenginlik, burada. Irak'ın henüz aşılmamış binbir sorunu içinde belirsiz bir geleceği bekler halde. Evet, TPAO, bir dizi siyasi ve teknik sorundan ötürü henüz burada değil ama ilk kez 100 Türkiyeli aydın Irak Kürdistanı'nda. Abant Platformu, bölgede 100 Türkiyeli aydının ’Erbil çıkartması' Irak Kürt toplumunun her katmanında heyecan dalgasını kabartmış vaziyette. *** Yolda gelirken, bugüne dek nasıl olmuş da okumamış diye hayret ettiğim bir metni okuyordum, ’Kuzey Irak Kürtlerin Piemonte'si mi?' başlığını taşıyordu. Piemonte, merkezi Torino olan ve İtalyan milli birliğinin 1870'lerde kurulmasına öncülük eden merkez. Bu benzetmeden kalkarak Kuzey Irak ya da Irak Kürdistan'ı, tüm Kürtler için bir çekim alanı olacak bir ’bağımsız Kürt devleti' olabilir mi? Türkiye'nin buraya ilişkin korkuları, hep ’Kuzey Irak'ın Kürtlerin Piemonte'si' olması üzerine odaklandı. Oysa, aynı yazıda, Sovyetler Birliği'nin dağılışından sonra bağımsız olan Moldova'nın aynı etnik kökene sahip olmasına rağmen Romanya ile birleşme yolunu seçmediği hatırlatılıyor; Norveç'in petrol zenginliğine kavuştuktan sonra İskandinav kardeşleri İsveç'le hiç birleşme güdüsü taşımadığı vurgulanıyor. Bu olgulardan hareketle, AB yolunda kültürel haklarını tümüyle edinecek Türkiye Kürtlerinin, Irak Kürdistan'ı ile birleşik-bağımsız bir Kürt devleti kurmak istemelerinin düşünülemeyeceği üzerinde duruluyor. Bu nedenlerden kaynaklanan Türkiye'nin Kuzey Irak korkusunun ’anakronik' olduğuna değiniliyor. Erbil-Süleymaniye hattında kısa bir tur, 2009 yılında ’çekim merkezi'nin, Kürtçe TRT yayınına başlamış, üniversitelerinde Kürdoloji enstitüleri kurulmasını düşünen bir Türkiye olduğunu bize gösteriverdi. Türkiye Kürtleri için Kuzey Irak'ın çekim alanı olmasından çok daha kuvvetli bir çekim alanı, Irak Kürtleri açısından Türkiye olarak söz konusu. Abant Platformu toplantısı için Erbil'e ayak basan üniformasız 100 Türk aydınının buradaki oluşturduğu ’sinerji'den üreyen gücün, 700 bin üniformalı personele sahip TSK'nın Kandil Dağı üzerindeki etkisinden çok daha etkili olduğunu yerinde gözlemledik... • Kuzey Irak mı, Kürdistan mı? – Cengiz Çandar (Radikal) 17 Şubat 2009 - Salı Erbil'de ’Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' başlıklı Abant Platformu'nun ilk gününe damgasını vuran ’Kuzey Irak mı, Kürdistan mı?' üzerinde yoğunlaşan tartışma olmalı. Türkiye'den gelen Türk ve Kürt 100 aydın, kendilerine Erbil'den katılan bir o kadar sayıda ve hatta daha da fazla Iraklı Kürt ile ’Barışı ve Geleceği Birlikte' ararlar iken ilk bakışta bir ’semantik' meselesi gibi gözüken bu sorunun aslında Türkiye'nin bölgedeki geleceğini yakından ilgilendiren ve hatta etkileyeceğini herkes bilinçaltına yerleştirmiş olmalı. Türkiye ve yerel medyanın hatta El-Cezire televizyonunun da varlığı ile yoğun bir basın-yayın kuşatması altında cereyan eden toplantı, Kürdistan TV ve Türkiye'nin bir ulusal kanalının canlı yayını sayesinde onbinlerce, yüzbinlerce kişi tarafından sınırın iki yanında izlendi. Türkiye'den katılımcıların yaptıkları konuşmalarda geleceğe yönelik ’beraberlik' vurguları ne kadar kuvvetli olursa olsun, Kürt katılımcılar Türkiyelilerin ’Kuzey Irak' sözcüğünü kullanmalarını gözden kaçırmadılar. ’Kuzey Irak mı, Kürdistan mı?' sorusu tartışmaların odağına böyle oturdu. Türkiyeliler, Türkiye'nin iç dengeleri ve daha henüz genişlememiş ve hatta kırılamamış ’zihin kalıpları'nın ayırdında olarak ’Kürdistan' sözcüğünün kullanılmasının gereksiz duyarlılıkları taşıyacağı kanısında olmalıydılar. Onca süre varlığı inkar edilmiş insanlara adını koyarak ’Kürtler' denilmesi ve ’Kürtler'le beraber barışçı bir ortak gelecek aranması zaten çok önemli ve çok değerli bir adımdı. Yavaş yavaş, sindire sindire... Oysa, ’Kürdistan' sözcüğünü telaffuz etmemek için ’Kuzey Irak'ı tercih etmek, ’Kürtler' açısından inkâr zihniyeti ve politikasının devamı olarak algılanıyordu. *** Türkiyeli 100 aydın, bir o kadar Iraklı Kürt katılımcıyla birlikte ’Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' amacıyla toplandık. İki tarafın resmi makamları bu toplantıyı onaylıyor ve destek veriyorlar. Nerede toplandık? Erbil'de. Erbil neresi? Birçoğumuz için Kuzey Irak'ta bir şehir. Hatta Türkiye'deki resmi söylem yavaştan ’Kuzey Irak'ı da terk etti, ’Irak'ın kuzeyi' demeye başladı. Kuzey Irak'ta ya da ’Irak'ın kuzeyinde'yiz. Coğrafi anlamda bunda bir yanlış yok. Ama Kürtler için burası Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin merkezi. Kürdistan Bölgesel Yönetimi sözcükleri ise Irak Anayasası'nda mevcut. Yani buranın, sadece bir coğrafya veya kültürel algılama olmanın ötesinde bir yasal adı var. Türkiye'den gelenlerimiz arasında en ileri gidebilenlerimiz ’Kürt Bölgesel Yönetimi' diyebiliyor ama ’Kürdistan' sözcüğünü telaffuzda zorlanıyor, dilleri dönmüyor. ’Kürt' tamam ama ’Kürdistan' sözcüğü telaffuzu pek zor; resmi ağızlarda , ’Kuzey Irak'tan ’Irak'ın kuzeyi'ne, geriye doğru geçiş yapıldığı bir dönemde ’Kürt'ten ’Kürdistan'a doğru ilerlemek olağanüstü zor olmalı. *** Erbil'deki toplantının ilk gününe ’Dil, Kimlik, Kültür: Ortak Değerler' başlıklı yüreklere ve akla bir arada hitap eden unutulmaz konuşmasıyla Türkiyeli şair Bejan Matur damgasını vurdu. Yetmişli yılların başında dedesinin ve köyündeki yaşlıların kaçak radyo istasyonlarından gizlice buradaki mücadeleyi nasıl dinlediklerini anlatırken, “Uzak, dağların ardındaki bir ülkede birileri kendilerine Kürt diyor ve kimliklerinin mücadelesini veriyorlardı. Dedem ve köydeki yaşlıların adını koymasalar da uzaktan uzağa Kürtlüklerinden gizli bir gurur duyduklarını hissederdim... Tıpkı dinledikleri radyo istasyonları gibi duyguları da onlarda bir kaçaklık hissi yaratıyordu. Türkiye'de yaşayan Kürtler için çoğunlukla böyleydi. Kendi varlıklarını yok sayan bir ülkede yaşamayı katlanır kılıyordu“ diyerek Türkiye Kürtlerinin burasıyla özel, derin ve güçlü duygu bağlarını dile getirdi. Türklerin çoğunun habersiz olduğu, anlam dünyalarında pek yer etmemiş ama vatandaşlarımızın önemli bir bölümünü saran bir bağlantı bu. Bejan Matur, buraya ilk ayak basışını anlatırken ise şöyle dedi: “Manevi bağı hepimizi kuşatan ülke ihtimalinin peşinden Kuzey Irak'a giden çoğu Kürt gibi ben de heyecanlıydım. Kürdistan adının sakınılmadan kullanıldığı topraklarda, Kürtlerin kendilerini nasıl yönettiklerinin tanığı olmak gizli bir gurur ve heyecan yaratıyordu bende de. Bir ülke ihtimalinden çok biir özgürlük ihtimali olmasıyla ilgiliydim...“ Bu sözleri işitince ’Kürdistan' sözcüğünü kullanmanın Kürtlerin özgürlüğü kavramıyla eşitlendiğini, ’Kuzey Irak'ın ise, böyle bir niyet taşımıyor olsa bile, kendiliğinden bunu göz ardı eden bir ’Ankara siyaseti' olduğunu düşündüm. Bejan Matur, bu anlam dünyasını siyasi tahlil alanına da taşıdı: “Hepimiz tanığıyız; Güneyli Kürtleri dışlayan, küçümseyen her karar, her söz Türkiyeli ve güneyli Kürtleri kenetledi. Kürtler arasındaki farklılıklar, ortak değerler söz konusu olduğunda hızla kapandı. Türkiyeli Kürtler güneyli kardeşleri hakkında söylenen, ima edilen her sözden bu derece etkilenirken Türkiye'nin onlara rağmen bir siyaset üretmesi mümkün olamazdı, olmamalı. Türkiye artık gerçeklerin ülkesi olmak yolunda. Hayatın dayattığı hakikatin ülkesi olmak. Demokratikleşme için güneyli Kürtlerin Türkiye'ye ihtiyacı olduğu kadar, Türkiye'nin de güneyli Kürtlere ihtiyacı var...“ Durum iyidir. Çünkü, barışı ve geleceği ’birlikte' arıyoruz. Erbil'de! • Erbil'de Ergenekon'u fark etmek... – Cengiz Çandar (Radikal) 18 Şubat 2009 - Çarşamba Erbil'deki ’Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' başlıklı toplantı iki günlük yoğun oturumların ardından bir ’Sonuç Bildirgesi' ile sona erdi. Türk medyasının bu kadar tanınmış ve etkili isminin bir arada bulunduğu pek az toplantı hatırlıyorum ama Türkiye'nin çok kez gündeminin en başına oturan bu gizemli topraklara ilk kez bu kadar fazla sayıda tanınmış insan ayak basıyor ve burası Türkiye gündeminde belki de ilk kez yer bulamıyor. Sanıyorum orada bulunan ve Irak Kürdistan topraklarına ilk kez ayak basan arkadaşlarımızdan önemli bölümü, gözlemlerini şöyle bir sindirdikten sonra bugünden başlayarak kaleme alacaklar. Birçoğu iki gün boyunca Kürt medyasının yoğun ilgisinden pek nefes de alamadılar oysa. Toplantı salonunun içinde herhangi bir köşede veya bahçede ya televizyon kameralarının karşısında veya yazılı basının mensuplarıyla, Türk medya mensupları ile akademisyenlerini mülakat verirken her an görmek mümkündü. Irak Kürt medyasının olağanüstü ilgisiyle ters orantılı bir yansıma söz konusu bizim medyada. Irak Kürt ortamında, o toprakların insanı şaşırtacak ölçüdeki sakinliğine karşın çok canlı, çoğulcu bir medya mevcut. İster Irak Kürt medyasının mensubu olsun, ister herhangi bir Iraklı Kürt, birarada oldukları, karşılaşma imkânı buldukları her Türk'e mutlaka ’Erbil'de niye Türkiye'nin bir başkonsolosluğu' bulunmadığını soruyorlar. Buna benzer bir soru ise, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Irak'a yapması beklenen resmi ziyarete Erbil'i de dahil edip etmeyeceği. Bu soruların cevaplarında aranan, kuşkusuz, Türkiye'nin Irak'ın kuzeyinde oluşmuş olan ’Kürt antitesi'ni, resmi adıyla ’Kürdistan Bölge Yönetimi' olgusunu gerçekten kabul edip etmediği. ’Kürdistan' adına Türkiye'nin kendini alıştırması gereğinin yanısıra, ’Kürt kimliği'nin, izdüşümünü Türkiye'nin kendi içine düşürecek şekilde, kabul edilmesinin ölçüleri buralardan geçiyor. *** Irak'ın Kürdistan Bölge Yönetimi adıyla oluşmuş Erbil, Süleymaniye ve Dohuk vilayetlerinde yüzlerce Türk şirketi var. Ayrıca, Türkiye'nin Güneydoğu'sundan binlerce insan iki yönde geçip duruyor. Bu kadar güçlü bir beşeri ve ekonomik-ticari temas ve geleceğin içerdiği her yönde siyasi-ekonomik-kültürel ’ilişki potansiyeli', Türkiye'nin Erbil'de devlet kimliğiyle doğrudan temsilini zorunlu kılıyor. Türkiye'nin Musul'da bir başkonsolosluğu üç yıldır açık. Ama, Erbil'e bir saat uzaklıktaki Musul, güvenlik açısından sıkıntılı bir bölge olmasının yanısıra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Erbil ile kıyaslanmayacak ölçüde az ayak bastıkları bir alan. Türkiye'nin Musul Başkonsolosu, üç yıllık görev süresi boyunca Erbil'e ikincisi Abant Platformu vesilesiyle olmak üzere sadece iki kez ayak basmış. Kendisini hayli kilo almış gördüğümü söylediğimde, görev yeri ile evi arasında iki yüz metrelik bir mesafe olduğunu, ’hareketsizliğin' o görüntüsüne yol açtığını söyledi. Türkiye'den gelenler onuruna verilen akşam yemeği, herhalde tüm görev süresi içinde evinin dışında öyle bir imkânı bulduğu nadir fırsatlardan biriydi ve o Erbil'in ferah ortamı sayesinde ve Türkiye'den 100 aydının Erbil'e ayak basması sayesinde gerçekleşebildi. Taraflar arasında ilişkilerin gelişmekte olduğu, resmi alanda bir ’yakınlaşma'nın söz konusu olduğu ve bizlerin Erbil'de bulunmasının bunu daha da hızlandıracağı ve olumlu katkı yaptığı her vesilede söylendi. Ancak, bu, olması gerekenin hala altında ve yavaş. *** Türkiye'nin bölgedeki gelecek potansiyeli öyle ki, kendisi bunu ne ölçüde değerlendiremese de, ’çevre' buna karşı şimdiden ’ön alma' çabasında. Bizlerden bir gün önce Erbil ve Süleymaniye'ye aniden İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Mottaki'nin ziyaret etmesini, Kürt yetkililer ’Türkiye'ye verilmiş bir mesaj' olarak yorumluyorlar. İran'ın Erbil ve Süleymaniye'de başkonsoloslukları zaten vardı. İran Dışişleri Bakanı'nın şu dönemde Bağdat'a yaptığı ziyaretin ardından Erbil'e gelmesi, bir ölçüde Türkiye'ye ’Burayla gereğinden fazla ilgilenme. Burada biz varız' türünden bir mesaj olarak algılanıyor. Durum bu iken, Türkiye'nin Musul'da üç yıl önce yeniden açtığı başkonsolosluktan sonra ta Irak'ın en güneyindeki Basra'da başkonsolosluk açmış olması, Erbil'de ’başkonsolosluk açılması'nın ’inşallah ilerde'ye bağlanması, ’atın önüne arabanın konması'ndan başka bir anlam taşımıyor. Ayrıca, Erbil'e Amerikan Başkan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı'ndan İran Dışişleri Bakanı'na uzanan uluslararası şahsiyetlerin ayak basmasına karşılık, hiçbir üst düzey sıfat sahibi Türk yetkilisinin buraya gelmemiş olması, Kürtler nezdinde ’incitici' bir algılamadan gayrı, Türkiye'ye ilişkin ’mesafeli duruş' ve ’gereksiz kuşkuları' devam ettirici bir rol oynuyor. O nedenle Abant Platformu'nun ’Sonuç Bildirgesi'nde vurgulandığı gibi Erbil'te Türkiye Başkonsolosluğu'nun açılması zaman geçirilmeden kararlaştırılmalıdır. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Irak ziyaret gündemine Erbil'i mutlaka dahil etmelidir. Erbil izlenimlerine ilişkin en anlamlı sözü Abant Platformu'nu düzenleyenlerden birinden işittim. Erbil havaalanına doğru Erbil ile Selahaddin arasındaki Khanzad otelinden yola çıktığımızda bana “Burayla ne kadar güçlü bir beraberlik imkânı var. İnsanlar bizlere ne kadar sıcak ve istekli. Bunca yıldır buraya uzak durmamızı, burayı düşman toprağı gibi görülmesini isteyenlerin Ergenekoncular olduğunu anladım“ dedi. Her taşın ardında ’Ergenekon' aranması belki gereksiz. Ancak, Kürtlere ilişkin herşeyde ’Ergenekon'un bulunduğu kesin... • Monica'lar diyarında Türk-Kürt konferansı – Emre Aköz (Sabah) 15 Şubat 2009 – Pazar Gece yarısı İstanbul'dan kalkan Atlasjet uçağı Kuzey Irak'ın Erbil kentine doğru yol alırken, yanımdaki Türk işadamı da anılarını anlatmaya başladı: "Erbil'e ilk geldiğimiz günler. Bir araç satın alayım dedim. Kürt arkadaşlar 'Monica al, Monica'lar iyidir' dedi. Ben de şu araba işinden pek anlamam. Etrafa bakıyorum, Monica marka otomobil nasıl bir şeymiş diye... Göremiyorum. Sonunda dayanamadım, sordum. Meğer Toyota'nın Land Cruiser model ciplerine Monica diyorlarmış." "Niye Monica" diye sordum. Tam o anda, bizim sohbetimize kulak misafiri olan Erbilli Kürt işadamı lafa karıştı. İri portakalları avuçlarmış gibi top top yaptığı ellerini göğsüne götürerek, "Hani Bill Clinton 'ın Monica'sı vardı ya..." dedi. Önden bakıldığında göze çarpan yuvarlak hatları nedeniyle Land Cruiser'lara Monica diyorlardı. Konuşma ilerledikçe, tüm bölge dillerini şakır şakır konuşan sevimli işadamının anlattıklarından, bu ad takma hobisinin bölge pop kültürünün önemli bir parçası olduğunu anladım. Cep telefonlarına da, modeline, biçimine bakarak, 'Barzani' ya da 'Talabani' diyorlardı. Bu ad takma kültüründe göze çarpan herkes ve her nesne başka bir şeyle anılıyordu. Tevatüre göre, bölgenin ünlü bir erkek şarkıcısı, kendisine üç tekerlekli motosiklet markası uygun görüldüğü için Barzani'ye yakınmış. Barzani de "Sen gene iyisin, ya ben ne yapayım" demiş, "Baksana beni de cep telefonuna benzetiyorlar." İki saatlik uçuştan sonra Erbil Havaalanı'na indiğimizde çevreye baktım. Hakikaten de birçok Monica vardı! Belli ki Monica, Kuzey Irak'ın statü simgesi. Sahipleri "para bende" diyor. (Aklıma gelmişken: Bir zamanlar Türkiye'de de ' Alırsan Ford, olursun lord' denirmiş. 