Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 4 June 2008

Hüseyin Turhallı

Tarih: 3 Haziran 2008 Salı

DTP'de yol ayırımı biçimindeki başlık hiç de sempatik değil. Ancak bazı ifadeler hoşumuza gitmiyor diye devekuşu politikasına da sarılamayız. Kaldı ki ayrışma doğal bir olaydır. Organik her yapı gibi toplumların varoluş süreçleri de bu ilke içinde cereyan eder.

HEP döneminde legal Kürt siyasetinin içinde bulundum. Daha sonraki süreçleri de yakından takip ettim. Legal alandaki mücadeleyi beğenmeyebilir, red edebiliriz. Ama hak arama bilincinin kitlelere ulaştığı süreçlerde, legal mücadele alanlarına taşmak bir istek olmaktan çıkar, zorunluluğa dönüşür. DTP' de bu zorunluluğun bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Gelinen aşamada DTP ve benzeri politik yapılanmaların varlığını tartışmak mücadele gerçekliği ile bağdaşmaz. Tartışma bu tür kurumların varlığı üzerine değil, fonksiyonları üzerinde yapılabilir.

Siyasal partiler, fonksiyonları ile tanımlanır. Her siyasal parti iktidara gelmek için alternatif politikalar oluşturur ve bu çerçevede muhalefet yapar. Toplumsal sınıf ve gurupların menfaatlerini birleştiren formüller oluşturur. İktidar ve muhalefet etmek için kadro yaratır. Hükümet etme sürecinde de iktidar ile kitleler arasında köprü vazifesini görür.

Alternatif politikalar oluşturamayan ve iktidar olma hedefi olmayan yapılanmalar parti olarak adlandırılsa da işlevsel anlamda siyasal parti olarak vasıflandırılamazlar. Bu tür yapılanmalar her zaman için dış müdahalelere açık olurlar. DTP'ye yönelik dıştan müdahalelerin çok ve etkili olması da parti fonksiyonunun eksikliğindendir.

PKK ile organik bir bağları bulunmasa bile siyasi komiserler, cezaevleri, kırsal alan, Avrupa örgütü, Şam/İmralı, Merkez karargâh, HEP'ten DTP'ye kadar uzanan yapılanmaların politik tutumundan kişilerin görevlendirilmesine kadar tüm alanlara müdahale etmişlerdir. Bu oluşumların siyaset bilimi ölçütlerine göre partileşmeyi gerçekleştirememelerinin temel nedenlerinden biri de bu müdahaleler olmuştur. Açığa vurulmasa da DTP'yi ayrışma noktasına getiren sorunun kaynağında bu müdahaleler yatmaktadır. Ortaya çıkan yeni durum aynı zamanda legal alanda etkin bir partileşme arzusunun da ifadesi olmaktadır.

Her kurumun, her kesimin ve herkesin düşünce üretmesi, öneri ve eleştirilerde bulunması olumlu bir işlevdir. Ancak bu öneri ve eleştirilerin muhatap örgüt metabolizmasını bozacak düzeye vardırılması sorunlara neden olmaktadır.

Masum bir önerinin olası sonuçları: Birkaç hafta öncesinde Abdullah Öcalan avukatları aracılığı ile kamuoyuna aktardığı notlarda DTP'nin dört ilde üniversite kurmasını önermekteydi. Bir hafta sonraki görüşmede de bu isteminin yerine getirilip getirilmediğini soruyordu.

Böyle bir önerinin gerçekleşmesi her Kürdün arzusudur. Ancak hepimiz çok iyi biliyoruz ki DTP mevcut koşullarda ve bir hafta içinde değil dört üniversite, yeteri düzeyde bilgi ile donatılmış dört seminer komisyonunu dahi kuracak güçte değildir.

Kuşkusuz Öcalan da bu önerilerin gerçekleşebilir öneriler olmadığını çok iyi bilmektedir. Ancak kendisi tarafından bu öneriler yapıldığında maddi gerçekliği yeteri düzeyde tahlil etme gücüne sahip olmayan kitleler DTP yöneticilerini yeteneksizlikle suçlayacaktır. Yeteneksizlerden de öncüler ve önderler çıkmaz! Dolayısıyla oldukça masum görülen bu türden öneriler bile legal öncülükte omurga kırılmasına neden olabiliyor.

18-19 Eylül 1992 tarihinde yapılan HEP kongresinde Parti Meclisi ve İl başkanlarının ortak önerisiyle bir ismin genel başkanlığa aday gösterilmesi kararlaştırılmıştı. Genel başkan aday adaylarına kendilerini ve politikalarını tanıtmak için söz verildiğinde Ahmet Türk Arkadaşlar “Ben HEP genel başkanlığına adayım“ derken, inanın dizlerim titriyor! Zor bir süreci geçiyoruz. Bu süreci atlatırken gerçeğin bilincinde olan bir arkadaşınız olarak neleri yapacağıma ilişkin size hiçbir vaatte bulunamayacağım. Ama bu yükü sırtlayarak süreci en az zararla aşabileceğimize ilişkin kendime olan güvenimi ve görev istencimi size bildiriyorum“ demişti.

Diyarbakır il örgütü olarak; nerede olduğunu ve neleri yapabileceğini açık yüreklilikle anlatan Ahmet Türk'e, bunun için destek vermiştik.

Politik arenadaki Kürt politikacılarının hepsini az çok tanıyorum. Bunların içinde Ahmet Türk'ün büyük bir tecrübe birikimine sahip olduğunu düşünüyorum. Ağa kökenli olması da onun yoksul bir Kürt köylüsünden daha az yurtsever olacağı anlamına gelmiyor.

Kaldı ki ulusal kurtuluş mücadelelerinde sınıfsal köken, hiçbir zaman belirleyici olmamıştır. Tam tersine siyasette dik duruşun asaleti gerektirdiğine ilişkin örneklere çok daha fazla rastlamak mümkün. Kürdistan'da da ulusal mücadeleye bağlılık, bireylerin sınıf karakterleriyle değil, tarihi geçmiş, bilinç ve kültürel birikimleriyle bağlantı içinde olmuştur. Örneğin PKK'nin 30 yıllık mücadele tarihinde kontralaşan bir ağa, şeyh, melle, aydın çocuğunu tanımıyorum. Ancak tersinden yüzlerce örnek sıralanabilir. Bu nedenle de Ahmet Türk'ün “ Savaş, Kürt davasına zarar veriyor!“ biçimindeki belirlemesinin sınıfsal bir çıkarı korumaktan çok, ulusal çıkar kaygılarıyla ifade edilmiş içten ve samimi olduğunu düşünüyorum.

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.