Sayın Kemal Burkay 2001 yılında anılarının birinci cildini yayınladı. Bu ciltte anlatılanlar 1974 yılına kadar olan dönemi kapsıyordu. Ne varki Sayın Burkayın kindar yapısı sabredememiş, aşağıda aktaracağım bana yönelik küfür ve hakaretleri de koymuştu.
’Bu arada iki avukat kardeşten de bahsedeyim. Av. Veli Yıldırım ve Av. Hüseyin Yıldırım. Veli Yıldırım daha önce mezun oldu. Dev Gençliydi. Sonra CHP li oldu. Hüseyin Yıldırım ise Sosyalizmden, Kürtçülükten öcü gibi korkan kişiliksiz biriydi. Boş zamanlarında Tepe Başında konken oynamakla geçirirdi. Adalet Partisine üye olmuş, orda ikbal arıyordu.Hüseyin Yıldırımın Diyarbakırda duruşmalara girdiğini duyunca şaşırdım. Meğer PKK içindeki bazı akrabalarının duruşmalarına girmiş, bir ara tutuklanmış, işkence gördüğü söyleniyor. Bu Hüseyin Yıldırım sonra Avrupaya geldi. PKK sorumlusu olarak benim Türk Devletinin adamı olduğuna dair alçakça beyanatlar verdi. Sonra yolları ayrıldı, bir saldırıda yaralı olarak kurtuldu.PKK den gizlendi saklandı, hayatı cehennem azabı içinde geçti'
Sayın Burkayın Bana yönelik değerlendirmesi aynen böyleydi. Çok üzülmüştüm. Ancak Sayın Burkayla bir tartışma içine girmek istemedim. Faydası da yoktu. Hakkımda yazdıklarının hiçbir belirlemesinin doğru olmadığını, yazılanları kendisine yakıştırmadığımı belirten aşağıdaki mektubu gönderdim.
****
Kemal Bey
Tanıdık çevre ve arkadaşlarımdan anılarınızın birinci cildini yayınladığınız, hakkımda ağır suçlama ve hakaretlerde bulunduğunuzu öğrendim. Anılarınızı içeren kitabınızı edindiğim gün, bir görüşme nedeniyle Fransa yolcusuydum. Kitabın kapağını açmadan valizime yerleştirdim. Amacım sakin, yalnız olduğum bir ortamda okumaktı. Hakkımda yazdıklarınızı kimseyle tartışmak istemedim. Fransada Alp Dağlarının eteklerinde Bourdeaux adı ile anılan bir köyde oturan Fransız dostuma konuk oldum. Anılarınızı baharın canlandığı, bol güneşli bu güzel köyde okudum.
287 inci sahifede iki paragraf halinde bana yönelik suçlama ve hakaretlerinizi bir kenara koyuyorum. Elinize sağlık diyorum. Anılarınız beni 1940 ların başlarına götürdü. Çocukluğunuzda yaşadıklarınızın daha ağır koşullarını ben ve yaşıtlarımda yaşadı. Hem de zülmün tam merkezinde. Bezden yamalı beyaz don ve gömleğimi, karda çamurda yara bere içindeki çıplak ayaklarımı, açlıktan kazınan midemi unutmadım unutamadım. Yaralı ve hasta insanlarımızın doktorsuz ve ilaçsız duvar diplerindeki inlemelerini duyuyorum. Kuytu yerlerde küçük çocuklarıyle birlikte katledilen dedem, amcam,halam ve teyzelerime sıkılan kurşunların boş kovanlarını topluyorum. Hala çürümemiş toprak altındaki giysilerini çekiştiriyorum. Arazi tatbikatına çıkmış, dağ tepe karınca gibi dolaşan askeri birliklerin köyümüze baskınını, yüzbaşının annemi tekmeleyişini, babamın yaralı aslan gibi yüzbaşıya saldırışını, onlarca askerle vuruşmasını, sonra kanlar içinde yerde yatan baygın halini görüyorum. Annemin çığlıkları kulaklarımda çınlıyor. Gözlerimin önünde, babamın gülmeyen kederli ve öfkeli yüzü canlanıyor. Rahat bir gün yüzü görmeden göçüp gittiğini hatırlıyorum. Yaşanan bu ve benzeri acı olaylar çocukluk hafızama yerleşti silinmedi. Hala içimde büyük bir yara. Kişiliğimin oluşmasında etkileri inkar edilemez. Altmış beş yılı aşan yaşamımda kimi zaman yararını, kimi zaman zararını gördüm.
