Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 20 February 2012

Yakındoğu: Jenosid bölgesi
Değerli arkadaşlar, Kürdistan’daki jenosidi üç bölümde tartışmak istiyorum. Birincisi bölgeseldir, ikincisi Türk Egemenlik Sistemi’nin özellikleridir, üçüncüsü de bu sistemin Kürdistandaki uygulamalarıdır.

Kendimize bölge olarak nereyi seçmeliyiz? Böyle bir sorun var orta yerde. Bu son 40-50 yılda, Kürt aydın ve siyasetçileri de, Kürt halkını bir Ortadoğu halkı, Kürdîstan’ı da bir Ortadoğu ülkesi gibi tarif ediyorlar. Bu tarif bir tarzda bize dayatıldı. Ve ne yazık ki bu bir değerlendirme ve muhakemeden geçirilmeden kabul ediliyor. Doğu, şu anda dünyada iki bölümdür; Ortadoğu ve Uzakdoğu. Basit bir akıl ve mantık ile düşünürsek; bir yerin ortası ve uzağı varsa, yakını da olmalıdır. Herhangi bir işimizi programlarken bile, kısa (yakın), orta ve uzun (uzak) diye bölümlere ayırıyoruz.

Doğu, daha önce üç bölümden oluşuyordu; Yakındoğu, Ortadoğu ve Uzakdoğu. Bu isimlendirme dışsaldı, Doğu’dakiler kendilerini böyle isimlendirmemişti. Batılılar bölgeyi böyle isimlendirmişlerdi. Bu isimlendirme Bizanslılarla başlamış. Bizanslılar, Bizans’ın (İstanbul)doğusunda kalan topraklarını Anatolia (Anadolu) olarak isimlendirmiş, yani Anadolu Bizanslıların İstanbul’un doğusunda kalan topraklarının ismidir. Bizanslıların doğudaki esas komşusu Yakındoğu’dur, Yakındoğu’dan ötede olan Ortadoğu’dur, daha ötede olan da Uzakdoğu’dur.

1930’lu yıllara kadar, literaturdeki isimlendirme de bu tarzdaydı. Bu yıllardan itibaren, Yakındoğu gündemden kalkıyor ve hiç kimse de bunu düşünüp sorgulamıyor; Yakındoğu nereye gitti, niye ortadan kalktı?
Burada söylemem gerekir ki, bu bir isimlendirme sorunu değildir. Yakındoğu, Doğu ve Batı arasında kalan bir bölgedir. Bu bölgenin kültürü de siyaset tarzı da, Doğu ve Batı’daki gibi değildir, epey farklıdır. Yakındoğu, bir geçiş bölgesidir, Doğu ve Batı arasında bir köprü gibidir.

Yakındoğu işleri hakkında Lozan Konferansı
Yakındoğu, resmi belgelerde en son Lozan Antlaşmasında yer alır. Bildiğiniz gibi, Lozan Antlaşması Türkler tarafından fetişize edilir, Türk Devleti’nin en önemli ve kurucu antlaşması olarak kabul edilir. Fakat çok tuhaftır ki (bir o kadar da anlaşılırdır ki),Türkler bu antlaşmanın tam ismini hiçbir zaman söylemezler. Sadece Lozan Antlaşması olarak sözederler. Bu antlaşmanın resmi ismi şöyledir: Yakındoğu işleri hakkında Lozan Konferansı. Bundan da anlıyoruz ki, Birinci Dünya Savaşı’nın egemenleri Yakındoğu’yu tanzim etmek, paylaşmak için bu konferansı düzenlemişler. Yakındoğu’daki sorunlara çözüm bulmak için bu konferans düzenlenmiştir.

Fakat bu konferansın sonucunda Yakındoğu’yu ortadan kaldırmışlar. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki egemen devletler sisitemi, Yakındoğu ve Ortadoğu’yu yeniden tanzim etmişler, aralarında paylaşmışlar ve Yakındoğu’yu ortadan kaldırmışlar. Aslında jenosid açısından bakılırsa, bu en büyük jenosidtir, bütün bir bölge ortadan kaldırılmış, yok edilmiş. Artık Yakındoğu yoktur ve literatürde yer almıyor.

Peki Yakındoğu neresidir? Bu tür bölgeler biraz rölatiftir, sınırlar çok net değildir, biraz ötede ya da beride olabilir. Ama esas olarak Yakındoğu, Karadeniz’in doğusu ile Akdeniz’in doğusu arasında kalan bölgedir, coğrafi bölge olarak Yakındoğu burasıdır. Bu bölgede kalan ülkeler de şunlardır: Ermenistan, Kürdistan ve Kilikya. Esas olarak bu üç ülke Yakındoğu’yu teşkil ederler. Doğulu ve Batılı güçler arsındaki bütün savaşlar bu bölgede yaşanmıştır. Doğulu ve Batılı güçler, birbirlerini altetmek için savaşıyorlar, fakat savaşları bu bölgededir ve ağırlıklı olarak da Kürdistanda’dır.

Diyebilirim ki, Yakındoğu’nun merkezinde kalan ülke Kürdistan’dır. Yeni devletler sisteminin kuruluşuyla birlikte Yakındoğu ortadan kaldırıldı, Kürdistan paylaşıldı, Kürdistan’ın üç parçası Ortadoğulu olarak üç devletin (İran, Irak, Suriye) sınırlarında kaldı, Kürdistan’ın en büyük bölümü (Kürdistan’ın kuzeyi) de Türk Egemenlik sisteminin bir parçası olarak Batılı kabul edildi.
Bu bölge yani Yakındoğu, Türk devletinin jenosid alanıdır. Bazı devletler için nüfuz bölgesi vardır, örneğin Afrika’nın kuzeyi Fransa’nın nüfuz bölgesidir. Türk devletinin jenosid bölgesi de Yakındoğu’dur. Jenosid ile ilgili tüm uygulamaları bu bölgede gerçekleşmiştir. Ermeni jenosidi buradadır, Potnusların katliamı bu bölgededir, Kilikya’daki Ermenilerin katledilmesi de bu bölgededir. Önemli bir konu da şudur; Nusayriler de bu bölgenin bir halkıdır. Bildiğiniz gibi, Nusayriler Türkiye ve Suriye arasında ikiye bölündüler, Nusayrî dağları Türkiye ve Suriye devletleri arasında sınır olarak kabul edildi. Yarısı kadarı Türkiye tarafında Antakya, Mersin gibi şehirlerde kaldı, oralara yerleşti. Diğer yarısı da çoğunlukla Suriye’deki Tedmır,Lazkiye çevresinde kaldı. Nusayrîler, Türkiye’de Şii veya Alewi gibi görülüyor. Dini inançları Aleviliğe çok yakındır, dini inançları Dersimli Kızılbaşlarla yüzde yüz örtüşmezse bile, ortak yanları dini olarak çoktur. Nusayriler de Yakındoğu’daki bir halktır.

Bana göre, gerek Kürdistan sorunun anlaşılması, gerekse Türk egemenlik sisteminin uyguladığı jenosid siyasetinin anlaşılması bakımından, bu bölgeninin gerçekliği ve ortadan kaldırılmasının anlaşılması, anahtar gibidir. Bundan dolayı bunu düşünmeliyiz ve anlamaya çalışmalıyız.

Çoğu zaman bir anlayış fikirlerimizi kökten değiştirebilir. Galiba 7-8 yıl önce, Yakındoğu konusunda daha derinlikli olarak düşünmeye başladım. O zamandan beri, benim yanımda “biz Ortadoğuluyuz” diyenlere kızıyorum ve şöyle diyorum “hayır biz Ortadoğulu değiliz, biz Yakındoğuluyuz.” İnanın ki Yakındoğu tesbiti ve anlayışı beni çok etkiledi ve siyasi tavrım bu anlayış ile değişti. Bundan dolayı da, arkadaşlara önerim şudur; Kürt halkını bir Yakındoğu halkı, Kürdistan’ı da bir Yakındoğu ülkesi olarak düşününü ve tarif edin. Bu anlayışın düşünce, duygu ve tavırlarınızda değişime yol açtığını göreceksiniz.
07.01.2012
Kürd-Kav konferansından bir bölüm

orta dogu yakin dogu ham memet ali ha ali memet bu hafif yorum oldu  FOnen in terimlerin kullanimdan kalkamasi uzerine dusunce deneyi cok guzel bir sey ancak bu hatta devam etmemsi. etsae belkide bu terimleri bize dayatan (ve mecburen de bizim kabul ettiren) cevrelerin akil yurutmeleri hakkinda bize ilginc fikirler verirdi. ben hala ondan (ve herkesten) bu terimlerin neye gore verilip aldirildiginin macerasini izlemenin ogretici olacagini dusunuyorum velakin biz orta dogulu degiliz yakin doguluyuz turu ustelik de  "kizarak" edilen lakirdinin ciddiye alinir yani yok. her tasnifati bir alt tasnifatla yeniden tanimlamak mumkun bu tr terimlerin hayatta kabul ettirilmesi bir GUC meselesi bu guc illa da ordu ekonomi ile olmasi gerekmiyor disli bir bilimci (ve yazar) tercihan bilimcilerr grubu (veya  yazarlar grubu) akla yakin tezlerle bu isi becerebilir. nihayetinde batidan bakip isim vermenin toptan modasi geciyor olabilir. bazi eserlerde en bulundugumnuz bolgenin adini guney bati asya olarak  da okuyorum. tabbi bur durumda  ermenistani azerbeycani da (turkiye haydi haydi) avrupa nin siyasi sinirlari icine dahil ettiren giderek hakim olan tanim var. bu durumda biz guney bati asya da miyiz? resmen avrupa olan dogumuz batimiz a ragmen hala asya da miyiz? bir parcamiz asya da bir parcamiz avrua da mi? yoksa F Onen orta dogu luga kizdigi gibi bunlarin hepsine kizip bizi yakin dogulu mu yapacak? ben kendi adima  faydasi olur diye avrupa nin bir parcasi olmaya cabalamanin yanindayim. bunu direk avrupa hayranligi olarak okuyacak bir suru aceleciye   illa YANLIS fikire kapilmak istiyorlarsa buyurmalarini soyleyeyim. avrupa ahyarani filan degilim sadece kurdlerin doguda isileri zordur dogu nun cebberutluktan despotluktan kurtulma prosesinin parcasi olarak nicin ekstar zaman kaybedeleim tabii burda bir soru daha cikiyor ortada cebberut despot dogu geleneginin bir tasiyicisi da biziz. ocalan i nereye koyacagiz aksi halde? vesselam F Onen i kizdigi degilde kizmadigi yeri secmek kadar kolay is degil bu is. ben o "kizmanin" uyarma manasinda edildigini hissediyorum ama bir de bunu o kelime ile yazmaya baslasak daha iyi olur. hatta ikna etmeye cabaliyorum -veya "itiraz ediyorum-  madem taktik terimlere kelimelere iyice takalim ;-) hurmetler HeK

