Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 28 September 2010

Türkiye’nin Sağ ve Sol Partilerinde; KÜRT YAHUDİLER VE “BABANZADE”LER

Osman ERAYDIN

Yahudi asıllı Barzani, Türkiye’de resmen ağırlandı. Ama İsrail’in yardım gemilerine saldırısının tantanası arasında, üzerinde pek durulamadı.

Kuzey Irak'ta Amerikan neo-con'larının, yani siyonist Yahudi odakların tasarımladığı bağımsız Kürt devleti kurulması projesinin İsrail tarafından da gönülden desteklendiği zaten bilinen bir olaydı.

Serdar Turgut anlatıyor:

Ben Türkiye'ye komplo hazırlandığını gözlerimle gördüm. Olay ABD'nin başkenti Washington'da geçmişti. O dönemde çalıştığım gazetenin Washington temsilcisiydim. 11 Eylülden çok önce olduğundan, o zamanlar biz gazetecilerin Washington'da Pentagon, Dışişleri Bakanlığı gibi kurumlara girebilmemiz son derece kolaydı. Oralarda çalışan personel gibi kartımızı okutup giriveriyorduk içeriye. Türkiye'ye karşı komplonun hazırlanışını gördüğüm gün, Pentagon'da istihbaratçı olarak çalışan kişiyle randevum vardı. İlk önce odasına gittim. Oda arkadaşı, "Bir grup misafiri vardı, aşağı katta kafeteryanın yanında bir odaya gittiler" dedi. Ben de aşağıya indim. O günlerde özellikle istihbarat konularında Amerikan devleti içinde Türkiye'ye bakan hemen hemen tüm personel Yahudi'ydi. ABD göçmen ülkesi olduğundan hepsi de Amerika'nın çıkarlarının yanı sıra İsrail'in de çıkarlarını koruduklarını açıkça söylerlerdi. Pentagon'da görmeye gittiğim kişi de fanatik bir Yahudi'ydi. Boş zamanlarında Pentagon yakınlarındaki mezarlıktaki taşlar üzerindeki isimleri, Yahudi geçmişi açısından incelerdi. Bir defasında beni de götürdü mezarlığa ve bir yaşlı kadın, ikimizi mezarlara karşı saygısızlıkla ve günah işlemekle suçladı.

Neyse Pentagon'da o gün kahvemi aldım, bulundukları odanın kapısını bir tıklatıp içeriye dalıverdim. Şimdi sıkı durun. Manzara şuydu: İstihbaratçı masaya oturmuş ve önüne bir harita açmıştı. Haritada Türkiye ve Kuzey Irak görülüyordu. Unutmayın, Irak savaşının başlamasından 20 yıl öncesini anlatıyorum. Adam etrafındakilere, Kuzey Irak'a çizdiği bölgede sınırlarının bir bölümü Türkiye'nin güneydoğusuna da taşan yeni bir ülkeyi anlatıyordu. Masada onu dinleyenler, Barzani'nin Washington temsilcisi (adını hatırlamıyorum), Talabani'nin temsilcisi Behram Salih ve PKK Washington temsilcisiydi. Bugünlerin kaderi o günlerde, Pentagon'un ikinci katında bir odada böyle çiziliyordu.

Ben ne zaman komplo teorisine uyan bir gelişme duysam (yardım gemisine baskın, İskenderun'da askerimize saldırı ve İran'ın Kuzey Irak'a girişi gibi) o günler aklıma gelir ve her defasında da çok korkarım. Başbakan konuşmadan önce de çok korktum, umarım çılgınlığa o uymaz diye dua ettim. Son gelişmeler de gösterdi ki, Türkiye üzerinde çok büyük oyunlar oynanıyor...” diyen yazar, biraz da aba altından sopa gösteriyor ve AKP’ye, “İsrail’le ve Yahudi lobileriyle başa çıkılmaz, haddini aşma” mesajları veriyordu.

Milli Gazetenin yeni yetme yazarlarından ve entel takılanlardan Gökçen Göksel, Necip Fazıl’la, Yahudi ve komünist Nazım Hikmet’i ve Zekeriya Sertel’i; “Aynı Göğün Uzak Yıldızları” kitabı ile birbirine yakıştıran yaklaşımlara katılmış, hatta alkışlamıştı. Acaba yozlaşma ve soysuzlaşma akımlarına, geçirilen değişim ve demokratikleşme havalarına ve açılım safsatalarına mı kendini kaptırmıştı, yoksa övmek isterken sövdüğünün farkına mı varamamıştı veya acı ve çarpıcı gerçeği dolaylı bir biçimde aktarmaya mı çalışmıştı?

