benim en cok dikkatimi ceken parantez icine aldigimi cümleler oldu,dtp öcalanin avukatlari araciligiyla yaptiklari aciklamalarla suclaniyor ama kayitli ve yazili olan bu görüsmelerle ilgili resmi tek satir yazi yok iddianem icerisinde bu düsündürücü bir durumdur.
saygilar
(İmralı Kapalı Cezaevi“nin kişiye özel bir cezaevi olduğunu da belirtildiği ek savunmada, “İç yönetmeliği de kişiye özel tek kişilik bir yönetmeliktir. Yapılan tüm görüşmeler kayıt altında olup, Başsavcılık kanıtları arasında bu resmi kayıtlar yer almamaktadır“ denildi.)
ANKARA (ANKA)
DTP, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın esas hakkındaki mütalaasına ilişkin hazırladığı ek savunmayı Anayasa Mahkemesi'ne sundu. DTP, savunmasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin siyasi parti kapatma davalarında verdiği kararlara atıfta bulundu. 173 sayfalık savunma metnini Avukat Mebus Tekay ve Avukat Bahri Bayram hazırladı.
DTP, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın esas hakkındaki mütalaasına ilişkin hazırladığı ek savunmayı Anayasa Mahkemesi'ne sundu. DTP, savunmasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin siyasi parti kapatma davalarında verdiği kararlara atıfta bulundu. 173 sayfalık savunma metnini Avukat Mebus Tekay ve Avukat Bahri Bayram hazırladı.
DTP: HERKES TÜRK DEĞİL
Başsavcı Yalçınkaya'nın DTP hakkında açtığı kapatma davasında, iddianameye delil olarak sunduğu bazı olaylara ilişkin açıklamalara yer verilen ek savunmada, DTP'nin terör örgütü PKK ile işbirliği yaptığı yönündeki iddialara ilişkin açılan davaların bazılarından parti yöneticilerinin beraat ettiği, pek çok davanın da devam ettiği, partililer hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı olmadan bu tür ithamlarda bulunulamayacağı belirtildi.
Savunmada, “Abdullah Öcalan'ın avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde, avukatları ile kendisi arasında geçen diyalog ve görüşmeler, sonrasında avukatların yapmış oldukları iddia edilen açıklamalar ya da söylemlerin Demokratik Toplum Partisi'nin bilgisi dışında olduğunu ve açıklamaların partiyi bağlamayacağı, "Bu açıklamaların müvekkil partiyi bağlamayacağı açıktır“ sözleri ile dile getirildi.
“İmralı Kapalı Cezaevi“nin kişiye özel bir cezaevi olduğunu da belirtildiği ek savunmada, “İç yönetmeliği de kişiye özel tek kişilik bir yönetmeliktir. Yapılan tüm görüşmeler kayıt altında olup, Başsavcılık kanıtları arasında bu resmi kayıtlar yer almamaktadır“ denildi.