Aslında  bu çoğrafi terimler,  Europa  merkezli üretilmiş. Yoksa    Ön, yakın,  orta  ve  uzak   doğu terimleri  Avrupadan baktığı zaman bir  şey ifade   edebiliyor.  Bir  Japon  için   Kurdistan  niçin  yakın  doğu yada   ön asya  olsun ki? Aslında    nerede     durduğuna bağlı Selamlar

hocam izninle  yazi bu zincire uygun. uzun yazi. okurken sabirlar dilerim GİRİŞ Sınıfların, cemaatlerin,  dahası ulusların zaman içinde kendini ifade etme biçiminde  bir benzerlik oluşur. Söylem[1] olarak kavramlaştırabileceğimiz bu “dil”  bilinçli bir şekilde oluşturulmaktan çok,  toplumu meydana getiren bireylerin yaşama karşı  “bilinçsiz” tavır almanın neticesinden doğar.  Kimi zaman doğal akışında ve gayri ihtiyari oluşan söylem,  sonrasında,  kendi yazılı kaynaklarını ve referanslarını yaratır. Ortak kelime ve kavramlar, benzer söz dizimleri, vurgu ve tonlama yakınlıkları, bakış açısının temel referansları,   söylemi oluşturan başlıca etkenlerdir. Söylem iyice kurumsallaştıktan sonra nesilden nesile bir miras olarak aktarılabilir.  Yeni nesiller bu söylemin sözlü ortamıyla sıcağı sıcağına bir ilişki kurarken; zaman içinde oluşan yazılı kaynaklar da söylemin sonraki kuşaklara aktarılmasında rol alır. Bu aynı zamanda örgütlerin-cemaatlerin,  aidiyet sembollerinin vasfını da görür. (diğerleri: Giyim, jest ve mimikler, vb.) Söylem, başta tasarlanmamış bir şey olsa da, sonrasında ideolojiye dönüşmesiyle ciddi bir önem kazanır. Böylelikle dil,  hayata bakış açısının kompleks bir sonucundan, var olan sınıf ideolojisinin taşıyıcısı ve giriş kapısına dönüşür.   Bu yazının I. Bölümünde Kürt siyasi söyleminin kökenlerine inip referanslarını irdeleyeceğiz. Türkiye’de yaşayan Kürtlerin politik söylemi hangi paradigmalar üzerine  kuruludur?  Kürt siyasi aktörleri mücadele ve politikasını hangi kavramlarla ne şekilde ifade etmektedir, Kürt  politik söylemi ile karşı tarafın-ötekinin-  dili arasında ne tür örtüşmeler var? Nihayetinde bu söylemle ulusal ve demokratik bir mücadele verilebilir mi? Bu, vb soruları bugün Türkiye’deki Kürtlerin siyasetine yön verenlerin içinden çıktığı ve “yurtsever” kitle “ olarak tanımlanan üniversite gençliğinin dilini ve bu dilin yaratmış olduğu mücadele retoriğini inceleyeceğiz. Kaynak olarak da, üniversitede Kürt siyasi hareketini merkeze alan ve öğrenciler tarafından çeşitli zamanlarda çıkan bazı düşünce ve edebiyat dergilerini (Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde Artos, Tamara, Gula Tamara dergileri, Dicle üniversitesinden,  Tigris ) Kürt siyasetçilerinin çeşitli söylemleri ve basın bildirileri, İmralı cezaevine gönderilen mektupların derlendiğiÇiçeğimizi istiyoruz ve onu Alacağız başlıklı derleme, Ülke gazetesine gelen siyasi tutukluların şiirlerin derlendiğiÜlkeye Gelen Şiirler adlı antoloji,  Mezkûr söylemi kullandığına inandığımız yine çoğu Kürt yazarlar tarafından yazılmış bazı şiir kitaplar esas alınacaktır. İncelemeden sonra Türkiye’deki Kürtlerin siyasi dilinin “Ergen Romantik dil”e  analitik bir bilinçten uzak mitoloji okumaların eklemlenmesinden mürekkep olduğunun   (Mitoromantik Söylem) [2]anlaşılmasını umuyoruz.  Yazının II. Bölümde bu söylemin sadece Kürt siyasetine değil Türkiye’deki sağcı ve solcu olarak tanımlanan ideolojilerin ekseriyetine sirayet ettiği gösterilecektir. Son olarak bu söylemin sakıncaları ve çıkmazları üzerinde durulacaktır.               ROMANTİK ERGEN DİL.   Kürt öğrencilerinin yoğun olduğu kimi üniversitelerde,(Van Y.Y.Ü, Dicle Ü. İstanbul Ü. gibi)  Kürt meselesinin içinde aktif olan ve Kürt siyasetinin arka bahçesi olarak görünen,  “yurtsever kitle”  olarak bilinen öğrenciler tarafından periyodik bir biçimde çıkan edebiyat kültür, vb  dergiler incelenirse, ilk sayılarının çıkış yazısının birbirine ne çok benzediği ve ilk cümlelerin ya sonbaharın ya da ilkbaharın tarifiyle başladığı görülecektir. Giriş yazısı âdete bir doğa resmiyle açılır.   Karamsar bir tablo,  solan bir yaprağın düşüşü ile çizilir. Anlamsız bir mağduriyet, hak edilmeyen bir acıdan ve kaçınılmaz bir mücadelenin gerekliliğinden söz edildikten sonra, açılan bir çiçek tasviriyle, bir masal sonu iyimserliğiyle baharın geleceği müjdelenir ve yazı noktalanır. “Hazan mevsimini andırır ayrılıklar, kederlidir, hüzün doludur, acı verir, insanlara. Öyle bir acıdır ki, tarifi mümkün olmaz, ancak ancak yaşanır. Özlem duyulan aranandır. Umut barındırır içinde. Sevgi kadar en insancıl duyguları taşır kendinde Umudu yaratanda sevgidir… İnançların da güzelliklere teslim olduğu anda, İçimizdeki çiçeği koparıp sizlere ulaştırmanın sevincini yaşıyoruz[3].” Yine Dicle üniversitesinin “yurtsever” öğrencileri tarafından çıkarılan Tigris dergisinin sosyal sitelerdeki tanıtım yazısı yukarıdaki alıntıdan pek farklı değil.  “Bir akıştır; barışa, sevgiye, kardeşliğe… Diyerek merhaba dediler on yıl önce; birkaç üniversite öğrencisiydiler…Merhabaları çok gerçek ve samimi olduklarındandır ki tam on yıldır varlığını sürdürüyor dergi .Evet bir akıştı bu akışın önündeki setleri yıkmayı amaçladı bu genç cesur yürekler. Bir akıştı kim durdurabildi ki Mezopotamya’nın kutsal topraklarına bahar gelmesini, baharın gelmesiyle karın güneşe yenilip Dicle’ye karışmasını. Dicle nehrinin gürül gürül akan suyuna hangi setler direnirdi? Barışa, sevgiye,kardeşliğe  ulaşmayı isteyen bu yoldaşlara kim dur diyebilirdi ki? Bizde bu yoldaşlarımızın yollarını yolumuz bildik seslerine kulak verdik ve bir sorumluluk aldık…Sorumluluk ki sorumlulukların en güzeli en kutsalı[4]”)   Mezkûr dergilerin içindeki birçok yazı da lise yılları denk gelen, liseli şiirleri[5] diye adlandırabileceğimiz bir tondadır. Ergen Romantik Dil olarak kavramlaştırdığımız söylem mezkûr dergilerin içindeki birçok yazının temelini oluşturmaktadır. Bu romantik yazılarda yazar/ya da yazman kendini sürekli yalnızlığa ve çaresizliğe maruz bir özne olarak kurgular. Metinler başından sonuna kadar genel ve klişe ifadeler üzerinden inşa edilir. Metinlerin geneli yüzeysel bir romantizme,  hem tematik hem şekil yönünden uyumsuz bir natüralizm takıntısı ve yoğun sebepsiz bir karamsarlık katılarak yazılan şiirden çok kafiye dizme diyebileceğimiz yazılardan oluşur. ( Dünya düzenini bozmuş, Her taraf çakalla dolmuş, İyilikler unutulmuş Bu Evrene neler olmuş. Dünya çakalların olmuş, Çakallara mesken olmuş, Yiğitlere karşı koymuş Bu cihana neler olmuş.- Neler Olmuş adlı şiir canımnet internet sayfasından alınmıştır.-)  Yazı ve şiirlerin romantik havası yine aynı metin içinde geçen şiddet ve maço ifadelerle hükümsüz kılınırken; tabiat ve doğa üstüne ifadeler de aynı şekilde başka tezat yargılarla etkisizleştirilir.  Tüm bunlar,  söz konusu metinlerin ezber bir jargonla, kendine ait olmayan kavram ve ifadelerle kaleme alınan, deyim yerindeyse tamamıyla havada kalan, klişelerle dolu kof şeylerden ibaret olduğunu göstermektedir.   Bu dil,  bariz şekilde lise yıllarına denk gelir ki, o yıllar da ergenlik çağının başlangıcıdır. Bilindiği üzre, ergenlik, bireyin bir kişilik edinmesinde giriştiği eylemlerin çevresi tarafından yadırganıp, engellendiği sorunlu bir dönemdir. Bu süreçte çevreye, ebeveynlere uyumu konusunda tökezleyen birey yalnız kaldığını ve dışlandığını düşünerek topluma karşı öfkeli ve kırılgan olur. Kişi bir taraftan şimdiye kadar bir parçası olduğunu düşündüğü ve varlığını anlamlandıran minnet duyduğu aile-toplum ile kişisel arzuları ve kendini kanıtlama çabası arasında sıkışmış bir vaziyettedir.  Bu evrenin kişiden kişiye değişen yönleri olsa da;  birçok yerde benzer sonuçlar doğurur. Birey kendini eski yaşamdan koparma çabasındayken altan alta bir suçluluk duygusu da hisseder. Suçluluk duygusu büyük oranda çatıştığı öznelere duyduğu minnet duygusu ile yeni dünyanın çekiciliği arasında kalmanın sıkıntısından doğar.  Bu suçluluk duygusu aynı zamanda yalnız kalmanın öfkesiyle sarmalanır. İşte bu karmaşık ruh halinin üstesinden gelemeyen kafası karışık, kararsız, kırılgan bireyin, durumunun en bariz yansıması bu dönemde yazdığı çoğunluğu şiirlerin(Şiir -kafiye dizme-  her zaman daha romantik ve yazımı daha kolay bulunmuştur, diğer edebi türlerden)  oluşturduğu yazılarda ortaya çıkar. Bu dil, bireyin hayatla ilk sert karşılaşmasın şok edici sonuçları olan,  muğlâk ifadelerle, (arada kalmışlığı-kararsızlığı)  yaşamdan zerre kadar beslenmemiş fiyakalı sözlerle(yeni yetme oluşu), anlaşılmamış ve analiz edilmemiş yargılarla dolu bir dildir. Yukarıda da değindiğimiz gibi,  hep acı çektiğini düşünen sürekli mağdur olarak kurgulanan özneye düşen ya toplumdan kaçıp köşesine çekilip romantik düşlere dalmak; ya da temeli olmayan bir isyan duygusuyla kırıp parçalamaktan,  adresini kaybetmiş bir nefretle her şeye saldırmaktan söz etmek olur. Biz, bu yazıda romantik –alıngan içe kapanış tipin dili üzerinde yoğunlaşacağız.[6] Sürekli anlaşılmamaktan yakınmanın kodları ile dolu  bu dilin doğayla kurduğu ilişki de dikkate değerdir.  Birçok ruh halinin karşılığı doğanın durumlarıyla, açıklanmakta, teşbih ve tasvir  sanatına çok sıkça başvurulmaktadır.(Gökyüzü karanlık, güneş doğmuyor. Yağmurlar yağıyor sokaklar bomboşa, Ecelim mi gelmiş canım titriyor, ölmüşüm ben zaten hayatım sarhoş – Aşksız Hayat adlı bir şiirden, adg.s. )  Birinci ağızdan yazılan bu metinlerde kişi kendini ekseriyetle ya yağan zavallı bir yağmur damlasına, solan bir yaprağa, ya da sonbaharda kuruyan bir ağaca benzetir.  Birçok benzetmeden şu ortak sonuç çıkartılabilir. Yazar, ötekisi olarak konumlandırdığı kişiler nezdinde kendisinin adeta bir yağmur damlası kadar görünmez, kuru bir yaprak kadar önemsiz ve uçurumda kuruyan bir ağaç kadar zavallı olarak göründüğünü dile getirip çaresizliğini yine ötekisine şikâyet eder. Nihayetinde söz konusu kişi,  sonsuz bir yakınmanın içinde kendinden esirgenen sevgi ve kabullenmeyi ısrarla arzu etmekten yorgun düştüğünü haykırır her seferinde. (Bir göz sancısıyım ben kimse dönüp bakmaz, Uçurumları selamlayan ağacım kimse gölgemde kalmaz, Bilirim yiğit olmak lazım, Bir yağmur damlası olsam da bir pencereye konsam. –adg.s.   Göz sancısı adlı şiirden-) Ortak ruh hallerinin çoğunun aynı klişe benzetmelerle ifade edilmesi dönemin özel olmasından çok, anonim olduğunu ve bu dilinde özgün olmaktan çok,  vasat bir edebiyatı içerdiğinin bir göstergesidir. Uçurum, sonbahar, hazan, eylül, inat, azim, umut, hayal kırkılığı, vefasız, hain, mert, … Bu yazılarda en sık rastlanan kelime ve kavramlardır.  Sonuç olarak bu dil özgün, yaratıcı olmaktan uzak, insanı, yaşamı analiz edecek donanıma, sağlam,  gözlemlere sahip olmayan anonim, abartılı bir söyleme sahiptir. Yukarıda bahsettiğimiz edebiyat dergilerinde bu dilin nüvelerine sıkça rastlanır. Romantik Ergen Söylem Türkiye’de var olan farklı ideoloji ve kesimler içinde ciddi bir külliyata sahip. Daha çok dergi ve gazete köşelerinde bu tür metinlere rastlansa da, matbu eserler olarak ortaya çıkanlar da mevcuttur. Uzun süre edebiyat denildi mi bu tür metinler anlaşıldı bu topraklarda. Hala da çoğunluğu genç kesimin oluşturduğu,   iyi bir edebiyat donanımına sahip olmayanların edebiyat algısı bu yanılsama üzerine kuruludur.   Ergen dilinin bu dönemde oluşması, kendince sığ, güdük bir hayat felsefesine sığınması kendi şartları içinde doğal karşılanabilir.  Ama bu dönem liseyle kapanmaz.  