1950'li yıllar olsa gerek.) Ancak Monica'ların tüm sahiplerine zevk ve mutluluk getirdiğini söylemek mümkün değil. Kimi terör gruplarının baş hedefi yine onlar oluyor. Bu yüzden önemli şahıslar şaşırtmaca yaparak, eski otolara biniyorlar. Kendisi de bir Monica sahibi olan Kürt girişimci, başta ithalat yaptığı ABD olmak üzere birçok ülkeye İstanbul üzerinden uçtuğunu söyledi. "Niye Bağdat değil" diye sordum. Yüzünü buruşturarak, "Dünyaya bir kere geldim" dedi. "Canıma susamadım" demenin bir başka biçimi... Yukarıdaki muhabbetin yapıldığı uçakta 100 kadar Türkiyeli akademisyen, araştırmacı ve gazeteci vardı. Bu kişiler, bölgedeki dostlarla birlikte, bugün başlayıp iki gün sürecek olan TürkKürt konferansına katılacak. "Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak" başlıklı konferansı, Abant Platformu çerçevesinde Selahaddin Üniversitesi ve Mukriyani Enstitüsü düzenliyor. Bu konferans sadece "bir ilk" olduğu için önemli değil. Dünya artık Obama Çağına girdi; siyasi ilişkiler başka bir şekil alacak. Şiddet azalacak, diyalog çoğalacak. Bu konferansa Türkiye'nin güvenliğinden sorumlu üst düzey bazı yetkililerin de önem verdiğini biliyoruz. Çünkü dünya sistemi PKK'nın tasfiye edilmesine karar verdi. Artık iş zamana kaldı. Örgüt sönüp gidecek. İyi de, sonra ne olacak? Ankara hem kendi Kürtleriyle, hem de Kuzey Irak Kürt yönetimiyle nasıl bir ilişki kuracak? Hangi sorunlar, nasıl çözülecek? İşte açılış konuşmasını Barzani'nin yapması beklenen konferans bu açıdan önemli... İzlenimlere daha sonra devam ederim. • Artık o kelimeye ağzınızı alıştırın – Emre Aköz (Sabah) 17 Şubat 2009 – Salı Abant Platformu'nun Erbil'de düzenlediği ' Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' başlıklı konferansta, Kürt katılımcıların bir hassaslığına şahit olduk. Bu siyasi birime ne isim verilecekti? Türkiye'den gelen 100 kadar entelektüelin bir kısmı 'Kuzey Irak' diyordu. Bazıları ise 'Kürt Özerk Bölgesi' demeyi tercih ediyordu. Öte yandan bu toprakların adı, Irak Anayasası'nda ' Kürdistan Bölgesi' diye geçiyordu. Bölgeyi yöneten siyasi oluşuma ' Kürdistan Bölgesel Hükümeti' adı veriliyordu. Kürt aydınları ise Türkiye'den gelenlerin Kürdistan'dan başka bir tabir kullanmasını, en hafifinden hayretle, genellikle de kontrollü bir kızgınlıkla karşılıyorlardı. ( Not: Öte yandan bölgenin başkenti olan kente Hewler yerine Erbil denmesini önemsemiyorlar.) Bu tür bir kelime hassasiyeti bize yabancı değil. Batı medyasında İstanbul'a ' Konstantinopolis' dendiğinde; kızar, köpürürüz. O adı Batı'nın bilinçdışında uyuklayan bir canavarın, arada sırada horlaması olarak kabul ederiz. Uzun bir uykuya yatan bu canavarın amacı, gün gelip uyandığında, İstanbul'daki Türk egemenliğine son vererek Konstantinopolis'i tekrar kurmaktır. Kürdistan kelimesi de aynı bizimki gibi zengin tarihsel anlamlarla yüklü. Osmanlı, Kürtlerin yaşadığı bölgeye Kürdistan diyordu. Bu gayet normal, kompleksiz, düz bir adlandırmaydı. Cumhuriyetin ilk yıllarında da aynı kelimeye rastlıyoruz. Ama özellikle Kürt isyanlarıyla birlikte kelime hızla kullanımdan çıkmıştı. Irak yönetimlerinin ve bilhassa Diktatör Saddam'ın, Kürtler üzerindeki baskısı da Türkiye'yi etkiledi. Türk basınında Kürdistan kelimesi kullanılmaz oldu. Ankara için bu kelimenin bir başka anlamı daha vardı. Mantık silsilesi şöyle bir şeydi: "Kürdistan dersem devlet kuran bir etnik grup olarak Kürtlerin varlığını kabul etmiş olurum... O durumda 'Türkiye Kürtleri' de bir ulus olur... Ama bu da, 'tek devlet, tek bayrak, tek ulus' formülünün ' tek ulus' bölümüne aykırıdır... O halde Kürdistan kelimesini görmezden gelmem gerekiyor." Konferansa katılan Türk entelektüellerin elbette böyle bir bakış açısı yoktu. Onlar zaten bu mantığı eleştiren kişilerdi. Ancak Türkiye'deki eğitim sistemi ve medya atmosferi, belki de hissettirmeden onları etkiliyordu. Kürt katılımcılar ise Kürdistan kelimesinden bu kaçışta, ' Hâkim ulus ve büyük devlet kibrini' görmeye yatkındı. Ankara'nın 80 yıllık dışlayıcı ve küçümseyici tavrı, işte Türk entelektüelleri aracılığıyla bir kez daha karşılarına çıkmıştı. Evet, Kürtler genelde böyle düşünüyordu ama Türkiye'yi yakından izleyenler yakın zamanlara kadar hiç ummadıkları bir değişime şahit oluyorlar. Ankara'nın Kürtlere karşı tavrı yavaş yavaş değişiyor. 'Kürt bölgesini' bir tehdit değil, bir fırsat olarak görmeye başlıyor. Konferansta da belirttiğim gibi: Bugüne dek devlete bakarak pozisyon ve dil belirleyen Türk medyası, yakında Kürdistan kelimesini sıkça kullanmaya başlarsa... Düne kadar dağlı düşmanlar diye sundukları Kürtlerin, aslında yüce gönüllü dostlar olduğunu aniden keşfederse sakın şaşırmayın. • Genç Kürdistan'ın abisi kim olacak? – Emre Aköz (Sabah) 19 Şubat 2009 – Perşembe Abant Platformu'nun Erbil'de düzenlediği ' Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' başlıklı konferansta, ilginç bir iletişim sorunuyla karşılaştık. Türkiye'den Kürdistan'a 100 kadar akademisyen, araştırmacı, aydın ve gazeteci gitmişti. Bu çıkartma başlı başına bir olaydı . Büyük bir jestti . Hükümet krizi nedeniyle Başbakan Neçirvan Barzani katılamamıştı ama Bölge Valisi ve Kültür Bakanı konferanstaydı. Türkiye'nin Musul Konsolosu Hüseyin Avni Botsalı da Erbil'e gelerek açılışta konuştu. Türkiye'den giden grup 24 saat sıkı biçimde korundu, bindikleri otobüsler için trafik akışları kesildi. Peki, konferansın içeriği nasıldı? İzlenimim şöyle: Bizimkiler olayı daha ziyade soyut düzeyde ele almayı, kimlik politikalarından söz etmeyi, işe edebiyat katmayı tercih ediyordu. Kürt tarafı ise ' somut meseleleri, somut bir dille' ele almak istiyordu. Mesela: Türkiye'nin sınır kapılarında çıkardığı sorunlar ne zaman bitecekti? Türkiye ne zaman Erbil'de konsolosluk açacaktı? Akademik toplantılarda katılanlar aynı mesleki kültürü paylaştığı için taraflar kolayca anlaşır, anlaşmadıkları durumlarda, niye anlaşamadıklarını bilirler. Erbil'deki toplantıda ise böyle bir konferans kültürü yoktu. (Zaten ilk kez böyle bir araya gelindiği için olması da mümkün değildi.) Şu da söylenebilir: Türkiye Kürtleri gibi, Irak Kürtleri de siyasetle fevkalade ilgiliydi. Dönüp dolaşıp konuyu siyasete getiriyorlardı. Bizim konuşmacı ve tartışmacılar ise gündelik siyaset yerine sosyolojiye, medya analizine, tarihe eğilimliydi. Özetle: Biçimsel anlamı önemli, içeriği ise görece zayıf bir konferans oldu. Bir de tahminim var: ABD, Irak'tan çekildikçe, Kürdistan, doğudan İran'ın, güneyden Arapların baskısına maruz kalacak. Bence önümüzdeki dönemde Türkiye, Kürdistan'ın ' soft power' ve ekonomik ilişki anlamında abisi olmaya çalışacak. (Eğer devletlerin arasında kaçınılması zor bir güç rekabeti varsa, bunu yapmaya da mecbur!) Yakın tarihlere kadar, " Bağımsız Kürdistan, Türkiye'nin bütünlüğünü tehdit eder " diyen Ankara'nın kırmızı çizgileri silindi gitti. Henüz pek toy olsa da, Kürdistan devleti ilan edildi. Türk işadamları da onun gelişmesinde pay sahibi oldu. Bundan sonra birleşik Irak'a dönüleceğini sanmıyorum. Tersine Türkiye, Kürdistan'ı korumaya ve geliştirmeye çalışacak. Kürdistan'da petrol var, Türkiye'de ise mal ve mühendislik bilgisi... Erbil'de apaçık gördük işte: Kürtlerin gözü kulağı Türkiye'de... Ama Ankara'dan ziyade İstanbul'da! (Ticaretin sorun çözücü gücünü yabana atmayalım.) Bütün bunların olması için de Türkiye'nin kendi Kürtleriyle olan sorunlarını halletmesi gerekiyor. • Erbil'de Abant açılımı - Amberin Zaman (Taraf) 13 Şubat 2009 Cuma Önümüzdeki pazar günü Erbil'de Abant Platformu'nun düzenlediği çok önemli bir toplantı yapılacak. ’Barış ve Geleceği Birlikte Aramak' başlıklı toplantının açılışını Kuzey Irak'taki yerel yönetiminin başbakanı Neçirvan Barzani yapacak. Henüz kesinleşmemekle birlikte Türkiye'nin Musul Başkonsolosu Hüseyin Avni Botsalı'nın da toplantıya iştirak etmesi bekleniyor. Aralarında Güneydoğulu işadamları, eski Diyarbakır Milletvekili Haşim Haşimi, Cengiz Çandar, Mümtaz'er Türköne, Altan Tan, İbrahim Kalın, Mardin Süryani Metropoliti Saliba Özben dahil olmak üzere 100'e yakın kişi toplantıda hazır bulunacak. Abant Platformu'nun Kuzey Irak'ta düzenlediği ilk panel olmasından öte bu çıkartma Türkiye ve Irak Kürtleri arasında sağlıklı bir diyalogun oluşturulması açısından fevkalade mühim bir girişim. Anımsarsanız geçen yıl bir dizi tehdit sonucunda Abant Platformu Diyarbakır'da düzenlemek istediği toplantıyı iptal etmek zorunda kaldı. Sanırız bu tehditlerde bulunan kesim Erbil'deki toplantıyı da bir çeşit AKP'nin seçim öncesi Kürt oylarını toplamak adına yapılan bir propaganda şovu olarak takdim etmeye çalışacaktır. Oysa Fethullah Gülen cemaatine yakın örgütler ve kişiler gerek okul açarak, gerek hastane kurarak uzun zamandır Türkiye ve Kuzey Irak arasında köprü kurma çabasında bulunuyorlar ve oldukça da başarılı olmuşlardır. Kuzey Irak yönetiminin önde gelen isimlerinin çocukları bu okullara gidiyor, ve veli-öğretmen arasında oluşan bağlar neticesine pekişen karşılıklı güven birçok alanda olumlu yansımaları da beraberinde getirmiştir. Son zamanlarda özellikle Dışişleri Bakanlığı'nın Irak koordinatörü Murat Özçelik'in bölgesel Kürt yönetiminin cumhurbaşkanı Mesut Barzani'yle yaptığı görüşmeler Türkiye'nin de artık Kuzey Irak ile ilişkileri rayına oturtma arzusunu net biçimde ortaya koymuştur. Kuzey Irak'la sağlıklı diyalog kurmak aslında Türkiye'nin bölgesel güç olma çabalarının anahtarını teşkil ediyor. Bunun birçok sebebi var. Birincisi istikrarsız bir Irak'ın Türkiye'ye mutlak olumsuz yansımaları olacaktır. Irak'ın diğer bölgelerinin, nispeten güvenli bir ortam oluşturan Kürtlerin Kerkük üzerindeki iddiaları yüzünden şiddete bulaşma ihtimali gün be gün artıyor. Bu duruma seyirci kalamayacak olan Türkiye de ister istemez müdahale etmek durumunda kalabilir. Bu konudaki tehlikelere dikkat çeken Ortadoğu uzmanı Henri Barkey'nin ABD'nin en saygın düşünce kuruluşları arasında anılan Carenegie Endowment for International Peace için kaleme aldığı ’Preventing Conflict Over Kurdistan' (Kürdistan'da Kavgayı Önlemek) adlı kapsamlı raporunu okumanızı öneririm. Barkey'nin de ifade ettiği gibi; Türkiye'nin Kuzey Irak'taki federal yapıyı içine sindirerek bölgesel yönetim ile kuracağı sağlıklı diyalog Kerkük olsun, PKK olsun, Irak'ın zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarının Türkiye üzerinden Batı'ya ulaşması olsun, birçok açıdan her iki tarafın menfaatlerine hizmet edecektir. Ayrıca Ankara'nın Bağdat üzerindeki nüfuzunu artırırken İran'ın da bölgedeki artan ağırlığını dengeleyecektir. Tüm bunlar Türkiye'nin Pejak'ı terör listesine alarak bir iyi niyet jesti yapan Obama yönetimiyle ilişkilerini de güçlendirecektir. Ve tabii yine de Barkey'nin de işaret ettiği gibi Türkiye'nin kendi Kürt sorununu çözmesinde büyük fayda sağlayacaktır. Şüphesiz bütün bu konular Abant Platformu'nun düzenlediği toplantıda etraflıca ele alınacaktır. Eğer her iki tarafın basını konuşulanları objektif biçimde çarpıtmadan aktarabilirse, hükümetin Kuzey Irak'la diyalog çabalarını güçlendirecektir, doğal müttefik olan Türkiye ve Iraklı Kürtleri daha da yakınlaştıracaktır. • Erbil'de barışı ve geleceği ararken (1) - Leyla İpekçi (Taraf) 17 Şubat 2009 - Salı Irak dendiğinde imgenizde sürekli bombalar patlayan bir yer beliriyor. Orada insanların yaşamayı sürdürdüğü ve hikâyelerin iç içe yazılmaya devam ettiği unutuluyor, gözardı ediliyor. Irak'ın kuzeyindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nden bahsettiğinizde ise insanların kafası karışıyor. Sorular uçuşuyor havada. Türkiye'deki Kürt meselesiyle biraz kesişen bolca da ayrışan, ama fazlasıyla karmaşık bir sorun yumağı Irak'taki Kürtlerle diğer etnik gruplar arasında da mevcutken siyasi otoriteler nasıl bir tutum takınacak? İç sorunların kucağında sınırın iki yanındaki Kürtler acaba nasıl bir dil ile kendilerini birbirlerine ifade edebilecekler? Ve parçalanmış ortak hikâyelerini nasıl birlikte yazacaklar yeniden? Bu soruların yanıtını aramak için Abant Platformu'nun davetiyle ilk kez Erbil'de bir araya geliyoruz. Sadece bu buluşma bile kardeşlik ve barış arayışının diplomasi diline sıkıştırılmış, kendini defalarca tekrar ederek anlamından koparılmış bir halde bırakılmasına daha fazla razı gelinemeyeceğinin bir göstergesi. (Elbette konjonktürün dayattığı bir gereksinim de var.) Erbil'e gideceğimi duyan kimi tanıdıklar aman dikkat et dediler. Musul karışık, Kerkük'te kim bilir neler dönüyor, Bağdat'ta intihar saldırıları arttı. İyi de nasıl dikkat edeceğim? İki yıl kadar önce Lübnan İsrail tarafından saldırıya uğrarken, bir grup otobüse binmiş ve sınıra dek gelip savaştan kaçanların Suriye'ye girişine ve orada çeşitli çadırlara, kamplara, okullara yerleştirilmelerine tanık olmuştuk. O vakit cep telefonlarımız habire çalıyordu: “Aman dikkat edin.“ O vakit ’dikkat etme'nin yerini daha net bir mücadele şevki alıyor bizler için: Ortak hikâyemizi bölgede konuşulan farklı dillerle yeniden yazmanın dilini aramak. Çeşitli güç odaklarının tehdidine, memnuniyetsizliğine rağmen, herhangi bir siyasi hesabın veya iktidarın söylemini çoğaltmak yerine, adaletten ve insani değerlerden yana bir tutum takınmakla kuracağız belki bu dili. Parçalanmış ve birbirine cepheden bakan hakikatlerimizi bütünlediğimiz ölçüde konuşacağız. Sınırın doğusunda da batısında da, kuzeyinde de, güneyinde de olsanız, güç odaklarından istediğiniz kadar iktidar devşirmeye çalışın, hikâyemizi sürdürecek olan hakikat, daha derinlerdeki bir dilin ifadesinde saklı diye düşünüyorum. Çünkü defalarca da belirttiğim gibi, ateşkes anlaşmalarıyla, siyasi konjonktüre uygun düşen yeni pazarlık stratejileriyle filan ne kardeşliğe ne de barışa itibarını geri verebiliyoruz. Toplantı hakkında dile getirmek istediklerimi gelecek yazıya bırakarak, biraz da Erbil'deki izlenimlerimi belirteyim. Buraya ilk kez geliyorum. Beyrut'a veya Saraybosna'ya ilk gittiğimde yaşadığım bir hisse burada da kapıldım. Çatışma ve sıcak savaşın ardından kısa zamanda büyük çabalarla, içte ve dıştakilerin el birliğiyle ayağa kaldırılmaya çalışılan bir kent. Vinçler var her yerde. Sokaklar açılıyor, yollar yapılıyor. Erbil kalesindeki çeşitli bölümler restore ediliyor. Çek Cumhuriyeti şirketi de var, İtalyanlar da, İngilizler de. Adım başı Türk markasına rastlamak mümkün. Akşamları bazı ışıksız ve bozuk yollarda ilerlerken bile sokak panolarındaki uluslararası markaların çarpıcı ilanlarını görebiliyorsunuz. Tamamlanmamış inşaatların yanı sıra, Erbil'in yeni bölgesinde yükselen bloklar da epey fazla. Akşam dokuz buçuklara dek açık alışveriş merkezleri, site halindeki evlerin veya hastanelerin önünde bekleyen silahlı güvenlikçiler, ciplerin fazlalığı göze çarpıyor. Denilir ki, kimse kimseye güvenmiyor bu topraklarda. Çok fazla acı, çok fazla ihanet ve bol hesap var. Yine de alttan alta akmakta olan bir saflık, iyi niyet ve umut da var. Diyorsunuz ki, evet, burada ortak bir gelecek tasavvuru mümkün. Yıkım ve kıyım adına değil, yaşam ve dirim adına. Ortadoğu'daki farklı mezhep ve etnik kökenlerden bu topraklara ait çoğul bir varoluş hakikati olarak bahsedeceğimiz vakitlerin geleceğine inanıyorum. Önce herkes kendisinden esirgenen kimliğini geri almalıdır mutlaka. Ama sonra yeniden kimlik kabuklarını biraz olsun soymamız ve ötesine geçebilmemiz gerekecektir. Çünkü bize barış içinde bir gelecek vaat eden hakikatin ölçüsü adalet olacaktır er geç, kimlik siyasetleri değil.