Kürtler arasında tarihten beri süregelen, günümüzde müzmin bir hastalık haline gelen, birbirlerini ağır suçlamalar, yerden yere vurmalar bir kadermidir? Bu uğursuz gidişe dur demek, yüklendiğiniz misyon gereği öncelikle sizin göreviniz olmalıdır. Bana yönelik suçlama ve hakaretleriniz anılarınıza bir gölge gibi düşmüştür. Üslup değişmiş, kelimeler hakaret yüklüdür, Kin ve öfkenizin nedenini anlamakta güçlük çekiyorum.Yazdıklarınız bir eleştiri değil,düpedüz hakarettir. Kişilere hakaret etmeyi yılların şair yazar ve politikacısına yakıştırmıyorum.
Bana yönelik hakaret ve suçlamalarınızı gazete sutunlarına, küfürlü internet sahifelerine taşıma niyetinde değilim. Size yazmakla yetineceğim. Amacım sizi üzmek ve incitmek değildir. Gerçekleri bilmenizi istiyorum. Günümüzde politik vicdanların katı, aımasız ve komplocu olduğunu biliyorum. Bunlara çokça muhatap oldum. Şayet vasa hemşehrilik vicdanınızın sızlamasını dilerim. Çünkü ben, başta siz olmak üzere hemşerilerimi sever ve sayarım. Bunun çokça nedenleri vardır.
Her şeyden önce beni tanımıyorsunuz. Tanımamanız da doğaldır. Uzun yıllara rağmen ne yazıkki sizinle dört kez karşılaşmış, bu karşılaşmalarımızda hal hatır sorma dışında, aramızda herhangi bir görüş alışverişi olmamıştır. Hal böyle iken hakkımda gerçekleri yansıtmayan, çarpıtan yargınız, bana sıkılan 29 kurşundan daha büyük acı verdi. Üzüntüme rağmen kendimi düşünmiyorum. Dersimde bir laf vardır ’Mı dıto towuke, verde vato lawuke' Hakkımda yazdıklarınız size bir yarar sağlıyacağını sanmıyorum. Dilerim bu yazdıklarınızla kin ve öfkeniz dinmiş olsun.
Çoğu kimselerin yaptığı gibi meydanlara çıkıp boy gösterme gibi bir anlayışım yoktur.Aksine bu tür anlayış ve davranışlardan ciddi rahatsızlık duyarım. Ancak büyük tehlike ve riskler nedeniyle kimsenin ortaya çıkmaya cesaret etmediği durumlarda, ben hep ön saflardaydım. Başta Diyarbekir, Elazığ ve Mamak olmak üzere yaşamımda bunun onlarca örneği vardır. Bu anlayış ve davranışlarıma silik kişilik diyorsan, söyliyecek tek sözüm yoktur.
Siyasetle tanıştığım günden bu yana hep sol çevrelerde yer aldım. Sol içimde yatan aslan da olsa, geçmişte sol adına yaşananlardan ciddi rahatsızlık duydum. Taklitçilik, gözü kapalı kopyacılık, kimi Sovyet, kimi Mao ve kimileri de Tiran dediler. Teorisi başka pratiği başka. Kelle avcılığı, silahlı çatışmalar hep sol adına yapıldı. Sovyetlerin yıkılışından sonra, geride bıraktığı tortular, dönemin Kominist önderlerin Emperyalizm yardakçılığı, Mustafa Kemal ödülünü reddeden demokrat Mandelaya rağmen, sahte solcu Mihri Bellinin övünç kaynağı Havana meydanındaki Mustafa Kemal büstü beni acı acı düşündürüyor. Sovyetlerin yıkılışından sonra dünya çapında sosyalizm tartışmaları hala bir netlik kazanmazken,yeni sosyalizmi biz Kürtler kurarız diyenlerin aklına şaşarım.
Kemal Bey, gücüm ve yeteneklerimin elverdiği ölçüde yurtseverim. Yurtseverliğimi kimse tartışma konusu yapmasın. Buna kimsenin gücü de yetmez. Bu uğurda ağır bedeller ödedim. Yaşamımı feda ettim. Onlarca defa ölümün sınırından döndüm. Bütün bu yaşadıklarımı tarih yazdı ve yazacak.Ölüm risklerini neyin uğruna göze aldım. Herhalde sokak kabadaylığı adına değildi
Adalet Partisine üye olmuş, orda ikbal aradığımı yazmışsınız. Aman Kemal Bey aman. Anılarınıza yazık oldu. Hangi kul size bu yalan bilgiyi aktardı. Dersimde CHP nin ağırlığına rağmen CHP den bile uzak durdum. Yaşamımda üç kez oy kullandım. İlk iki oyumu TİP ne kullandım. Üçüncü ve son oyumu 1973 seçimlerinde bağımsız seçimlere katılan hemşerim Hüseyin Duman'a kullandım. Boş zamanlarımda Tepebaşında konken oynadığım doğrudur. Hakkımda yazdıklarınızdan tek doğru budur.
