Son dönemlerde Van, Erciş ve çevresinde meydana gelen depremde yine Kürdler yaşamlarını yitirdiler.
Kürdler, dünyanın her tarafında depremde zarar gören vatandaşları için kampanyalar örgütlediler ve iyide yaptılar
Kampanyalar ve yardımlar kısa sürede zarar gören insanları rahatlatabilir, fakat çözüm değildir.
Son dönemlerde „Erciş“ ismi ön plana çıktığı zaman, geçmişte tarih ile ilgili okuduğum Roma, Bzans, Yunan, Ermeni, Gürcü, Arap, Fars ve Kürd kaynaklarında ismi sık sık geçen, denetim altına almak için orduların seferber olduğu Erciş ile Türklerin işgalı altında, açlık ve yoksuluk içinde „Türklerin Şaheseri“ harabe Erciş gözlerimin önüne geldi.
Kürdistan tüm şehirleri ve kazaları Erciş gibidir. Her hangi bir yer sarsıntısıyla binlerce insanın canına mal olacak potensiyel canavarlardır.
Bunun sorumlusu kim?
Hiç lafı çevirmeden “Türk işgalcileridir” demek gerekiyor.
Aslında Osmanlı Bankasını işgal eden Armen Garo baskının baş mimarı olarak "vatan hainliğinden" Osmanlı mebusanlığına terfi etti. 1908 ve 1914 yılları arasında Osmanlı seçim oyunlarını birlikte oynadı.
Taşnaksutyun kongresinden bir ay önce, yani Haziran 1914 tarihinde Talat Paşa ile Armen Garo arasında sert bir tartışma geçiyor. Armen Garo Talat Paşa ve İttihatistlerin Pantürkist pozisyonlarına saldırıyor ve şöyle diyor:
"Siz yanlış yoldasınız. Osmanlı İmparatorluğunu kaosa götürüyorsunuz. Zaferlerinizle siz kendinizi Napoleon ve Bismarck sanıyorsunuz.
Siz inatçılık yapıyorsunuz ve ülkeyi nereye götürdüğünüzü dahi bilmiyorsunuz. Delil mi? Kısa bir süre önce sen Vramian'a demedin mi siz Kürdleri Türkleştireceksiniz. Neyle Yapacaksınız? Hangi kültürle? Eğer siz kendi tarihinizi bilmiş olsaydınız böyle zırvalamazdınız. Unutmayız ki sizler 500 yada 600 yıldan beri bizlerin toprakları üzerindesiniz. Sizden başka milletler geldi geçti: Persler, Romalılar, Araplar ve Bizanslar...... Onlar dahi Kürdleri asimile edemediler, siz nasıl başaracaksınız?“( Aso  Zagrosi,Armen Garo, Kürdler için Talat Paşa'ya ne dedi?)
Garo Armen    „ hangi  kültür    ile“ diye  sorduğu zaman     alt yapı tesisleri ve  köprüler  gibi  şeyleri de   gündeme  getiriyor.     
Türk devleti Kürdlere karşı fiziki, dil ve kültürel soykırımları yaparken aynı zamanda Kürd yerleşim yerlerine ve doğasına karşıda kıyımlar yaptı..
Kürde ve Kürdün sahip olduğu her şeye karşı kıyım..
Türk işgalcileri bu topraklarda yaptıkları yatırımlar işgallerini daha uzun bir zamana yaymak amacıyla yapılan yatırımlardır. Askeri üssler, karakollar, askeri amaçlı yollar vs…
Güney  Kürdistan  yönetiminin  son  10 yılda    Hewlêr, Duhok ve  Suleymaniye’ye   yaptığı  yatırımlar,   TC’nin   yüzyıl  boyunca    Kuzey Kürdistan’a  yaptığı    yatırımlardan  daha  fazladır..   Yaptıkları    bu  yatırımlarında   esası askeri  amaçlıdır.
Türklerin     güttüğü  bu  politika  bilinçli ve planlı  bir   politikadır.     Kürdlerin  kendi anavatanlarını   terketemeye  zorlamak içindir..
Aslında sömürgecilerin Kürdler arasına çizdikleri sünni sınır boylarına bir yolculuğu çıkılırsa Türk vandalistlerinin yaptıkları tahribatlar daha rahat görülür.
Botan  Mîrliğinin   başkenti   Cizire’ye alalım.  Botan  Mîrleri döneminde    Zaxo,  Duhok  gibi   Güney   yerleşim  birimleri  Cizîre’nin   ve Botan  Mîrlerinin gölgesindeki yerleşim alanlarıydı.