Birlikte ve dikkatle okuyalım:

Aynı Göğün Uzak Yıldızları’ Nazım Hikmet-Necip Fazıl !?

Anadolu topraklarından filiz veren iki dev şair. İki Umman. Nasıl anlatılır nasıl tarif edilir açıkçası zor. Biri Nazım Hikmet diğeri Necip Fazıl. Biri Türkçeyi en güzel kullanan "Mavi Gözlü Dev', diğeri 'Sultan-üş Şuara' (Şairlerin Sultanı).

Türkiye'nin sağ ve sol olarak kamplara ayrıldığı dönemde Nazım Hikmet ve Necip Fazıl'ın ifade ettikleri anlam bugünkünden çok farklıydı. Kabaca, Nazım denilince akla sol ve sosyalizm, Necip Fazıl denilince sağ ve milliyetçilik gelirdi. Yaşadıkları yüzyıla damgalarını vuran bu iki değer ne acıdır ki, bu kadar sığ ve dar bir alana hapsedilmişti.

Bu durum uzun yıllar böyle devam etti. Dünya değişiyordu haliyle Türkiye de değişti. Artık eski ideolojik kamplaşmalar ve kavgalar yok. Edebiyatçılar ve sanatçılar ideolojileri üzerinden değil, ortaya koydukları eserler üzerinden değerlendiriliyor. Nazım Hikmet ve Necip Fazıl da artık karşıtlıkları üzerinden değil ortak paydaları üzerinden tartışılıp konuşuluyor. Sevindirici bir gelişme.

Nazım Hikmet ve Necip Fazıl için ne söylense az, ne yazılsa eksik kalır. Yine de bu iki isim sıkça telaffuz edilmeli. Özellikle genç kuşakların gündemine sokulmalı. Sıddık Akbayır'ın 'Aynı Göğün Uzak Yıldızları' kitabını görünce heyecanlandım. Akbayır bir ilke imza atmış, Türkiye'nin karanlık yıllarında kör dövüşüne kurban edilen bu iki değeri, aynı sayfalarda buluşturmuştu.

Akbayır, 32 bölümden oluşan kitabında bu iki ustayı tüm yönleriyle anlatmaya çalışmış. Kitapta yazılanların çoğu yeni şeyler olmasa da, içerik açısından insanı kendine çekiyor. Akbayır, Nazım Hikmet ve Necip Fazıl'ı seçtiği konu başlıkları çerçevesinde karşılaştırmış. Kıyaslamamış, karşılaştırmış buraya dikkat. İyi de olmuş. Nazım ve Necip Fazıl hakkında uzun araştırmalar sonucunda elde edeceğiniz bilgilere, Akbayır sayesinde kolayca ulaşabiliyorsunuz.

Akbayır, görsel malzemelerle desteklediği çalışmasında, sözcük bombardımanından kaçınmış. Sadece kendi değil, edebiyatımıza damga vuran birçok değerli şahsiyete de yer vermiş. Sezai Karakoç, Rasim Özdenören, Vecihi Timuroğlu, Vâla Nurettin, Zekeriya Sertel'i unutmamış.”[1]

Bunlar bize Salim Meriç’in ilginç bir araştırmasını hatırlatmıştı. Orada, Necip Fazıl’ın hanımı Fatma Neslihan Baban Kısakürek’in, Kürt Yahudilerinden babanzade Recai Bey’in kızı ve Vamp lakaplı ünlü sinema artisti Diclehan Baban’ın da ablası olduğu yazılıydı.

Tabi, Yalçın Küçük ve Soner yalçın gibilerin Kripto Yahudilerle ilgili kitap ve yazılarında olduğu gibi, Salim Meriç de yayınlanan araştırmalarında nedense genellikle yakın tarihte kalan ama günümüz Türkiye’sine doğrudan müdahalesi söz konusu olmayan kişiler üzerinde durulmaktaydı.

Oysa, bugünkü partilerde, askeri ve hukuki bürokraside, sanat, sanayi ve ticaret âleminde hala etkin ve yetkin konumda olan Kripto Yahudiler neden hiç gündeme taşınmamaktadır?

Örneğin CHP’de hangi sabataistler ve Yahudi kökenli Kürtler bulunmaktadır? Deniz Baykal’ın ayağını kaydırmak için fırsat kollayan Pakradun kökenli (Yahudi iken Ermeniliğe dönen) sonra Aleviliğe geçen kişiler niye araştırılmamaktadır?

MHP’deki Kriptolar niye yazılmamaktadır?

