Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 11 February 2010

Boğazı sıkarız...

iyibilgi Ankara

Amerika'nin Karadeniz'e ilişkin saplantısı-bunu söylemek zorundayız çünkü kısa geçmişte dahi 3 önemli girişimi bulunuyor-geçecek gibi değil.

Washington filosonu Karadeniz'e sabitlemek istiyor çünkü, gayet sade/bilinen/basit bir bakışla, burayı “tüm bölgenin“ kalbi olarak okuyor. Nasıl Avrasya/Kafkasya hem kendi bölgesinin hem Ortadoğu'nun (Basra'nın) ortak miğferiyse, Karadeniz de, ulaşım, enerji, Balkanlar ve Avrupa çizgsinin miğferi.

ABD Karadeniz'e giriş hamlesinin ilk atağı 2006 yılında geldi. ABD, terör ve uyuşturucu kaçakçılığı nedeniyle isteğiyle şüpheli tekne ve gemileri denetlemek amacıyla Nato bünyesinde Akdeniz'de görev yapacak "aktif çaba" adıyla bir operasyon oluşturmuştu.

Aynı yılın 24 Şubat'ın da ABD, “bunu Karadeniz'e de yayalım“ dedi. Ankara açıktan birşeyl demedi ama isteksizliğini gösterdi. Rusya “hayır“ dedi. Ve ABD'nin NATO üzerinden Karadeniz'e giriş denemeleri böylece başladı.

Karadeniz'e kıyısı bulunan ülkeler bu konuda ortak bir tavır al(a)madılar. Ama Rusya ve Türkiye sağlam durdu. Zaten onlar sağlam durunca Karadeniz'de kimsenin yapacak birşeyi kalmadı.

Türkiye Karadeniz konusunda hassastı ama Montrö konusunda daha da hassastı. O dönemde Bulgaristan ve Romanya bu fikri desteklediler. Gürcistan ve Ukrayna da sıcak baktı konuya.

Yine o günlerde Amerika Dışişleri Bakanlığı Yetkilisi Volker, “Karadeniz'e daha geniş bir perspektiften bakıldığında sadece bir güvenlik meselesinin değil, aynı zamanda demokratik değişimin, siyasi sistemlerin ve piyasa ekonomilerinin güçlendirilmesini içeren bir bölgesel meselenin olduğunun görüleceğini“ söyledi.

İkinci girişim Rusya ile Gürcistan arasında yaşanan Ağustos savaşında ortaya çıktı. ABD savaş gemileri Kremlin'in gözlerinden şimşekler çıkartan bakışları altında boğazlardan geçip Gürcistan'a doğru yollandı. “Yardım“ götürmek için.

Ama Ankara Boğazlar'ı öyle bir sıktı ki, ne arzu edilen büyüklükteki gemiler Karadeniz'e adım, daha doğrusu yelken açabildi ne de 21 gün sınırı aşılabildi. Türkiye elinde kronomotre saniyeleri saydı.

Zaten anımsanacağı gibi bu süreç başlamadan önce Karadeniz açıklarında Rus ve Türk amiraller bir gemide bir araya gelmişti. Hasılı yine olmadı. ABD çekildi.

Ve bugün üçüncüsü ve umarız sonuncusunu yaşıyoruz. Füze kalkanı tartışmaları Doğu Avrupa'da devam ederken, Romanya da bu füzeleri kabul edeceğini açıkladı. ABD ise radar sistemli iki geminin Karadeniz'de görev yapacağını/yapabileceğini söyledi.

Söyledi ama Türkiye'inn tüyleri bir anda dikleşti. Daha haber Rusya'ya gitmeden, “21 gün sınırını nasıl aşacaklar acaba“ sorusu Ankara'dan duyuldu. Aynı sıralarda Ankara'da bulunan ABD Savunma Bakanı ve Çuval generali Odierno'ya kimse bu soruları yöneltmedi.