• Gülen hareketi ve DTP - Rasim Ozan Kütahyalı (Taraf) 18 Şubat 2009 - Çarşamba Çok yakın bir tarihe kadar Kürt meselesi dendi mi, hemen birileri düzeltme ihtiyacı hissederdi (Yok Güneydoğu sorunu, yok terör sorunu vs.). Artık MHP'liler de, generaller de bulunulan ortak platformlarda bu hakiki adlandırmaya itiraz etmiyor... Özetlersek, Kürt realitesini artık bu ülke bir şekilde tanıyor... Bu noktaya gelindi şükür... İslami kesim içinde ise Gülen hareketi Kürt meselesinin çözümlenmesi noktasında çok aktif pozisyonda birkaç yıldır... Türkiye'nin Kürt coğrafyasına yönelik yaygın eğitim ve hayır faaliyetlerini arttırdı bu hareket. Irak Kürdistan bölgesinde ise çok daha aktif. O bölgenin yönetimiyle de hareketin gönüllüleri arasında çok iyi bir diyalog var. Bu gönüllülerce açılan okullardan, hastanelerden, iktisadi teşebbüslerden ve sivil girişimlerden Barzani yönetimi de çok memnun... Türkiye Kürtlerinin ciddi bir kısmının desteğini alan DTP ise Gülen hareketinin bu çabalarını kuşkuyla karşılıyor... Gülen hareketi de DTP-karşıtı bir söylem içinde... İki taraf da birbirini “derin devletin adamları“ olarak yaftalıyor... Egemen DTP söylemi hem AKP'nin hem Gülen hareketinin Kürt coğrafyasındaki çabalarını “derin devlet operasyonu“ olarak algılıyor... Bu söyleme göre Gülen gönüllüleri o coğrafyayı “Türkleştirmek“ amaçlı hareket ediyorlar. Din duygularını kullanarak dolaylı asimilasyon politikaları uyguluyorlar... Gülen hareketinin yayın organlarının DTP'den bahsederken kullandığı dil de bu söyleme paralel gidiyor... Bu algılamaya de göre PKK hareketi ve dolayısıyla DTP, Türk derin devleti tarafından kurdurulmuş, bu derin yapılanma tarafından dolaylı olarak desteklenmiş ve hâlâ da desteklenen bir siyasi oluşum... Son dönemde özellikle Gülen hareketinin yayın organları, genel olarak da İslami medya ETÖ ile DTP'nin sürekli bir ittifak içinde olduğunu, ortak çalıştıkları imasında haberler yapıyor... Özetlersek, Gülen hareketine göre de PKK-DTP mensupları “derin devletin adamları“... Her iki taraf da oradaki halka hitaben bu propagandayı yapıyor; “Karşı taraf derin devlet ile çalışıyor, onlara değil, bize güvenin“... Öte yandan, Türk devlet zihniyetinin bu hareketlerin tümüne bakışı özü itibariyle aynı... Ne AKP ne DTP ne de Gülen hareketi Türk devlet zihniyetince makbul oluşumlar... Fırsat bulunduğunda bu üç hareket de derin yapılanma operasyonlarının kurbanı olabilir. Zaten geçmişte de oldular... Fakat elbette derin yapılanma mantığı açısından geçici ittifaklar olabilir. Bunu Türk derin yapılanması hep yapmıştır. Başka bir “zenci“ ile mücadele ederken, diğer “zenci“yi yanına çekmiştir. O “zenci“ ile işi bitince, başka bir operasyon için başka “zenci“ ile irtibata geçmiştir... Cumhuriyetin tarihi bu tip denge politikalarıyla ayakta kalma tarihidir dense yanlış bir tahlil olmaz... Erbil'de toplanan 18. Abant Platformu'na yönelik Ahmet Türk'ün tepkisi de yukarıda anlattığımız algılamalar çerçevesinde yapılıyor. Abant Platformu girişimini kendilerini by-pass etme amaçlı bir girişim olarak görüyor Türk. Nerdeyse bu toplantıyı bile derin devlete bağlama eğiliminde kimi DTP'li aktörler... DTP'nin Gülen hareketinin Kürt coğrafyasındaki çabalarına baştan set çekmesi çok yanlış. Fakat DTP dışlanarak ve yok sayılarak da Kürt meselesi çözülemez... Hem AKP içinde, hem Gülen hareketi içinde DTP'yi yok sayarak Kürt meselesini çözme yönünde bir irade var... Herkes kendi bakış açısından karşı tarafta bir dolu problem bulabilir. Fakat ne olursa olsun DTP Türkiye Kürtleri açısından bir realitedir. Özellikle Kürt coğrafyasında yüzde 50lik bir iradenin temsilcisidir DTP. Dahası DTP'ye oy vermeyen Kürtlerin de DTP hakkındaki görüşü standart bir Türk gibi değildir... Hamas'ın bir siyasi realite olduğu gerçeğini İsrail nasıl kabul etmek durumundaysa, Türkiye de DTP realitesini tanımak durumundadır... Realiteyi tanımak o siyasi hareketin ideolojisini doğru bulmak anlamına da gelmez. Fakat aynı masaya oturmayı, ortak akıl arayışını zorunlu kılar... Gülen hareketinin Kürt meselesini çözmeye yönelik iradesi çok isabetli. Kürt yurttaşların taleplerinin acilen karşılanması noktasında hareket AKP'yi de daha sivil ve özgürlükçü-demokrat yöne doğru itme çabasında. Bunu da görmek lazım. Nitekim AKP içinde kimi devletçi aktörler Gülen hareketinden hiç hoşlanmıyor... Toparlarsak, DTP ve Gülen hareketinin birbirine rakip gibi davranmasının ne bu ülkeye ne de Kürtlere hiçbir yararı yok!! Avuçlarında taş izi var diye Kürt çocuklarını 40 yıl hapisle yargılayanların işine gelir sadece bu “zenciler kavgası“... DTP de bu lüzumsuz kavgayı kırmak yönünde bir adım atabilir. Nerdeyse 10 yıldır sürgün hayatı yaşamak zorunda bırakılan Fethullah Gülen meselesini Meclis'te gündeme getirmek, Haziran 1999'da Gülen'e karşı yapılan derin operasyon ve sonrasındaki linç harekâtını Meclis kürsüsünden sorgulamak mesela... Hasip Kaplan bu konuda harika bir Meclis konuşması yapabilir... Bu adımları atabilmek lazım... • Kuzey Irak'la temiz sayfa açmalıyız – Galip Ensarioğlu (Taraf) 18 Şubat 2009 - Çarşamba GALİP ENSARİOĞLU / Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Kuzey Irak ile ilişkileri yeniden tanımlamamız gerekiyor. Bunu yaparken en önemli ihtiyacımız samimiyet. Eğer ilişkilerin geliştirilmesini isteğimiz de samimi isek, bunun gerektirdiği kolaylıkları da hayata geçirmemiz gerekiyor. Korkuların ve paranoyaların aşılması durumunda, bu köklü geçmiş, güçlü bir gelecek yaratacaktır Türkiye'nin bugünkü komşularının tamamı Osmanlı'dan kopmuş ülkelerden oluştuğu için, Batılı komşularını kendisine saldıran ve bölen, Doğulu komşularını ise ihanet eden unsurlar olarak görmüş ve ilişkilerinde her zaman mesafeli ve kuşkucu davranmıştır. Özellikle İran, Irak ve Suriye'ye, buralarda yoğun bir Kürt nüfusu yaşadığı için, daha da mesafeli yaklaşmıştır. Bu sebepten ötürü, dünyada bir ülkenin yakın komşularıyla ticaret oranı ortalama yüzde 60 civarındayken, Türkiye'nin komşularıyla yaptığı ticaretin toplam ticaretine oranı yüzde 10 dolayındadır. KUZEY IRAK İLE TİCARİ İLİŞKİLER Uluslararası ilişkilerde siyaseti, devletlerin karşılıklı çıkarları belirlerken, bizde tam tersine çıkarlarımız siyasi kaygılara kurban edilmektedir. Oysa egemenlik ve refah, korkular üzerine inşa edilemez. Ürkek davranan ülkeler ise hiçbir zaman egemen bir güç olamazlar. Bu tespitlerimizden sonra, öncelikle Irak ve Bölgesel Kürt Yönetimi'yle olan ticari durumumuza bir göz atalım: - Türkiye ile Irak arasında ticaret hacmi 1991 Körfez Savaşı öncesi 2,5-3 milyar dolar civarındaydı. 2003 ABD işgaline kadar, pek bir hareketlilik görülmemiştir. - 2006 yılında başlayan ticaret neticesinde, ihracat 2007 yılında yüzde 9,9, 2008 yılında ise yüzde 37,5 artış göstermiştir. İthalat oranlarında ise 2006-2007 yüzde 71,6, 2007-2008'de ise yüzde 104,7'ye yükselmiştir. - 1993'te 160 milyon dolar olan ticaret hacmimizin yıllar itibariyle düştüğü; 1998-2002 döneminde ise ambargo nedeniyle tamamen durmuştur. 2003'te başlayan ticaret, başlangıç aşamasında bile rekor bir seviyeyi yakalamış, yıllar itibariyle de artış göstermiştir. Resmî rakamlara göre 2005 ve 2006 yıllarında 3 milyar dolar, 2007 yılında ise 4 milyar dolar civarında bir hacim tutturulmuştur. - 2006 yılında Kürt bölgesinde ticareti yapılan malların yüzde 70 ile yüzde 80 arasındaki bir kısmı Türkiye menşeiyliydi. Oysa 2008 yılında bu oran yüzde 25 ile yüzde 30'lara kadar geriledi. Bölgesel Kürt Yönetimi ile olan ticaret, yıllar ve rakamlar arasındaki dengesiz iniş çıkışlardan da anlaşılacağı gibi, siyasi tavırlara göre şekillenmiştir. - Bölgede yaklaşık 200 bin tanker Irak'la petrol taşımacılığı yapmaktadır. Hane halkı ortalamasını 7 olarak değerlendirirsek, yaklaşık 1.4 milyon kişi için önemli bir gelir kaynağı anlamına gelir. - Sadece Diyarbakır, ihracatının yüzde 55'ini Irak'a yapıyor. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde yaklaşık 50 bin vatandaşımız çalışıyor. Bu bölgede yaklaşık bin 200 civarında Türkiyeli şirket var. - Türkiye'nin 97 kapısı ve 270 gümrük noktası bulunmaktadır. Ancak ihracatının onda birini tek başına Habur Sınır Kapısı üstlenmektedir. - Bugün Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırlarında inşaat iş kolu piyasasının yüzde 90'i Türkiyeli firmaların elindedir. 6 milyar dolarlık ticaret hacmini ve petrol boru hattı ile gelen 1.5 miyar doları da buna eklersek ulaşılacak rakam 7,5 milyar doları bulmaktadır. Bunun yanı sıra; - Türkiye başta Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi olmak üzere bütün Irak'ın ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetler için en uygun ülkedir. - Türkiye'nin artan enerji ihtiyacı için en makul alan ise Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'dir. - Türkiye'nin Körfez ülkelerine yaptığı transit taşımacılıkta en güvenli ve uygun yol Irak iken, Irak'ın da Avrupa'ya ve Akdeniz'e en güvenli ulaşım yolu Türkiye'dir. Bu verileri çoğaltmak mümkün. GÜL KUZEY IRAK'A GİTMELİDİR Tüm bu veriler iki ülke arasında bütün ticari ve ekonomik ilişkilerin birbirini tamamlar nitelikte olduğunu ve yüksek profilli kalıcı bir işbirliğinden her iki ülkenin de azami derecede istifade edeceğini gösterir. Bizim en büyük pazarımız olan bu bölge, aynı zamanda birlikte büyümemiz için en uygun şartları da bünyesinde taşımaktadır. Bu çerçevede, yapılması gerekenleri şu şekilde sıralayabiliriz: - Diyarbakır'a uluslararası bir havalimanı açılarak, Erbil-Diyarbakır seferleri başlatılmalıdır. - Şanlıurfa ve Diyarbakır'dan Habur'a kadar otoban yapılmalıdır. - Karşılıklı olarak iki devlet için önemli olan, bölgemiz açısından ise hayati önem arz eden sınır ticareti kolaylaştırılmalı, teşvik edilmelidir. - Gerekirse ikinci bir sınır kapısı açılmalıdır. - Türkiye Cumhurbaşkanı'nın tarihi Ermenistan ziyaretinin bir benzerini Erbil'e yapması gerekmektedir. BENELÜX MODELLİ ENTEGRASYON Birkaç stratejik adımdan sonra, iki ülke arasına çekilen sınır kâğıt üzerinde kalacaktır. Bu ilişkiden Türkiye, Irak, Ortadoğu ve Dünya kazançlı çıkacaktır. Türkiye, başta Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti olmak üzere komşularını bir tehdit olarak görmekten kaçınmalı, onlarla işbirliğini de aşan stratejik ortaklıklar kurarak komşuluğunu ekonomik ve siyasi gelişme yaratan bir fırsata dönüştürmelidir. Bu noktada bizim önerimiz, Türkiye ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında Benelüx modelini andıran bir entegrasyondur. Malların ve insanların serbest dolaşımı esasına dayanması gereken bu model, Ortadoğu'nun kalbinde nefes almakta zorlanan iki bölgenin önünü açacaktır. Konsoloslukların ekonomik, diplomatik ve kültürel misyonları bulunur. Bu işlevleri itibariyle konsolosluklar, ülkelerin büyük resmi görmesine ve ekonomilerini büyütmelerine olanak verir. Mekik diplomasisi yürütmekle övünen Türkiye, hâlâ irtibat subaylıklarıyla yetiniyor, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminde yatırım yapan vatandaşlarıyla iletişim dahi kuramıyor ve yüzyıllık fırsatı korkuya heba eder bir pozisyona sürükleniyor. İlişkileri yeniden tanımlamamız gerekiyor ve bunu yaparken muhtaç olduğumuz şeylerden biri de samimiyet. Eğer ilişkilerin geliştirilmesini istediğimiz konusunda samimi isek, bunun gerektirdiği kolaylıkları da hayata geçirmemiz gerekiyor. Bu coğrafyadaki değerlerin köklü ve güçlü olduğuna inancımızı korumalıyız. Korkuların ve paranoyaların aşılması durumunda, bu köklü geçmiş, güçlü bir gelecek yaratacaktır. Irak Kürt Federe yönetiminin dünyaya açılan kapısı Türkiye, Türkiye'nin Ortadoğu'ya açılan kapısı Irak Kürt Federe Bölgesidir. Geçmişimiz bir, acılarımız bir, çıkarlarımız ve geleceğimizin de bir olduğunu unutmamalıyız. Not: Bu yazı, 15-16 Şubat'ta Erbil'de düzenlenen Abant Platformu toplatısında sunulan tebliğin kısaltılmış halidir. • “Kürdistan'a hoş geldiniz“ - Hakan Albayrak (Yeni Şafak) 16 Şubat 2009 – Pazartesi İstanbul-Erbil. Atlasjet. Dünyanın en nazik uçuş ekibi. Mütemadiyen “Bir arzunuz var mı“. Arzumuz, Türkiye ve “Kuzey Irak“ın kaynaşıp bütünleşmesi. Kuzey Irak'ı şahane bir Kürt fıkrasına istinaden tırnak içine aldım. Erbil'de, Dohuk'ta, Selahaddin'de “Kürdistan“ ismi hanımlar arasında çok yaygın. Bu ismi taşıyan bir kız Türkiye'ye gidiyormuş. Sınırda Kürdistan Bölge Yönetimi polisi ismini sorunca göğsünü gere gere “Kürdistan“ demiş. Sıra Habur sınır kapısındaki kontrole gelmiş. Türk polisi de ismini sormuş. Kız biraz düşünmüş ve... “Kuzey Irak“ demiş! Abant Platformu ve Selahaddin Üniversitesi'nin düzenlediği “Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak“ konulu konferans için geldiğim Erbil'de Hawler Plaza Oteli'ne yerleşirken saat 04:00 civarındaydı. Dışarıdan Kur'an sesi geldi. Pencereyi açtım. Ses cami hoparlörlerinden geliyormuş. Kur'an'dan sonra dua, niyaz, salavat. Sonra yine Kur'an. Bu böyle bir saat kadar devam etti. Nihayet ezan okundu. Çok yorgun olduğum için namazı otel odasında kılmaya niyetliydim, ama bu topraklara 'giriş' için en uygun yerin cami olduğu fikri beni canlandırdı. Çıktım, 100-150 metre yürüdüm, bir cami buldum, cemaate karıştım. Cemaat kalabalıktı. Kalabalık ve poşulu. Sünnetler kılındıktan sonra müezzin Kur'an okudu ve “Ya Rabbena ecirna minennar“ (Ey Rabbimiz, bizi ateşten koru) diye dua etti. Tekrar tekrar, tekrar tekrar. Biz de müezzine katıldık. Adeta trans halinde, bir ağızdan, “ecirna minennar, ecirna minennar, ecirna minennar...