Milli Görüş Partilerinde, şu anda Saadet içerisinde ve Erbakan Hoca’nın çevresinde konuşlandırılan, muhterem ve mücahit yaftalı takınan Kripto Yahudiler niye toplumun dikkatinden kaçırılmaktadır?

Soruları ısrarla neden yanıtsız bırakılmaktadır!?

Yoksa Milli şairimiz Mehmet Akif ve Müfessir Elmalı Hamdi Yazır gibi zatlarla hasbelkader arkadaşlık yapan Kriptolar üzerinden İslami şahsiyet ve hareketlere karşı şüphe ve şaibe bulutları oluşturmaya mı çalışılmaktadır?

Şimdi Onun yazdıklarına bakalım:

Kuzey Irak’ın Kürdistan bölgesinde 1160-? Yıllarında yaşayan Kabalist ve Talmudist, David Alroy, Selçuklu sultanına karşı isyan başlatarak, Mesihliğini ilan ediyordu. Alroy, İsrail mabedi (Süleyman Tapınağını) yeniden yapacağını, Yahudileri sürgünden bir araya toplayacağını ve İsrail'i yeniden kuracağını söylüyordu.[2]

Siyonizm, Siyon kelimesinden gelmektedir. “Siyon” Kudüs’teki meşhur bir tepenin ismidir.

Hz. Süleyman zamanında inşa ettirilen mabed bu tepenin üzerindeydi. Yahudiler Kudüs’ten sürüldükten ve mabedin yıkılmasından sonra tekrar Kudüs’e dönmenin ve bu mabedi inşa etmenin yollarını aramaya başladılar. Ve bu hedeflerini Siyonizm olarak adlandırdılar.”[3]

Nitekim David Alroy siyasi Siyonizm fikrini, Sabetay Sevi'den 5, Teodor Herlz’den 10 asır önce ortaya atmıştı. Seviden önceki ilk Siyonist David Alroy olmaktaydı. Alroy’un ortaya attığı fikirler, taraftarlarının din değiştirmelerine ve gizlenmelerine fırsat tanımıştı. Bundan sonraki süreçte, David Alroy taraftarı Kürdistanlı Yahudiler, tarih sahnesinden bir anda kaybolmuşlardı. Çünkü birçoğu dinlerini değiştirmiş ve Müslüman Kürtlerin arasına karışmışlardı. Tarih artık onları Müslüman Kürtler olarak hatırlamaya başlayacaktı. David Alroy’un mesihlik hadisesi Yahudi tarihinde Sabetay Sevi kadar önemli bir olaydı. Nitekim ikisi de aynı yolun kapılarını açmışlardı. “Gizlenme ve Takiyye” böyle başlamıştı. Alroy, Yahudilere gizlenmelerini ve takiyye yapmalarını buyurarak, ileride bulundukları toplumun ve devletin önemli noktalarına hakim olmanın önünü açmıştı.

David Alroy hakkındaki geniş bilgi seyyah Benjamin Tudela tarafından aktarılmıştı. Daha sonra 1862 yılında kendisi de Yahudi olan İngiltere Başbakanı, Benjamin Disraeli tarafından kaleme alınmıştı. Benjamin Disraeli, “Alroy” isimli eserinde, Alroy’u İsrail tarihinin ve İsrail milletinin en önemli isimleri arasında saymaktaydı. İngiltere Başbakanı'nın, David Alroy’u detaylıca kaleme alması Alroy hadisesinin ne denli önemli olduğunu da ortaya koymaktaydı.

Nitekim Alroy’un başlatmış olduğu hareket siyonist bir plandı. Mesihlik iddiasında bulunması, bölgedeki Yahudilere Kürtler arasında gizlenmeleri için bir kapı aralamıştı. Bu olayla onlarca asır boyunca gizli inançlarını da, Siyonist amaçlarını da korumuşlardı. Dışarıda Müslüman Kürt, kendi içlerinde Yahudiliklerini yaşamışlardı. Soylarını ve sırlarını korudular ve inançlarını daha çok kripto (gizli) yaşadılar. Ancak İsrail kurulduktan sonra yüz binlercesi tekrar asli dinlerine ve kimliklerine dönmüş ve büyük bir operasyonla İsrail’e göç etmişlerdi.

Peki, kimliklerine ve dinlerine dönmeyen kriptolar neredeydi?