Cizîre  şehirdi.    „Birca Belek“    tüm  bölgenin     kıblesiydi.      Melayê  Cizîrî    gibi   Kürd  şair  ve  edebiyaçılarının     kültürel   yaşamı  canlandırdıkları      bir  ortamdı.  Cizire  Medreselerine  Kürdistan’ın   farklı bölgelerinde  öğrencilerin   akın ettikleri   bir alandı.
Bugün  ise  Cizire,   Zaxo ve Duhok  gibi  Kürdlerin  eliyle      gelişen ve canlanan  şehirlerin  yanında    yetim  gibi  duruyor.  Türk  vandalistleri    Cizire’yi  sadece  geri  bırakmakla   kalmadılar.  Askeri amaçla  Şirnak’ı  şehir yaptılar ve  Cizire’yi     ona bağladılar..
Nusaybin alalım.. Nuseybin’de başka bir sömürgeci devletin sınırında bulunuyor.
Nuseybin binlerce yıllık bir şehir. Romalılar, Bzanslar, Partlar, Sasaniler ve İslam ordularının üzerine kapıştıkları ve “Nuseybin Antlaşmalarını” yaptıkları bu topraklar, Aziz George doğduğu bu şehir, birinci dünya savaşından sonra Nuseybin’e bağlı küçük bir yerleşim birimi olan Qamişlo’dan daha gerilere düştü..
Bunun sorumlusu Türk işgalcılığıdır.
İşgalciler bu topraklarda işgallerini sürdürdükleri sürece Kürdistan’ın yeraltı ve yerüstü kaynakları Kürdistan’ın yeniden yapılanmasından kullanılamaz, Kürdün siyasal ve kültürel gelişimi özgür bir atmosfer bulamaz.
Kürd tarihinde bir örnek vermek istiyorum..
Kürdistan’ın bir kesiminin Kürdler tarafından yönetildiği bir tarihsel döneme gitmek istiyorum..
Yani Merwani Kürd Devleti (981-1085) dönemine ….
1789-1843 yılları arasında yaşamış ve 1831 yılında Diyarbekirli İbrahim Paşa’nın oğlu Şeyhzade Osman Paşa tarafından fetva yetkisi olan Müfti olalak Mardin’e atanan Abdusselam Mardinî’’in kaleme aldığı « Mardin Tarihi »inde Mardin’in bin yıl boyunca Zerdeştilerin idaresinde olduğunu, sonra Hıristiyanların eline geçtiğini ve en sonunda müslümanlar tarafından feth edildiğini uzun uzun anlatıyor.Abdusselam Mardinî ilginç bir tespit yapıyor : « Mardin, müslümanların eline geçtikten sonra Maria’nın oğlu Amuda’dan sonra yüzyıl kadar imarlı bir kent durumundaydı. Bu süreden sonra 300 yıl boyunca kargaların, baykuşların mekân tuttuğu harabe ıssız bir yer olmuştu. Nihayet Kürdlerden Ahmed Bin Mervan adında birisi Diyarbekir ve Cizire bölgesini ele geçirdi »(Abdüsselam Efendi’nin Mardin Tarihi, Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Yayın No :17, sayfa 39)
Thomas Ripper, “Die Marwaniden von Diyar Bakr” adlı doktora çalışmasında Abdusselam Mardinî’nin Berlin Kütüphanesinde bulunan « Mardin Tarihi »ne dayanak yine yukarıda verdiğimiz bilgileri aktararak Mardin’de 300 yıl boyunca kimsenin ikamet etmediğini söylüyor. Fakat bu ilginç olayın nedenleri konusunda bir şey söyleyemiyor.
Thomas Ripper, 1010-1011 yılında Merwani Kürd Devleti’ nin başına geçen Mir Nasir «401/ 1048-1049yılında Mardin ve çevre bölgelerini yeniden inşaa ettiğini, Mardin’e insanları getirip yerleştirerek ve şehre zenginlik getirdiğini” söylüyor ve “Mir Nasir, Mardin’de alış-veriş merkezleri kurdu ve camiler inşaa etti.” diyor.(Thomas Ripper, age, sayfa 401)
Arkeolog Gabriel, Voyages archeologiques adlı eserinde Mardin’in Cuma namazlarının kılındığı Büyük Camisi 11.yüzyılın sonlarında vardı. Thomas Ripper, sözü edilen caminin Merwaniler tarafından inşa edildiğini (Thomas Ripper, age, sayfa 401) ileri sürüyor.
Mîr Nasir vefat ettiği 1061 yılına kadar Mardin’i kendisine bağlı bir Emirin idaresini veriyor. Kısacası tarihi Mardin şehri Kürdlerin eliyle Merwani Kürd Devleti(981-1085) döneminde yeniden inşaa ediliyor ve oturulur hale getiriliyor.