“ Amin velhamdu lillahi rabbi'l alemin. Cemaatle namazdan ve tesbihattan sonra yine cemaatle dua. Duadan sonra yine bir ağızdan -belki yüz kere- kelime-i tevhid... Poşulu kardeşlerimle musafaha edip camiden ayrılırken içimden bir ses –sansürüz- “Kürdistan'a hoş geldin“ dedi. Bunu özellikle belirtiyorum, çünkü “Kürdistan“ denince akıllara her şeyden evvel din kardeşliğinin gelmesini istiyorum. Gerisi teferruattır. Teferruata gelecek yazılarda değineceğim inşaallah. • E hadi artık! - Hakan Albayrak (Yeni Şafak) 17 Şubat 2009 – Salı İsmi bölgesel yönetimdir, federe hükümettir, şudur budur, ama neticede bir devletle karşı karşıyayız. Kürdistan devleti bölgemize hayırlı-uğurlu olsun. Hayırlı-uğurlu olabilmesi için onu tırmalamaktan vazgeçmeli, ona saygı gösterip itimat telkin etmeli, onunla sıkı dostluk ilişkileri kurmalıyız. Öz kardeşlerimizin bize karşı bir tedbir olarak ABD-İsrail şemsiyesi altına girmek zorunda kalmaları (yahut böyle bir mecburiyet hissetmeleri) bizim için büyük bir utançtır. Erbil'den sonra Süleymaniye'de de konsolosluk açan ve bu vesile ile Dışişleri Bakanı'nı göndererek Kürdistan Bölge Yönetimi ve halkına layıkıyla iltifat eden İran, ilm-i siyasetin gereğini yapıyor. Habur Sınır Kapısı'ndan geçip 'karşı tarafa' gitmek isteyenlere “Nereye gidiyorsun?“ diye soran ve “Kürdistan'a gidiyorum“ cevabını verenlere müşkülat çıkaran Türkiye neyin gereğini yapıyor? Şükür ki, son zamanlarda, Kürdistan Bölge Yönetimi'ne bakışın değişmekte olduğuna dair işaretler alıyoruz. Habur Sınır Kapısı'na henüz ulaşmayan bu değişim ne kadar hızlı ve 'radikal' olursa, fitnenin önü o kadar çabuk kesilir. “Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak“ için Erbil'de Kürdistanlı aydınlarla bir araya gelen Abant Platformu'nun burada resmi makamlardan gördüğü büyük itibar, Ankara'nın bir yakınlaşma hamlesinin Kürdistan Bölge Yönetimi nezdinde ziyadesiyle karşılık bulacağına delalettir. Üst düzey yöneticilerin yakından takip ettiği ve mümkün mertebe bizzat katıldığı konferans, Kurd-Sat TV'de canlı yayınlanıyor... Kürdistan Televizyonu'ndaki haber bültenlerinin yarısı konferans haberleriyle geçiyor... Neredeyse bütün konuşmalar haber bültenlerinde uzun uzun özetleniyor... “Bütün konuşmalar“ değil; çünkü Ankara'yı incitebileceği düşünülen konuşmalar ayıklanıyor. “Peşmerge“ üzerinden Kürt düşmanlığı yaparak fitneyi beslemek için hiçbir fırsatı kaçırmayan bir kısım medya ve dahî bir kısım siyaset utansın! • Kürt konferansı – Mümtazer Türköne (Zaman) 13 Şubat 2009 - Cuma Abant Platformu bu hafta sonu Erbil'de toplanıyor. Selahaddin Üniversitesi ve Mukriyani Enstitüsü'nün işbirliği ile yapılacak bu toplantının başlığı "Barışı ve geleceği birlikte aramak". Toplantı, iddialı bir toplantı. Tek başına bu toplantı Kuzey Irak ile Türkiye arasında yeni bir dönemin başlangıcı olabilir. Şartlar elverişli. Statükoyu sürdürmek imkânsız. Herkes bir kavşakta, gideceği yönü tayine uğraşıyor. Erbil toplantısı sivil toplum diplomasisinin başarılı bir örneği olmaya aday. Ben de bu toplantının açış konuşmasını yapacağım, bilahare izlenimlerimi sizlere aktaracağım. Bir ay sonra Erbil, başka bir toplantıya evsahipliği yapacak. "Kürt konferansı" başlığını taşıyan bu toplantı tam olarak "Kürt ulusal kongresi" niteliği taşıyor. Kürtlerin "Dört Parça" adını verdikleri dört ülkeden, yani Türkiye, İran, Suriye ve Irak'tan legal ve illegal Kürt örgütlerinin bu toplantıya katılması bekleniyor. Toplantıyı KDP organize ediyor ve bir ölçüde Irak'taki Kürt Bölgesel Yönetimi'nin diğer Kürt grupları üzerindeki önceliğini vurgulama amacı taşıyor. Uygun kelimeyi bulmak zor. Kürt milliyetçilerinin kullandığı tabir "Kürt ulusal hareketi". Bu konferans "Kürt ulusal hareketi"nin geleceği üzerinde etkili olacağa benziyor. Hepimizin çok yakından bildiği bir Kürdistan haritası var. Erzurum'un yukarısından Hatay'a doğru inen geniş bir yayı da içeren bu harita birilerinin kâbusu, birilerinin de hülyası. Kuzey Irak'taki, fiilen bağımsız hareket eden bölgesel Kürt Yönetimi'ni "Büyük Kürdistan"ın ana çekirdeği olarak görenler iki tarafta da mevcut. Hem kâbus görenler, hem de hülyalar peşinde gidenler için bu konferans bir dönüm noktası olabilir. Gerçek dünya ne kâbustakine, ne de hülyalardakine benziyor. Aynı odadayız. Odanın iki tarafında uykuya dalmışız. Kâbus görenimiz ateşler içinde boncuk boncuk terliyor. Diğeri daldığı hülyaların etkisinde, mutlulukla tebessüm ediyor. Ev ateşler içinde; hepimiz uyanmalı ve ateşi söndürmeliyiz. Kürt milliyetçiliği tarih yolculuğunda geç kalmış bir milliyetçilik. Geç kalmanın telaşını ve bütün çocukluk hastalıklarını yaşıyor. İnsana değer vermek yerine dağı-taşı-toprağı kutsayan milliyetçilik kendini yiyip bitiren bir canavara dönüşür. Kürt milliyetçilerinin Kürtlerle Kürdistan haritasını üst üste koyma hesabını yapması ve bu hesabın içinden çıkması lâzım. İlk hesaplaşacakları gerçek şu: Kürtlerin yarıdan fazlası bu haritanın dışında yaşıyor. Yerküre üzerindeki en büyük Kürt şehri ne Diyarbakır, ne de Erbil. En çok Kürt'ün yaşadığı şehir İstanbul. Karşılıklı olarak etnomilliyetçiliklerin içinden çıkamadığı hesapları görmek üzere kavgaya tutuşmaları kolay; ama bu düşmanlıkla bu topraklarda yaşamak mümkün değil. Erbil'deki Kürt Konferansı'na katılacak örgütlerden biri de PKK. Basmakalıp hükümleri bir kenara bırakıp, bu konferansın PKK'nın silah bırakmasına, nihayetinde tasfiye olmasına vesile olacağını öngörmek lâzım. Erbil'de yayımlanan Kürdish Globe'da yer alan ve Türkiye Kuzey Irak ilişkilerini değerlendiren bir yazı, bu öngörüyü doğruluyor. "Bütün Kürt siyasî grupları arasında geniş ve kapsamlı bir konferans, PKK'yı Kürt ulusal çıkarlarını koruyacak çizgiye getirebilir ve genel uzlaşmaya uyarak silah bırakmak zorunda kalabilir." Kısaca bu konferans PKK üzerinde bir baskı oluşturmayı da amaçlıyor. Türkiye'nin Kürt sorununu çözebilmesi için kanın durması lâzım. Obama, Amerika'nın yeni başlangıcını Ortadoğu üzerinden yapıyor. Ortadoğu en fazla iki üç sene içinde bambaşka bir bölge olacak. Türkiye'nin en başta Kürt sorunu olmak üzere bütün sorunlarına ve bölgeye bakışında köklü değişiklere gitmesi lâzım. Kürt sorununun çözümü ise önce kendi vatandaşlarımızla, sonra yakın komşularımızla barışmaktan geçiyor. Kâbusların da, hülyaların da gerçeklerle ilgisi yok. Hayal âleminde yaşayanlar da kâbus görenler de nasıl olsa kafalarını sağa sola vura vura uyanacaklar. Zaman kaybedip ağır bedeller ödemek yerine, bu coğrafyada bizi birbirimize adeta mahkûm eden ortak çıkarlara eğilmeliyiz. Bizler yekdiğerimizi aşkla ve şevkle sevmeye mecburuz. Aksi takdirde birlikte mahvoluruz. • Abant-Erbil: 'Kürtlere Güvenmek' – Mümtazer Türköne (Zaman) 17 Şubat 2009 – Salı Abant Platformu, kısa tarihinin en anlamlı toplantısını Erbil'de yaptı. Bu toplantının beklentilerin üzerinde bir başarı sağladığı ve koyduğu mütevazi amaçları fersah fersah aştığı katılanların ortak kanaati. Toplantı bir ilkti, bir başlangıçtı. Belki bir yoklamaydı. Sonuç: Katedilmesi gereken uzun bir yol uzanıyor önümüzde. Erbil'in üzerine gelecek korkusu çökmüş. İddialı şantiye görünümü, bu korkuyu saklayamıyor. Kürtler, iğretilik duygusu veren bir geçiş dönemi yaşıyor. Türkiye'de "düşmanlarla sarılı olmak" lafı ne kadar edebiyat ise burada o kadar gerçek. Akla yakın görünen tek alternatif Türkiye'den bir kapı aralamak. Belirsizlik ve korku güvensizliğe dönüşüyor. Süleymaniye valisinin odasında gördüğüm "Kürdistan Bölgesel Yönetimi" haritası belirsizliğin somut bir göstergesi. İnce boyunlu bir kuğu silüetini andıran haritanın sınırları belirsiz. Tartışmalı bölgeler yeşil bir hat halinde gösterilmiş. Irak'ın orta bölgesinde yer alan Sünnî Araplar, Şiilerle bir gelecek aramaktan vazgeçmiş. Düşmanca gözler yukarıya, Kuzey'e çevrilmiş. Karşılıklı olarak Kürt ve Arap milliyetçilikleri tırmanış halinde. Milliyetçilik bu bölgede kızamık gibi bir çocukluk hastalığı. Ama aklı başında olanlar bile bu eğilimin bir hastalık olduğunun farkında değil. Çünkü milliyetçilik burada, ötekinden nefret etmek anlamına geliyor. Bu nefret sadece farklı etno milliyetçilikler arasında değil, aynı zamanda Kürtler arasında da mevcut. Güvensizlik, birbirine yakın olanlar arasında bile uzlaşma ve işbirliğini engelliyor. Süleymaniye ile Erbil arasındaki rekabetin kanlı bir geçmişi var. Bir Kürt aydını Türkiye'nin Kürt gruplar arasında arabuluculuk yapması gerektiğini söyledi. Kuzey Iraklı Kürtler bizim vatandaşlarımızın akrabaları. Tıpkı Kafkaslar'daki Çerkeslerin, vatandaşlarımızın akrabaları olması gibi. Türkiye, Kuzey Irak'ı bir tehlike olarak dışarıda tutmak yerine kucağını açmak zorunda. Kürtlerin Türkiye'den başka çaresi yok. Türkiye'nin de kendi vatandaşları ile barış içinde yaşayabilmek ve bölgedeki iddiasını ileriye taşımak için burası ile entegre olmaktan başka önünde bir fırsat yok. Birinin çaresizliği, öbürünün fırsatı. Öbürü için bir fırsat, diğeri için bir çözüm. Tek alternatif bu ikisini bir araya getirmek. Bunun için �Bejan Matur'un vurguladığı gibi- Türkiye'nin Kürtlere güvenmesi lâzım. Tesis edilecek güvenin tarihsel ve aktüel arka planı çok sağlam. Türkiye attığı her adımda Ortadoğu bölgesinin en önemli oyun kurucusu olduğunu fark etmek zorunda. İbrahim Kalın, Türkiye'nin bu önceliğini bir ahlakî durum olarak formüle etti. Bölgesel dengelerin salt çıkar kaygısı dışında bu ahlakî güç tarafından tanzim edilmesi şart. Bu ahlakî düzenleyici devrede olmazsa bölge en küçük bileşenlerine ayrılmak üzere sonu gelmez bir kaosun içine yuvarlanmaya hazır. Kuzey Irak'taki otonom yönetimi Büyük Kürdistan idealinin başlangıcı olarak gören ve kendi Kürtlerini baskı altına alarak "bölünme paranoyası"ndan kurtulmaya çalışan Türkiye'nin yerini; Kuzey Irak'ı ekonomik ve sosyal anlamda kendisine entegre eden, kendi Kürtlerine de eşit ve onurlu vatandaşlar olarak saygı gösteren bir Türkiye alıyor. Kürt aydınları Türkiye'nin üstlendiği barış ve istikrar rolünün bölgenin geleceği için tek umut olduğunu vurguluyorlar. Karwan Akreyi, Kürt cephesindeki bütün siyasî tarafların katılacağı "Kürt Konferansı"ndan bahsetti. Barışın ve diyaloğun, demokratik yöntemlerin egemen olacağı böyle bir toplantının, şiddet yöntemlerini reddetmesinin beklenen ve arzu edilen sonuç olacağını vurguladı. Türkiye'nin böyle bir konferansın düzenlenmesinden rahatsız olmaması gerektiğini söyledi. Bu toplantı gerçekten bir eşik olabilir ve kanın durmasına katkıda bulunabilir. Barışın ve istikrarın egemen olduğu geleceği inşa etmenin ön şartı Türkiye'nin hem kendi Kürtlerine hem de sınırları dışındakilere güvenmesi. Abant-Erbil, birçok önemli gelişmeyi tetikleyecek ve verimli bir başlangıç olarak hatırlanacak bir toplantı şeklinde şimdiden kayıtlara geçti. • "Hepimiz Kürt'üz" – Mümtazer Türköne (Zaman) 19 Şubat 2009 – Perşembe Milliyetçi jargona vakıf olanlar, Devlet Bahçeli'nin bu haftaki grup konuşmasında bana yönelttiği "aydın başıbozukluğu ve kokuşması" ithamının hafif bir tariz olduğunu bilirler. Devlet Bey beni "hain" ilan etmeyerek incelik gösteriyor. Konu, Erbil'deki Abant Toplantısı'nda benim yaptığım açılış konuşması. MHP lideri "Bir gün bile kendisi olamayanların ve ne olduklarını bir türlü ilan edemeyenlerin; her bir araya geldiklerinde "hepimiz" diye başlayarak toptancı bir anlayışla sürekli başkaları olduklarını ilan etmeleri..." diyerek, benim konuşmamda geçen "Hepimiz Kürt'üz" sözünü yargılıyor. Devlet Bahçeli'yi sever ve sayarım. Sadece üzerimdeki emeği ve hakkından dolayı değil; MHP lideri olarak siyasî çıkarlarının çok üstünde, bu ülke adına doğru bir yerde ısrarla durduğu için. Bahçeli'nin şiddete ve kaosa izin vermeyen sağlam duruşu olmasaydı bugünün Türkiye'si tam bir cehenneme dönüşebilirdi. "Hepimiz Kürt'üz" sözüne gelince... Cevabı, bana gelen bir mektupla veriyorum. Yazan 12 Eylül firarilerinden, Hollanda'da yaşayan Elazığlı bir Kürt. "1980'di, nitekim vatanın tanklarla kurtarıldığı günlerdi. Senin "ülkücülük" yaptığın zamanlar ben de "devrimcilik" yapmıştım. 20 yaşındaydım. Yakınlarda siyasi bir cinayet işlenmişti. (...)Beni ihbar edenler "örgütümü" bilmiyorlarmış. Önce onu "itiraf" ettirmeye çalıştılar: -PKK misin? TİKKO musun? DHB misin? Dev-Yol musun? Sonuç alamadılar. Hiçbiri değildim. -Yoksa Atatürkçü müsün? Her buraya gelen Atatürkçü oluyor yahu. O anda çok spontan olarak cevap verdim: -Ben Türk değilim. Türk değilim ki Atatürkçü olayım. Şahsen bu cevabımdan sonra hayatımın artık biteceğini sandım. Hayır, öyle olmadı. (...) Neyseki dördüncü gün bir PKK'li getirdiler, itiraf etti. Detayları verdi, ben cinayetten yırttım. Bir ay sonra savcıya çıktım. (...) Savcı sordu: "Türk değilim demişsin?.." O anda hayatımın en iğrenç şeyini yaptım, yalan söyledim. Çünkü o şartlarda "Kürt'üm" demek on yıl ceza demekti. Benim de siyasi savunma yapmak gibi bir planım yoktu. -Türk'üm, dedim. Ama arkasından güldüm. Savcı da güldü. On yıl cezadan kurtuldum ama vicdanım hiç rahat olmadı. Dün seni dinleyince o günlerimi hatırladım. Mümtaz'er Türköne Hoca "Hepimiz Kürt'üz" demiş. Çok duygulandım. Demek ki bugünleri de görme şansımız varmış. Savcıya yalan söyledim, sana doğruyu söylüyorum: Mümtaz'er Hoca için ben Türk'üm. Sevgi ve saygılarımla." Gazi Fincan Bana düşense "Hepimiz Kürt'üz" demeye devam etmek. Hepimiz yaralıyız. Hepimiz kırgınız. Hepimizin hâlâ canı yanıyor. Basmakalıp önyargıları, şiddet kokan düşmanca bir dili kenara bırakmalıyız. Konu, gündelik siyasetin polemiklerine uygun değil. Bu yüzden Bahçeli'nin Abant-Erbil toplantısı için "Okyanus ötesinden güdümlü bu toplantı" diye bahsetmesi, aradığımız çözüme yönelik yapıcı dile uymuyor. MHP liderinin etno-milliyetçilikleri ve şiddeti reddeden bu toplantıyı polemik konusu yapıp mahkûm etmesinin Türkiye'ye bir faydası yok. MHP bilincinde yer alan esaslı unsurlarından birini hatırlatmalıyım. Koskoca bir imparatorluk ben ve sen kavgası ile ve birilerinin "daha fazla Türk olmak" hülyasıyla kaybedildi. Şimdi de, herkesi Türk yapmak uğruna koca Türkiye Cumhuriyeti'ni mi gözden çıkartalım? Rahmetli Türkeş "Bir Kürt ne kadar Kürt ise ben de o kadar Kürt'üm." demişti. "Hepimiz Kürt'üz" lafının mucidi odur. "Bir Kürt kadar Kürt olmak" için Kürt'ün bir insan olarak sahip olduğu bütün haklara saygı göstermek gerekir. Bu sözün asıl anlamı ise etnik kimlikler üzerinden siyaset yapmayı bir kenara bırakmaktır. "Hepimiz Kürt'üz" lafından sadece Türk olmayı etnik bir kimlik olarak algılayanlar, Türk etno-milliyetçileri rahatsızlık duyar. Evet "Hepimiz Kürt'üz". "Hepimiz Kürt" olduğumuza göre farklı bir şeyler yapalım. Meselâ Kurmançi Kürtçesinde birkaç cümle öğrenelim. Kürtlerin anadilde eğitim hakkına saygı gösterelim. İflas etmiş ve tükenmiş ulus-devlet tezlerini tekrarlamak yerine yüreğimizdeki sıcaklığı büyütelim. Aynı coğrafyayı, aynı kültürü, aynı tarihi, aynı geleceği, kısaca ortak bir kaderi paylaştığım Kürt, ancak benim Kürtlüğüm kadar Türk olabilir. Daha fazlasını kimsenin beklemeye de istemeye de hakkı yoktur.