Kimliklerine ve dinlerine geri dönmeyen kriptolar ise bugün Kuzey Irak’ta İsrail’in ikinci rezerv devletini kurmuş, büyütmeye çalışıyorlardı. Osmanlı'da, Kürt İsyanlarını başlatanlar, bugünün bürokrasisine egemen olanlar, Kürt devletin temellerini atanlar, işte bu kripto Yahudilerin çocuklarıydı. İş ve sanayi dünyasındaki rantları, Sabetayist camia ile evlilikler ve akraba bağlılıkları devlet ve siyaset dünyasında bulundukları önemli makamları, adları ve soyadları bu kriptoları deşifre edebileceğimiz en önemli ipuçlarımızdı. Sabetayist sosyetenin, zengin Kürt işadamları ve sanatçıları ile evliliklerini artık şimdi daha iyi değerlendirme imkânımız vardı.

Babanzadeler ve cumhuriyet

Kuzey Irak’ın Süleymaniye bölgesinde bulunan “Baban Aşireti”, Osmanlı devletine karşı en büyük üç Kürt İsyanından birini gerçekleştiren köklü kabile konumundaydı.

Baban aşireti, Osmanlı'ya karşı 1806-1808 Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanını, 1812’de Babanzade Ahmet Paşa isyanlarını başlatmıştı. Aşiret bundan sonraki Kürt isyanlarına da destek olmuşlardı. Babanlar veya Babanzâdeler olarak bilinen aile 17. yüzyılın ikinci yarısında Baba Süleyman ile başlayan, geniş bir Kürt ailesi olmaktaydı. II. Abdülhamit Baban ailesiyle iyi ama dikkatli ilişkilerden yanaydı. Nitekim Dahiliye ve Harbiye Nazırı Baban Aşiretinden Abdurrahman Paşaydı.

Babanzade ailesinin ileri gelenlerinden Mustafa Zihni Paşa, 1848'de Süleymaniye'de doğmuş; öğrenimini Bağdat'ta tamamlamıştı. Üstad-ı Mason Mithat Paşa’nın Bağdat Valisi iken "mühürdar"ı yapılıp, böylece memuriyet hayatına başlamıştı. 1929'da İstanbul'da vefat eden M. Zihni Paşa'nın "ilim ve İslam", "Mikyasu'l-Ahlak, "Kuvay-ı Maneviyye", "islam'da Hilafet" isimli eserleri vardır.

Babanzade Mustafa Zihni Paşa'nın; Ahmed Naim, İsmail Hakkı, Hüseyin Şükrü adında 3 oğlu ve Hikmet adında bir kızı daha vardır. Babanzâde ailesinden Babanzâde Ahmet Naim, Mustafa Zihni Paşa’nın en büyük oğludur. Babanzade ailesinin bütün evlatları ve torunları Galatasaray Lisesi mezunudur. Yeni kuşak torunlarının tercih ettiği lise daha çok Saint Benoit Fransız Lisesi olmuştur.

İlk tahsilini Bağdat'ta tamamladıktan sonra İstanbul'a gelen Ahmed Naim, 1891'de Galatasaray Lisesi'ni, 1894 yılında da Mülkiye Mektebini bitirdi. Naim, 1895'de ek görev olarak Galatasaray Lisesi'nde Arapça hocalığını seçti. 1908'de II. Meşrutiyet'in ilanından sonra tamamen "Maarif Nezareti"ne geçti.

Ahmet Naim, Ekim 1918-Ekim 1919 tarihleri arasında kısa bir süre Darülfünun'un umum müdürlüğüne (rektörlük) de getirildi. 1919 yılında Ayan Meclisi'ne üye seçildi. Babanzade Ahmed Naim Bey (1872-1934), siyasal İslamcı düşünürlerin önde gelen isimlerindendi. İslamcı fikir hayatının oluşmasında büyük emeği geçti. Babanzade Ahmed Naim, son devrin mutasavvıflarından Fatih Türbedarı Ahmed Amiş Efendi’nin torunlarından, Fatih Dersiamlarından Hasan Sabri Serinken Efendi ve Ayşe Serinken çiftinin kızları Avniye Serinken ile evliydi. Aynı aileden Ulviye Serinken Tayşi ve Fahri Tayşi’nin kızları Nezihe Tayşi Baban, Babanzade ailesinden Müeddep Baban ile evlendi. Babanzade Ahmet Naim, Halveti tarikatına mensup birisiydi. Fatih türbedarı Amiş Efendi’nin hem damadı, hem de müridiydi.

Darülfünun’da rektörlük yapan Babanzade Ahmet Naim Bey Üstad Masondu. Bir dönem Darülfunun’da rektörlük yapan son Şeyhülislam Musa Kazım Efendi de 33. dereceden mason’du.[4]

Ahmet Naim’in en yakın arkadaşlarından ikisi Mehmet Akif Ersoy ve Elmalılı Hamdi Yazır’dı. Talk show programcısı Okan Bayülgen’in de anne tarafından büyük dedesi olan Elmalılı Hamdi Yazır’ın akraba çevresi hep Üstad Masonlardan oluşmaktaydı.