Çoğu zaman bu topraklarda az çok revize edilip restorasyondan geçirilip bireyin üstüne yapışıp kalan, cıvık bir hayat görüşüne de dönüşür. Ve yirmili yaşların başında üniversitelerde Romantik Ergen Söyleme politika ve mitolojik okumaların buluşması ile bu dilin ömrü baya uzar.   MİTOROMANTİK SÖYLEM Üniversite yıllarında. “Romantik Ergen Söylem” neden sonuç ilişkilerinin iyice muğlâklaştığı,  yerli yersiz mitolojik ve siyasi göndermelerle dolu,  müphem ifadelerin cirit attığı, günlük reel gerçeklerden beslenmeyen ve keskin gözlemlerden uzak en önemlisi muhatabı belli olmayan bir dile doğru hızla evrilir. Biz bu yeni söylemi “Mitoromantik Söylem”  olarak adlandıracağız.  Mitolojik dil, ergen dili üzerine temellenmiş olsa da bazı noktalardan, bu söylemden ayrılır. Romantik dil ilk nüvelerini lise çağında gösterse de,  mitolojik dil üniversite çağına denk gelmektedir. İncelediğimiz kitlenin mitolojik kavramlarla tanışması ve bu kavramların birer politik argüman olarak kullanması aşağı yukarı yirmili yaşların başına -yani üniversite dönemine-  denk gelmektedir. Yaşadığımız coğrafyada, özellikle incelemekte olduğumuz bugünkü Kürt siyasetçilerinin geldiği kitle olan yurtsever kitlenin en çok kullandığı, referans kabul ettiği söylemdir, Mitoromantik söylem. Aynı dönemlerde okuyan öğrencilerin, pek sevdikleri ve kendilerine örnek aldıkları bu romantik üsluba sahip birçok yazar ve şair vardır[7]. Kitapları onlarca baskı yapmış, setler halinde satılmış, fotoğrafları öğrenci evlerinin duvarlarını süslemiştir, bu yazar ve şairlerin eserleri. Doksanlı yılların ortaları ve iki binli yılların başlarında yoğun olarak  çıkan ve set halinde satılan kalın mitolojik romanlar hala üniversite gençliği arasında en çok tutulan kitaplardır.(Yurt yayınevinin mitolojik kitap setleri. Alamut ve benzeri romanlar)[8] Mitoloji okumayla beraber romantik ergen birey artık daha anlaşılmaz, daha büyük laflar etme peşine düşer. Bu durum -ergen dönemde olduğu gibi-  çoğu zaman okuduklarının hiçbir şekilde hazmedilmemesi ve tüm olay ve olgulara  romantik bir pencereden bakılıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Ulusların ortak kurtuluş sembollerden en önemlilerini mitolojik kahramanlar ve buna paralel olarak efsane liderler oluşturur.[9] Mücadele içinde bu tür semboller kişiye cesaret ve coşku vermektedir.  Bu durum doğal olarak Kürtlere özgü bir durum değil. PKK içinde ön plana çıkmış birçok gerillanın mitolojik tanrı ve kahramanlarla özdeşleştirilmeleri gibi. Mazlum Doğanların Demirci Kawalarla,  Zilan’ın Tanrı İştar ile Öcalan’ın örtük olarak Prameteus ile kıyaslanması en bilinen örneklerdendir Tanrı ve Tanrıça isimleri sıklıkla zikredilmektedir. (Bizim güneşimiz(Abdullah Öcalan. M.Ş)  öyle bir güneş ki ısısını şarkta mağripte de bize ulaştırır Bizim yaşamamızı sağlar O bizim yaşam gerekçemizdir. Biz bunu bildik Yaşam ışınını güneşten alan ölümsüzdür. Tarihe geçen tarihin ak sayfalarında yerini alan tarihe damga vuran ölümsüzler Hayri gibi, Mazlum gibi Zilan gibi daha niceleri gibi[10] )  Metinlerde yazanın büyük söz söyleme arzusunun bir neticesi olarak düşünebilecek aforizmalardan geçilmez olur[11] Hatta bu saikla basılmış birçok dergi, bu aforizmalar için özel bir yer ayırırlar. En ufak bir sorun dahi Premteusların, Zümrüdü Ankaların, Zeus ve  Gılgamışların adlarını  yardımı olmadan çözülmek istenmez. İfadeler abartılı ve mitolojiye yerli yersiz göndermelerle doludur. (Bugün 4 nisan al şafakların kavruk sıcaklığıyla peygamberler diyarı Urfa’nın Harran topraklarında ana Tanrıça Üveyş’in Kutsal doğuşunu gerçekleştirdiği gün. Bu tanrısal doğuşa kendisini adamış biri olarak çocuk masumiyeti duygularımla bu günü bir kez daha kutluyorum[12].  Kişinin kendi durumunun karşılığının izini ısrarla  bu kahramanların abartılı yaşamında sürmesi, içten içe büyük kahramanlara özenmesi, fiyakalı sözler etme çabası sıkça göze çarpmakta. (Bu durumun kişide psikolojik bir yanılsama ile tuhaf bir tatmine yol açtığı söylenebilir.)  Sevilme ve kabullenme isteği ile dolu bir duygu dünyasında şekillenen ergen dilinin mitolojik bir elbiseye bürünmesinde sonra, yazılar iyice karmaşıklaşır. Söylemin siyasi ve toplumsal  tespitlerin, çok geniş ve genel bir biçimde el alınmasından sonra genellemeler öylesine uç bir noktaya vardırılır ki,  özel şartlar ve sorunun somut gerçek nedeni çoğu zaman  göz ardı edilir. Ötekileştirme, semboller, metaforlar ve ucuz sığ alegoriler üzerine kurulur.  Misal düşman Dehak olur. ama Dehak ortada yoktur. Bir sembol olarak var olan Dehak ile günümüzün tüm teknolojik aygıtlarıyla hareket eden totaliter iktidarların özdeşleştirilmesi hedefi şaşırmaya, gerçek sorumluluktan kaçınmaya ve olası tedbirleri almamaya kısacası kolaycılığa neden olur.[13] Şimdi yukarıda genel hatlarıyla açıklamaya çalıştığımız Mitoromantik söylemi bahsettiğimiz kaynaklar üzerinden iyice anlaşılması için yer yer tekrara düşme pahasına birkaç örnek üzerinden tahlil edelim.   1. Uzun yıllardır Kürt siyasetinin içinde aktif olan ve bir şiir kitabı da basılan milletvekili  Hamit Geylani Mersin’de bir parkta çay içmek için birkaç arkadaşıyla oturur. Parkın sahibi Hamit Geylani ve arkadaşlarını tanımaktadır, kendilerine DTP’li oldukları için çay vermeyeceklerini ve parkı terk etmelerini söyler. Hamit Geylani bu olay üzerine Taraf gazetesinin Hertaraf köşesine  “Acılar Ortak Diller Farklı” başlıklı  bir yazı yazdı.   Acılar Ortak Diller Farklı(yazıdan bazı pasajlar) Bazı bilinmezleri çözmeye çalışırken, yaşamın dağ ve deniz yakasındaydım Akdeniz akşamında… Dağ dili Kürt dili, ya deniz dili ne dili? Akdeniz`de gece yarısı şiirleşen küçük bir öykü veya şiire dolanan derin bir öykü, yine kanatır kan güllerini.  Çünkü dağlar ve denizler hüzünler yumağıdır. Daha da ağırlığınca ve derinliğince, renkli mevsimler, kırımcı tarihler ve medeniyetler bakiyesidir. Kuşkusuz medeniyetleri bir arada barıştırmayı bilenler için. Böylece acılar acıları çoğaltmasın, kirlenmiş zaman dilimlerini de Akdeniz yıkasın diye o ummanın bahtına terk ettik. Kendimizi de aklı-selime ısmarladık. Akdeniz`in yakamoz gecesinde çılgın dalgalar küsmüş kıyıları vururken; o an zap vadisi `nde kıyıya savrulan sazanlarla dövülmüş gibi oldum. Çünkü; acının, kederin, ayrılıkların ve gözyaşlarının akıntıları Akdenizlere dökülür. Renkleri örtüşür ve hepsi de iç kanamadır. Heybetli dağları, masmavi denizleri kan kırmızısına dönüştüren ne varsa ateş ve ihanettir. Nedeni ve bakiyesi ise, bu acıların 25 yıldır bozulmayan ezberleridir. Yani bu sonuçlar, sistemin kabahat ve cürümleridir. Tarihimiz yakılmış bir talan enkazıdır. Peki çocuklar, ceylanlar, çiçekler tarihsiz ve susuz büyür ve yaşar mı? Hep sözlü tarih ve ağıtlarla salladık hamayilli hamakları. Kilim nakışlarında çok sızılı tarihler saklıdır. Yasakların karanlığına hapsolan şafağı bekleyen sevda, süzülerek bir hoş gelişte. Mezopotamya inatla ayakta Enerji, petrol ve berrak sular coğrafyası Ortadoğu`da boğdurulmak istenen kutsal Mezopotamya, tüm kırımlara inat Zümrüdüanka!…Bu ilkyaz yazısını yeni bir günün şafağına taşırken, güler gibi ağlamak veya ağlamak gibi gülmek arasındaki medcezir ne gariptir anlar mısın? Hamid Geylani’nin bu coğrafyanın bir bireyi olarak Türkiye’deki ortalama siyasi ve sosyolojik iklimden azade olmadığının,  bunun dışına çıkmakta güçlük çektiği bu  uzun alıntıdan anlaşılmaktadır. Bazen ihanet, bazen sevgi kılığına giren malum kelimelerin yazıda özel bir anlamının olmadığı görülmektedir.  Çoğu zaman ne anlatıldığı bile belli değildir. Siyasi ve sosyolojik ağır bir sorunun doğa unsurlarıyla dile getirildiği reel gerçeklerden uzak tuhaf bir söylemle kaleme alınan bu yazı güncel bir durum tahlilinden çok, romantik bir dağ, deniz güzellemesini andırmaktadır. Yazıyı istediğimiz konuya,  hatta bir sevgiliye yazılacak randevu mektubunun arasına dahi tıkıştırabilir kolaylıkla, Çünkü olayın kendisi, sebebi, sunuş şekli ortadan kaybolmuştur. Tüm sorun Akdeniz’in ılık sularına çözüme bırakılmıştır. Her taraftan alakalı alakasız çiçekler, ceylanlar geçer, Sonra nokta yerine Mitoromantik söylemin vazgeçilmez kavramı Zümrüdü Anka’nın gagası gelip konuverir. Ve olayı çözer. Sadece yukarıdaki yazıda değil birçok şiirinde de Hamit Geylani aynı söylemi kullanır.   2. 1992 yılında Ülke Gazetesine gelen ve çoğunluğunu PKK’ ye yardım yataklık ettiği ya da gerilla olduğu için hüküm giyen insanların yazdığı “şiir” seçkileriyle örnekleyelim.     Haydar Emiroğlu’nun 65. sayfadaki isimsiz şiirinden:   Ey Zagros’lar Ey yüzyıllardır anamız ekmeğimiz şarkımız İhanetin kirini yıkamayamı bu yıl Döne döne kendini oğuşturdun Hırlandın mı yoksa Yoksa yüzyılların hasretiyle mi koşturdun Zaferimizi öpmeye Sarındın ağır kucak kucak Bembeyaz kirinle   Ve biliyorum çok ağlayacaksın baharda Suların gür ve aydınlık olacak Güzel yeşilliklerin özgürlük kokacak Kanla sulayacağız Güneşle büyüteceğiz Döne döne gelen beyaz ölüme inat Yeter ki sen kardeşlerimize iyi bak Beyazsın sonsuzluğunda yalnız         Yukarıdaki şiire baktığımızda Bazen iyi, bazen de kötü olan Zagroslar bir ihanet ediyor bir müjde veriyor. Onca güzelliğin “yeşilliğin”  içinde birden kanla sulamak gibi şiddetin en has sesi duyuluyor.( Mitoromantik söylemde metinlerin genelde tezatlar üstüne kurulduğu bu şiirde de görülmektedir)   Kime,  ne adına sesleniliyor?  İhanet eden Zagros’tan  kardeşlerine iyi bakabilmeyi de umuyor yazar. Bütün bu çelişkiler bu karmaşık sözler,  bir yana burada özel olarak ne söylendiği belli değildir. Şiirden edebiyat terbiyesinden uzak olması apayrı bir konu. Nerdeyse patolojik bir söylemle Kürt sorunu doğada karşılığını buluyor.[14] İfadeler kapalı ve karmaşık ve bir o kadar yalnız. Zulüm eden özne ile mücadele edenin yolunu dağlarda kaybettiği bir tuhaf durum. Ama bütün dizelerin altında saklı bir çocuksuluk,  bir ergen kafa karışıklığı da dikkat çekmektedir. 3 İmralı cezaevinde hala tutuklu olan Öcalan’a başta siyasi mahkûmlardan olmak üzere sayısızca mektup gönderilmiş bu mektuplara toptan cevap  olarak Öcalan’da bir mektup yazmıştır.[15]  Söz konusu mektuplar “Çiçeğimiz İstiyoruz ve Alacağız”  adıyla Nesrin Esen tarafından derlenmiş ve basılmıştır. Bu mektupların çoğunun ilk girişi abartılı, yer yer,  kutsal kavramlarla donatılmış girişlerdir. Öcalan’ın güneş olarak sembolize edildiği bu mektupların çoğu bahar, çiçek, sıcaklık, kavurucu yaz, güzel günler gibi kavramlarla başlıyor.   Merhaba Bilge İnsan Her insanımız gibi bizler de baharı en güzel yönleriyle ve eseriniz olan birçok güzellikleri bağrında taşıyan bu sıcak günleri size ulaşarak hissettiklerimiz ,duygularımızı size ulaştırmanın sevincini yaşıyoruz..