Diyarbekirde duruşmalara girdiğimi duyduğunuzda şaşırdığınızı yazıyorsunuz. Şaşkınlığınızı doğal karşılıyorum.Şaşıran yalnız siz değilsiniz. Yanıbaşımda oturan avukat arkadaşlarım, Diyarbekire gelen yabancı heyetler de bana şaşkın şaşkın bakıyorlardı. ’Bu adam bile bile ölüme koşuyor' diyorlardı. Ölümün kol gezdiği bir ortamda, sömürgeci mahkemede bir avukat olarak, ’bu adalet değil açık faşizmdir' diye haykırmak her babayiğidin karı değildi. Şimdi o günleri özlüyorum. Diyarbakırdaki çabamı küçümseyenler, emek inkarcılığı yaparlar.
PKK gurubu içinde uzaktan da olsa hiçbir akrabam yoktu. Diyarbekire Mazlum Doğan ve Mehmet Hayri Durmuşun vekili olarak gittim. Yoğun talep üzerine hiçbir ayırım yapmadan bütün guruplar dahil 2500 tutuklunun savunmalarını üstlendim. Kişisel hiçbir çıkar gözetmedim. Örneğin sizin gurubun duruşmalarını da takip ettim. Biri çıkıp ben Av. Hüseyin Yıldırım'a beş kuruş verdim diyemez. Ben Diyarbekiri kendime mezar seçmiştim.
Diyarbakırdaki çabamı PKK içinde olmayan akrabalarımla sınırlı tutuyorsunuz. Gücüm ve zamanın elverdiği ölçüde tüm gurupların duruşmalarını takip ettim. Örneğin geceleri uyumadan otel odamda günlerce Özgürlük Yolu davasına ait onlarca klasör tutan dosyalarını inceladim. Duruşmaya oldukça hazırlıklı girdim. Uzunca olan savunmamda, hazırlık tahkikatındaki eksiklikleri, usulsüzlükleri dile getirdim. İşkence altında tanzim edilen polis ifade tutanaklarının hukuken geçersiz olduğunu, dava dosyalarından çıkarılmasını talep ettim. Savunmam boyunca ilk defa bir duruşmada sözüm keşilmemişti. Mahkeme heyeti sessizce beni dinledi. Savunmam bittikten sonra, sivil olan duruşma hakimi Özcan Bey gayet nazik, birazda hayret etmişcesine ’Hüseyin Bey nerelisiniz' diye sordu. Yargıcın bana yönelttiği bu sorunun anlamı açıktı. Sen ecelinemi susadın demek istiyordu. Nitekim Sayın Yılmaz Çamlıbelin ogün mutlaka tutuklanacağıma dair bir hayli endişelendiğini, kısa süre sonra tahliye olan sevgili Yavuz Budaktan öğrendim.
Çok önem verdiğim bir konuya değinmek istiyorum Diyarbakır öncesi PKK nin davranış ve pratiklerinden çoğu insan gibi ben de rahatsızlık duydum. Diyarbakırda zülme karşı direnen bir PKK ile karşılaştım. Önder Kadroları Mazlum Doğan, Mehmet Hayri Durmuş, Kamal Pir ve Mehmet Şener ölümün kol gezdiği bir ortamda direnerek Kürt Halkının Özgürlüğünü ve sosyalizmi savundular. Bu uğurda yaşamlarını feda ettiler. Ogün onlara duyduğum saygıyı, bu gün kutsal bir emanet gibi bütün sıcaklığıyle kalbimde taşıyorum.
Diyarbakırdaki çabam altı ay kadar sürdü. Kim ve nereli olduğunu, adını yazamıyacağım askeri bir yargıcın tahliyemden sonra bana aktardığına göre, Sıkıyönetim Komutanlığında yapılan bir toplantıda, PKK Ana Gurup davası yargıcı Emrullah Kaya General Kemal Yamak'a hitaben, ’ya ben, ya Av. Hüseyin Yıldırım. İkimiz bu duruşmalara sığmıyoruz' demiş ve ertesi gün zindanda müvekkillerimi ziyarete gittiğimde, silahlı süngülü bir gurup asker beni çembere aldı, tutukladı.