• Kürt meselesini Erbil'de konuşmak - Nagehan Alçı (Akşam) 14 Şubat 2009 - Cumartesi Daha önce benzer başlıklarda toplantılar için bir araya geldik. Ancak bu seferki farklı. Siz bu satırları okurken biz yaklaşık 90 kişilik bir grup olarak Erbil'de bulunacağız. Çünkü Abant Platformu bu kez Kürt meselesini konuşmak için Kuzey Irak'ta toplanıyor. Yarın başlayacak ve pazartesi günü devam edecek toplantının ismi 'Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak'. Hakikaten de birlikte arayacağız sorunların çözümlerini bu kez. Yalnızca buradaki Kürtlerle değil, oradakileri de aramıza katarak. Bir aksilik olmazsa toplantının açılışına Kürt Bölgesi Başbakanı Neçirvan Barzani de katılacak. Böylelikle oradaki yönetim 'sizin diyalog çabalarınızın yanınızdayız' diyecek. Toplantının Erbil'de ve geniş bir katılımla yapılması anlamlı. Zira geçtiğimiz yaz yine Kürt meselesi üzerine Diyarbakır'da toplanılmak istenmiş ancak güvenlik gerekçesi ile bu toplantı ertelenmişti. 'Güvenlik gerekçesi'nin Türkçesi de PKK tehdidiydi tabii ki. Bu kez Erbil'de bu toplantıyı yapmak Kürt yönetiminden PKK'ya da bir mesajı anlamına geliyor aynı zamanda. Son dönemde Barzani yönetimi Türkiye ile ilişkilerine özel bir önem veriyor. Bunun en önemli sebebi ABD'nin Irak'tan çekilme planlarının hızlanmış olması. Amerika çekildiği takdirde en dezavantajlı durumda kalacak grup Kürtler. Bunca zaman Washington'un sadık müttefiki oldular ancak bunun bir maliyeti olarak diğer gruplardan da giderek uzaklaştılar. Bu nedenle Kürtler yalnız kalmaktan korkuyor. ABD'nin himayesini kaybettikleri takdirde ne yapacaklarını düşünüyorlar. Bu denklemde de Türkiye öne çıkıyor. Yeni süreçte Erbil'in Ankara ile ilişkilerini iyi tutması şart. Türkiye olmadan bir yere açılması zor. Zaten neredeyse malların tümü buradan gidiyor Kürt bölgesine. Oradaki alt yapı çalışmalarının çoğunu Türkiye'den giden girişimciler yapıyor. Bu Ankara'nın da çıkarına. Kürt bölgesi Türkiye için önemli bir hinterland. Sanırım dış politikamız o bölge ile ilişkilerin getireceği avantajları görüyor. Kürt bölgesinin Irak'tan ayrılıp bağımsız bir devlet olması yönündeki korkuları bir kenara koyup mevcut durumdan nasıl istifade edeceğine bakıyor. Bu değişiklik önemli. Zira korkularla epeyce vakit kaybedildi. Bir sürpriz olmazsa yakın gelecekte bağımsız Kürdistan hayal gibi görünüyor. Çünkü ABD çekilirken Irak'ın bütünlüğünü garanti altına almazsa bölge pimi çekilmiş bombaya dönecek. Tek çatı altında federal bir yapı himayesinde yaşayacak Kürtler de Türkiye'ye tehdit olmaktan uzaklar. İşte böyle bir fonda Kürt meselesini Erbil'de konuşmak anlamlı. • PKK'sız Kürt sorunu Erbil - Nagehan Alçı (Akşam) 18 Şubat 2009 - Çarşamba Şiddetle, vahşetle, kanla, bombayla çözmeye çalıştı birileri. Olmadı. Terör başlığından sıra Kürt başlığına bir türlü gelemedi bu ülkede. İşte bu yüzden, talihsiz kısırdöngüyü kırmak, Kürt ve terör kelimelerini birbirinden ayırmak için Erbil'de atılan adım çok önemli. Geçtiğimiz pazar ve pazartesi günü Türkiye'den ile Irak'tan yaklaşık 200 Türk ve Kürt, Irak'ın Kürt bölgesinde bir araya geldik. Abant Platformu'nun 18. toplantısında dünden bugüne, dilden siyasete duygulardan mantığa birçok başlık altında paylaşılanları ve 'paylaşılamayanları' konuştuk. Toplantıyı değerlendirmek için arka planında birkaç unsuru anlatmakta fayda var: 1) Iraklı ve Türkiyeli Kürtler Irak'ın Kürt bölgesinde bir araya geldi. İki tarafın üstelik Erbil'de buluşması anlamlı bir ilk adım. 2) Türkiye'nin Musul Baskonsolosu Hüseyin Avni Botsalı'nın toplantıya katılıp açılış konuşmalarından birini yapması çok manidardı. Baskonsolosun orada olması Türk devletinin bu girişimi desteklediğini gösteriyor. (Bu arada duyduğum kadarıyla konsolosun katılımı ile ilgili Dışişleri'nde farklı görüşler oluşmuş. Önce katılım iptal edilmiş, sonra gidilmesi kararlaştırılmış.) 3) Toplantıya içlerinde Suat Kınıklıoğlu ve Abdurrahman Kurt'un olduğu dört AK Partili vekil de katılacaktı. Ancak duyduğumuz kadarıyla Başbakan birkaç gün önce vekillere bir yere gitmemelerini tembihlemiş. Her ne kadar buna sebep olarak 'seçime kadar herkes Ankara'da kalsın' cümlesi gösterilse de isteğin altında 'yerel seçimler' ve 'milli hassasiyetler' anahtar kelimelerinin yatması çok muhtemel görünüyor. Bu maddeyi ikinci madde ile birleştirmemiz gerek. Yani hükümet kendi temsilcilerini belli hesaplar nedeniyle gönderemedi ancak bu toplantının Kuzey Irak ve Türkiye arasında önemli bir girişim olduğunu biliyor. Bu nedenle konsolosun orada bulunmasını önemsiyor. 4) Yine de Barzani yönetiminin vekillerin gelmemesinden duyduğu bir rahatsızlık olsa gerek. Zira bölgesel Kürt yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani'nin açılış konuşması yapması bekleniyordu ancak gelmedi. Sebep olarak program yoğunluğu gösterilse de bunun vekillerin gelmemesi ile çakışması ilginç bir tesadüf... 5) Abant Platformu geçtiğimiz yaz Kürt meselesi üzerine Diyarbakır'da bir toplantı organize etmeye çalışmış ancak PKK tehdidi nedeniyle toplantıyı iptal etmişti. Şimdi Erbil'de organizasyon yapmak örgüte bir meydan okuma. Bu meydan okumayı da Barzani Hükümeti yapıyor. PKK'nın pozisyonunu anlamak önemli. Kandil diyalog çabalarında sürecin dışında bırakılmaktan müthiş bir rahatsızlık duyuyor. Bu nedenle süreci baltalamaya çalışıyor. Hatta bu nedenle bazı Kürt aydınlara Erbil'e gitmemeleri konusunda 'ihtar çekmiş'. Ancak sonuç ortada: PKK girişimi engelleme konusunda bir sonuç elde edemedi. Sonuçta Türkiye'de Kürt meselesine kafa yoran isimler Kürt bölgesinde Barzani'nin himayesinde tebliğler sundu, yeni fikirler ortaya attı. Üstelik Abdullah Öcalan'ın Türkiyeye getirilişinin yıldönümü olan 15 Şubat'ta. PKK, Türkiye'de provokasyonlar yaparken o provokasyonlara şiddeti lanetleyen Kürtler'den anlamlı bir cevap geldi Erbil'de. Bu kadarı bile çok önemli bir işaret: Bu coğrafyada bir şeyler değişiyor. Sorunların çözümünde iknanın gücü belki de ilk kez bu kadar açık seçik kabul ediliyor. • İşgal Altında Abant Paltformu... – İlhan Selçuk (Cumhuriyet) 19 Şubat 2009 – Perşembe Fethullah Gülen -nam-ı diğer Feto- Amerika'da yuvalanmış... Türkiye'ye gelemiyor... Neden?.. Korkuyor... mu?.. Tutuklanma korkusu mu var?.. Yoksa kendine göre zamanlamayı mı ayarlıyor... Öyle bir gün gelecek ki, Ayetullah Humeyni nasıl Fransa'dan uçup İran'a konduysa, bizimki de Amerika'dan uçup Türkiye'ye konacak... Hele “dinci karşıdevrimin demokratik diye nitelenen altyapısı“ biraz daha oluşup kıvamına gelsin... Bekliyor Fethullah... * Ama boş da durmuyor... En azından her gün Türkiye'de 800 bine yakın Zaman gazetesini ülke sathında bedava dağıtıyor... Peki, bu para nereden geliyor?.. Ona rufailer karışır... Şu günlerde de Fethullah, Amerika'da oturmakla birlikte, her yıl ’Abant Platformu' etiketi altında düzenlediği malum toplantıyı bu yıl Kuzey Irak'ta yaptırdı... Neden?.. * Eh, bu ’neden' sorusu boşuna değil mi?.. Bizim Feto Amerika'da yaşıyor... Bizim Feto'nun düzenlediği toplantı da Amerikan işgali altında yapılıyor... Doğal değil mi?.. İşgal altında uzlaşma... Stratejinin nerede saptandığı, talimatın nereden geldiği, toplantının hangi amaçlarla Amerikan işgali altında yapıldığı belli değil mi canım... * Ya PKK?.. O bu işe ne diyor?.. Ne diyebilir ki?.. Fethullah'ın sığındığı ABD'nin CIA'sı, işgal altındaki Kuzey Irak'ta geçerli koşulları Feto'nun adamlarına elbette daha önce bildirmiştir... Ne diyor bizim yalaka medya: “- Abant Platformu, Kürdistan'da gerçekleşti...“ ABD'de oturan kaçak imamın Türkiye entellerini işgal altındaki Kuzey Irak'ta toparlayabilmesi büyük başarı... Yalnız Amerikancı imam Feto, toplantıya Ergenekoncu Haham Tuncay Güney'i de katsaydı, şenlik tamam olacaktı... Ergenekon tertibini başlangıçta güdüleyen Tuncay Güney haham... Şimdi medyasıyla Ergenekon tertibini körükleyen Fethullah Gülen imam... İkisi de kaçak... İkisi de dinci... * Vallahi bu Amerika yaman mı yaman... Fethullah'ın Abant Platformu'nu da işgali altında yaptırdı... Yurtdışında yaşayıp Türkiye'yi birbirine katan Fethullah Gülen, Amerika'ya da CIA'ya da helal olsun... • Türkiyeli 100 aydının Kuzey Irak'taki gücü... – Cengiz Çandar (Radikal) 15 Şubat 2009 – Pazar Erbil'e sabaha karşı vardıktan sonra üç buçuk saatlik bir uyku ve vuruyoruz Süleymaniye yoluna. İki saatlik araba yolculuğu için çeşitli güzergâhlar mümkün. Bu kez, kıvrıla kıvrıla Heybet Sultan Dağı'nı aşıp Dukan üzerinden, Küçük Zap boyunca Süleymaniye'ye ulaşıyoruz. Nuşirevan Mustafa Emin, Irak Kürt mücadelesinin kıdemli liderlerinden. Komala'nın lideri, Kürdistan Yurtseverler Birliği'nin kurucularından. Yakın zamana dek Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin örgüt içinde ’iki numarası' konumundaydı. Evinde sohbetteyiz, “Türkiye, bizim için stratejik geleceğimizdir“ diyor ve ekliyor “Zaten, biz Irak Kürtleri, ismimiz öyle de değilde ya, Viyana önlerinde, Balkanlar'da, Çanakkale'de birlikteydik...“ Böyle bir tarih referansı ilk bakışta ’hamasi' görünebilir ama bugün Irak Kürtleri arasında Türkiye'ye ilişkin ve ’ortak geleceğe' ışık tutacak algılama ve ruh haletini de yansıtıyor. Aslında Türkiye'nin yoğun ve baş döndürücü gündemi bakımından sessiz sedasız ama Türkiye'de sık sık gündemin birinci maddesine yükselen Kuzey Irak'ta çok büyük yankılar yaratan bir girişim ile yanıbaşımızdaki coğrafyadayız. Türkiye kamuoyunda isimleri gayet iyi bilinen 100 dolayında aydının ’Erbil çıkartması'nda. Bugüne dek görülmemiş, rastlanmadık bir olay. ’Abant Platformu', 1998'de 28 Şubat şartlarında ilk kez ’laik ve İslami eğilimdeki aydınları görüş farklılıklarını koruyarak uygar bir diyalog zemininde hoşgürü kültüründe bir araya getirmek' amacıyla toplanmıştı. Aradan geçen 11 yıl içinde her yıl Abant'ta yaptığı toplantıları, dışarıya Washington'a, Brüksel'e, Paris'e ve Kahire'ye de taşımıştı ama ilk kez bizdeki adıyla Kuzey Irak'a, buradaki adıyla Irak Kürdistanı'nın merkezi Erbil'e taşıdı. Erbil'e bölgenin ’idari' merkezi ama Süleymaniye, ’kültürel-düşünsel merkezi' kimliğini korumaya devam etti. Erbil'e gelmişken Süleymaniye'ye de uzandık... *** Bir uçak dolusu Türkiyeli aydının sabaha karşı Erbil'e konması, taraflar arasında yakın tarihteki ilişkilerin tabiatına ve seyrine bakılırsa pek öyle sıradan bir olay değil. Türkiye için de değil ama Türkiye sarsıntılı iç gündemi içinde buna dikkat edecek halde de değil. Ama, izdüşümünü Türkiye'nin Güneydoğu'suna ve başkent Ankara'daki siyasi karar merkezlerine düşürecek önemde bu gelişme, burada özel bir heyecan yaratmış durumda. Bunu Süleymaniye'deki uzun yemek masasının çevresine dizilen insanların isimlerine ve kimliklerine bakarak anlayabiliyoruz. Süleymaniye Valisi, bu ziyaretten ’onur duyduğunu' söylüyor, yemek masasında Kürtlerin sokaktaki çocuğun adını bildiği en büyük şairleri Şerko Bekes'ten, Süleymaniye Üniversitesi Rektörü Dr.Ali Said'e, Kürdoloji Enstitüsü Başkanı Dr. Refik Sabır'a, Irak Kürt gazetelerinin ve televizyonlarının genel yayın yönetmenlerine, tanınmış köşe yazarlarına, ileri gelen akademisyenlerine dek, herkes mevcut. Türkiye'ye ilişkin ve Türkiye ile Irak Kürtleri ilişkileri konusunda hararetli, övücü, heyecanlı konuşmalar ve Türkiye'den 100 dolayında aydının buraya gelmesinden duyulan mutluluk konuşmaları dinliyoruz. Aklıma iki yıl önce, bir Erbil-Süleymaniye dönüşü yazdığım yazının başlığı geliyor; ’Kuzey Irak'a TSK ile değil, Kürdistan'a TPAO ile girmek' idi. Henüz TPAO buraya gelmiş değil, bölgenin 20-25 milyar varillik ve günde 1 milyon varil petrol üretebilecek rezervi toprağın altında işlenmemiş duruyor. Bu rezerv, petrol zenginliği kanıtlanmış olan Kerkük'ün iki misline yakın. Türkiye'nin nice sorununu çözecek olan zenginlik, burada. Irak'ın henüz aşılmamış binbir sorunu içinde belirsiz bir geleceği bekler halde. Evet, TPAO, bir dizi siyasi ve teknik sorundan ötürü henüz burada değil ama ilk kez 100 Türkiyeli aydın Irak Kürdistanı'nda. Abant Platformu, bölgede 100 Türkiyeli aydının ’Erbil çıkartması' Irak Kürt toplumunun her katmanında heyecan dalgasını kabartmış vaziyette. *** Yolda gelirken, bugüne dek nasıl olmuş da okumamış diye hayret ettiğim bir metni okuyordum, ’Kuzey Irak Kürtlerin Piemonte'si mi?' başlığını taşıyordu. Piemonte, merkezi Torino olan ve İtalyan milli birliğinin 1870'lerde kurulmasına öncülük eden merkez. Bu benzetmeden kalkarak Kuzey Irak ya da Irak Kürdistan'ı, tüm Kürtler için bir çekim alanı olacak bir ’bağımsız Kürt devleti' olabilir mi? Türkiye'nin buraya ilişkin korkuları, hep ’Kuzey Irak'ın Kürtlerin Piemonte'si' olması üzerine odaklandı. Oysa, aynı yazıda, Sovyetler Birliği'nin dağılışından sonra bağımsız olan Moldova'nın aynı etnik kökene sahip olmasına rağmen Romanya ile birleşme yolunu seçmediği hatırlatılıyor; Norveç'in petrol zenginliğine kavuştuktan sonra İskandinav kardeşleri İsveç'le hiç birleşme güdüsü taşımadığı vurgulanıyor. Bu olgulardan hareketle, AB yolunda kültürel haklarını