Murat Bardakçı’nın kayınpederi İbrahim Manav'ı sahaflar çarşısına kazandıran isim Babanzade Ahmet Naim’di. Babanzade Ahmet Naim ile tanışan İbrahim Manav Bey, mesleğe 1951 yılında sahaflar çarşısında başlamış ve hat sanatı ile yazma kitaplarda uzmanlaşmıştı.

Murat Bardakçı hakkındaki makalemde Babanzadelerin Kürt Yahudisi olduklarını belirtmiştim. Prof. dr. Yalçın Küçük de bu konuda aynı fikirdedir.

Ahmet Naim bir tarikatçıydı ve köken olarak, Kürt Yahudisi ve tabii masondu.”[5]

İbrani “Baba ve Bava” isimleri için Baba, baban ve benzeri karşılıklar sıralayabiliyoruz.”[6]

Soyadı kanunundan sonra soyadlarını Baban olarak tercih etmeleri, bizleri İsim Bilim çalışmalarına yaklaştırmaktadır. Baba İbranice "kıymetli, sevilen, göz nuru" anlamına gelmektir. (-an) ya da (n) Farsça’da çoğul yapmakta “ler ve lar” belirtmeye uymaktadır.

Baba ismi Yahudilerce de kullanılmaktadır.

Babanzade Ahmet Naim, Türkçülük karşıtı bir İslamcıydı ve Milli mücadeleye soğuk bakmıştı. Ancak Cumhuriyet karşıtı olmasına rağmen Cumhuriyetin tek Üniversitesi, Darülfünun’a Rektör atanmıştı. Onun kardeşleri ise Kürtçü takılırdı. Ama hepsi de Yahudi asıllıydı!?

Zihni Paşa’nın diğer oğlu II. Meşrutiyet dönemi entelektüellerinden biri olan Babanzade İsmail Hakkı ise Tanin gazetesi yazarlarındandı. İsmail Hakkı, anayasa hukuku konusunda ülkenin önde gelen isimleri arasında yer almaktaydı. Hatta Atatürk’ün okuduğu hukuk konulu kitaplar arasında Babanzade’nin yazmış olduğu Hukuk-u Esasiye isimli yapıtı da bulunmaktaydı. Babanzade İsmail Hakkı’nın ayrıca “Bismark ve Yahudi düşmanlığı” konusuna ışık tutan “Dreyfus Meselesi” isimli iki kitap yazmıştı. Bağdat Milletvekili olarak Meclise giren İsmail Hakkı, Eğitim Bakanı olarak görev yapmış bir Türk ırkçısıydı. Kendisi Kürt kimliği ile tanınsa da İsmail Hakkı Türkçülük akımının öncüleri arasındaydı. Musul’da valilik yapmış ve Barzani Kürtlerine karşı etkin tedbirler almış olan Süleyman Nazif arkadaşıydı. Bir diğeri ise Türk Milliyetçiliğinin ideolojik temellerinin oluşturulmasında etkin bir rol oynamış olan Ziya Gökalp olması, enteresandı.

Babanzade ailesi’nin fertleri Türkçülük ve Kürtçülük konusunda ikiye ayrılmışlardı. Aile’nin büyük çoğunluğu Kürt milliyetçisiydi ve Kürt devletinin kurulması taraftarıydı.

Milli mücadeleye karşı, 2 Ekim 1908 tarihinde kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti’nin, kuruluşunda en tanınmış üç Kürt ailesinin üçü de yer almıştı. Şemdinan ailesinden Şeyh Ubeydullah’ın oğlu Seyit Abdülkadir, Bedirhan ailesinden Bedirhan Paşa’nın oğlu Mehmed Emin Ali Bedirhan, Baban ailesinden Babanzade Ahmet Naim Bey bu takımdandı. Birinci Dünya Savaşından sonra Wilson ilkelerinin ilanının hemen ardından Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti tekrar aktif hale getirilerek Aralık 1918 tarihinde Kürt aydın ve uleması “Kürdistan Teali Cemiyeti”ni kurmuşlardı.[7]

Cemiyetin kuruluşunun en önemli iki ismi de Babanzade ailesinden Tercüman gazetesi Başyazarı Babanzade Hüseyin Şükrü ve Babanzade Fuat’tı. Kürd Gazetesi “Rojî Kurd”ün yazarlarından Hüseyin Şükrü Baban (1890-1979), 1918'de İstanbul'da kurulan Kürdistan Teâlî Cemiyeti'nin genel sekreterliğini yapmış ve Kürt Teşkilat-ı içtimaiye Cemiyeti'nin kurucuları arasında yer almıştı.