On bir ay boyunca poliste, zindanda gelen vurdu giden vurdu. Ağzımda tek dişim kalmadı. Her tarafım kırıklar içinde kaldı. Çırılçıplak alevlerin içine atıldım. Aç susuz günlerce lağımlarda tutuldum. Aylarca tek hücrede tecrit edildim. Etlerim eridi kemiklerim kaldı. Yerlerde süründüm. Dersimin acılı toprağıyle yoğrulmuştum. İnancımı yitirmedim, boyun eğmedim. En basit istemlerini şiddetle reddettim direndim. On bir ay sonra kemik yığını halinde bir torba gibi zindanın önüne bıraktılar. Küfür ve tehditler savurdular. ’Yaşıyabilirsen yaşa' dediler.
Zindandan çıktıktan sonra, ayaklarım yerlerden sürünerek herkesin hayret dolu bakışları arasında tekrar duruşmalara girdim.Kavga yine başladı. Karşıma kendi yorumladıkları avukatlık yasasının 154 üncü maddesini çıkardılar. ’Duruşmalara giremezsin' dediler. İnatla girerim dedim. Tekrar polis hücrelerine atıldım. Sokakta ’Diyarbakırı terk et lan' diye haykıran MİT in yumruklu saldırılarına uğradım. Yasalara aykırı olarak Diyarbakırda avukatlık yapmam yasaklandı. Elim kolum bağlanmıştı. Yaşlı gözlerle Diyarbakırı ve ülkemi terkkettim.
Avrupaya geldikten sonra PKK nin görev dayatmalarını her defasında reddettim. Tek amacım Türk sömürgeciliğinin halkımıza uyguladığı zülmü, Bu zülme karşı Kürdistan tarihine damgasını vuran zindan direnişlerini demokratik çevrelere, Avrupa Halklarına anlatmaktı. Bu benim için hem görev, hem de vicdan borcuydu. Bu yönlü çabalarım PKK hanesine yazıldı. Bu da onların hakkıydı. Çünkü zindanda, mahkemelerde onlar direndi. Avrupa basını beni PKK nin sözcüsü olarak lanse etti ve ben kendimi PKK nin içinde buldum.
Size Türk Devletinin adamıdır diyenler, sizin deyiminizle gerçekten aşağılık bir durum yaşarlar. Ben böyle bir durum yaşamadım. Bin defa haşa diyorum. Çalışmalarım boyunca ne size, nede başka parti ve gurup yöneticilerine yönelik ağzımdan olumsuz tek kelime çıkmamıştır. Aksini iddia edenlerle yüzleşmeye hazırım.
1984 yılında Enver Ata öldürüldüğü tarihte ben uzun süreli İsveç dışındaydım. İsveç'e döndüğümde, İsveçli bir gazeteci Lamia Baksi ile birlikte yanıma geldiler. İsveçli gazeteci bana sizinle bir mülakat yaptığını, sizin buradakilerin yardımı olmadan Enver Ata öldürülemezdi dediğinizi söyledi. Ben, Kemal Burkayı tanıyorum. Hemserimdir. Kendisine de saygı duyuyorum. Böyle bir beyanat verdiğine de inanmıyorum dedim. Gazeteci ısrarla mülakatı ben yaptım söyledi dedi. Böyle bir beyanat vermiş ise kendisine yakıştırmıyorum dedim. Söylediklerim kelime kelimesine bundan ibaretti. Meğer bana tercümanlık eden Lamia baksi SPO nun ajanlığını yapıyor türünden benim ağzımdan bazı eklemeler yapmış. Mülakatım yayınlandıktan sonra Memo Yezidiyle birlikte gazeteye gittik. Lamianın eklediklerinin düzeltilmesini istedim. Gazeteci kabul etmedi. Dernekte her kesin önünde Lamiayı azarladım. Aynı gün Öcalan'a telefon açtım. Lamiayı buradan alın tahrifat yapıyor. Aksi halde ben İsveçi terk ederim dedim. Ertesi gün Lamiayı apar topar Almanyaya götürdüler. Oradanda Şama yolladılar. Şimdi azap duyuyorum. Bu davranışımla sanki Lamianın katliyamında pay sahibi oldum.