Hülasa üçüncü turdayız. Bakalım görelim. Montrö'yü sulandırma girişimleri ne olacak?

www.iyibilgi.com

Güç dengeleri yerinden oynayacak Almanya ve Fransa, basmadık ayak bırakmayacak gibi... NATO 2010 Kasım'ındaki Lizbon zirvesinde yeni stratejik konseptini açıklamaya hazırlanırken, NATO'daki iki AB üyesi devlet de kendi stratejik konseptlerini hazırlıyorlar. On yıl içinde NATO'nun ne yönde evrilebileceğine ilişkin tartışmaların çerçevesi geniş ve Rusya ile ilişkilerin düzenlenmesi en temel sorun olarak gözüküyor. Hem Rusya-NATO ilişkilerinde hem yeni güvenlik konseptine dahil olması beklenen uluslararası terörizm, siber tehditler, konvansiyonel ve nükleer silahlanma hatta enerji ve çevre gibi konularda NATO'da bir başka rahatsızlık daha bulunuyor. Bu rahatsızlık, NATO'nun AB ile ilişkilerindeki diyalogsuzluk olarak ifade ediliyor. AB üyesi olup da NATO üyesi olmayan ya da NATO üyesi olup da AB üyesi olmayan ülkeler meselesi bir yana bırakılırsa, esas sorunun her ikisine de üye olan ülkelerden kaynaklandığı söylenebilir. NATO yetkililerinin kibarlık olsun diye diyalog eksikliği dedikleri durumun, aslında AB'yi daha bütünleşmiş ayrı bir güç olarak görmek isteyen ülkelerin ABD'ye olan mesafesi olarak açıklamak mümkün. Eski Doğu bloğu ülkeleri NATO şemsiyesinin güveninde ısrarlıyken, başta Fransa ve Almanya'nın AB güvenlik ve savunma politikalarına öncelik verme arayışları sürüyor. Bu durum da doğal olarak Atlantik'in iki yakası arasında ciddi sorunlar yaşanmasına yol açıyor. Geçtiğimiz hafta içinde Sarkozy ve Merkel, Paris-Berlin eksenini güçlendirecek Ajanda 2020 üzerinde uzlaştıklarını ilan ettiler. Çevreden enerjiye, ekonomik dayanışmadan polisiye alanlarda işbirliğine kadar 200 kadar ortaklık konusu imzaya açıldı. Sarkozy bu girişimi, “dünyayı yeniden düzenlemede Fransa ve Almanya'yı Avrupa'nın hizmetine sunma“ olarak açıkladı. Kimseyi hedef almayan, kimseye karşı olmayan bir işbirliği olarak takdim edilen bu girişim, Fransa ve Almanya'nın Avrupa sorumluluğunu üstlerine almaları olarak tarif edilerek bir miktar fedakarlık olarak da dile getirildi. Avrupa'nın sorumluluğunun bu iki ülke tarafından sırtlanması gerektiğine kim karar vermiş orası bilinmiyor, diğer AB üyesi ülkelerinin bu ikisine sorumluluk verip vermedikleri ise hiç bilinemiyor. Öte yandan, Fransa-Almanya evlilik girişiminin bir beklentiye daha dayandığı anlaşılıyor. Yapılan açıklamaya göre bu iki ülke Ortadoğu'da ortak bir girişim de başlatacaklar. Türkiye'yi AB içinde görmek istemeyen Almanya ve Fransa Türkiye'nin açılım alanlarına göz dikmiş diye düşünmek mümkün. Ancak bundan daha önemlisi, bu girişim ya da açılım sürecinin esas olarak NATO açılımıyla çakışacak ve muhtemelen de çatışacak olması. Zira NATO'nun yeni stratejik konsepti, Suudi Arabistan, Pakistan ve Körfez ülkeleri ile İslam Konferansı ve Afrika Birliği Örgütü ile ortak çalışmalar yapılmasını kapsıyor. Bu çerçevedeki beklenti Atlantik'in iki yakasının oldukça yakın davranması, ancak anlaşıldığı kadarıyla bu beklenti şimdilik bir varsayım. NATO, Rusya'nın güvenini sağlayarak ilerlemeyi ve bu çerçevede Fransa ile Almanya'nın ABD-Rusya arasında “ikili oynama“ işinden vazgeçmesini istiyor. Öte yandan Fransa-Almanya ekseni ise, Rusya-ABD gerginliklerinden yararlanıp AB'yi küresel güç yapmayı planlıyor. Küresel değişimlerin oyuncuları farklı davranışlara zorladığı muhakkak. Ancak bu değişimlere uyum sağlamak, parametrelerin de değiştirilmesini gerektiriyor. Eski usullerle yeni dünya yaratmaktan söz edenlerin tarihte başlarına neler geldiği bilinirken, neden hala ısrarcı olunduğunu ise anlamak kolay değil. Almanya ve Fransa girişimleri AB'nin diğer üyelerinin içine siniyorsa ne ala. Yok sinmiyor ise bu iki ülke ortaklarından ve muhtemelen ABD'den çekinmelerini gerektirecek bir döneme imza atıyorlar. Beril Dedeoğlu / Star

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.