tümüyle edinecek Türkiye Kürtlerinin, Irak Kürdistan'ı ile birleşik-bağımsız bir Kürt devleti kurmak istemelerinin düşünülemeyeceği üzerinde duruluyor. Bu nedenlerden kaynaklanan Türkiye'nin Kuzey Irak korkusunun ’anakronik' olduğuna değiniliyor. Erbil-Süleymaniye hattında kısa bir tur, 2009 yılında ’çekim merkezi'nin, Kürtçe TRT yayınına başlamış, üniversitelerinde Kürdoloji enstitüleri kurulmasını düşünen bir Türkiye olduğunu bize gösteriverdi. Türkiye Kürtleri için Kuzey Irak'ın çekim alanı olmasından çok daha kuvvetli bir çekim alanı, Irak Kürtleri açısından Türkiye olarak söz konusu. Abant Platformu toplantısı için Erbil'e ayak basan üniformasız 100 Türk aydınının buradaki oluşturduğu ’sinerji'den üreyen gücün, 700 bin üniformalı personele sahip TSK'nın Kandil Dağı üzerindeki etkisinden çok daha etkili olduğunu yerinde gözlemledik... • Kuzey Irak mı, Kürdistan mı? – Cengiz Çandar (Radikal) 17 Şubat 2009 - Salı Erbil'de ’Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' başlıklı Abant Platformu'nun ilk gününe damgasını vuran ’Kuzey Irak mı, Kürdistan mı?' üzerinde yoğunlaşan tartışma olmalı. Türkiye'den gelen Türk ve Kürt 100 aydın, kendilerine Erbil'den katılan bir o kadar sayıda ve hatta daha da fazla Iraklı Kürt ile ’Barışı ve Geleceği Birlikte' ararlar iken ilk bakışta bir ’semantik' meselesi gibi gözüken bu sorunun aslında Türkiye'nin bölgedeki geleceğini yakından ilgilendiren ve hatta etkileyeceğini herkes bilinçaltına yerleştirmiş olmalı. Türkiye ve yerel medyanın hatta El-Cezire televizyonunun da varlığı ile yoğun bir basın-yayın kuşatması altında cereyan eden toplantı, Kürdistan TV ve Türkiye'nin bir ulusal kanalının canlı yayını sayesinde onbinlerce, yüzbinlerce kişi tarafından sınırın iki yanında izlendi. Türkiye'den katılımcıların yaptıkları konuşmalarda geleceğe yönelik ’beraberlik' vurguları ne kadar kuvvetli olursa olsun, Kürt katılımcılar Türkiyelilerin ’Kuzey Irak' sözcüğünü kullanmalarını gözden kaçırmadılar. ’Kuzey Irak mı, Kürdistan mı?' sorusu tartışmaların odağına böyle oturdu. Türkiyeliler, Türkiye'nin iç dengeleri ve daha henüz genişlememiş ve hatta kırılamamış ’zihin kalıpları'nın ayırdında olarak ’Kürdistan' sözcüğünün kullanılmasının gereksiz duyarlılıkları taşıyacağı kanısında olmalıydılar. Onca süre varlığı inkar edilmiş insanlara adını koyarak ’Kürtler' denilmesi ve ’Kürtler'le beraber barışçı bir ortak gelecek aranması zaten çok önemli ve çok değerli bir adımdı. Yavaş yavaş, sindire sindire... Oysa, ’Kürdistan' sözcüğünü telaffuz etmemek için ’Kuzey Irak'ı tercih etmek, ’Kürtler' açısından inkâr zihniyeti ve politikasının devamı olarak algılanıyordu. *** Türkiyeli 100 aydın, bir o kadar Iraklı Kürt katılımcıyla birlikte ’Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' amacıyla toplandık. İki tarafın resmi makamları bu toplantıyı onaylıyor ve destek veriyorlar. Nerede toplandık? Erbil'de. Erbil neresi? Birçoğumuz için Kuzey Irak'ta bir şehir. Hatta Türkiye'deki resmi söylem yavaştan ’Kuzey Irak'ı da terk etti, ’Irak'ın kuzeyi' demeye başladı. Kuzey Irak'ta ya da ’Irak'ın kuzeyinde'yiz. Coğrafi anlamda bunda bir yanlış yok. Ama Kürtler için burası Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin merkezi. Kürdistan Bölgesel Yönetimi sözcükleri ise Irak Anayasası'nda mevcut. Yani buranın, sadece bir coğrafya veya kültürel algılama olmanın ötesinde bir yasal adı var. Türkiye'den gelenlerimiz arasında en ileri gidebilenlerimiz ’Kürt Bölgesel Yönetimi' diyebiliyor ama ’Kürdistan' sözcüğünü telaffuzda zorlanıyor, dilleri dönmüyor. ’Kürt' tamam ama ’Kürdistan' sözcüğü telaffuzu pek zor; resmi ağızlarda , ’Kuzey Irak'tan ’Irak'ın kuzeyi'ne, geriye doğru geçiş yapıldığı bir dönemde ’Kürt'ten ’Kürdistan'a doğru ilerlemek olağanüstü zor olmalı. *** Erbil'deki toplantının ilk gününe ’Dil, Kimlik, Kültür: Ortak Değerler' başlıklı yüreklere ve akla bir arada hitap eden unutulmaz konuşmasıyla Türkiyeli şair Bejan Matur damgasını vurdu. Yetmişli yılların başında dedesinin ve köyündeki yaşlıların kaçak radyo istasyonlarından gizlice buradaki mücadeleyi nasıl dinlediklerini anlatırken, “Uzak, dağların ardındaki bir ülkede birileri kendilerine Kürt diyor ve kimliklerinin mücadelesini veriyorlardı. Dedem ve köydeki yaşlıların adını koymasalar da uzaktan uzağa Kürtlüklerinden gizli bir gurur duyduklarını hissederdim... Tıpkı dinledikleri radyo istasyonları gibi duyguları da onlarda bir kaçaklık hissi yaratıyordu. Türkiye'de yaşayan Kürtler için çoğunlukla böyleydi. Kendi varlıklarını yok sayan bir ülkede yaşamayı katlanır kılıyordu“ diyerek Türkiye Kürtlerinin burasıyla özel, derin ve güçlü duygu bağlarını dile getirdi. Türklerin çoğunun habersiz olduğu, anlam dünyalarında pek yer etmemiş ama vatandaşlarımızın önemli bir bölümünü saran bir bağlantı bu. Bejan Matur, buraya ilk ayak basışını anlatırken ise şöyle dedi: “Manevi bağı hepimizi kuşatan ülke ihtimalinin peşinden Kuzey Irak'a giden çoğu Kürt gibi ben de heyecanlıydım. Kürdistan adının sakınılmadan kullanıldığı topraklarda, Kürtlerin kendilerini nasıl yönettiklerinin tanığı olmak gizli bir gurur ve heyecan yaratıyordu bende de. Bir ülke ihtimalinden çok biir özgürlük ihtimali olmasıyla ilgiliydim...“ Bu sözleri işitince ’Kürdistan' sözcüğünü kullanmanın Kürtlerin özgürlüğü kavramıyla eşitlendiğini, ’Kuzey Irak'ın ise, böyle bir niyet taşımıyor olsa bile, kendiliğinden bunu göz ardı eden bir ’Ankara siyaseti' olduğunu düşündüm. Bejan Matur, bu anlam dünyasını siyasi tahlil alanına da taşıdı: “Hepimiz tanığıyız; Güneyli Kürtleri dışlayan, küçümseyen her karar, her söz Türkiyeli ve güneyli Kürtleri kenetledi. Kürtler arasındaki farklılıklar, ortak değerler söz konusu olduğunda hızla kapandı. Türkiyeli Kürtler güneyli kardeşleri hakkında söylenen, ima edilen her sözden bu derece etkilenirken Türkiye'nin onlara rağmen bir siyaset üretmesi mümkün olamazdı, olmamalı. Türkiye artık gerçeklerin ülkesi olmak yolunda. Hayatın dayattığı hakikatin ülkesi olmak. Demokratikleşme için güneyli Kürtlerin Türkiye'ye ihtiyacı olduğu kadar, Türkiye'nin de güneyli Kürtlere ihtiyacı var...“ Durum iyidir. Çünkü, barışı ve geleceği ’birlikte' arıyoruz. Erbil'de! • Erbil'de Ergenekon'u fark etmek... – Cengiz Çandar (Radikal) 18 Şubat 2009 - Çarşamba Erbil'deki ’Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' başlıklı toplantı iki günlük yoğun oturumların ardından bir ’Sonuç Bildirgesi' ile sona erdi. Türk medyasının bu kadar tanınmış ve etkili isminin bir arada bulunduğu pek az toplantı hatırlıyorum ama Türkiye'nin çok kez gündeminin en başına oturan bu gizemli topraklara ilk kez bu kadar fazla sayıda tanınmış insan ayak basıyor ve burası Türkiye gündeminde belki de ilk kez yer bulamıyor. Sanıyorum orada bulunan ve Irak Kürdistan topraklarına ilk kez ayak basan arkadaşlarımızdan önemli bölümü, gözlemlerini şöyle bir sindirdikten sonra bugünden başlayarak kaleme alacaklar. Birçoğu iki gün boyunca Kürt medyasının yoğun ilgisinden pek nefes de alamadılar oysa. Toplantı salonunun içinde herhangi bir köşede veya bahçede ya televizyon kameralarının karşısında veya yazılı basının mensuplarıyla, Türk medya mensupları ile akademisyenlerini mülakat verirken her an görmek mümkündü. Irak Kürt medyasının olağanüstü ilgisiyle ters orantılı bir yansıma söz konusu bizim medyada. Irak Kürt ortamında, o toprakların insanı şaşırtacak ölçüdeki sakinliğine karşın çok canlı, çoğulcu bir medya mevcut. İster Irak Kürt medyasının mensubu olsun, ister herhangi bir Iraklı Kürt, birarada oldukları, karşılaşma imkânı buldukları her Türk'e mutlaka ’Erbil'de niye Türkiye'nin bir başkonsolosluğu' bulunmadığını soruyorlar. Buna benzer bir soru ise, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Irak'a yapması beklenen resmi ziyarete Erbil'i de dahil edip etmeyeceği. Bu soruların cevaplarında aranan, kuşkusuz, Türkiye'nin Irak'ın kuzeyinde oluşmuş olan ’Kürt antitesi'ni, resmi adıyla ’Kürdistan Bölge Yönetimi' olgusunu gerçekten kabul edip etmediği. ’Kürdistan' adına Türkiye'nin kendini alıştırması gereğinin yanısıra, ’Kürt kimliği'nin, izdüşümünü Türkiye'nin kendi içine düşürecek şekilde, kabul edilmesinin ölçüleri buralardan geçiyor. *** Irak'ın Kürdistan Bölge Yönetimi adıyla oluşmuş Erbil, Süleymaniye ve Dohuk vilayetlerinde yüzlerce Türk şirketi var. Ayrıca, Türkiye'nin Güneydoğu'sundan binlerce insan iki yönde geçip duruyor. Bu kadar güçlü bir beşeri ve ekonomik-ticari temas ve geleceğin içerdiği her yönde siyasi-ekonomik-kültürel ’ilişki potansiyeli', Türkiye'nin Erbil'de devlet kimliğiyle doğrudan temsilini zorunlu kılıyor. Türkiye'nin Musul'da bir başkonsolosluğu üç yıldır açık. Ama, Erbil'e bir saat uzaklıktaki Musul, güvenlik açısından sıkıntılı bir bölge olmasının yanısıra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Erbil ile kıyaslanmayacak ölçüde az ayak bastıkları bir alan. Türkiye'nin Musul Başkonsolosu, üç yıllık görev süresi boyunca Erbil'e ikincisi Abant Platformu vesilesiyle olmak üzere sadece iki kez ayak basmış. Kendisini hayli kilo almış gördüğümü söylediğimde, görev yeri ile evi arasında iki yüz metrelik bir mesafe olduğunu, ’hareketsizliğin' o görüntüsüne yol açtığını söyledi. Türkiye'den gelenler onuruna verilen akşam yemeği, herhalde tüm görev süresi içinde evinin dışında öyle bir imkânı bulduğu nadir fırsatlardan biriydi ve o Erbil'in ferah ortamı sayesinde ve Türkiye'den 100 aydının Erbil'e ayak basması sayesinde gerçekleşebildi. Taraflar arasında ilişkilerin gelişmekte olduğu, resmi alanda bir ’yakınlaşma'nın söz konusu olduğu ve bizlerin Erbil'de bulunmasının bunu daha da hızlandıracağı ve olumlu katkı yaptığı her vesilede söylendi. Ancak, bu, olması gerekenin hala altında ve yavaş. *** Türkiye'nin bölgedeki gelecek potansiyeli öyle ki, kendisi bunu ne ölçüde değerlendiremese de, ’çevre' buna karşı şimdiden ’ön alma' çabasında. Bizlerden bir gün önce Erbil ve Süleymaniye'ye aniden İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Mottaki'nin ziyaret etmesini, Kürt yetkililer ’Türkiye'ye verilmiş bir mesaj' olarak yorumluyorlar. İran'ın Erbil ve Süleymaniye'de başkonsoloslukları zaten vardı. İran Dışişleri Bakanı'nın şu dönemde Bağdat'a yaptığı ziyaretin ardından Erbil'e gelmesi, bir ölçüde Türkiye'ye ’Burayla gereğinden fazla ilgilenme. Burada biz varız' türünden bir mesaj olarak algılanıyor. Durum bu iken, Türkiye'nin Musul'da üç yıl önce yeniden açtığı başkonsolosluktan sonra ta Irak'ın en güneyindeki Basra'da başkonsolosluk açmış olması, Erbil'de ’başkonsolosluk açılması'nın ’inşallah ilerde'ye bağlanması, ’atın önüne arabanın konması'ndan başka bir anlam taşımıyor. Ayrıca, Erbil'e Amerikan Başkan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı'ndan İran Dışişleri Bakanı'na uzanan uluslararası şahsiyetlerin ayak basmasına karşılık, hiçbir üst düzey sıfat sahibi Türk yetkilisinin buraya gelmemiş olması, Kürtler nezdinde ’incitici' bir algılamadan gayrı, Türkiye'ye ilişkin ’mesafeli duruş' ve ’gereksiz kuşkuları' devam ettirici bir rol oynuyor. O nedenle Abant Platformu'nun ’Sonuç Bildirgesi'nde vurgulandığı gibi Erbil'te Türkiye Başkonsolosluğu'nun açılması zaman geçirilmeden kararlaştırılmalıdır. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Irak ziyaret gündemine Erbil'i mutlaka dahil etmelidir. Erbil izlenimlerine ilişkin en anlamlı sözü Abant Platformu'nu düzenleyenlerden birinden işittim. Erbil havaalanına doğru Erbil ile Selahaddin arasındaki Khanzad otelinden yola çıktığımızda bana “Burayla ne kadar güçlü bir beraberlik imkânı var. İnsanlar bizlere ne kadar sıcak ve istekli. Bunca yıldır buraya uzak durmamızı, burayı düşman toprağı gibi görülmesini isteyenlerin Ergenekoncular olduğunu anladım“ dedi. Her taşın ardında ’Ergenekon' aranması belki gereksiz. Ancak, Kürtlere ilişkin herşeyde ’Ergenekon'un bulunduğu kesin... • Monica'lar diyarında Türk-Kürt konferansı – Emre Aköz (Sabah) 15 Şubat 2009 – Pazar Gece yarısı İstanbul'dan kalkan Atlasjet uçağı Kuzey Irak'ın Erbil kentine doğru yol alırken, yanımdaki Türk işadamı da anılarını anlatmaya başladı: "Erbil'e ilk geldiğimiz günler. Bir araç satın alayım dedim. Kürt arkadaşlar 'Monica al, Monica'lar iyidir' dedi. Ben de şu araba işinden pek anlamam. Etrafa bakıyorum, Monica marka otomobil nasıl bir şeymiş diye... Göremiyorum. Sonunda dayanamadım, sordum. Meğer Toyota'nın Land Cruiser model ciplerine Monica diyorlarmış." "Niye Monica" diye sordum. Tam o anda, bizim sohbetimize kulak misafiri olan Erbilli Kürt işadamı lafa karıştı. İri portakalları avuçlarmış gibi top top yaptığı ellerini göğsüne götürerek, "Hani Bill Clinton 'ın Monica'sı vardı ya..." dedi. Önden bakıldığında göze çarpan yuvarlak hatları nedeniyle Land Cruiser'lara Monica diyorlardı. Konuşma ilerledikçe, tüm bölge dillerini şakır şakır konuşan sevimli işadamının anlattıklarından, bu ad takma hobisinin bölge pop kültürünün önemli bir parçası olduğunu anladım. Cep telefonlarına da, modeline, biçimine bakarak, 'Barzani' ya da 'Talabani' diyorlardı. Bu ad takma kültüründe göze çarpan herkes ve her nesne başka bir şeyle anılıyordu. Tevatüre göre, bölgenin ünlü bir erkek şarkıcısı, kendisine üç tekerlekli motosiklet markası uygun görüldüğü için Barzani'ye yakınmış. Barzani de "Sen gene iyisin, ya ben ne yapayım" demiş, "Baksana beni de cep telefonuna benzetiyorlar." İki saatlik uçuştan sonra Erbil Havaalanı'na indiğimizde çevreye baktım. Hakikaten de birçok Monica vardı! Belli ki Monica, Kuzey Irak'ın statü simgesi. Sahipleri "para bende" diyor. (Aklıma gelmişken: Bir zamanlar Türkiye'de de ' Alırsan Ford, olursun lord' denirmiş. 