Önceleri var olan olumsuzluklar düzelir diye sabrettim. Ne varki Diyarbakırda mahkum edilen Apoculuk yeniden hortlatıldı.İçte ve dışta terör tırmandı. Öcalanın yazılı talimatiyle terör pratikleri özenle benden gizlendi. 1987 yılı sonlarına doğru ilk defa kendi isteğimle Fransada PKK nin 120 kişilik kadro toplantısına katıldım. Bu toplantıda sorumlulardan içte ve dışta işlenen kanlı pratiklerin hesabını sordum ve protesto amacıyle toplantıyı terk ettim.
Tüm olumsuzlukların Öcalandan kaynaklandığını bilmeme rağmen, sorunları birde Öcalanla tartışmak istedim. Öcalana telefon açtım. Gelişmelerden rahatsız olduğumu, kendisiyle görüşmek istediğimi bildirdim. 1988 haziranında Bekaa kampına vardım. Öcalan çevresini kul köle haline getirmiş, diktatörlüğünü resmen ilan etmişti. Kendisini Ankaraya nasıl kabul ettireceğinin, Kürt sorununu nasıl ve ne zaman Pazarlıyacağının telaşı içindeydi. Yine de 80 kişinin önünde eleştirilerimi, rahatsızlıklarımı dile getirdim. Öcalan konuşmam süresince yüzünü buruşturdu durdu. Konuşmam bitince, Öcalan, ’bu pratikler zarar veriyor değilmi?' diyebildi.
Avrupaya dönüşümün birinci günü yirmi maddelik yazılı eleştirilerimi PKK Avrupa yönetimine verdim. Avrupadaki kadroların çoğunluğu beni haklı gördü. Kitleler bizi destekliyordu. Öcalan önce uzlaşmaya çalıştı. Bekaa Kampındaki oğlunu ziyarete giden hemşerimi bana elçi olarak gönderdi. ’Emeğin var rahatsızsın. Sana on milyon dolar vereyim tedavi ol dinlen yakamı bırak' diyordu. Kendisine gerekli cevabı verdikten sonra bilinen terör yöntemleri devreye girdi. Dört defa silahlı ve bıçaklı saldırıya uğradım.
İşte böyle Kemal Bey. Hiçbir şey başarmadığım iddia edilse bile, bu gün yaşanan utanç tablosunun kulu kölesi olmadığım, onurumu koruduğum kabul edilmelidir. Siz bu yaşadıklarıma cehennem hayatı diyorsanız, özlediğiniz o cennet sizin olsun.
Sağlık ve başarılar diler saygılar sunarım
14 Temmuz 2002
Av. Hüseyin Yıldırım
imza
****
Sayın Kemal Burkaya yazdığım bu mektubun eline geçip geçmediğini bilmiyorum. Bana mektubun kendisine ulaştığı söylendi. Ancak Sayın Burkay, saygılı bir üslupla yazıp kendisine gönderdiğim bu mektubu korktuğuma yormuş olacakki, anılarının ikinci cildinin 380 ninci sahifesinde bana yönelik iftira ve hakaretlerine yenilerini ekliyerek sürdürmüştür. İşte Burkayın incileri
’Hüseyin Yıldırımdan anılarımın 1. Cildinde söz etmiştim. Dersimli hemşerimdi. Ben Tuncelide avukatlık yaptığım ve düzene karşı dişe diş mücadele yürüttüğüm 0 yıllada, 0 da orda avukattı. Ne solculukla, ne de Kürt yurtseverliğiyle hiçbir ilgisi olmayan ’uslu' biriydi. Mesleğinden artakalan zamanını Tepebaşı denen yerde konken oynamakla geçirirdi. Politik olarak ise düzenin has partisi Ap nin üyesiydi. Orada gelecek arıyordu. İşte bu Hüseyin devrimcilik adına konuşuyor ve beni Türk Devletinin adamı olmakla suçluyordu.
12 Eylül sonrası Hüseyinin PKK davalarında avukat olduğunu duyunca hayret ettim. (Kemal Bey anılarının birinci cildinde şaşırmıştı. İkinci cildinde hayret etmiş.) Sonra bir ara tutuklanıp bırakıldı. Tutukluluk döneminde işkence gördüğü söylendi. (Sayın Burkay işkence gördüğüme de inanmıyor.) Ondan sonra ise yurt dışına çıktı ve yıldırım hızıyle PKK nin Avrupa temsilcisi oldu. PKK lılar onu oradan oraya koşturdular. Ama aynı zamanda, o eski ürkek sinik adam sanki gitmiş, yerine devrim savaş vs. üzerine büyük sözler eden biri gelmişti. Bir ara, Enver Ata'nın, daha sonra Semir'in katillerini yakalayıp yargıladığı için İsveçi tehdit etti. Kürdistan da PKK nin korucu köylerinde yaptığı akıl almaz çocuk ve kadın kıyımlarını basın toplantılarında savundu ve ’ bunlar Türk köylüleri' diyecek kadar küçüldü.
