Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 30 April 2009

Türk devletinden ve onun cinayet şebekelerinin elinden hapishane ve ölüm tehdidini alırsanız geriye ne kalır... Hiç... Yüz yıldır bu toprakları; bu topraklardaki farklılıkları, değişik inançları, muhalifleri ölümle ve zindanla tehdit ederek ve çoğu zaman tehditlerini gerçekleştirerek idare ettiler. İdare lafı onlara uymuyor. İdare edemediler, idare edemedikleri için de ölüm çetelerini ve hapishaneleri idare ederek hükümranlıklarını sürdürdüler...

Bahçıvan, başçavuş, gardiyan, çiftçi, ayakkabı boyacısı, terzi, saman pazarında tüccar, odacı, tır şoförü veya sığır çobanı olması gereken kendilerine; general, başbakan, bakan, bürokrat, amir rütbeleri takıp; Anadolu'nun dişle tırnakla üreten, okuyan ve araştıran insanlarına da dağlara sığınma, hapishane boylama, sürgüne çıkma ve mezara girme yollarını açık tuttular...

Yukarıda saydığım meslekleri gerçekten meslek gördüğüm için sıraladım. Türkiye'yi yöneten devşirmeler güruhu, eğilimleri ve gerçek kapasiteleri olan yukarıdaki mesleklerden birini seçmiş olsalardı Türkiye'yi gerçekten insan gibi insanlar yönetmiş olacak; tehditten başka bir özellikleri olmayan bu yeteneksizler topluluğu da çoğunluğun insan olduğu genel içinde mütevazı birer insan olarak ömürlerini tamamlama şansına sahip olacaklardı...

Ölüm, işkence ve hapishane dilinden başka bir dil ve iletişim yeteneği olmayan bu katiller sınıfından sürekli tehdit alırım. Sürekli alınan ilaç bağışıklığı gibi, sürekli tehditte bana bir tehdit bağışıklığı kazandırmış... Tehdit almadığım gün huzursuz olurum. Ateş basar, başıma kötü bir şey gelecek diye elim ayağım titrer.

Daha önce anlattım mı bilmiyorum, şu anda PKK'de yönetici olan idamlık bir hapishane arkadaşımız vardı. Oyuncu yokluğundan bu arkadaşı da iddialı maçlar yapan voleybol takımımıza oyuncu olarak alırdık. Ama bilirdik ki, en kritik yerinde maçı kaybetmemize neden olacak. Adamın derdi maç kazanmak değil, kendisini maç kazanmaya adamış beş gerilimli oyuncuyu çıldırtmaktı. Dedim ya, oyuncu yokluğundan ona mahkumduk...

Yine bir gün koğuş avlusunda iddialı bir voleybol maçı yapıyoruz. Son set, son sayılardayız. Servisi bizim oyun bozan arkadaşımız atacak. Yalvarıyoruz, gözüne kurban son sayı diyoruz, bu servisi düzgün atıp da son sayıyı alırsak maçın kahramanı olacaksın diyoruz; ama arkadaşımız topa öyle bir vuruyor ki; top, bitişikteki koğuşun avlusunun üstünden geçip üçüncü koğuşun avlusuna düşüyor...

Bu durumda, maçı kazanmaya kenetlenmiş diğer beş oyuncu ne yapar? Kafa, göz, kulak ısırır...

“İnsan biraz ciddi olur,“ dedik.

Bu sefer de yedek topa öyle bir vurdu ki; top, cezaevinin bütün duvarlarını aşıp, nöbetçi askerlerin beklediği tel örgülere düştü. Üstelik oraya giden topun geri gelme şansı yok.

“Ben ölümü ciddiye almıyorum, siz benden topu ciddiye almamı bekliyorsunuz!“ diyip içeri geçti.

İşkence, hapishane ve ölüm tehdidinden ibaret Türk devleti, artık ölümü ciddiye almayan bir Kürt nesli yetiştirdi. Ölümün alın derisini parçalamış bu nesli şimdi tekrar tekrar ölümle tehdit etmenin manası ne? Sür git böyle manyaklık mı olur?