Kürt Teali Cemiyetinden Babanzade Hüseyin Şükrü ve Seyit Abdülkadir, ‘‘Türkiye’de 4-5 milyon, İran’da 3 milyon Kürt yaşadığını, Karadeniz’e kesinlikle bir çıkış arzuladıklarını, İskenderun Limanıyla Dicle ve Fırat’tan yararlanmalarını ve Musul’un tamamen “Kürdistan’a” bırakılmasını savunmaktaydı.[8]

Milli Mücadele'ye ve Misakı Milli’nin sınırlarına karşı olan Hüseyin Şükrü Baban, Cumhuriyet kurulduktan sonra, Sabataist cunta tarafından Cumhuriyetin en önemli Üniversitesinde, Ord. Profesörlüğe çıkarılmış ve İstanbul Üniversitesi’nin İktisat Fakültesi Dekanlığına atanmıştı. Önemli olan seçilmiş kavimden olmaktı!?

Kürt Yahudilerin İslamcı Çocukları!..

Babanzade ailesinden, Hikmet Baban hanım, Hatipoğlu ailesine gelin olacaktı. Bu evlilikten Nermin ve Ali Haydar Hatipoğlu adında çocukları doğacaktı. Oğul Ali Haydar Bey ise Nuray Hatipoğlu ile evlenip yuva kuracaktı. Bu evlilikten olan İlahiyatçı-Yazar Nihat Hatipoğlu özel bir kanaldaki dini programlarıyla tanınmıştı.

Ünlü romancımız Yaşar Kemal 2002’de, Babanzadelerden eski Kültür Bakanı Cihat Baban’ın yeğeni Ayşe Semiha Baban ile evlenmişti. Yaşar Kemal İsrail’e gittiğinde Kürt Yahudilerinin köylerini gezmek istemişti. Kemal’in İsrail’e gittiğinde Kürt Yahudi köylerini araması sürpriz ve tesadüf değildi. Yaşar Kemal'in ölen karısı Thilda'nın Yahudi olduğu zaten bilinmekteydi.

Babanzade ailesinden Zihni Paşa’nın torunu, Süleyman Hikmet Baban’ın oğlu olan İstihbaratçı Cihad Baban, askeri darbeler döneminde Bülend Ulusu hükümetinde Kültür bakanı olarak görev yapmıştı. Kurucu Meclise Cumhuriyet Halk Partisi Temsilcisi olarak katılmış, basın, daha sonraları Basın-Yayın ve Turizm Bakanlığı görevleri de yapmıştı.

Ünlü müzik yapımcısı İzzet Öz, Babanzade Ailesinin torunlarından, Fahir ve Suna Baban çiftinin kızları, Hanzat Baban (Öz) ile evli bulunmaktaydı.

Anne tarafı Giritli olan, İslamcı yazar Necip Fazıl Kısakürek evliliğini Babanzade ailesinden Ahmed Naim Efendi'yle kardeş çocuğu olan Babanzade Recai Bey'in kızı, Yahya Nüzhet Paşa'nın torunu Fatma Neslihan Baban ile yapmıştı. Neslihan Baban Kısakürek dönemin ünlü Vamp lakaplı sinema sanatçısı Diclehan Baban’ın da ablasıydı. İslamcısı, Türkçüsü, Kürt milliyetçisi Baban ailesi ile hep iç içe olmuşlardı.

Babanzade ailesi Cumhuriyete kök salmıştı. Büyük zengin burjuva aileleri de akrabalarıydı. Bu aileler arasında Tümay-Öz–Öber-Köylüoğlu-Avunduk aileleri vardı. Avunduk ailesi Sabetaycıların bir kolu Kapanilerdendir. Avunduk ailesine akraba olan Baban’lar, Nail ve Lucienne Avunduk çiftinin kızları Yasemin Avunduk’u torunları Kaya Baban’a gelin almışlardı. Araştırmacı İstanbul Sevi bir makalesinde bu ailenin Pakraduni (Ermeni asıllı Yahudi) olduklarını da savunmaktaydı.