Ona verdiğim bir cevapta Enver Ata ve öteki muhaliflerin başına gelenin bir gün kendi başına da gelebileceğini söylemiştim. ( Ben, Burkayın böyle bir söylemine tanık olmadım.) Yanılmamıştım. Aradan üç dört yıl geçmeden o da hainler listesine girdi ve PKK den korunmak için felik felik saklandı. Bir ara Hollanda da kurşunlara hedef oldu. Ama yaralı olarak kurtuldu. Hala sğdır. İsveçte kalıyor. Ama PK tarafından öldürülme korkusuyla yıllar yılı işkence ve zindan koşullarını andıran zor bir hayat yaşadı.'
Sayın Kemal Burkay ne şahtır ne de padişahtır. Kendisine yakıştırdığı ’Sösyalist Kürt lider ünvanıyle insanlara iftira ve hakaret etmeye hakkı yoktur. Hiç kimsenin buna hakkı yoktur. Sayın Burkay anılarında mumla hakaret ve iftira edecek insan aramıştır. Ancak baltayı hep dik kayalara vurmuştur. İftira ve hakaretlerine kılıf bulmak için gerçekleri tersyüz etmiştir. Sayın Burkay ikimizin aynı dönemde Dersimde avukatlık yaptığımızı iddia ediyor. İftiralarına kılıf arıyor. Ben 1972 yılında Dersimde avukatlığa başladım. Kemal Bey Avrupaya kaçmıştı. 1974 yılında Türkiyeye döndü, Ankaraya yerleşti. Özgürlük Yolu örgütünü kurdu. 1977 yılında Dersim'e geldi, bir hafta kaldı. TİP listesinden bağımsız seçimlere girmek istedi. Behice Boranın çektiği telgıraf üzerine, Kemal Bey Ankaraya döndü. O yıllarda düzenin parlamentosundaki kırmızı koltuk Kemal Beyin hayalini süslüyordu.
Dersimde düzene karşı benim tanık olmadığım dişe diş mücadele verdiğini iddia eden Kemal Beye sormak gerekir. Dersimde yoğun devrimci potansiyele rağmen, Dersimden şimdi kimler var yanında. Sana inanarak gelip emek verenler, neden bir bir seni terk ettiler. Benim Adelet Partisine üye olduğum, orda ikbal aradığımı yazmışsınız. Bu çıplak yalana Dersim Halkı toptan kahkahalarla güler. Benim kardeşlerim,yeğenlerim kuzenlerim 1972 yılından bu yana defalarca tutuklanmış işkence görmüştür. Senin aile çevrenden tek bir kişi zindanın yüzünü görmüşmüdür.? Siyasetle hiçbir ilişkileri olmayan aile çevreni İsveç'e taşıdın. Kendiniz bile en küçük tehlike anında ortadan koyboldunuz. Bumudur dişe diş verdiğiniz mücadele.
1985 yılında İsveçte tutuklandığımda, İstihbarat örgütü SPO, benim hakkımda Türk MİT inden bilgi istemişti. Gelen bilginin bir bölümü İsveç basın ve televizyonlarına yansıdı. ’İdamlık bir suçluyu berat ettirecek kadar güçlü hukuki bilgiye sahiptir. Çözülmeyen bir irade, perde arkasındaki beyindir' deniliyordu. Bu düşmanın hakkımdaki değerlendirmesi. Siz de silik kişilik diye hakaret ediyorsunuz. Anılar, anı sahibinin bizat yaşadığı ve tanık olduğu olayları kapsar. İftira, hakaret ve sokak dikodularını değil. Gerçeğin sahibi olanlar yalana ihtiyaç duymazlar. Kemal Bey, Diyarbakıda verdiğim mücadeleye sevinmeniz, gurur duymanız gerekirken, şaşırıyor hayret ediyorsunuz. Sen kendine sevdalısın Kemal Bey. Diyarbakırdaki çabalarıma ve gördüğüm işkencelere Kürdistan Halkı, Avrupa kamuoyu tanıktır. Okyanuslar ötesi sağır sultanlar bile duydu. Fazlası var Kemal Bey. Gece yarıları yataktan kalkıp, polis karakollarında işkence altında olan devrimcilerin elinden tutup dışarı çıktım. Yakalanan devrimcileri adım adım takip ettim. Pertekte devrimcilere hakaret ve eziyet eden faşişt bir savcıyı makamında yumrukladım. Bir saat içinde kaçtı, Pertek'i terk etti. Dersim Ağır Ceza duruşmasında ukalalık eden üye hakimin kafasına çantamı indirdim. Salondaki dinleyiciler kaçıştı. Mahkeme heyeti salonu terk etti. Dersimde, Istambulda işkencehanelere girdim. Kavga döğüşle işkence altındaki insanlarla birlikte dişarı çıktım. Dişe diş mücadele böyle verilir.