(syf. 58) Güzel İnsan’a Kader Yazıcıya merhaba Sonbahar yağmurlarının,, hüzün ve duygu yüklü damlacıklarına sırdaş; sözcüklere sığmayan sonsuz sevgimi…Özlemimi…Sevginiz ve özleminiz olan ,ülkemin  yaprak yeşilliğinde toprağı sarmalayarak esen rüzgara dokunarak, hissederek ve yaşayarak  yürek sıcaklığınıza ve kutsal yalnızlığa ulaşır umuduyla usulca bırakıyorum… Ayrılığın acısını, özlemin büyüklüğünü yalnızlığın kutsallığını bütün mitolojileri ,dinleri, felsefeleri, ve tarih bilimin bir kronolojik sırlamaya tabi tutarak incelemeye, anlamaya, özümseyip uygulamaya çalışıyoruz…..Size ulaşmaya çalışırken tüm betimlemeler ,tasvirler, doğa, dünya evren ve yıldızlar anlamlaştırılmaya çalışılıyor. Bazen gökyüzünde yol gösterici yıldızlar,  bazen de mitolojide  özgürlüğü simgeleyen arayışçı…..Sümbülün renk cümbüşü ve boynu bükük gülşenin canlılığında  Faraşin’in Herkol’un munzur’un  Çarçelan’ın zozan havasında,  rüzgarında Cudi’nin semalarında uçuşan bir şehrin özgürlüğünde saklıydınız. Aslında siz şafak vaktiydiniz biz size hep gün batımında kaldık. Karanlıklara ve bilinmezlere gebe…(Süleyman DEMİR Çiçeğimizi İstiyoruz ve Alacağız syf. 79)   İki mektupta incelendiğinde  Marksist bir felsefe üzerine yola çıkan Öcalan’a karşı kullanılan kutsal, dini ifadelerin  abartılı bir hayranlığın ötesine vardıkları görülmektedir.[16]. Doğrusu bu söylemin doğuşu ve yaygınlaşmasında Öcalan’ın takipçilerinden çok bizzat Öcalan’ın azımsanmayacak büyük bir payı var. Yazmış olduğu kitaplar ve vermiş olduğu demeçler incelendiğinde baştan sona bu dille yazıldığı görülecektir. İmralı cezaevine konulup idamla yargılandıktan sonra kaleme aldığı kitapların isimlerine bakmak bile yeterli. İki cilt halinde yayımlanan ve PKK’ye yakın Kürtlerin başucu eseri olmuş olanSümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine Doğru, Özgür İnsan savunması, Bir halkı Savunmak kitaplarına bakıldığında durum iyice anlaşılacaktır. Bu yazılarda Öcalan temsili olduğu ulusal bir mücadelenin liderinden kopup adeta bir antropolog havasında eklektik bir biçimde geçmişten muhatabı belli olmayan birilerine aralıksız tarihsel ve mitolojik bilgiler sunmakta. Öcalan’ı ve Kürtleri bilmeyen birileri bu eserleri okuduğunda eserin yoğun sürmüş bir tarihsel okumadan sonra rastgele jet hızıyla yazılmış amacın ne olduğu belli olmayan bir  arşiv derlemesi olarak anlamaması için hiç bir neden yok. Söz konusu bu dilin bu söylemin Kürtler arasında bu derece kıymete binmesi ve sıkıştıkları her durumda  temel sorundan kopup bu kavramlarla  adeta bir laf çorbası  yapmasının miladı Öcalan ile başlamamışsa da kanımızca  onunla zirveye çıkmıştır.   4 Yine ağır cezalara çarpıtılmış siyasi tutukluların mektup,  kitap ve şiirlerinde bu söyleme sıkça rastlanmaktadır. Söz konusu mahkumlar genelde yazmaya özelde edebiyata karşı çok ilgili olup bölgesel bazda şiir öykü yarışmalarına her zaman yoğun katılımları  olmuştur. (Hüseyin Çelebi şiir ve öykü yarışması, İsmet Beycan Şiir yarışması, İnsan Hakları Derneği şiir ve öykü yarışmaları gibi) 10 yılı aşkındır Tekirdağ cezaevinde müebbet hapis cezasını çeken PKK tutuklusu Özgür Gürbüz’ün Tevn yayınlarınca basılan  “Athena Erdemin Suretsizliktir Senin”  adlı deneme (mazmun şekilde yazılmış) kitabı Athena, Paris, Zeus gibi Yunan Tanrıların,  mitolojik kahramanların arasındaki kavga ve çekişmeleri olduğu gibi son derece basit bir dille anlatmaktadır. Kitap, Afrodit’in ihanet ettiğini kaydettikten sonra yazının yönü birden değişir. Afrodit yıllar sonra bu ihanetini Atina’ya miras bırakmış bu yüzden Atina “Amaralı”ya(Abdullah Öcalan)  ihanet etmiştir sonucuna varılır. Kimin tohumlarını attın sen insanlığa Nasıl da gülüyor Athena Kurnaz olduğuna Senin izinde gidenler çoğalacak dünyada Komployla anılacak ,ahir zamanlarda Atina(syf 35))   Yukarıdaki dörtlükte görüldüğü gibi Öcalan’ın Suriye’den çıkıp Atina’ya oradan başka ülkelere kaçması anlatılıyor. Ama Kitabın dört beş yerinde Atina’nın ihanet ettiğini vurgulandıktan sonra bunun sebebini Athena’ya kadar götürebiliyor. Böylesine güncel, muktedirin de mağdurun da apaçık beli olduğu basit bir olayı bunca tarihi ve mitolojik varlıklar üzerinde işlemeye hangi saikların yol açtığı sorusu bu yazının mahiyeti açısından önemli bir soru olup şimdilik  konumuz  dışındadır.  Doğrusu burada yazardan önce Öcalan’ın kendisi de Atina’dan kovuluşunu bin yılların alınan intikamı şeklinde yorumlayarak akıl ve mantıktan çok uzak bir izaha başvurmuştu. Kitaba dönersek metnin başından sonuna kadar neredeyse bu tanrılar komplo için el birliği yaptıkları sonuç olarak  “Amaralı”yı mahkûm ettikleri ifade edilir.  Daha önce belirttiğimiz gibi Mitoromantik dil politik yönden güncel olay ve olguların çok uzağına düşüp tuhaf bir paranoya ile  olanları kavramaya çalışır.  Mitoromantik dilin oluşum süreci incelenirse bu söyleme paranoyayı armağan edenin Öcalan olduğu anlaşılabilir. Paranoyanın eklemlenmesiyle de söz konusu söylemde önceleri muğlak olan özne,  artık tuhaf kumpaslar, veya gizli tarihi,  dış mihraklara dönüşerek başka bir  veçhe edinir.   Seni düşünüyorum Amaralı… Binlerce yıl Kanatırken acılar bir halkın yüreğini Tamda sevinçlerle buluşmuşken Umut yeşerip büyümüşken Kapatıldın zulmün kalelerine Hüzün yağıyorken milyon kere Bahar gelir mi artık? Millatan sonra dokuz yıl otuz altı mevsim Bahar gelir mi  Umut tutsak iken?  ( vurgular bana ait M.Ş. syf 58)     Yukarıdaki şiirde (age.)  ifadeler özneden ve konudan bağımsız olup, anonim bir tavırla kullanılmıştır.  Cümle yapıları vurgu ve göndermeler şablon dizgeleri takip eder. Bu yüzden her ne kadar altında bir yazıcının ismi bulunsa da her kişi ve her olguya rahatlıkla uyarlanabilecek yapıdadır. Şiirin içinde birey yoktur. Kahramanların sırtında ilerleyen,  zamansız,  mekansız modern akıldan uzak bir yapı bariz biçimde ortadadır.   5 Amara Efsanesi.. Abdullah Öcalan Urfa’nın Ömerli ilçesinde doğmuştur. (Doğum yılını tam hatırlamadığını söyler)  Yıllar sonra doğum günleri kutsal bir gün,  doğduğu,  kasaba kutsal bir mabed olarak anılmaya başlandı. Ve Mitoromantik bir  saikle  Ömerli ismi Mitolojik bir tınıyla Amara’ya dönüştü bu süreçte.   Yepyeni bir kavram etrafında bir araya gelen insanlar nisan ayın ilk haftasında hac ibadetini andıran Amara yürüyüşleri düzenlediler. Bu yürüyüşlerde her yıl mutlaka bir iki genç hayatını kaybetmekte ve Amara şehidi diye paye almaktadır. Bu son  derece irrasyonalist  durum Öcalan’ın yaklaşımlarında da kendini ele verir. Urfa’nın peygamberler şehri olduğunu,  zalim Nemrud’un İbrahim peygamberi ateş atıp ama yenik düştüğü olaya gönderme yaparak bundan bir övünç kaynağı çıkarmaktadır.  Bireyin kendi başına karar ve mücadelesinden çok;  geldiği coğrafya ya da içinde geçtiği büyük tarihsel olaylarla önem kazandığının bildik  ilkel anlatının  altı çizilir. Bu durum da kazanılmış  bir hakkı değil verilmiş bir payeyi ön plana çıkaran bir yaklaşımdır. Yani oldukça kaderci ve teslimiyetçi bir yazgıya kapısı açık sakat bir duruş.  Bu sebeple kahraman olunmaz bir nevi kahraman doğulur mottosu takip edilerek primitif bir duruş sergilenir. Modern bir dünyada modern kavramlar üzerinde inşa edilebilecek bir mücadeleye böylesine ilksel bir  bakış şüphesiz kutsala, bid’atlara ve efsanelere açık bir bakıştır.  Bu efsaneler ve ilkel algı üzerinde şekillenme Kürt Ulusal siyasetinin önünde önemli bir handikap olarak karşımıza çıkmaktadır.  Öcalan’ın yazdıkları ve söylemleri incelendiğinde böylesine bir algıyı en yetkin şekilde  kurgulayanın da kendisi olduğu görülecektir.         II.   KÜRT SİYASETİ ÖNÜNDE MİTOROMANTİK HANDİKAPLAR Yukarıda görüldüğü üzere bugün Kürt aydının ve siyasetçinin dili incelense, yayın organlarına bakılsa ve bunun kökenleri irdelense temelinde Mitoromantik bir yapının olduğu görülecektir. Bu söylemin analiz edilmesi “Kürt Sorunu” diye tabir edilen meselenin yıllardır neden bir kısırdöngüye dönüştüğünün, kendi içinde antidemokratik bir yapılanmaya yol açtığının cevabı olacağını umuyoruz.  Kürt siyasi dilinin  Mitoromantik söylem  üzerinde kurulmasının sakıncalarını daha iyi anlayabilmek için Kürtlerin Türkiye’deki durumunu bir kez daha kısaca özetlemek gerekir..   Kürt meselesi en geniş anlamıyla özünde bir dil problemidir. Kürtler üzerindeki tanım ve kavramlar sorunu bariz bir şekilde ortaya koymaktadır.[17]  Bu konuda aşağıda yapılacak kısa bir değerlendirmeden sonra Mitoromantik söylemin Kürt meselesinde yol açtığı handikaplar ele alınılacaktır. Yüzyılı aşkın süredir. Kürdistan coğrafyasında ciddi sorunlar olmuş, Kürtler defalarca başkaldırmış ve isyanları acımasızca bastırılmıştır. 21.y.y. eşiğinde artık ulus devletlerin miadını doldurduğunu, küresel bir köy olmaya doğru giden dünyada milliyetçiliğin ilkel tınısı nedeniyle ve aynı zamanda demokrasiyi zerre kadar içselleştirmemiş, faşist devletlerin arasında çaresiz kalan Kürtlerin kafası oldukça karışık olmuştur.  Kürdistan’ın her parçasında Kürtlere yönelik asimilasyon birbirinden farklı şekilde cereyan etmiş.  Türkiye’de ise oldukça sistemli  bir şekilde uygulanmıştır. Milyonlarca insanın aslında yanıldığı ve kendilerine büyük bir gafletle Kürt dediklerine ikna etmeye çalışan bu yüzden bireyin ruh sağlığından ciddi tahribatlara yol açan Kemalist sisteme karşı, Kürtler de çeşitli yollarla mücadele etmişlerdir.( Kürt ulusal marşı olarak kabul edilen Ey Raqip adlı marştan çok fahri bir Kürt marşı olabilecek “Kî me ez”  adlı şiir ironik bir şekilde “Kimim Ben”  diye bir soru ile başlama ihtiyacını hissetmesi söylenenlerin yaratmış olduğu kafa karışıklığın en somut, en kısa  örneğidir.)  Her ne kadar onuruyla mücadele edip hapishanelerde çürümeyi göze alan milyonlarca Kürt olsa da Kürt diye bir ulusun olmadığı,  olsa da “hantal”, “hımbıl”,  “kıro”  bir millet oldukları, bu “pis esmer” halkın sürekli problem ürettiği gibi söylemler Türk medyası, aydını, sineması, eğitim sistemi aracılığıyla bir halkı olabildiğince köşeye sıkıştırmış ve kendi varlığından şüpheye düşürerek,  aynı zamanda bütün özgüvenini tarumar etmiştir. Artık Kürtler, Türkiye’de siyaset yaptıklarında bu özgüvensizlik, bütün iyi vasıfları kendinde toplayan ezen kimliğe karşı aşağılık kompleksi ve kafası karışık durumunun bir göstergesi olarak Mitoromantik gibi bir söyleme dönüşmüştür maalesef.  Gerek fiziki olarak kurulan gizli-derin terör çeteleri ile(Ergenekon, Jitem)  gerekse psikolojik birimler aracılığıyla Kürtlerin başkaldırısına karşı muktedirler kendi hesabına akıllıca  mücadele etmiştir. Tanımlama ve kavramlaştırmalar ince bir hesabın, asimile etme çabasının birer ürünü olmuştur. Kürt Ulusal Mücadelesi ilk başta bölgesel bir mesele  olarak adlandırılıp, birkaç eşkiyanın çıkardığı huzursuzluk olarak değerlendirilmiş. Daha sonra  “Güneydoğu Sorunu” diye tabir edilip, oradan bir terör vakası tanımlamasına terfi ettirilmiştir. Neticede yine sorunu yaratan Kürtlerin kendisi olduğunu gizliden ima eden “bir Kürt Sorunu” tanımı kullanılmıştır. Bunların tümünde de, mesele  sorunun sebepleri,  tarihi gerçekleri göz ardı edilen bir perspektifle ele alınmıştır. Bunlardan en popüler iki tanesini kısaca ele alalım:  Birincisi,  Kürdistan’da yaşananların ekonomik geriliğinin yarattığı  isyanlar olduğu üzerinde durulmuştur. İkincisi ise dış güçlerinin kışkırtmalarına bağlanmıştır Kürtlerin hak talepleri. Bir ulusun kimlik ve onur mücadelesine sahip çıkma çabası bu iki parametreyle açıkça aşağılanmıştır. Çünkü:  Sebepler incelediğinde,   Kürtlerin aslında yoksulluktan dolayı isyan eden ve para verince başka da meseleleri kalmayacak geri,çıkarcı  bir halk olduğu anlamı çıkarılabilir. İkincisi ise Kürtleri ahmak ve dış güçlerin oyuna gelen,  hemen kandırılan,  çocuk karakterli, aynı zamanda yediği kaba tüküren hain insanlar olduğunu imleyen bir bakış açısı üzerine kurulmuştur.  