AİHS STANDARTLARI GÖZETİLSİN
DTP, savunmasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin göz önünde bulundurulması gerektiğini de belirtti. Savunmada şöyle denildi:
“Bilindiği üzere, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine (AİHS) taraftır. Bu yasal durum ise Türk mevzuatının ve bu mevzuatın uygulamasının AİHS standartlarına uygun olmasını gerektirmektedir. Diğer yandan Avrupa Birliği'ne adaylık sürecindeki Türkiye'nin, karşılaşması gereken koşullardan bir diğeri Kopenhag Kriterleri olarak bilinen insan hakları standartlarıdır. Kopenhag Kriterleri ise, Avrupa Birliği ile AİHS'in yapıcısı Avrupa Konseyinin kesişme noktasını oluşturmaktadır. Bu sebeple Avrupa Birliği adaylık sürecinde, Türkiye'nin insan hakları alanındaki konumunu ve durumunu da etkileyecek zorunlulukla AİHS standartlarının gözetileceğine inanmaktayız. Üstelik Anayasa'da yapılan 2001 ve 2004 değişiklikleri sonrası, başta AİHS olmak üzere insan haklarına dair uluslararası sözleşme hükümleri ile ileride ayrıntı ile tartışacağımız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM; öncesi Komisyon ve Divan kararları da bu çerçevede değerlendirilecektir.) içtihatlarının ulusal mevzuattan öncelikle hususu Yüksek Mahkeme'ye izahtan vareste bir keyfiyettir. Yani ulusal mevzuatın bir hükmü ile insan haklarına dair uluslararası sözleşme hükümleri veya bu hükümleri yorumlayan mahkeme kararları çatıştığında, sözleşme hükümleri ve ulusal üstü mahkeme kararları esas alınacaktır. Bu da, ulusal mevzuatın AİHS ışığında incelenmesini zorunlu kılmaktadır.“
141 EYLEME MADDE MADDE SAVUNMA
DTP, Anayasa Mahkemesi'ne sunduğu ek savunmada Başsavcılığın partinin kapatılması talebiyle yaptığı başvuruda sıraladığı 141 eyleme madde madde yanıt verdi. 141 eylemin, partinin kapatılmasını gerektirecek nitelikte olmadığını belirten DTP, eylemlerin 129'unun ifade ve düşünce örgütlenme özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken olaylar olduğunu vurguladı.
Başsavcı Yalçınkaya'nın sıraladığı 141 eylemden 129'unun beyan ve basın açıklaması olduğu, 4 olayda isimleri geçen kişilerin parti üyesi olmadığı, 8 davanın beraatla sonuçlandığı, 33 davanın halen derdest olduğu, 38 davanın Yargıtay aşamasında olduğu, 9 davada verilen kısa süreli cezaların para cezasına çevrildiği, bir davada da kısa süreli ceza nedeniyle erteleme kararı alındığı, birçok mahkumiyet kararında Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 231. maddesindeki "hükmün açıklanmasının ertelenmesi" uygulamasının yapılmadığı, yapılması halinde "hiçbir hukuksal sonuç doğurmayacağı" belirtildi.
DTP, iddianamede sunulan kanatların bir kısmının gerçeğe aykırı, çarpıtılmış ve hukuksal değeri olmadığını da iddia etti.
“İDDİANAME 'KURGU VE ÖNYARGI' ÜRÜNÜDÜR"
DTP savunmasında, Başsavcı Yalçınkaya'nın hazırladığı iddianamenin "kurgu ve önyargı" ürünü olduğunu da öne sürerek şu görüşleri dile getirdi:
“Müvekkil partinin kapatılması için ulusal ve ulusalüstü yasalarca geçerli tek bir yasal neden ve tek bir yasal kanıtın bulunmadığı ortadadır. Sayın Başsavcı, Anayasanın, Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı herkesi Türk saymasının, birleştirici ve bütünleştirici olduğunu iddia ediyor.
"HERKESİ TÜRK SAYMAK BÖLÜCÜLÜK"
Sayın Başsavcıya göre Anayasa'daki vatandaşlık tanımının değişmesini istemek, bölücülük. Oysa asıl bölücülük yaratan şey, Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı herkesi Türk saymaktır. Bu, bütünleştirici değil ayrımcı bir bakış açısıdır. Kürt sorunu her zaman güvenlik politikaları içinde ele alınmış, her türden gelişme ve değişim çabaları bu kapsamda değerlendirilmiştir. Bir etnik grubun (egemen ulusun) hâkimiyeti fikrine dayanan, asimilasyonu amaçlayan, kimlikleri inkâr eden bu politikalar, insan hakları ve demokrasi kavramlarıyla bağdaşmamaktadır. Esasen DTP'ye yöneltilen bölücülük iddiası, Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtlere karşı tekrarlanmış bir iddianın yansımasıdır. Kürtlerin tüm demokratik hak talepleri, hemen her zaman bölücülük suçlamasıyla karşılaşmıştır. Kürtler ne zaman siyaset yapmak istese partileri kapatılmıştır. Kürtlerin haklarının, Kürt kimliğinin tanınması gerektiğini söyleyen, bu sorunun çözümü için çalışacağını programına koyan bütün partiler bölücülük suçlamasıyla kapatılmıştır.