Babanzade ailesi baştan beridir Osmanlı Devleti'ne ve Milli Mücadele'ye karşıydı. Osmanlıya da, Türkiye Cumhuriyeti'ne de muhalif saftaydı. Fakat nasıl oluyorsa, Cumhuriyet kurulduktan sonra Cumhuriyet’in en önemli kademelerine taşınmışlardı. Siyasette, Bakanlar Kurulunda, Dini kurumlarda, Üniversitelerde, İş ve sanat dünyasında en önemli noktalarında yer almışlardı. Peki, bu ailenin Cumhuriyetin etkin kadrolarına getirilmeleri, köklü ve soylu entellektüel bir aile olmaktan mı kaynaklıydı? Yoksa seçilmiş doğduklarından dolayı mıydı? İşte Kürt Yahudi devletinin temelleri de bu zamanda ve bu aile tarafından atılmıştı.

Enver Paşa & Zeyno Baran & Hiram Abas

Bazı Türkçü İslamcılar, Kürt aydınlar ile hem akraba hem de dava arkadaşıydı.

Enver Paşa 1914'te Padişah Abdülmecit'in torunu (Şehzade Süleyman'ın kızı) Naciye Sultan'la evlenerek Osmanlı hanedanına damat yapılmıştı. Bu evlilikten Türkân Mayatepek ve Mahpeyker Ürgüp adlı kızları ve Ali Enver Akoğlu (1921-1971) adlı bir oğlu oldu. Enver Paşa öldükten sonra Emine Naciye Sultan, ikinci evliliğini 1923'de Enver Paşa’nın kardeşi (kayınbiraderi) Mehmet Kamil Killigil Bey ile yapmıştı. Enver Paşa'nın kız kardeşi Mediha Hanım ise, Genelkurmay eski Başkanı Kazım Orbay'ın karısıydı.

Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası üstad-ı azamlarından Kaya Paşakay, Enver Paşa’nın amcası olan Kutul Amare kahramanı diye tanınan Halil Kut Paşa'nın torunu olmaktaydı. Halil Kut Paşa, Enver Paşa'nın amcasıydı. Türkiye Hür ve Kabul edilmiş Masonlar Locası’nın mason üstadı azamı Kaya Paşakay, Halil Kut Paşa'nın kızı Şükriye Hanım'dan olan torunlarındandı. Enver Paşa’nın ailesinden hep Üstad-ı Masonlar çıkmıştı.

Enver Paşa’nın Masonluğunu ise “Grand Lodge” Amerikan Büyük Mason Locası tarafından yayınlanan “Masonluk Ansiklopedisi”nde, Columbia Üniversitesinden Akademisyen Ernest Jack tarafından uzun uzun anlatılmaktadır.[9]

İbrahim Ethem Paşa (1818 - 1893), II. Abdülhamit saltanatında 1876-1877 tarihlerinde Şura-yı Devlet başkanlığı, 1877-1878 tarihleri arasında sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıydı. İbrahim Ethem Paşa’nın dört oğlu vardı. İlk çocuğu Türkiye'deki ilk müzeyi açan Osman Hamdi Bey’dir. Diğer oğulları İsmail Galip Bey Mustafa Eldem ve Halil Ethem Eldem'dir. 1990 yılında öldürülen MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas'ın ise büyük dedesidir.

Sadrazam İbrahim Ethem Paşa'nın torunu olan İsmail Galip Bey’in oğlu (Mübarek Galib Eldem) Hariciye Vekaleti'nde (Dışişleri Bakanlığı) başladığı memurluk hayatını, Milli Eğitim Bakanlığı'nda sıradan bir görevde bitirmişti. Mübarek Galip Eldem kendisi gibi bir "paşazade" olan Munise Hanım ile evlendi. Munise Hanım, Anadolu Umum Müfettişi Şakir Paşa'nın (1838-1899) kızıydı. Bu evlilikten sırasıyla Galip, Memduh, Hüsrev, Roksan ve İskender isimli dördü erkek, biri kız beş çocuğu oldu. Kızı Roksan'ı Hilmi Abas ile evlendirdi. Bu evlilikten ise Cumhuriyet tarihinin belki de en ünlü istihbaratçısı Hiram Abas doğdu. Mübarek Galip Eldem de Kaya Paşakay gibi masondu.

Üstad Mason Mübarek Galip, torununa Hiram adını koyarak kimliğini dışa vurmaktan çekinmemişti. Mason tarihinde önemli bir yeri olan "Hiram Usta"nın adı torununa verdiği isimdi. Hatta geniş çevresini kullanarak Hiram Abas'ın MİT'te görev almasına da ön ayak olmuştu. Eski başbakanlardan Fethi Okyar'a, Cemal Reşit Rey ve mimar Sedad Hakkı Eldem'e kadar uzanan akrabalık ilişkilerinin ortasındaki isimdi Mübarek Galip Eldem.