Görüldüğü üzere muktedir güçler  selametleri için çok derin bir söylem geliştirip altan alta yine bir ulusu “kendinden menkul kötü vasıfların”  içinde boğmak istemiştir. Bizim asıl değinmek istediğimiz bu kadar sistemli bir şekilde dil oyunlarını ve tüm hamlelerini hesaplayarak mücadele eden iktidar odakları karşısında Kürtlerin bu dilin oyunlarını bertaraf edecek bir siyasi söylem geliştirip geliştirmediği meselesidir. Ama görülen o ki bu baskı ve sindirme politikaları birçok kez onurlu bir şekilde büyük fedakârlıklarla bertaraf edilse de buna karşılık geliştirilen dil yeterince sağlam ve sağlıklı bir söyleme dönüşmemiştir  maalesef. Kendilerine ait bir devletin yaratacağı özgüven, çeviri kurumların meydana getireceği enformasyondan, bunun gibi birçok imkandan mahrum bir ulus için Mitoromantik dil  bir dayatma aracı olmuştur adeta.  Çözüm üretmekten çok çözümü erteleyen, acı ve zulmü reddetmekten çok onu artık bir yazgı olarak benimsemeye yol açan Mitoromantik söylem bugün iş göremez halde,  çözümün karşısına ciddi bir engel teşkil etmeye devam etmektedir. Yine Mitoromantik söylemi bir siyasi dil haline getiren Kürtlerin burada etken olmaktan çok pasif  ve çaresiz bırakılmışlığı da göz önünde bulundurmak lazım. Söz konusu söylemin varlığı kendinden menkul bir söylem olmadığı görülmelidir Bu coğrafyanın siyasi iklimi, herkese her zaman haddini  bildirmeyi kendine vazife edinen ceberut devletin, halkını eğitilmesi, şımarınca dövülmesi gereken geri yoz bir güruh olarak gören başta Kemalist elitin bastırma, sindirmesine karşılık bütün muhalif ideolojilere bulaşmış bir söylem. Tarihsel bir  gerçeklik olarak Kürtlerin daha şansız bir pozisyonda  bu dile günül indirmişlerken diğer kesimlerin aynı söylemi kullanmaktan beis görmemelerine karşılık daha anlaşılır bir durum. Konumuz gereği Kürtlere yansıyan bölümünü ele aldığımız bu yazıda Kürtlerin dışında kalan muhalif kesimlerin dili de incelemeyi hak etmektedir. Bu söylem yerine sağlam bir tarihi bir bilgiye,  tevarüs edilmemiş bir özgüvene, asil bir hak talebine, zeki ve donanımlı bir bakışın neticesi olabilecek keskin berrak, sorgulayıcı  sivil, çoğulcu bir politik  söyleme ihtiyaç vardır kanımızca.             Mitoromantik Söylem Neden Sorunu Çözemez?   1-Reel gerçeklerden uzak olması. Ele aldığı her şeyi anonimleştirerek ve vasat bir seviyeye ya da seviyesizliğe indirgeyen bu söylem yaşanan sorunu analiz edecek sosyolojik, psikolojik tarihsel kavramlardan yoksundur. Kendine ait gerçekçi bir söylem üretemediği için ötekinin tanımlarına başvurur. Yıllardır birçok Kürdün bilinçli veya bilinçsiz Kürt meselesini Güneydoğu Sorunu olarak tanımlayıp ya da  kalkınma yoksulluk mücadelesi gibi kavramlarla ele alması,  meseleyi tam da ötekisinin kendisine çizdiği manevra alanına yine kendini sıkıştırmasıyla sonuçlanmıştır.   Hala birçok Kürt aydını ve siyasetçisi Kuzey Irak diyerek Kürdistan coğrafyasını gerçekliğini bu söylemle iptal ederken,  İlkel, feodal diyerek tarihine ezber ve ödünç bir jargonla yaklaşırken tam da kendine çizilen sınırlarda hareket etmiş,  etmektedir.   2-Ütopik ve Efsanevi olması. Bu dilin ütopik olması psikolojik bir travmanın abartılmış bir kurtuluş fantezisi üzerinden kendini sağaltma çabasından, muğlaklığı yoğun baskı ve sindirmenin yol açtığı içe kapanıklığından kaynaklanıyor olması muhtemeldir.  Buna rağmen kullanılan ifadelerin kutsala, fanteziye, efsaneye açık yapısı bireyin modern aklın, reel siyasetin, bilimsel gerçekliğin de uzağına düşmesine neden olmaktadır.  Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının uluslar arası bir komplo olduğu örneğinde görüldüğü gibi.  Tüm bu dolaylı imalar  Kürt siyasi aktörlerin kendini net bir şekilde ifade etmemesine yol açar. 3- Romantik ve kaderci  olması. Bunca talan, baskı, asimilasyon karşısında bir ergen romantizmine sığınmak beraberinde safdil bir  kandırılmayı getirir.  Bu yüzden barış, kardeşlik gibi cılkı çıkmış zulmün payandası olan kelime ve kavramlarla;  umut, çiçek, hüzün dağ, deniz gibi naif şiirsel imgelerle meseleye vakıf olmak bir yana,  bunların meseleyi şaşkın bir  aşık gibi çarpıtmaktan başka bir işe yarayacağını sanmıyoruz. Romantik ergen şiirlerinde görülen yoğun kaderci yaklaşım Mitoromantik söyleme ustaca sızmıştır. Yazıda yaptığımız tüm alıntılarda bu kaderci ton fazlasıyla görülmektedir. Şiir ve düz yazılardaki yüklemsiz,  keskin bitişler,  dikkat çekicidir. Adeta artık söz söylemenin ve bir şeyler yapmanın bir anlamının olmadığını imler gibidir. Olan olmuştur, yüklemler düşmüş,  yazgı kabul edilmiştir. Kendisine biçilen rolü reddedip başkaldırma çabasının sığınabileceği en son  şey kadercilik olabilir. Bu yazgısına teslim olma, bu acısını varoluş sebebi haline getirme raddesi amaç ve aracın arasındaki mesafeyi büyütmesine yol açmıştır.   4-Genelleyici  ve Anonim olması Bu durumun, yeni tanım ve kavramlara ulaşmada, yeni bir yol açmada  engel teşkil ettiği gibi  var olan durumun kısır döngüye dönüşmesine de neden olduğu yukarıda çeşitli örneklerle gösterildi.  Aynı zamanda bireysel olanı dışladığı için tüm duygu ve düşüncelerin adeta paketlenmiş bir halde piyasaya sürülmesine neden olur. Birçok sol örgüt içinde olduğu gibi Kürt meselesine duyarlı kesimlerde de bireysellik  çok ezber jargonla ele alınır. Kendine ait bir düşünceye sahip olmak bütünden farklı özgün davranışlar sergileme genelde “küçük burjuvazilik” “bencillik”  “özenti”  yaftasıyla mahkum edilmeye çalışılır. Ortalamanın dışına çıkmanın böylesi tuzaklarla dolu   argümanlarla engellenmesi, “sürüden ayrılanı kurt kapar”  yargısına sıkıca bağlı  cemaatlerin sıkça başvurduğu bir dışlama metodu olup  ötekileştirmeyi de beraberinde getirir[18]. Bu anlayış kimin nerede ne yapacağı nasıl bir  ruh haline gireceği resmi bayramların klişe ritüelleri tadında işlenmesine yol açar. Siyasi mahkumların hapishanelerde yakınlarına gönderdikleri mektuplar bu konuda iyi birer örnektir. Bu mektuplarda kişiye ait olan biricik duygular yok denilecek kadar azdır. Her şey  devrimci duygu ve düşüncelerin bir selama dönüşmesi ile başlar bu mektuplarda,  gerisi ise bir  Cumhuriyet bayramında okunan ruhsuz  bir şiirden farksız temennilerle dolu olur genellikle.   Böylesi şablonvari bir dizge  ile  hareket etmek yeni düşünceleri daha doğmadan dışlayıp boğdurmayla sonuçlanır.  Mağdurun aynı zamanda ayrıntıyı, ve pek zekice siyasi manevraları gözden kaçırmasına da  yol açar. Misal,  Kürdistan’da son yıllarda Haydi Kızlar Okula kampanyaları  ya da yoğun bir şekilde açılan  Ana okulları  birçok Kürt tarafından  romantik bir  hizmet olarak karşılanmış eğitime ihtiyacımız  var genellemesi üzerinden bunun temel tetikleyicisinin  bir ana dil asimalasyonu olduğu göz ardı edilmiştir uzun süre[19]   5-    Çocuk safiyetine sahip  bir söylem olması,ve kahramanlık kültüne bel bağlaması             Bütün bunlar bir yana, Mitoromantik söylemin  ergen ya da çocuksu özellikler göstermesi  ve Kürt siyasi söylemine şekil vermesi de oldukça manidar bir şeydir. Bu algı Türkiye’deki “Devlet Baba”  geleneğinin vatandaşına yaklaşımına paralel bir algı.  Sadece kişilerin duygu dünyasında değil konunun  ifade edilme tarzı da oldukça naif ve çocuksudur. Söylemin dilde olduğu kadar davranışa ve oradan bir yaşam felsefesine sirayet etmesini göz  önünde bulundurursak bu durum Kürtlerin kendilerini ezen kimliğe karşı  algısındaki bir diğer  probleme de işaret ettiğini söyleyebiliriz. Bu problem de  “çocuk” ve “ağabey” ikilemi üzerinde yürür. Çocuk, çoğu zaman  ezen ağabeyi-büyük kardeş-   karşısında ısrarla korunmaya, sevilmeye ve merhamet dilenmeye muhtaçtır.  (bu tını son yıllarda yapılan Üst kimlik ve Alt kimlik tartışmasına da  hakimdi,  hatta çoğunluk ve azınlık tartışmalarında da bu bakışın izlerine rastlanılabilir) Kendine ait bir kişilik ve bakış açısı edinmeyen çocukların her zaman kahramanları olmuştur. Kahramanların bolca olduğu bu dilde doğal olarak bireyin yaşam alanı daraltılmıştır[20]. Birçok sorunun çözümü kahramanın iki dudağı arasına bırakılıp bireyin kişisel inisiyatifi ve kendi başına hareket edebilme kapasitesi hadım edilmiştir. Kahramanın olduğu yerde birey vurgusunun zayıfladığı gerçeğini göz önüne alırsak kahramanlık kültü totalizme, oradan tekçiliğe basbayağı üniterliğe kapı araladığını söyleyebiliriz.[21]  Bireyin olmadığı bir yerde bir hak talebinden bahsetmek anlamsızdır aynı zamanda. Bu çocuk dilinin ısrarla yeniden kurgulanıp, işlevleştirilmesi kendi sorumluluğunu taşıyacak onun adına karar verecek göç odaklarının bekasını sağlar  aynı zamanda. Belki de “özgürlükten kaçış”[22]a denk gelir ki,   hiçbir radikal söylemi yoktur. Özgürlüğünden ve kendini ifade etme sorumluluğunda kaçışın yansıması kahramanlık kültü ile yakından alakadardır. Türkiye’deki hakim ezici  güçlerin sürekli üniterliğe ve tekliğe vurgu yapmasına karşılık muhaliflerin-özellikle Kürt siyasetçi ve aydınlarının-  bu söylemle üniter yapının künhüne varabilmelerini ve onu layıkıyla sorgulayıp sivil ve çoğulcu bir muhalefet geliştirmelerini  beklemek zorlama bir beklenti olabilir ancak.  Bu yargı Türkiye solunun büyük bir bölümü içinde fazlasıyla geçerlidir. Bu yüzden Mitoromantik söylemin kendisinin üniter bir bilinçle şekillenmesi ve buna rağmen üniter yapıya karşı çıkmaya çalışıyormuş gibi yapması ciddi bir yanılsama olabilir ancak.     Sonuç yerine. Yazıda öne sürülen ve Mitoromantik söylem olarak kavramlaştırılan dil, sadece Kürt siyasetinde değil,  Türkiye’deki solun farklı varyantlarının yanı sıra  sağın da  diline  hakim bir söylem[23] Bu söylemin daha ayrıntılı bir şekilde geniş bir tarama yapılarak Kürt veya sol  tandanslı, hatta milliyetçi sağcı  gazete ve dergilerde izi sürülebilir. Yıllardır sadece Kürtleri değil Sünni devlete kayıtsız şartsız bağlı Beyaz Türk dışındaki herkesi, her şeyi ötekileştirip sindirmek isteyen ve bunu fiziki, sosyal, tarihsel alanda gerek militarist gücüyle,  gerek medyası sineması ile yapmayı kendine vazife bilmiş ceberut bir sistem karşısında geliştirilebilecek muhalif bir dilin her şeyden önce oldukça çoğulcu ve  donanımlı olması gerekir. Örtük bir askeri vesayetle yönetilen Türkiye Cumhuriyetinde bu güç odaklarına karşı muhalefet yapan başta Kürtler olmak üzere ötekileştirilen herkesin sivil, gerçekçi, demokratik,  özgüvene sahip sağlam bir dil inşa etmesi acil bir ihtiyaçtır. Görüldüğü gibi bu bastırma ve sindirme politikalarına karşı serpilen ne romantik naif bir üslup ne de efsanevi mitolojik söylem iş göremez.  Hatta bu söylem artık sorunun nesnesi olmaktan çıkıp hayli zamandır sorunun kendisi olarak karşımızda durmaktadır.     Kaynakça  Kelimeler ve Şeyler, Micheal Foucault  İmge kitabevi, Bilginin Arkeoljisi Micheal Foucault, Birey yayıcılık Doğu Batı dergisi Söylem Üstüne Söylem sayı 09 Özgür İnsan Savunması,  Abdullah Öcalan Bir halkı Savunmak, A.Öcalan, Çetin basım yayın Athena Erdemin Suretsizliktir Senin Özgür Gürbüz, Tevn yayınları. Çiçeğimizi İstiyoruz Ve Alacağız derleyen Nesrin Eser Ülke’ye Gelen Şiirler  Yeni Ülke, I. Baskı Kasım 1992 Cehennemin Dibi Gündüz Vasaf İletişim yayınları Çokuluslu Kapitalizm Çağında Üçüncü Dünya Edebiyatı, F.Jameson,Türkçe çevirisi İdil Eser, Kültür Ve Toplum sayı-1. Devlet Söyleminde Kürtler. Mesut Yeğen, iletişim yayınları       [1] Söylem: Temelde dilbilimde kullanılan bir terim olmakla beraber Foucault söylemi basit anlamından öteye taşır.  