Kürt sorunu devletin tabu sorunlarından biridir. Hepimiz bu tabunun içine doğduk, etkilendik, Kürtleri tanımadan, anlamadan Kürtler hakkında fikir edindik. Kürtlerin ve kurdukları tüm partilerin bölücü olduğu, ulusun bütünlüğünü tehdit ettikleri yargısının kendisi, bölücülük için uygun bir zemin yaratmaktadır. Kapatılan diğer partiler gibi DTP'de Türkiye'nin bölünmesini istediği için değil; Kürt kimliğinin, dilinin ve kültürel hakların tanınmasını istediği, türdeş ulus yaratma politikasına karşı çıktığı için bölücü olmakla suçlanmaktadır. Devletin bildiğini herhalde Sayın Başsavcı da biliyordur: DTP üniter devletle sorunu olmadığını defalarca açıklamıştır. Bunu anlamak için tüzüğüne, programına, parti yetkililerinin açıklamalarına bakmak bile yeterlidir. DTP programında, Kürt sorunun çözümünün ortak vatanda görüldüğü açıkça yazılıdır.
GOOGLE'LI SAVUNMA: GOOGLE'A GİRİN 'DTP, ÜNİTER' YAZIN
DTP Meclise girdiği tarihten başlayarak da üniter devlet içinde çözüm aradığını her vesileyle açıklamayı sürdürmüştür. İnternette google girip “DTP üniter devlet“ yazdığınızda, DTP, DTP'nin genel başkanlığını, eş başkanlığını yapmış Ahmet Türk, Aysel Tuğluk, Emine Ayna, Nurettin Demirtaş ve DTP'li çeşitli yetkililerin, özeti 'Kürt sorununun çözümünü üniter devlet içinde istiyoruz' olan tam 129.000 haber gelmektedir. Sayın Başsavcı DTP'nin parti belgelerine, yetkililerinin açıklamalarına rağmen, onların üniter devletten yana değil bölünmeden yana oldukları konusunda emin görünüyor. DTP'nin programını, DTP'lilerin söylediklerini, yazdıklarını değil, düşündüklerini sandığı şeyi gerçek kabul ediyor. Aslında Kürtleri potansiyel bölücüler haline getiren, kendilerinin Kürt olduklarının kabul edilmesini istemeleri. Sorun bu kadar net ve yalın.
"TÜRK KİMLİĞİNİ DAYATMAK, DIŞLAYICI BİR ETKİ YARATIYOR"
Anayasa, farklı kimlikleri yok sayarak, farklı düşünceleri engelleyerek özgürleşmenin, demokratikleşmenin önünü tıkamakta. Türk kimliği anlayışı sorgulanmadan Kürt sorunu çözülemez. Devlet, öncelikle farklılıkları reddeden resmi tarih ve ideolojisini, militer yapısını terk etmeli. Kim hangi kimliğini, hangi değerini korumak istiyorsa koruyup, geliştirebilmeli. Devlet, toplumu yansıtmalı. Kışkırtılmadıkça, farklı kimliklerin bu topraklarda beraber yaşayabildiğini biliyoruz. Sorunların ve tarafların varlığı, Anayasadaki vatandaşlık tanımını benimsemeyenlerin olduğunun açık kanıtı.