1950'li yıllar olsa gerek.) Ancak Monica'ların tüm sahiplerine zevk ve mutluluk getirdiğini söylemek mümkün değil. Kimi terör gruplarının baş hedefi yine onlar oluyor. Bu yüzden önemli şahıslar şaşırtmaca yaparak, eski otolara biniyorlar. Kendisi de bir Monica sahibi olan Kürt girişimci, başta ithalat yaptığı ABD olmak üzere birçok ülkeye İstanbul üzerinden uçtuğunu söyledi. "Niye Bağdat değil" diye sordum. Yüzünü buruşturarak, "Dünyaya bir kere geldim" dedi. "Canıma susamadım" demenin bir başka biçimi... Yukarıdaki muhabbetin yapıldığı uçakta 100 kadar Türkiyeli akademisyen, araştırmacı ve gazeteci vardı. Bu kişiler, bölgedeki dostlarla birlikte, bugün başlayıp iki gün sürecek olan TürkKürt konferansına katılacak. "Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak" başlıklı konferansı, Abant Platformu çerçevesinde Selahaddin Üniversitesi ve Mukriyani Enstitüsü düzenliyor. Bu konferans sadece "bir ilk" olduğu için önemli değil. Dünya artık Obama Çağına girdi; siyasi ilişkiler başka bir şekil alacak. Şiddet azalacak, diyalog çoğalacak. Bu konferansa Türkiye'nin güvenliğinden sorumlu üst düzey bazı yetkililerin de önem verdiğini biliyoruz. Çünkü dünya sistemi PKK'nın tasfiye edilmesine karar verdi. Artık iş zamana kaldı. Örgüt sönüp gidecek. İyi de, sonra ne olacak? Ankara hem kendi Kürtleriyle, hem de Kuzey Irak Kürt yönetimiyle nasıl bir ilişki kuracak? Hangi sorunlar, nasıl çözülecek? İşte açılış konuşmasını Barzani'nin yapması beklenen konferans bu açıdan önemli... İzlenimlere daha sonra devam ederim. • Artık o kelimeye ağzınızı alıştırın – Emre Aköz (Sabah) 17 Şubat 2009 – Salı Abant Platformu'nun Erbil'de düzenlediği ' Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' başlıklı konferansta, Kürt katılımcıların bir hassaslığına şahit olduk. Bu siyasi birime ne isim verilecekti? Türkiye'den gelen 100 kadar entelektüelin bir kısmı 'Kuzey Irak' diyordu. Bazıları ise 'Kürt Özerk Bölgesi' demeyi tercih ediyordu. Öte yandan bu toprakların adı, Irak Anayasası'nda ' Kürdistan Bölgesi' diye geçiyordu. Bölgeyi yöneten siyasi oluşuma ' Kürdistan Bölgesel Hükümeti' adı veriliyordu. Kürt aydınları ise Türkiye'den gelenlerin Kürdistan'dan başka bir tabir kullanmasını, en hafifinden hayretle, genellikle de kontrollü bir kızgınlıkla karşılıyorlardı. ( Not: Öte yandan bölgenin başkenti olan kente Hewler yerine Erbil denmesini önemsemiyorlar.) Bu tür bir kelime hassasiyeti bize yabancı değil. Batı medyasında İstanbul'a ' Konstantinopolis' dendiğinde; kızar, köpürürüz. O adı Batı'nın bilinçdışında uyuklayan bir canavarın, arada sırada horlaması olarak kabul ederiz. Uzun bir uykuya yatan bu canavarın amacı, gün gelip uyandığında, İstanbul'daki Türk egemenliğine son vererek Konstantinopolis'i tekrar kurmaktır. Kürdistan kelimesi de aynı bizimki gibi zengin tarihsel anlamlarla yüklü. Osmanlı, Kürtlerin yaşadığı bölgeye Kürdistan diyordu. Bu gayet normal, kompleksiz, düz bir adlandırmaydı. Cumhuriyetin ilk yıllarında da aynı kelimeye rastlıyoruz. Ama özellikle Kürt isyanlarıyla birlikte kelime hızla kullanımdan çıkmıştı. Irak yönetimlerinin ve bilhassa Diktatör Saddam'ın, Kürtler üzerindeki baskısı da Türkiye'yi etkiledi. Türk basınında Kürdistan kelimesi kullanılmaz oldu. Ankara için bu kelimenin bir başka anlamı daha vardı. Mantık silsilesi şöyle bir şeydi: "Kürdistan dersem devlet kuran bir etnik grup olarak Kürtlerin varlığını kabul etmiş olurum... O durumda 'Türkiye Kürtleri' de bir ulus olur... Ama bu da, 'tek devlet, tek bayrak, tek ulus' formülünün ' tek ulus' bölümüne aykırıdır... O halde Kürdistan kelimesini görmezden gelmem gerekiyor." Konferansa katılan Türk entelektüellerin elbette böyle bir bakış açısı yoktu. Onlar zaten bu mantığı eleştiren kişilerdi. Ancak Türkiye'deki eğitim sistemi ve medya atmosferi, belki de hissettirmeden onları etkiliyordu. Kürt katılımcılar ise Kürdistan kelimesinden bu kaçışta, ' Hâkim ulus ve büyük devlet kibrini' görmeye yatkındı. Ankara'nın 80 yıllık dışlayıcı ve küçümseyici tavrı, işte Türk entelektüelleri aracılığıyla bir kez daha karşılarına çıkmıştı. Evet, Kürtler genelde böyle düşünüyordu ama Türkiye'yi yakından izleyenler yakın zamanlara kadar hiç ummadıkları bir değişime şahit oluyorlar. Ankara'nın Kürtlere karşı tavrı yavaş yavaş değişiyor. 'Kürt bölgesini' bir tehdit değil, bir fırsat olarak görmeye başlıyor. Konferansta da belirttiğim gibi: Bugüne dek devlete bakarak pozisyon ve dil belirleyen Türk medyası, yakında Kürdistan kelimesini sıkça kullanmaya başlarsa... Düne kadar dağlı düşmanlar diye sundukları Kürtlerin, aslında yüce gönüllü dostlar olduğunu aniden keşfederse sakın şaşırmayın. • Genç Kürdistan'ın abisi kim olacak? – Emre Aköz (Sabah) 19 Şubat 2009 – Perşembe Abant Platformu'nun Erbil'de düzenlediği ' Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak' başlıklı konferansta, ilginç bir iletişim sorunuyla karşılaştık. Türkiye'den Kürdistan'a 100 kadar akademisyen, araştırmacı, aydın ve gazeteci gitmişti. Bu çıkartma başlı başına bir olaydı . Büyük bir jestti . Hükümet krizi nedeniyle Başbakan Neçirvan Barzani katılamamıştı ama Bölge Valisi ve Kültür Bakanı konferanstaydı. Türkiye'nin Musul Konsolosu Hüseyin Avni Botsalı da Erbil'e gelerek açılışta konuştu. Türkiye'den giden grup 24 saat sıkı biçimde korundu, bindikleri otobüsler için trafik akışları kesildi. Peki, konferansın içeriği nasıldı? İzlenimim şöyle: Bizimkiler olayı daha ziyade soyut düzeyde ele almayı, kimlik politikalarından söz etmeyi, işe edebiyat katmayı tercih ediyordu. Kürt tarafı ise ' somut meseleleri, somut bir dille' ele almak istiyordu. Mesela: Türkiye'nin sınır kapılarında çıkardığı sorunlar ne zaman bitecekti? Türkiye ne zaman Erbil'de konsolosluk açacaktı? Akademik toplantılarda katılanlar aynı mesleki kültürü paylaştığı için taraflar kolayca anlaşır, anlaşmadıkları durumlarda, niye anlaşamadıklarını bilirler. Erbil'deki toplantıda ise böyle bir konferans kültürü yoktu. (Zaten ilk kez böyle bir araya gelindiği için olması da mümkün değildi.) Şu da söylenebilir: Türkiye Kürtleri gibi, Irak Kürtleri de siyasetle fevkalade ilgiliydi. Dönüp dolaşıp konuyu siyasete getiriyorlardı. Bizim konuşmacı ve tartışmacılar ise gündelik siyaset yerine sosyolojiye, medya analizine, tarihe eğilimliydi. Özetle: Biçimsel anlamı önemli, içeriği ise görece zayıf bir konferans oldu. Bir de tahminim var: ABD, Irak'tan çekildikçe, Kürdistan, doğudan İran'ın, güneyden Arapların baskısına maruz kalacak. Bence önümüzdeki dönemde Türkiye, Kürdistan'ın ' soft power' ve ekonomik ilişki anlamında abisi olmaya çalışacak. (Eğer devletlerin arasında kaçınılması zor bir güç rekabeti varsa, bunu yapmaya da mecbur!) Yakın tarihlere kadar, " Bağımsız Kürdistan, Türkiye'nin bütünlüğünü tehdit eder " diyen Ankara'nın kırmızı çizgileri silindi gitti. Henüz pek toy olsa da, Kürdistan devleti ilan edildi. Türk işadamları da onun gelişmesinde pay sahibi oldu. Bundan sonra birleşik Irak'a dönüleceğini sanmıyorum. Tersine Türkiye, Kürdistan'ı korumaya ve geliştirmeye çalışacak. Kürdistan'da petrol var, Türkiye'de ise mal ve mühendislik bilgisi... Erbil'de apaçık gördük işte: Kürtlerin gözü kulağı Türkiye'de... Ama Ankara'dan ziyade İstanbul'da! (Ticaretin sorun çözücü gücünü yabana atmayalım.) Bütün bunların olması için de Türkiye'nin kendi Kürtleriyle olan sorunlarını halletmesi gerekiyor. • Erbil'de Abant açılımı - Amberin Zaman (Taraf) 13 Şubat 2009 Cuma Önümüzdeki pazar günü Erbil'de Abant Platformu'nun düzenlediği çok önemli bir toplantı yapılacak. ’Barış ve Geleceği Birlikte Aramak' başlıklı toplantının açılışını Kuzey Irak'taki yerel yönetiminin başbakanı Neçirvan Barzani yapacak. Henüz kesinleşmemekle birlikte Türkiye'nin Musul Başkonsolosu Hüseyin Avni Botsalı'nın da toplantıya iştirak etmesi bekleniyor. Aralarında Güneydoğulu işadamları, eski Diyarbakır Milletvekili Haşim Haşimi, Cengiz Çandar, Mümtaz'er Türköne, Altan Tan, İbrahim Kalın, Mardin Süryani Metropoliti Saliba Özben dahil olmak üzere 100'e yakın kişi toplantıda hazır bulunacak. Abant Platformu'nun Kuzey Irak'ta düzenlediği ilk panel olmasından öte bu çıkartma Türkiye ve Irak Kürtleri arasında sağlıklı bir diyalogun oluşturulması açısından fevkalade mühim bir girişim. Anımsarsanız geçen yıl bir dizi tehdit sonucunda Abant Platformu Diyarbakır'da düzenlemek istediği toplantıyı iptal etmek zorunda kaldı. Sanırız bu tehditlerde bulunan kesim Erbil'deki toplantıyı da bir çeşit AKP'nin seçim öncesi Kürt oylarını toplamak adına yapılan bir propaganda şovu olarak takdim etmeye çalışacaktır. Oysa Fethullah Gülen cemaatine yakın örgütler ve kişiler gerek okul açarak, gerek hastane kurarak uzun zamandır Türkiye ve Kuzey Irak arasında köprü kurma çabasında bulunuyorlar ve oldukça da başarılı olmuşlardır. Kuzey Irak yönetiminin önde gelen isimlerinin çocukları bu okullara gidiyor, ve veli-öğretmen arasında oluşan bağlar neticesine pekişen karşılıklı güven birçok alanda olumlu yansımaları da beraberinde getirmiştir. Son zamanlarda özellikle Dışişleri Bakanlığı'nın Irak koordinatörü Murat Özçelik'in bölgesel Kürt yönetiminin cumhurbaşkanı Mesut Barzani'yle yaptığı görüşmeler Türkiye'nin de artık Kuzey Irak ile ilişkileri rayına oturtma arzusunu net biçimde ortaya koymuştur. Kuzey Irak'la sağlıklı diyalog kurmak aslında Türkiye'nin bölgesel güç olma çabalarının anahtarını teşkil ediyor. Bunun birçok sebebi var. Birincisi istikrarsız bir Irak'ın Türkiye'ye mutlak olumsuz yansımaları olacaktır. Irak'ın diğer bölgelerinin, nispeten güvenli bir ortam oluşturan Kürtlerin Kerkük üzerindeki iddiaları yüzünden şiddete bulaşma ihtimali gün be gün artıyor. Bu duruma seyirci kalamayacak olan Türkiye de ister istemez müdahale etmek durumunda kalabilir. Bu konudaki tehlikelere dikkat çeken Ortadoğu uzmanı Henri Barkey'nin ABD'nin en saygın düşünce kuruluşları arasında anılan Carenegie Endowment for International Peace için kaleme aldığı ’Preventing Conflict Over Kurdistan' (Kürdistan'da Kavgayı Önlemek) adlı kapsamlı raporunu okumanızı öneririm. Barkey'nin de ifade ettiği gibi; Türkiye'nin Kuzey Irak'taki federal yapıyı içine sindirerek bölgesel yönetim ile kuracağı sağlıklı diyalog Kerkük olsun, PKK olsun, Irak'ın zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarının Türkiye üzerinden Batı'ya ulaşması olsun, birçok açıdan her iki tarafın menfaatlerine hizmet edecektir. Ayrıca Ankara'nın Bağdat üzerindeki nüfuzunu artırırken İran'ın da bölgedeki artan ağırlığını dengeleyecektir. Tüm bunlar Türkiye'nin Pejak'ı terör listesine alarak bir iyi niyet jesti yapan Obama yönetimiyle ilişkilerini de güçlendirecektir. Ve tabii yine de Barkey'nin de işaret ettiği gibi Türkiye'nin kendi Kürt sorununu çözmesinde büyük fayda sağlayacaktır. Şüphesiz bütün bu konular Abant Platformu'nun düzenlediği toplantıda etraflıca ele alınacaktır. Eğer her iki tarafın basını konuşulanları objektif biçimde çarpıtmadan aktarabilirse, hükümetin Kuzey Irak'la diyalog çabalarını güçlendirecektir, doğal müttefik olan Türkiye ve Iraklı Kürtleri daha da yakınlaştıracaktır. • Erbil'de barışı ve geleceği ararken (1) - Leyla İpekçi (Taraf) 17 Şubat 2009 - Salı Irak dendiğinde imgenizde sürekli bombalar patlayan bir yer beliriyor. Orada insanların yaşamayı sürdürdüğü ve hikâyelerin iç içe yazılmaya devam ettiği unutuluyor, gözardı ediliyor. Irak'ın kuzeyindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nden bahsettiğinizde ise insanların kafası karışıyor. Sorular uçuşuyor havada. Türkiye'deki Kürt meselesiyle biraz kesişen bolca da ayrışan, ama fazlasıyla karmaşık bir sorun yumağı Irak'taki Kürtlerle diğer etnik gruplar arasında da mevcutken siyasi otoriteler nasıl bir tutum takınacak? İç sorunların kucağında sınırın iki yanındaki Kürtler acaba nasıl bir dil ile kendilerini birbirlerine ifade edebilecekler? Ve parçalanmış ortak hikâyelerini nasıl birlikte yazacaklar yeniden? Bu soruların yanıtını aramak için Abant Platformu'nun davetiyle ilk kez Erbil'de bir araya geliyoruz. Sadece bu buluşma bile kardeşlik ve barış arayışının diplomasi diline sıkıştırılmış, kendini defalarca tekrar ederek anlamından koparılmış bir halde bırakılmasına daha fazla razı gelinemeyeceğinin bir göstergesi. (Elbette konjonktürün dayattığı bir gereksinim de var.) Erbil'e gideceğimi duyan kimi tanıdıklar aman dikkat et dediler. Musul karışık, Kerkük'te kim bilir neler dönüyor, Bağdat'ta intihar saldırıları arttı. İyi de nasıl dikkat edeceğim? İki yıl kadar önce Lübnan İsrail tarafından saldırıya uğrarken, bir grup otobüse binmiş ve sınıra dek gelip savaştan kaçanların Suriye'ye girişine ve orada çeşitli çadırlara, kamplara, okullara yerleştirilmelerine tanık olmuştuk. O vakit cep telefonlarımız habire çalıyordu: “Aman dikkat edin.“ O vakit ’dikkat etme'nin yerini daha net bir mücadele şevki alıyor bizler için: Ortak hikâyemizi bölgede konuşulan farklı dillerle yeniden yazmanın dilini aramak. Çeşitli güç odaklarının tehdidine, memnuniyetsizliğine rağmen, herhangi bir siyasi hesabın veya iktidarın söylemini çoğaltmak yerine, adaletten ve insani değerlerden yana bir tutum takınmakla kuracağız belki bu dili. Parçalanmış ve birbirine cepheden bakan hakikatlerimizi bütünlediğimiz ölçüde konuşacağız. Sınırın doğusunda da batısında da, kuzeyinde de, güneyinde de olsanız, güç odaklarından istediğiniz kadar iktidar devşirmeye çalışın, hikâyemizi sürdürecek olan hakikat, daha derinlerdeki bir dilin ifadesinde saklı diye düşünüyorum. Çünkü defalarca da belirttiğim gibi, ateşkes anlaşmalarıyla, siyasi konjonktüre uygun düşen yeni pazarlık stratejileriyle filan ne kardeşliğe ne de barışa itibarını geri verebiliyoruz. Toplantı hakkında dile getirmek istediklerimi gelecek yazıya bırakarak, biraz da Erbil'deki izlenimlerimi belirteyim. Buraya ilk kez geliyorum. Beyrut'a veya Saraybosna'ya ilk gittiğimde yaşadığım bir hisse burada da kapıldım. Çatışma ve sıcak savaşın ardından kısa zamanda büyük çabalarla, içte ve dıştakilerin el birliğiyle ayağa kaldırılmaya çalışılan bir kent. Vinçler var her yerde. Sokaklar açılıyor, yollar yapılıyor. Erbil kalesindeki çeşitli bölümler restore ediliyor. Çek Cumhuriyeti şirketi de var, İtalyanlar da, İngilizler de. Adım başı Türk markasına rastlamak mümkün. Akşamları bazı ışıksız ve bozuk yollarda ilerlerken bile sokak panolarındaki uluslararası markaların çarpıcı ilanlarını görebiliyorsunuz. Tamamlanmamış inşaatların yanı sıra, Erbil'in yeni bölgesinde yükselen bloklar da epey fazla. Akşam dokuz buçuklara dek açık alışveriş merkezleri, site halindeki evlerin veya hastanelerin önünde bekleyen silahlı güvenlikçiler, ciplerin fazlalığı göze çarpıyor. Denilir ki, kimse kimseye güvenmiyor bu topraklarda. Çok fazla acı, çok fazla ihanet ve bol hesap var. Yine de alttan alta akmakta olan bir saflık, iyi niyet ve umut da var. Diyorsunuz ki, evet, burada ortak bir gelecek tasavvuru mümkün. Yıkım ve kıyım adına değil, yaşam ve dirim adına. Ortadoğu'daki farklı mezhep ve etnik