Foucault söylemi belirli bir anlamlar çoğulluğunu kurallar ve ilkeler olarak ele alır ve söyleme  davranış ve  düşünce  kodlarının  içkin olduğunu belirtir. Sözel anlamlar ve anlamlı davranışlar söylemle üretilir. Söylem bir konuyu belirlediği gibi onun hakkında nasıl konuşulacağını ve nasıl sonuçlar çıkarılacağını da etkiler. Bu yazıda söylem  en geniş anlamıyla ele alınmıştır.   [2] Mitoromantik  söylemin  psikolojik ve sosyolojik sebeplerini ortaya çıkarmak, söylemi kapsamlı bir şekilde incelemek gerekmektedir. Yazıda söylemin nedenlerinden çok söylemin kendisi ve sonuçlarına değinilmiştir..Bununla beraber  II. Bölümünde kısada olsa söylemin nedenleri özetlenmeye çalışılmıştır. Ayrıca yazı boyunca yapılan tüm alıntılardaki dilbilgisi hatalarına karışılmamış,orjinal haline sadık kalınmıştır. [3] Gula  Tamara 2.sayı. giriş yazısı  Van Y.Y.Ü [4] Tigris dergisi facebook sayfası tanıtım bülteninden. Alıntılar yazıda italik olarak gösterilmiş  ve cümle düşükleri imla yanlışları dahil hiçbir şeye  dokunulmamıştır. [5]Liseli Şiirleri: Bu tanımın kuramsal olmadığını bilmekle beraber böyle bir  türün var olduğunu iddia edecek kadar geniş bir şiir külliyatı olduğu da ortada. Yukarıda da değindiğimiz gibi kafası karışık, muhatabının bazen en geniş anlamıyla tüm dünya olduğu bazen de muğlak bir öznenin olduğu duygu ve düşüncelerin daha çok doğa olayları ve tabiat varlıkları üzerinde tanımlayan ekseriyetle arabesk bir tınıyla , cılkı çıkmış bir romantizm ve sebepsiz haksız bir karamsarlıkla yazılan şiirleri ve yazıları kastediyoruz.Son yıllarda posta gibi çok satan bir takım gazeteler bu gibi şiirlere özel sayfalar ayırmıştır.   [6] Ergen söylemin birçok varyantı mevcuttur. İçe kapanmasıyla arabeske yol açarken, bu söyleme abartılı bir iyimserliğin katılmasıyla da başka bir yöne doğru evrilir. Bugün türkü tadında konuşan,konuşması içinde sürekli bu toprakların problemlerini ıskalayıp halk arasındaki bir  iki iyilik ritüelini şişirip şişirip buradan bir halk güzellemesi yapan söylem,  Anadolu Solculuğu diye tarif edilen kesimin ve milliyetçi partilerin düşünce dünyasının dili olmuştur.. Burcu burcu, katmer katmer, ılgıt ılgıt gibi benzer ikilemeler üzerinden suya sabuna dokunmayan, kırıcılıktan ölesiye korkan, fazlasıyla alıngan, devlete sadık olmayı kaçınılmaz gören,  totaliter güçlerle mütemadiyen uzlaşmacı,  adeta bir sevgi deryasında çağlayan söylem sadece birtakım sol kesimlerin  değil  sağcı ve muhafazakar kesimin de  alameti farikası olmuştur. Kendine sol veya sağ diyen kesimlerin birçok parametrede aynı ulusal tavrı alıp hırçınlaşmasını bu benzer söyleme ve arkasındaki düşünce dünyasına bağlayabiliriz.  Görünen o ki Türkiye’deki ideolojik söylemlerin çoğu  böylesi zayıf duygusal, donanımsız bir temel üzerinden sekilenirken,  Kürtler bundan  muaf kalamamıştır tabiatıyla.. [7] Yılmaz Odabaşı, Ahmet Telli, Hicri Özgören, Ahmet Arif, Cezmi Ersöz, Yılmaz Erdoğan,Şeyhmuz Diken… gibi birçok yazar doksanlı yıllar ve iki binlerin başında Kürt öğrencileri arasında  kitapları en çok satılan en sevilen şairler ve yazarlardı. Bu şiirler fazlasıyla romantik bir formata uygun yazılmıştır. Alamut romanı ise   Öcalan’ın  tavsiye ettiğine inanılan  Kürt gençleri arasında en çok okunan ve her evde bulunan bir kaç kitaptan biriydi.  Hassan Sabah’ın fantastik ve karizmatik bir lider olarak kurgulandığı bu romanın muhtevası ve yapısı ile özdeşleşme refleksleri de kanımca incelemeye değer. Yine çok dinlenen  “Seyduna Şarkıları”   adlı Albüm Alamut’un müzikteki karşılığı gibiydi. Bu albümdeki şarkı  sözlerde de Mitoromantik dilin nüveleriyle dolu.   [8] Adı geçen üniversitelerde öğrenci grupların okuduğu  daha önce belirlenmiş, kendine uygun düştüğünü düşündüğü bir takım görünmez kitap listeleri mevcuttu.  Aşağı yukarı rutin bir şekilde çerçevesi çizilen günlük yaşamını  idame ettiren öğrenciler bu kitapları da okuyarak  bir nevi  ait olduğu cemaate giriş yapmış olurdu. Yurtsever kitle olarak adlandırılan Kürt siyasetini aktif bir şekilde takip eden gençler arasında bu listeler daha somut ve açıktı.   Öcalan yakalanmadan önce PKK’nin Markisizime iyi kötü vurgu yaptığı dönemlerde sol yayınlarından çıkan “İlkel Feodal Köleci Toplum, Felsefenin Temel ilkeleri”  gibi Ortodoks  Marksist  kitaplar ve Kürt tarihi kültürü üzerine birkaç basit eser okunurdu. Bu okuma eğitim programı çerçevesinde yapılırdı. Zamanla Üniversite koridorlarında set halinde uzun vadelerle kitap satan kitapçıların peydahlanmasıyla bu liste biraz daha genişledi. Bu, piyasanın gidişatına göre liste yapan seyyar satıcılarından en çok alınan setler, Yurt yayınları mitolojik roman setleri, Mehmet Uzun’un kitapları idi. Alamut romanı kitaplar arasında en popüler olanıydı.  Mehmet Uzun’un romanların da tümünde olmamakla   beraber  birçok eserine ve anlatıcının bakış açısına Mitoromantik söylemin  sirayet etmiş olduğunu da belirtmekte fayda vardır. [9] Mitoromantik söylemle kaleme alınan birçok edebi eserdeki metafor ve alegoriler şüphesiz F. Jameson’un Ulusal Alegori hakkındaki tezini  akla getirebilir. Jameson’un  üçüncü dünya ülkeleri  edebiyatının  ne yazarsa yazsın nihayetinde birer ulusal alegori olmaktan öteye geçemeyeceği  minvalinde yargısı bizce  her ne kadar indirgenmeci ve totolojik bir tez olarak görülse de bunda  haklılık payı vardır şüphesiz.  Bu yüzden Mitoromantik söylemdeki mitolojik gönderme ve olgularının bir kısmını bu çerçeve içinde değerlendirilebileceği itirazı yapılabilir. Ama mezkur söylemin yaptığı her şeyi sindirmemiş bir heyecan, elekten geçirilmemiş bir yöntem, ve derinlikten uzak bir sığlıkla yapıyor olması bu tezin sınırlarını aşan  bir konudur kanımızca.  Zaten bu yazı da söz konusu söylemin edebi üretimlerdeki tahribatlarından çok,  söylemin siyasi bir mücadele retoriği olarak ele alınmasındaki sağlıksızlığa dikkat çekilmekte olduğunu bir kez daha hatırlatmakta fayda vardır. [10] Nimet EPÖZDEMİR, Hamdin TUTUMLU, E tipi kapalı cezaevi Trabzon. Çiçeğimizi Geri İstiyoruz ve Alacağız sy.126 [11] Bu belagat düşkünlüğü başlı başına bir incelemeyi hak eder. Büyük söz söyleme ve afili cümleler kotarma takıntısının sosyo psikolojik nedenleri bir yana Kürt edebiyatının da içinde hala da çıkmak istemediği bir yanılsamadır.  Bugün birçok şiir ve roman incelense sırf bu takıntı yüzünden romanın iç tutarlığı, edebi etkisi ve realitesinin ne derece  zedelenmiş olduğu görülecektir. [12] 4 Nisan Öcalan’ın doğum günü olduğu söylenir. Bu bilginin doğruluğu tartışma götürür. Çünkü önceleri bu günde  kutlamalar yapılmazdı. [13] Bir kavramın, ya da metaforun tüm  kötülüğü kendisinde toplamasına  benzer bir söylem, radikal İslami cemaatlerde sıkça görülür.  Günümüz dünyasının tüm kötülükleri, baştan çıkarıcı tahrik edici günah unsurlarını(!)  “Deccal”  diye yaftalayıp bireyin modern dünyada çektiği acı ve kafa karışıklığını göz ardı edilir. Kişinin, dilsizleşmesine ve savunmasız kalmasına, akabinde arzunun bildik bir şekilde bastırılmasına yol açılır [14]Kürt kültürünün sözlü,  zengin bir geleneğe dayanması, Kürtlerin yaşadığı coğrafya ve uğraştığı temel işler -hayvancılık,tarım, uzun sürmüş göçebelik-   masalların, destanların,efsanelerin içinde büyümesi  bu söylemin şekillenmesinde etkili olduğu söylenebilir. [15] Öcalan mektuplara toplu verdiği cevapta bu marazi ve ucu tekçiliğe, anti demokratlığa,   yeni bir kahraman kültüne çıkan dile itiraz etmediği gibi, cevap mektubunu yine bu dilin kodlarıyla kaleme alır. Çocuksu bir üslupla  dil ve anlatım hataları ile dolu Mitoromantik söylemle kaleme alınan bu mektupları  “felsefik, edebi, içerik olarak zengin buldum. Çok düzeyli çok etkileyicidirler. Her biri birer duygu sağanağı ve büyük sanat olayıdırlar.”  Şeklinde karşılıyor. Kendisine yazılan mektupların bu problemli  dili  karşısında,   bu derece abartılı beğeni ifadelerini  kullanması manidardır.   Söz konusu mektupları neden birer sanat olayı olarak değerlendirip  felsefi içerik bakımdan zengin bulmaktadır?  Bu soru şüphesiz yazımızın mahiyeti hakkında önemli bir soru olduğu için sorulmuştur. Acaba Öcalan kendisine mektup yazanların algıladığı histerik imgeden mi  bakıyor kendisine. Dahası bu algıyı ayakta tutmak için bir çağrıda mı bulunuyor, sorularını akla getirmektedir.   [16] Tapınma derecesinde hayranlık dolu bu mektuplarda Öcalan’ı anlamanın zorluğu üzerinde sıklıkla durulur. Kendisine mektup yazanlardan tutun Öcalan’a karşı muhaliflerin yaptığı  eleştirin tümüne kadar  Öcalan anlaşılması neredeyse imkansız , insan üstü kutsal bir varlık olarak addedilir.   Bu yüzden onu eleştirebilmek için ne biz ne de başkası yeterlidir söylemiyle herkes susturulur.  Aslında “Beni ancak filozoflar ve çocuklar anlar”  diyerek bu durumun farkında olduğunu ima etmiştir kendisi. Bu yüzden mektupların hemen tümünde  onu nasıl tarif edemeyeceğini bilemenin,  kelimelerin hep kifayetsiz kaldığının altı tekrar tekrar  çizilir. (  Kendimizi telaffuz edecek kelime bulamıyoruz-syf46- , Sözler istediğimiz ifade etmez ve onsayfalarla doldurmaya yetmez-syf47 ) [17] Bu tanımlama ve ele geçirme reflekslerinin yaratmış olduğu kirli dili Mesut Yeğen’in  iletişim yayınları arasından çıkan ,  Devlet Söyleminde Kürtler adlı başarılı çalışması   gözler önüne sermektedir. [18] Sürekli, bıktırırcasına birlik ve beraberliğe vurgu yapılan bu  ülkede kendi başına davranabilme, bireysel olarak hareket etme kapasitesine sahip olma bu topraklarda hiçbir zaman  hoş karşılanmamıştır.Temelde pedogojik bir sorundan kaynaklanan  ve korku yalnız bırakılma endişesi ile pekiştirilen sürüden ayrılma refleksi milliyetçi, muhafazkar kesimlerde daha çok belirgindir. [19] Sezen Aksu  ve onun gibi duyarlı bazı  Türk sanatçılarının Kardelenler  Projesi gibi başlıklar altında yapmış olduğu iyi niyetli çalışmaların  bu tuzaktan muaf olmadığı gibi,  sistemin asimilasyon politikalarına başka bir açıdan  hizmet etmeye teşne olduğu görülmektedir.   [20] Türkiyedeki mevcut tüm partilerdeki tek adamlığın konuyla yakında ilişkili olduğu söylenmelidir. [21] Gündüz Vassaf,  Cehennemin Dibi adlı eserinde kahramanların totaliter olduğunu ve onları insani tüm özelliklerden arındırıp özgürlüğümüzü sırtlarına yıkıp, işin kolayını kaçtığımızı söyler. [22] Ünlü Psikanalist  Erich From’un önemli  eserlerinden biri olan  Özgürlükten Kaçış adlı çalışmasında küçük insanların sanıldığı gibi özgürlük havarisi olmadıkları  bilinçli olmasa da, altan  alta kendi özgürlüklerini ve sorumluklarını yüklenmekten korkup  kendi adlarına  karar  verme sorumluluklarından  kaçınıp kahramanlara sığındığını Cizvitler üzerinden  anlatır. [23] Türkiye solu yada Türk solu olarak kendini tanımlayan  birçok örgüt ve partinin yayın organları ve söylemleri incelense Mitoromantik dilin asıl başlangıcının buralarda olduğunu kani olunabilir.  Bu yazıda konu genel hatlarından  çok Kürt siyasetini ilgilendiren tarafından ele alındığı için Türkiye solun kaynakçası kullanılmamıştır.  Buna ek olarak  Berrak bir  bilinçten, sağlam bir tarih bilgisinden, keskin bir diyalektizimden uzak muğlak ifadeler, suçluluk duyguları ile dolu, kafası karışık, pusulası bozuk, çaresiz ve yalnız birey prototiplerin  ağzından dökülen, iç döküşler, Türkiye’deki tüm ideolojik yargıların şekillenmesinde önemli bir  rol oynadığı gerçeği göz ardı edilmemelidir. . . ADMİN