Thomas Ripper, Arkeolog Gabriel’e dayandırırak Büyük Cami’nin 1832 yılında baş gösteren Kürd direnişi sırasında bir mayini patlaması neticesinden harabeye dönüştüğünü yazıyor.(sayfa 401)
Bilindiği 1800’lerin başlarından itibaren Osmanlı devleti Asırlar boyunca varlıklarını sürdüren Kürd Hükümetlerine karşı saldırıya geçti ve büyük katliam/kıyım ve yıkımlar gerçekleştirdi. Baban, Soran, Amediye, Botan ve daha bir çok Kürd Mirliği o süreçte kanlı bir şekilde Osmanlı devleti tarafından yıkıldılar. O dönemler Osmanlı devletinin Kürdistan’da gerçekleştirdiği katliamlar Cumhuriyet Türkiye’sinin gerçekleştirdiği katliam ve kıyımlardan daha geri değildir. O dönemler Kürdistan’ın bir çok bölgesinde katliamlar esnasında Bağdat, Sivas ve İstanbul’a gönderilen başları kesilen Kürd ileri gelenlerinin “kelleleri” dahi kendi başına ciddi bir araştırmaya konu olabilecek bir trajedir.
Arkeolog Gabriel’in sözünü ettiği 1932 yılındaki Mardin Kürd ayaklanması, tüm Kürdistan’ın Osmanlı despotizmine başkaldırdığı döneme denk geliyor.
Osmanlı Sultan’ın emriyle Sadrazam Mehmet Reşid Paşa’nın büyük bir orduyla Kürdistan’a karşı genel saldırıya geçtiği yıldır.(1832)
Sadrazam Mehmet Reşid Paşa’nın Amed bölgesinden Zirkan ve Silivani Beylerine karşı giriştiği saldırılar için kısa bir süre önce kaleme aldığım “Qolağası Kerem Bey/Kerem Begê Zirk(î)anî sahipsiz mi? “ Adlı yazı dizisine bakabilirsiniz..
Osmanlıların bu genel saldırısından önce Mardin Abdusselam Mardinî’nin anlatımlarına göre Kürd aşiretlerinin yani onun söylemiyle Milli, Surgucu, Dunbuli, Kiki, Omeriyan ve Daşi aşiretinin hakimiyeti altındaydı. Kürdlerin iradesi dışında hiç bir şey yapılamıyordu. Zaten Osmanlı devleti de bunun bilincinde olduğu için Kerküklü, Amedli, Hewlerli, Mardinli yada başka bölgelerde Kürd asılı idarecileri gönderiyordu.
Mardin  Kürdlerinin  destek vermediği   idareciler    ya  öldürülüyor  yada    bir kaç  ay  içinde    Mardin’den   kaçıyorlar.Abdusselam  Mardinî’nin  « Mardin Tarihi »     dikkatli    bir şekilde  okunduğu zaman   19.yüzyılın  ilk  yarısı   boyunca   yüzlerce   idareci  gelmiş ve  gitmiş…  Yine  « Mardin   Tarihi »      ciddi bir şekilde  okunduğu zaman   Osmanlı devleti   kısmen güç  toparladığı  zaman  yada   Kürdler arasındaki  çelişkilerden   yararlanma  imkanını  bulduğu zaman     Kürdleri   Mardin  şehrinde  ve  Mardin  kalesinden  çıkarıyor.  Abdusselam  Mardinî’nin  « Mardin Tarihi »   19.yüzyılın    ilk  yarısında    Kürdleri   onlarca  defa    kaleden uzaklaştırıyor ve   onlarca  defa  Kürdler  zorla  yeniden    şehiri  denetim altına  alıyorlar.
Osmanlılar  bazen   bir Kürd aşiretine  dayanarak        bir başka  Kürd  aşiretini    şehir ve kalenin  dışına  çıkarıyorlar.   Ondan sonra  kendileriyle  ittifaka  giren   aşireti   kale  dışına   atıyorlar.  Bu  olay   Surgucu ve Daşi aşiretlerinin  başına  geliyor.      Bu sefer   iki aşiret birleşip    şehri yeniden   ele  geçiriyorlar.
Mardin’deki    bu kaleden  Kürdleri  çıkarma   politikaları    Kürdistan’ın   diğer   şehirlerinde de   gerçekleşiyor.  Kürdistan’da    bazı  Kale-Şehirlerde     Türk yada  Türkmenlerin   varlığı    bu  politikaların  sonucuydu.   Bazı  Kürd çevreleri  Kürdlerle ilgili   yaptıkları « analizlerde »   sanki  Kürdler  kendi iradeleriyle  şehirlerde  değilde,   şehir   çevrelerinde    yaşamışlar ve  bundan   hareketle   siyasal  sonuçlar   çıkarıyorlar. Fakat, aslı    Kürdler  kalelere    hakim  olup  bağımsızlıklarını   ilan ettiklerinden  dolayı   kalelerin dışına  itiliyorlar.  Türkler  bu  topraklara   gelmeden  önce    Kürdler   kalelerde  yaşıyorlardı..    Gence,   Dvin,   Nahçiwan,   Malazgirt,   Xelat,   Amed,  Farqin, Hasan Keyf   vs…. Vs….   Vs…..      Yine  Kürdler  Osmanlıya  karşı  başkaldırdıkları zaman da    Kaleleri  ele geçirerek     yada  kaleleri  inşa ederek  yapmışlar….  Botan,    Amed,    Mardin,    Soran,  Amediye vs….