kökenlerden bu topraklara ait çoğul bir varoluş hakikati olarak bahsedeceğimiz vakitlerin geleceğine inanıyorum. Önce herkes kendisinden esirgenen kimliğini geri almalıdır mutlaka. Ama sonra yeniden kimlik kabuklarını biraz olsun soymamız ve ötesine geçebilmemiz gerekecektir. Çünkü bize barış içinde bir gelecek vaat eden hakikatin ölçüsü adalet olacaktır er geç, kimlik siyasetleri değil. • Gülen hareketi ve DTP - Rasim Ozan Kütahyalı (Taraf) 18 Şubat 2009 - Çarşamba Çok yakın bir tarihe kadar Kürt meselesi dendi mi, hemen birileri düzeltme ihtiyacı hissederdi (Yok Güneydoğu sorunu, yok terör sorunu vs.). Artık MHP'liler de, generaller de bulunulan ortak platformlarda bu hakiki adlandırmaya itiraz etmiyor... Özetlersek, Kürt realitesini artık bu ülke bir şekilde tanıyor... Bu noktaya gelindi şükür... İslami kesim içinde ise Gülen hareketi Kürt meselesinin çözümlenmesi noktasında çok aktif pozisyonda birkaç yıldır... Türkiye'nin Kürt coğrafyasına yönelik yaygın eğitim ve hayır faaliyetlerini arttırdı bu hareket. Irak Kürdistan bölgesinde ise çok daha aktif. O bölgenin yönetimiyle de hareketin gönüllüleri arasında çok iyi bir diyalog var. Bu gönüllülerce açılan okullardan, hastanelerden, iktisadi teşebbüslerden ve sivil girişimlerden Barzani yönetimi de çok memnun... Türkiye Kürtlerinin ciddi bir kısmının desteğini alan DTP ise Gülen hareketinin bu çabalarını kuşkuyla karşılıyor... Gülen hareketi de DTP-karşıtı bir söylem içinde... İki taraf da birbirini “derin devletin adamları“ olarak yaftalıyor... Egemen DTP söylemi hem AKP'nin hem Gülen hareketinin Kürt coğrafyasındaki çabalarını “derin devlet operasyonu“ olarak algılıyor... Bu söyleme göre Gülen gönüllüleri o coğrafyayı “Türkleştirmek“ amaçlı hareket ediyorlar. Din duygularını kullanarak dolaylı asimilasyon politikaları uyguluyorlar... Gülen hareketinin yayın organlarının DTP'den bahsederken kullandığı dil de bu söyleme paralel gidiyor... Bu algılamaya de göre PKK hareketi ve dolayısıyla DTP, Türk derin devleti tarafından kurdurulmuş, bu derin yapılanma tarafından dolaylı olarak desteklenmiş ve hâlâ da desteklenen bir siyasi oluşum... Son dönemde özellikle Gülen hareketinin yayın organları, genel olarak da İslami medya ETÖ ile DTP'nin sürekli bir ittifak içinde olduğunu, ortak çalıştıkları imasında haberler yapıyor... Özetlersek, Gülen hareketine göre de PKK-DTP mensupları “derin devletin adamları“... Her iki taraf da oradaki halka hitaben bu propagandayı yapıyor; “Karşı taraf derin devlet ile çalışıyor, onlara değil, bize güvenin“... Öte yandan, Türk devlet zihniyetinin bu hareketlerin tümüne bakışı özü itibariyle aynı... Ne AKP ne DTP ne de Gülen hareketi Türk devlet zihniyetince makbul oluşumlar... Fırsat bulunduğunda bu üç hareket de derin yapılanma operasyonlarının kurbanı olabilir. Zaten geçmişte de oldular... Fakat elbette derin yapılanma mantığı açısından geçici ittifaklar olabilir. Bunu Türk derin yapılanması hep yapmıştır. Başka bir “zenci“ ile mücadele ederken, diğer “zenci“yi yanına çekmiştir. O “zenci“ ile işi bitince, başka bir operasyon için başka “zenci“ ile irtibata geçmiştir... Cumhuriyetin tarihi bu tip denge politikalarıyla ayakta kalma tarihidir dense yanlış bir tahlil olmaz... Erbil'de toplanan 18. Abant Platformu'na yönelik Ahmet Türk'ün tepkisi de yukarıda anlattığımız algılamalar çerçevesinde yapılıyor. Abant Platformu girişimini kendilerini by-pass etme amaçlı bir girişim olarak görüyor Türk. Nerdeyse bu toplantıyı bile derin devlete bağlama eğiliminde kimi DTP'li aktörler... DTP'nin Gülen hareketinin Kürt coğrafyasındaki çabalarına baştan set çekmesi çok yanlış. Fakat DTP dışlanarak ve yok sayılarak da Kürt meselesi çözülemez... Hem AKP içinde, hem Gülen hareketi içinde DTP'yi yok sayarak Kürt meselesini çözme yönünde bir irade var... Herkes kendi bakış açısından karşı tarafta bir dolu problem bulabilir. Fakat ne olursa olsun DTP Türkiye Kürtleri açısından bir realitedir. Özellikle Kürt coğrafyasında yüzde 50lik bir iradenin temsilcisidir DTP. Dahası DTP'ye oy vermeyen Kürtlerin de DTP hakkındaki görüşü standart bir Türk gibi değildir... Hamas'ın bir siyasi realite olduğu gerçeğini İsrail nasıl kabul etmek durumundaysa, Türkiye de DTP realitesini tanımak durumundadır... Realiteyi tanımak o siyasi hareketin ideolojisini doğru bulmak anlamına da gelmez. Fakat aynı masaya oturmayı, ortak akıl arayışını zorunlu kılar... Gülen hareketinin Kürt meselesini çözmeye yönelik iradesi çok isabetli. Kürt yurttaşların taleplerinin acilen karşılanması noktasında hareket AKP'yi de daha sivil ve özgürlükçü-demokrat yöne doğru itme çabasında. Bunu da görmek lazım. Nitekim AKP içinde kimi devletçi aktörler Gülen hareketinden hiç hoşlanmıyor... Toparlarsak, DTP ve Gülen hareketinin birbirine rakip gibi davranmasının ne bu ülkeye ne de Kürtlere hiçbir yararı yok!! Avuçlarında taş izi var diye Kürt çocuklarını 40 yıl hapisle yargılayanların işine gelir sadece bu “zenciler kavgası“... DTP de bu lüzumsuz kavgayı kırmak yönünde bir adım atabilir. Nerdeyse 10 yıldır sürgün hayatı yaşamak zorunda bırakılan Fethullah Gülen meselesini Meclis'te gündeme getirmek, Haziran 1999'da Gülen'e karşı yapılan derin operasyon ve sonrasındaki linç harekâtını Meclis kürsüsünden sorgulamak mesela... Hasip Kaplan bu konuda harika bir Meclis konuşması yapabilir... Bu adımları atabilmek lazım... • Kuzey Irak'la temiz sayfa açmalıyız – Galip Ensarioğlu (Taraf) 18 Şubat 2009 - Çarşamba GALİP ENSARİOĞLU / Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Kuzey Irak ile ilişkileri yeniden tanımlamamız gerekiyor. Bunu yaparken en önemli ihtiyacımız samimiyet. Eğer ilişkilerin geliştirilmesini isteğimiz de samimi isek, bunun gerektirdiği kolaylıkları da hayata geçirmemiz gerekiyor. Korkuların ve paranoyaların aşılması durumunda, bu köklü geçmiş, güçlü bir gelecek yaratacaktır Türkiye'nin bugünkü komşularının tamamı Osmanlı'dan kopmuş ülkelerden oluştuğu için, Batılı komşularını kendisine saldıran ve bölen, Doğulu komşularını ise ihanet eden unsurlar olarak görmüş ve ilişkilerinde her zaman mesafeli ve kuşkucu davranmıştır. Özellikle İran, Irak ve Suriye'ye, buralarda yoğun bir Kürt nüfusu yaşadığı için, daha da mesafeli yaklaşmıştır. Bu sebepten ötürü, dünyada bir ülkenin yakın komşularıyla ticaret oranı ortalama yüzde 60 civarındayken, Türkiye'nin komşularıyla yaptığı ticaretin toplam ticaretine oranı yüzde 10 dolayındadır. KUZEY IRAK İLE TİCARİ İLİŞKİLER Uluslararası ilişkilerde siyaseti, devletlerin karşılıklı çıkarları belirlerken, bizde tam tersine çıkarlarımız siyasi kaygılara kurban edilmektedir. Oysa egemenlik ve refah, korkular üzerine inşa edilemez. Ürkek davranan ülkeler ise hiçbir zaman egemen bir güç olamazlar. Bu tespitlerimizden sonra, öncelikle Irak ve Bölgesel Kürt Yönetimi'yle olan ticari durumumuza bir göz atalım: - Türkiye ile Irak arasında ticaret hacmi 1991 Körfez Savaşı öncesi 2,5-3 milyar dolar civarındaydı. 2003 ABD işgaline kadar, pek bir hareketlilik görülmemiştir. - 2006 yılında başlayan ticaret neticesinde, ihracat 2007 yılında yüzde 9,9, 2008 yılında ise yüzde 37,5 artış göstermiştir. İthalat oranlarında ise 2006-2007 yüzde 71,6, 2007-2008'de ise yüzde 104,7'ye yükselmiştir. - 1993'te 160 milyon dolar olan ticaret hacmimizin yıllar itibariyle düştüğü; 1998-2002 döneminde ise ambargo nedeniyle tamamen durmuştur. 2003'te başlayan ticaret, başlangıç aşamasında bile rekor bir seviyeyi yakalamış, yıllar itibariyle de artış göstermiştir. Resmî rakamlara göre 2005 ve 2006 yıllarında 3 milyar dolar, 2007 yılında ise 4 milyar dolar civarında bir hacim tutturulmuştur. - 2006 yılında Kürt bölgesinde ticareti yapılan malların yüzde 70 ile yüzde 80 arasındaki bir kısmı Türkiye menşeiyliydi. Oysa 2008 yılında bu oran yüzde 25 ile yüzde 30'lara kadar geriledi. Bölgesel Kürt Yönetimi ile olan ticaret, yıllar ve rakamlar arasındaki dengesiz iniş çıkışlardan da anlaşılacağı gibi, siyasi tavırlara göre şekillenmiştir. - Bölgede yaklaşık 200 bin tanker Irak'la petrol taşımacılığı yapmaktadır. Hane halkı ortalamasını 7 olarak değerlendirirsek, yaklaşık 1.4 milyon kişi için önemli bir gelir kaynağı anlamına gelir. - Sadece Diyarbakır, ihracatının yüzde 55'ini Irak'a yapıyor. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde yaklaşık 50 bin vatandaşımız çalışıyor. Bu bölgede yaklaşık bin 200 civarında Türkiyeli şirket var. - Türkiye'nin 97 kapısı ve 270 gümrük noktası bulunmaktadır. Ancak ihracatının onda birini tek başına Habur Sınır Kapısı üstlenmektedir. - Bugün Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırlarında inşaat iş kolu piyasasının yüzde 90'i Türkiyeli firmaların elindedir. 6 milyar dolarlık ticaret hacmini ve petrol boru hattı ile gelen 1.5 miyar doları da buna eklersek ulaşılacak rakam 7,5 milyar doları bulmaktadır. Bunun yanı sıra; - Türkiye başta Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi olmak üzere bütün Irak'ın ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetler için en uygun ülkedir. - Türkiye'nin artan enerji ihtiyacı için en makul alan ise Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'dir. - Türkiye'nin Körfez ülkelerine yaptığı transit taşımacılıkta en güvenli ve uygun yol Irak iken, Irak'ın da Avrupa'ya ve Akdeniz'e en güvenli ulaşım yolu Türkiye'dir. Bu verileri çoğaltmak mümkün. GÜL KUZEY IRAK'A GİTMELİDİR Tüm bu veriler iki ülke arasında bütün ticari ve ekonomik ilişkilerin birbirini tamamlar nitelikte olduğunu ve yüksek profilli kalıcı bir işbirliğinden her iki ülkenin de azami derecede istifade edeceğini gösterir. Bizim en büyük pazarımız olan bu bölge, aynı zamanda birlikte büyümemiz için en uygun şartları da bünyesinde taşımaktadır. Bu çerçevede, yapılması gerekenleri şu şekilde sıralayabiliriz: - Diyarbakır'a uluslararası bir havalimanı açılarak, Erbil-Diyarbakır seferleri başlatılmalıdır. - Şanlıurfa ve Diyarbakır'dan Habur'a kadar otoban yapılmalıdır. - Karşılıklı olarak iki devlet için önemli olan, bölgemiz açısından ise hayati önem arz eden sınır ticareti kolaylaştırılmalı, teşvik edilmelidir. - Gerekirse ikinci bir sınır kapısı açılmalıdır. - Türkiye Cumhurbaşkanı'nın tarihi Ermenistan ziyaretinin bir benzerini Erbil'e yapması gerekmektedir. BENELÜX MODELLİ ENTEGRASYON Birkaç stratejik adımdan sonra, iki ülke arasına çekilen sınır kâğıt üzerinde kalacaktır. Bu ilişkiden Türkiye, Irak, Ortadoğu ve Dünya kazançlı çıkacaktır. Türkiye, başta Irak Kürdistan Bölgesel Hükümeti olmak üzere komşularını bir tehdit olarak görmekten kaçınmalı, onlarla işbirliğini de aşan stratejik ortaklıklar kurarak komşuluğunu ekonomik ve siyasi gelişme yaratan bir fırsata dönüştürmelidir. Bu noktada bizim önerimiz, Türkiye ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında Benelüx modelini andıran bir entegrasyondur. Malların ve insanların serbest dolaşımı esasına dayanması gereken bu model, Ortadoğu'nun kalbinde nefes almakta zorlanan iki bölgenin önünü açacaktır. Konsoloslukların ekonomik, diplomatik ve kültürel misyonları bulunur. Bu işlevleri itibariyle konsolosluklar, ülkelerin büyük resmi görmesine ve ekonomilerini büyütmelerine olanak verir. Mekik diplomasisi yürütmekle övünen Türkiye, hâlâ irtibat subaylıklarıyla yetiniyor, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminde yatırım yapan vatandaşlarıyla iletişim dahi kuramıyor ve yüzyıllık fırsatı korkuya heba eder bir pozisyona sürükleniyor. İlişkileri yeniden tanımlamamız gerekiyor ve bunu yaparken muhtaç olduğumuz şeylerden biri de samimiyet. Eğer ilişkilerin geliştirilmesini istediğimiz konusunda samimi isek, bunun gerektirdiği kolaylıkları da hayata geçirmemiz gerekiyor. Bu coğrafyadaki değerlerin köklü ve güçlü olduğuna inancımızı korumalıyız. Korkuların ve paranoyaların aşılması durumunda, bu köklü geçmiş, güçlü bir gelecek yaratacaktır. Irak Kürt Federe yönetiminin dünyaya açılan kapısı Türkiye, Türkiye'nin Ortadoğu'ya açılan kapısı Irak Kürt Federe Bölgesidir. Geçmişimiz bir, acılarımız bir, çıkarlarımız ve geleceğimizin de bir olduğunu unutmamalıyız. Not: Bu yazı, 15-16 Şubat'ta Erbil'de düzenlenen Abant Platformu toplatısında sunulan tebliğin kısaltılmış halidir. • “Kürdistan'a hoş geldiniz“ - Hakan Albayrak (Yeni Şafak) 16 Şubat 2009 – Pazartesi İstanbul-Erbil. Atlasjet. Dünyanın en nazik uçuş ekibi. Mütemadiyen “Bir arzunuz var mı“. Arzumuz, Türkiye ve “Kuzey Irak“ın kaynaşıp bütünleşmesi. Kuzey Irak'ı şahane bir Kürt fıkrasına istinaden tırnak içine aldım. Erbil'de, Dohuk'ta, Selahaddin'de “Kürdistan“ ismi hanımlar arasında çok yaygın. Bu ismi taşıyan bir kız Türkiye'ye gidiyormuş. Sınırda Kürdistan Bölge Yönetimi polisi ismini sorunca göğsünü gere gere “Kürdistan“ demiş. Sıra Habur sınır kapısındaki kontrole gelmiş. Türk polisi de ismini sormuş. Kız biraz düşünmüş ve... “Kuzey Irak“ demiş! Abant Platformu ve Selahaddin Üniversitesi'nin düzenlediği “Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak“ konulu konferans için geldiğim Erbil'de Hawler Plaza Oteli'ne yerleşirken saat 04:00 civarındaydı. Dışarıdan Kur'an sesi geldi. Pencereyi açtım. Ses cami hoparlörlerinden geliyormuş. Kur'an'dan sonra dua, niyaz, salavat. Sonra yine Kur'an. Bu böyle bir saat kadar devam etti. Nihayet ezan okundu. Çok yorgun olduğum için namazı otel odasında kılmaya niyetliydim, ama bu topraklara 'giriş' için en uygun yerin cami olduğu fikri beni canlandırdı. Çıktım, 100-150 metre yürüdüm, bir cami buldum, cemaate karıştım. Cemaat kalabalıktı. Kalabalık ve poşulu. Sünnetler kılındıktan sonra müezzin Kur'an okudu ve “Ya Rabbena ecirna minennar“ (Ey Rabbimiz, bizi ateşten koru) diye dua etti. Tekrar tekrar, tekrar tekrar. Biz de müezzine katıldık. Adeta trans halinde, bir ağızdan, “ecirna minennar, ecirna minennar, ecirna minennar...“ Amin velhamdu lillahi rabbi'l alemin. Cemaatle namazdan ve tesbihattan sonra yine cemaatle dua. Duadan sonra yine bir ağızdan -belki yüz kere- kelime-i tevhid... Poşulu kardeşlerimle musafaha edip camiden ayrılırken içimden bir ses –sansürüz- “Kürdistan'a hoş geldin“ dedi. Bunu özellikle belirtiyorum, çünkü “Kürdistan“ denince akıllara her şeyden evvel din kardeşliğinin gelmesini istiyorum. Gerisi teferruattır. Teferruata gelecek yazılarda değineceğim inşaallah.

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.