Ölüm tehditlerini birkaç ayda bir toplar, email adresleriyle birlikte Türkçe bilen doktoruma ve polislere veririm. Geçen gün doktorumla bu tehditlerden parçalar okuduk. Dedim ki, şunları Almanca veya Fransızca'ya çevirelim:

“Çevrilmesi mümkün değil,“ dedi doktor. “Mesela şu cümle, mezardaki ananın kemiğinin bilmem neresini şey edeceğiz!“

Daha altta: “Beşikteki çocuğunuza...“ diye başlıyor...

Tehditler heyecanlandırıyor beni. Özlediğim ve haftada birkaç kez rüyasını gördüğüm ölüm biçimlerine götürüyor. Mahşeri bir kalabalıkla bir tabut taşıyoruz. Tabuttaki yeni vurulmuş. Tahta aralıklarından kan sızıyor. Tabutu mezara indiriyoruz. Cenaze töreninden sonra herkes gidiyor, ama ben gidemiyorum. Dişle tırnakla uğraşıyorum ama, altına girdiğim topraktan çıkamıyorum. İşte o zaman vurulanın ben olduğumu anlıyorum... Tam soluksuz kalacağım vakitte, rüyama bir sinyal geliyor. O sinyal şöyle diyor:

“Uyan, bu bir rüya!“

Kan ter içinde uyandığım halde bir süre daha kendi cenaze törenimin etkisinden kurtulamıyorum.

Kızılhaç'a bağlı da çalışan doktor rüyalarım üzerine şöyle demişti:

“Her cenaze töreni içinde uyanman çok iyi. Bir gün uyanmayabilirsin.!“

“Uyanmazsam ne olur?“ diye sordum.

“Üzgünüz, ama kendi kendine ölmüş olursun.“

“Peki bu rüyaları engelleyecek bir ilaç, bir yol, yöntem yok mu?“

“Yok“ dedi doktor.

Türk devleti bizi her gece rüyalarında kendi cenaze törenine katılan kişiler haline getirdi. Ama hala ölümle tehdit ediyor.

Çok garip ama, ben hala Türk devletinin elinde ölmek isteyen bir insanım. Ölümden haz duyulmaz, ancak ben açıkçası böyle bir ölümden haz duyuyorum. Çok yakından tanıdığım bir çok arkadaşım bu yolla öldürüldüğü için belki de...

Yıllar önce bir komedi filmi izlemiştim. Adamın biri intihar etmek istiyor, ama bir intihar yolu bulamıyor. En son deniz kenarına geliyor. Gemilerin de yanaştığı limanda beton duvar üzerinde ha bire geziniyor. Atladı atlayacak, fakat bir türlü cesaret edemiyor. Tam o sırada meteliksiz kalmış bir soyguncu arkadan yanaşıyor ve tabancasını adamın sırtına dayıyor:

“Ya malını ya canını!“ diyor soyguncu.

İntihar etmek isteyen adam için eşsiz bir fırsat çıkmıştır:

“Ne olursun canımı al,“ diyor.

Türk devletine ve onun ölümden başka bir şey düşünmeyen korkak çetelerine kaç kez söyledik. Öldürecekseniz öldürün. Sayenizde zaten ölümle yaşam arasında sıfır noktada geziniyoruz. Ölsek de olur, ölmesek de... Yaşasak da olur yaşamasak da... Ömrümüzün geri kalan kısmını zaten Türk Ergenekon devletiyle kavga ederek geçireceğiz.

Ölüm tiryakisi Türk cinayet şebekelerinin tehdit zahmetlerine gerek yok, yer ve zaman bildirsinler kendimiz gidip ölelim...

Dilerim bu arzum bir gün gerçekleşir de, cesur bir Kürt cesedinin daha korkaklardan ibaret katiller sürüsünün titrek bacakları dibine düşer...

Arkalarındaki devlet koruması ve bellerindeki devlet silahı alındığında bakalım bu katil sürülerinde geriye ne kalır!

Bu cinayet manyaklarını, akıttıkları kanımız ve toprak altı ettikleri cesetlerimizle çıldırtacağız...

Bunu başaracağız sonunda...

Hasan Bildirici
[email protected]

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.