Gabriel’in    sözünü ettiği     1832  Kürd  ayaklanması(ayaklanmalar demek  daha doğru  olur…  Çünkü  defalarca    kale  ele geçirildi)  Milli  Aşiretinden    Haci Esad  Bey’in   önderliğindeki     başkaldırıdır.
Osmanlılar Menamenci Haci Mehmet Ağa adında birini Mardin’e idareci olarak gönderiyorlar. Menamenci Haci Esad Beyi tasfiye etmek istiyor. Bu arada Haci Esad Bey iki yıl boyunca Osmanlılara karşı direniyor. Osmanlılar Bağdat’tan ve farklı alanlardan bir dizi yöneticiyi kaleyi ele geçirmek için gönderiyorlar ve hepsi başarısızlıkla sonuçlanıyor.
En sonunda zorla bu işin olamayacağına inanarak hileye baş vurmaya başlıyor ve Haci Esad Bey’i idareci olarak görevlendiyorlar.
Daha sonra Sadrazam Mehmet Reşid Paşa Mardin Kalesini 4 ay boyunca kuşatma içinde tutarak kaleyi ele geçiriyor.(1835)
Yani sonuç olarak Van bölgesinde meydana gelen deprem ve sonuçlarını düşündüğümüz zaman, eğer mevcut siyasal duruşumuzu sürdürürsek bu tip depremlere ve sonuçlarına katlanmak lazım.
Doğa   felaketlerini  engelleme  şansımız  yok.
.
Ama  doğa  felaketlerine   karşı  tedbir almak   ve  hasarlarını  asgariye  indirmek  elimizdedir..
Bunun  için  teknolojiye,    bilime ve   doğa affetlerine  karşı    dayanıklı  yerleşim birimlerini   inşaa  etmek  elimizdedir..
Bunun için,   maddi imkanlar   gerekiyor.   Bunun  için,  eğitimli   bir  toplum  gerekiyor.
Bunun  için   Kürdistan yeraltı ve  yerüstü  servetlerinin  Kürdistan’da    kullanılması  geriyor.
Türk işgalcileri için  en  iyi Kürd   ölü Kürd  ve  ölü Kürd  coğrafyasıdır.
Türk işgalcileri ve işgalci politikaları bu ölen Kürdlerin sorumlusudur..
Bir diğer sorumlu var ve suçları Türk işgalcilerinden az olmayan Kürdlerdir. Yani biz Kürdler millet olarak bundan sorumluyuz..
Bizim  suç  ortaklığımız  olmamış  olsaydı    Türk  sömürgecilerinin        kölesi  olabilirmiydik ?
21. yüzyılın  sonunda    hâlâ  Kürdleri   bin bir  hile ve  dalavereyle   Türklere  bağlama ve Türklerin  Kürdistan’daki   sömürgeci  sultasını   başka  isimler altında  sürdürmeyi  meşrulaştırma    girişimleri   sorumlu değilmi ?
1991    yılında    Hewlêri,  Duhok’u ve  Suleymaniye’yi  gördüm ve     bir  kaç   yıl önce   bu şehirleri  yeniden  gördüm…  Enkazlardan    modern   şehirlere   uzanan     görkemli   bir  süreç….
Qalediza   ve  Helebçe      haritadan  silinmişti…
Ve şimdi ikiside ayakta..
Yolsuzluk var, eleştirelim.  Kürdlere  daha  güzelini  haketmiş   diye eleştiriyoruz..  Ama  yatırımlar da  var…    İşgal altında   yaşamak ile   kendi  ülkesine   sahip  olmak  arasındaki  fark   Güney Kürdistan tecrübesidir..
Mîr  Nasir,  300 yıl boyunca    harabe  olan    Mardîn’i   yeniden   inşaa  etti..
Mardin’i yeniden yaratan Mîr Nasir’ı düşündüğümde içimden « Ax Bir Mîr'imiz Olsaydı Mardîn!!! Hawarı geliyor. Çağın Kültürünüü içselleştiren bir Mîrimiz olsaydı Wan, belki bu kadar can vermezdik !!!
Silav û Rêz
Aso Zagrosi
        
    
      
      
      
..