aktarimi yaparken yazarin adini kacirmisiz. birikim dergisinin 264 sayisindan internete düsmüs. makalenin yazari: Mehmet Serman.

hocanin sabrini bilmem,ben söyle bir basina ve kicina baktim bi sey anlamadim. ben gibi anlamayanlara kolaylik olsun diye, su yorumu aktariyorum Nasnamede, yorum kösesinde Berzan "Gunluk ya§amimda tirkçenen pek al ver yapmadigimdan olsa gerek bu yazidan anladigim Kafkanin mirildanmalarina benziyor.Yada kime a§ik oldugu bilinmez ulvi a§iklarin entel iniltileri.Hasreti kùrd olmayan hasretli hasta kùrd.Taniklarin ve PKK nin Amed tirk zindanindaki kayitlarda rahmetli Mazlum dogan tirk vah§eti kar§isinda iyi bir sinav vermedigi için ozele§tirisini kendini oldùrmekle verdi.PKK nin intihar millitani yorumlamak askeri sanati bilenlerinin yorumlamasi gerek.Apo hasta biri ve korkudan itirafciligini ixanetle içra eden bir kùrd kar§iti ve dù§mani.Xainin rahmetli anasi geçimsiz kavgaci sofradan kocasini kovacak kadar hircin bir koylù bayan.bunu Abdullin kendisi yaziyor.Hatta bundan dolayi rahmetli babasina "silik ki§ilik "diyor.aponun kendisini terk eden xanimi bayan kesire ilà yunanli tanricalarla akrabalik oldugunu bilmiyordum.Her§ey bir mecnùn fantazisi. omerli koyù niye amara yada tamara olduki? Peki firinci osman ana tanricanin hangi tanima giren oglu oluyor?Bence PKK olmasaydi kiz kaciran soyguncu hirsiz olurdu.apo xaini bir ara Gandiyi trafik kurallarini ciyniyerek gecmi§ti.Belki hayatinda tvuk kesmeyen ilà 17000 iç infazi olan bir kùrd katili bunu af edilmek için barbar tirk devlet mahkemesine anlatacak.sonrada "ben sofiyim"diyecek.Aman ha Hindliler duymasin.Boyle yazilar terapiye ihtiyaci olanlar yazar.yazik.zaten kendini yakip inanilmaz uzun tanri ve tanricalara Qendil kaynakli mektuplar birakiyorlar.Dijle nehirinide yunan kaynaklarina gore tigris yapmi§lar.Derve§e Evdi.Meme Alan.Xec u Siyabend. daha nice kùrd destan kahramanlari dururken yunanistana gitmek **** olsa gerek.boylesi bejing yada serad xefaresi hasta mecnùn iniltileri bo§ i§ler.selamlarla."        