Türkiye'de, etnik, din ve yaşama kültürü açısından farklı gruplar var. Bu farklı unsurları kendi istekleriyle bir arada tutmanın yolu, onları olmayan bir bütünün içinde erimiş saymaktan değil, kendi kimlik ve kültürlerini geliştirebilmelerinin önünü açmaktan geçiyor. Devlet, Kürt siyasal örgütlerinin öne sürdükleri tezlerin tümünü reddetmektedir. Onların ne kurucu asli unsur, ne ayrı bir halk, ne de azınlık olarak tanınmalarını kabul etmek istemiyor. Devlet açısından Kürtler asimile olmaya mahkum ve mecbur Türkiye vatandaşlarıdır. Bugüne kadar uygulanan politika bu anlayış çerçevesinde yürütülmüştür. 1991'de Kürt realitesinin tanınmış olması sonucu değiştirmemiştir. Oysa Türkiye'nin bütünlüğünün güvencesi ortak bir hayat tahayyülüdür ve bu da yeni bir toplumsal proje ile, oluşmasına hepimizin katılacağı yeni bir anayasa ile sağlanabilir.
"ANA DİLDE EĞİTİM İSTEMEK SUÇ MUDUR?"
DTP, resmi dilin Türkçe olmasına karşı çıkmamıştır. Kaldı ki karşı olduğunu açıklasaydı da, bu bir düşünce açıklama sayılır ve bir suç oluşturmazdı. Ana dilde eğitim istemek, devletin resmi dilinin Türkçe olmasına karşı çıkmak anlamına gelmez. DTP'nin programı nettir. Bugün ne düşündükleri de bugün yazıp, söyledikleri de programından farklı değildir. Emine Ayna'nın Taraf Gazetesine verdiği söyleşide de belirttiği gibi, “devletin resmi dili Türkçe olmalı ama bir de bölge dili olmalı. Devletle yazışmalarında Türkçe kullanırken kendi iç yazışmalarında bu dili kullanabilmeli.“ demektedir. Uygar dünyada da sorun böyle çözülmektedir. Sorunun çözümü için önce ne dendiğini anlamayı gerçekten istemek gerekir. Resmi dilinin yanı sıra başka dilleri de kabul eden ülkeler var. Üstelik bölünme tehlikesinin en olmadığı ülkeler onlar. Bizdeki sorun daha çok zihniyetle ilgili."
“ÖCALAN'A 'SAYIN' DEMEK KAPATMA NEDENİ OLAMAZ“
DTP, savunmasında DTP'nin PKK için 'terör örgütü' dememesinin ve DTP'lilerin Öcalan'a 'sayın' demesinin suç olmadığı gibi kapatma nedeni de olamayacağını yazdı.
Başsavcı Yalçınkaya'nın sadece DTP aleyhine delilleri topladığını, lehe delilleri toplamadığını belirten DTP, “Sayın Başsavcı lehte delil toplamamıştır. Sayın Başsavcının, bir siyasi partinin kapatılmasını istemesi için hem lehe hem aleyhe olduğunu düşündüğü kanıtları toplaması ve buna göre karar vermesi gerekmez mi? Sadece aleyhe olduğunu düşündüğü kanıtları toplarsa kendisi de mahkeme de sağlıklı bir karar verebilir mi?“ sorularını yöneltti.
SONUÇ VE İSTEM
DTP, 173 sayfalık ek savunmasının sonunda, “Hukuk niçin vardır sorusunun bir yanıtı olmalı. Bu yanıt, vicdanımızı sızlatmamalı. Aydınların Cumhurbaşkanı'na yazdıkları mektuptaki dileği tekrarlıyoruz: Anayasa Mahkemesi, kapatma kararı vermeyerek, bütün olumsuzluklara rağmen, bu dönemi sonlandırmanın, yüzlerce yıldır birlikte yaşayan halkların kardeşliğini tekrar hatırlamanın ve onarmanın mümkün olduğunu gösterecektir inancındayız. Hukuka ve adalete aykırı, artık bu ülkenin taşıyamayacağı kadar ağır yükler getirecek istemleri içiren davanın reddine karar verilmesini vekil ve müdafiler olarak dileriz“ dedi.
12.06.2008