PKK nin korucu köylerine yaptığı kanlı baskınları savunduğumu, ’bunlar Türk köyleridir diyerek küçüldüğümü yazmışsınız. Sözlerimi çarpıtıyorsun Kemal Bey. Bunlar Türk Köyleridir diye bir cümle ağzımdan çıkmamıştır. Gerek BBC de gerek çeşitli gazetelerde Türk Ordusu kadın ve çocukların arasında karargah kurmuştur. Çatışmalarda ölen kadın ve çocuklardan Türk ordusu sorumludur diye açıklamalarda bulundum. Bu kanlı eylemlerin PKK tarafından yapıldığını ben de biliyordum. Savaşan bir PKK yi uluslar arası alanlarda kınıyamazdım. Bu sorun PKK içinde eleştirilmesi ve haledilmesi gerekiyordu. Nitekim Bekaa vadisindeki kampta Öcalanın yüzüne karşı yaptığım eleştiride, Çocuklarımıza özgür bir gelecek için yola çıktık. Daha yolun başında çocuklarımızın katili olduk dedim. Bana ait bu cümle yapı içinde slogan haline geldi.
Enver Ata ve Çetin Güngörün öldürülmelerini onayladığımı yazmışsınız. Hem iftira ediyorsunuz, hem de büyük bir vebal yükleniyorsunuz. Enver Ata ile Şamdan birlikte İsveç'e geldik. Aylarca birlikte aynı evlerde kaldık. Saygılı, birikimli gerçek bir Kürt beyefendisiydi. Öldürüldüğünü duyunca, bir kardeşim öldürülmüş gibi acı duydum. Çetin Güngörün ailesi kapı komşumdur. Aramızda ikrar vardır. Öldürüldüğünün ertesi gün İsveç Tevizyonunda gözlerim dolu dolu, çok üzgünüm.Başka söyliyecek sözüm yoktur diyebildim. Bu anı kasetten seyreden Öcalan, ’Semirin öldürülmesine avukat arkadaş gerçekten üzülmüş. Baksanıza gözleri dolu dolu' demiştir Bu tarihten sonra, Öcalan Avrupadaki Parti sorumlusuna gönderdiği gizli bir talimatta, ’sertlik pratiklerini kesinlikle avukattan gizli tutun' demiştir.
Kemal Bey, benim İsveçi tehdit ettiğimi, hiçbir kaynak göstermeden iddia ediyorsunuz. Öcalandan eksik kopya yapmışsınız. Öcalan İmralıda Palmeyi tehdit ettiğim ve öldürttüğümü söyledi. Ben avukatım. Neyin suç teşkil edip etmiyeceğini çok iyi bilen biriyim. Dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun, devleti hükümeti tehdit etmek ağır bir suçtur. Tehdit eden hakkında savcılık soruşturma açar. Peki ben İsveç'i tehdit ettiysem, savcılık neden hakkımda soruştuma açmadı. İsveç benden mi korktu. Kemal Bey, ben Istambul Hukuk Fakültesinde okurken, İlhan Postacıoğlu adında bir hocamız vardı. Bu hocamız sözlü imtihanlarda öğrenciyi karşısına alır soru sorardı. Öğrenci anlatmaya başlardı. Hoca onbeş dakika dinledikten sonra, ani bir hareketle masanın altına girerdi. Masanın altından öğrencisine hitaben, ’at oğlum at. Bana isabet etmez, pencereden çıkar' derdi. Seninkiler içeri bile girmiyor. Havada buharlaşıyor.