anlamama konusunda kendine haksizlik yapmissin. yazinin basina ve kicina bakip zusammenfassung yani sonuc ve özet kismina yaptigin alintiyla varmissin. buda bir yetenek. hocayi bilirim  sonuna kadar okuyacak sabrida yazidan baska sonuclar cikaracak perspektivide var. o yüzden sindirimi güclüdür.

orta veya yakin dogu bir katilimcinin hatirlattigi gibi eurosentrik tanimlamalar. halen zihin dunyasinda guclu olanlar onlar bu sebebpe onlarin koydugu tariler gecerli. alternatifini uyduruayim desen, sen benbir e komsunun kizi kullanacgiz  kimse umursamayacak... bu da onemli bir pratik problem. uzun yazi gercekten ilginc, yazik uzun yazilar hep eksik degerlendirilir. uc parcaya ayirip yazsaydi sahane bir sey olacakti. bir suru alt konu acmis, her biri ayri fokusu hakkedecek guzelikte. Kemo ya candan tesekkurler bu makaleyi astigi icin. isledigi konu ve tesbitleri harika kurdlerin tez elden bu dilden vazgecmeleri gerek yapis yapis bir dil.   Geylani hikayesini okuyunca, insan iyice kiziyor. su kurege direk kurek de be adam diyesi geliyor. neyse biz buralarda hepberaberce  bir aletrnatif olusturuyoruz insallah direk ve berrak bir dil (gerci bizim de bu hakim akimdan etkilenmemis olmadigimiz soylenemez. ben kendi adima  belli oranlarda etkilendigimi hissediyorum, yazim tarzimi daha direk yapmaya caba gostermem lazim vs vs) teriminolji meselesine geri donersek guney bati asya japona da yeni zelandali ya da amerikali ya da en uygun tanim. asya yin guney batisi  cografik konumunuza gore degismez Gerci yeni zelanda li, ben dunyaya kuzey yari kurenin dayatigi gibi bakmak zorundamiyim biz kuzey siz guneysiniz kurdistan da kuzey bati asya da oluverir yani itirazlarin sonu kesilmez. bu acidan teriminolojiyi fetislestirmemek lazim kullanmak ve yayginligi dustugunde daha yaygin olanina gecmekte yarar var. pratik olarak boylese iyi degil mi? hurmetler HeK

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.