PKK nin beni öldürme korkusuyla gizlendiğimi, cehennem azabı çektiğimi, zindan koşullarını aratmıyan bir hayat yaşadığımı iddia ediyorsunuz. Ben doğru bildiğim bir düşünceyi savunurken ölümü hiç düşünmem. Ölüm korkusu bana yabancıdır. O korku size mahsustur. Dört kez silahlı bıçaklı saldırıya uğradım yaralandım. Buna rağmen zindandan çıkanlara koştum, Öcalan'a muhalefet edenlere destek oldum. Sen ne yaptın Kemal Bey. Ben Öcalanın diktatörlüğüne, kanlı pratiklerine karşı çıkar hain kurşunlara hedef olurken, sen Şamda Öcalanın ellerini havaya kaldırıyordun. Dahası var. Öcalan İmralıda ’hizmete hazırım. Cumhuriyet ilkelerine, Kemalizme bağlılığımı arzediyorum. Tarihte gelişen Kürt Ayaklanmaları Kemalizme karşı gerici hareketlerdir' derken, Sen alkış tutarak, ’nihayet çizgimize geldiler' dedin, makaleler yazdın. Şimdi de Öcalan başından beri ajandır diye beyanatlar veriyorsun.
Kemal Bey, bugün sömürgeci basın, cumhur başkanı, başbakanı doğduğumuz toprakların güzel adını Dersim diye anarken, siz anılarınızda neden Tunceli adından ısrar ediyorsunuz?. Düşündürücü değil mi?. Bana hemşerimdi diye yazmışsınız. Ben, özümle, kanımla katıksız bir Dersimliyim. Siz Dersimlilikten istifa mı ettiniz?.
Kemal Bey, Kürdistanda mevcut parti ve gurupların lider ve kadroları elli yıldır günahlarıyla sevaplarıyle mücadele veriyorlar. Siz hariç, diğerleri ağır bedeller ödediler. Siz hep rahat ortamların politikacısı oldunuz. Diyarbakırda savunmalarıyle, direnişleriyle Kürdistan tarihine damgasını vuran kahramanları anmak istemiyorsun. Dedim ya sen kendine sevdalısın. Rahmetli Nazif Kalelinin poliste çözülmediğini iddia ediyorsun. Rahmetli poliste çok ağır işkence görmüştü. İğneden ipliğe çözülmüştü. Sizin iddianıza göre polis daha önce hakkınızda adindiği bilgileri kağıda yazıp zorla Nazif Kaleliye imzalatmışsa, ozaman her toplatınızda bir polis ve ceplerinizde alıcı olduğunu kabul etmelisiniz. O hayatı yaşıyan biri olarak ben, Diyarbakır işkencelerinde çözülenleri kınamıyorum. İşkencelerde çözülmemek için teredütsüz ölümü göze almak gerekirdi. Ölümü göze alamıyan yaşamı düşünen, belli bir noktada direnci kırılır çözülür. Herkesten kahramanlık beklemeye hakkımız yoktur.
Kemal Bey, ’taraftarlarımız kendilerini korudular. Diğer guruplardan itirafçılar, ihanet edenler çıktı' diyor, direnenleri itham ediyorsun. Diyarbakır Zindanı bir cehennemdi. O cehennemin kapısından içeri giren herkes işkence gördü. O cehennemin içinde katmerli cehennem olan hücreler vardı. Kemal Bey, Sayın Mehdi Zana sizden ayrılmış ancak sizin gurubunuzla birlikte yargılanıyordu. Gurubunuz koğuşlarda tutulurken Mehdi Zana neden hücrelerde tutuluyordu? Çünkü Sayın Mehdi Zana direniyordu. Gencecik şehit Yılmaz Demir sizin taraftarınızdı. Ocak 1984 faşişlerin genel saldırısında ağır yaralanmıştı. İşkenceleri protesto için kendini astı, şehit oldu. Şehit düşmeden önce ’Özgürlük için savaşmayanlara özgürlükçü denmez' sıloganiyle kimleri kastediyordu?.
Kemal Bey, bir gün böyle bir yazı yazacağımı düşünemezdim. Bu yazıyı yazarken derin bir acı duydum. Ve burada noktayı koyuyorum. Sizi doğruya, insafa davet ediyorum.
Rahmetle andığım Zeki Adsızın sevgili avukat kızına ve kardeşlerine bir çağrım var. Mahkemelerde dava açmak rahmetli babanızın devrimci anlayışıyle bağdaşmıyor. Bu konuda en büyük yargıyı halkımız verecektir.
Kurdistan aktuelden akt