Sadrazam İbrahim Ethem Paşa’nın soyu birçok kripto aile ile kesişmektedir. Enver Paşa’nın eski eşi Emine Naciye Sultan ve kardeşi Mehmet Kamil Killigil’in evliliğinden olan kızı Rana Hanım Sultan, Sadrazam İbrahim Ethem Paşa’nın torunu diplomat Sadi Eldem ile evlendi. İbrahim Ethem Paşa ailesinden olan Sadi Eldem, Prof. Ethem Eldem'in de babasıdır. Enver Paşa ailesi, kızları Rana Hanım ile Sadrazam İbrahim Ethem Paşa’nın torunlarından Eldem ailesiyle akraba olmuştu. Türkiye’ye felaket senaryoları hazırladığı gündeme gelen, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki "İsrail Lobisi"nin bir kuruluşu olan Hudson Enstitüsü’ne bağlı “Avrasya Politikası Merkezi Müdürü ve Türkiye Uzmanı” Zeyno Baran, İbrahim Ethem Paşa’nın anne tarafından torunudur. Zeyno Baran, Gazeteci çift Füsun Ağar (Baran) ve Ahmet Uran Baran çiftinin kızlarıdır. Anne tarafından Dedesi Yarbay Ahmet Vefik Ağar, İbrahim Ethem Paşa’nın kız kardeşi, Nuriye Vefik Ağar ile evlenmişti. Lakin Ağar ailesi Selaniklidir, Sabetayistlerin bir kolu Karakaşilerdendir.

Kd. Albay Muhittin Taci Baran’ın gazeteci oğlu Ahmet Uran Baran aileye gazeteci bir gelin getirir. Asker dedenin, gazeteci oğlu ve İsrail lobisine bağlı Politikacı torunuydu.

Zeyno Baran’ın akrabası olduğu Stoby ailesi, Arusi şeyhi Ömer Fevzi Mardin’in oğlu Ünlü Müzik yapımıcısı Arif Mardin ve Latife Mardin’e kadar uzanıyordu.

Zeyno Baran ise 23 Ağustos 2007’de ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Polonya asıllı bir Yahudi kökenli Matthew Bryza ile İstanbul'da evleniyordu. Kocası Matt Bryza, 1 Mart tezkeresi geçmeyince Türkiye’nin, özellikle askerlerin cezalandırılmasını istiyordu. Akrabalık zincirini çıkardığımızda İttihat Terakkinin kurucu Türk milliyetçisi Enver Paşa’nın ailesi, eski Mitçi Hiram Abas, ve İsrail Lobisi’nin Program Direktörü Zeyno Baran, birbirleri ile yakın akrabası çıkıyordu.

Büyükelçiliklerimiz, bürokrasimiz, siyaset, iş dünyası, dini ulemamız, ordumuz, 500 yıldır bu bağlantıların içinde bulunuyordu. Bunların en tehlikelisi de dini kurumlarımızda kökleşiyordu. Tartışmaya açıldığında ya Yahudi karşıtı oluyorsunuz, ya antisemitist, ya da ırkçı ilan ediliyorsunuz. İçimizdeki İsrail’i tartışmaya başladığınızda, bu sefer bir kesimin değil, bütün kesimin düşmanı oluyorsunuz. Bir anda Basın kuruluşlarını karşınızda buluyorsunuz. Ya deli ya paranoyak yapılıyorsunuz. Dindar kesimin bile hışmına uğratılıyorsunuz. Bu durum Konverso kökenli Engizitör Thomas Torquema’nın vaazlarını hatırlattı bizlere:

"Ey İsrail, Tanrının size verdiği söz gereği: Birçok ulusa hükmedeceksiniz; ama onlar size hükmedemeyecekler." Tora – Devarim 15/6

İktidarla muhalefet akraba, ama Kriptoların iktidarı hiç değişmiyor![10]

ANAP’ın genel başkanı Turgut Özal, 6 Kasım 1983 seçimlerindeki siyasi rakibi Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin başkanı Org.Turgut Sunalp ile akrabaydı.

Babanzadeler ailesinin köklü, kripto bir aile olduğu hatırlatılmıştı. Turgut Sunalp Paşa, Babanzade İsmail Paşa’nın torunu, Ragıp Bey ve Ferise Hanımın kızları Naime Suzan Hanım ile evlilik yapmıştı. Yani birbirlerine iki güçlü siyasi rakip olan her iki siyasetçimizin soyu Babanzadeler ile kesişiyordu. Hatta Turgut Sunalp Paşa, Turgut ve Semra Özal çiftinin kızları Zeynep Özal’ın nikâh törenlerinde şahit bile olmuşlardı. Muhalefet ve İktidar sahipleri aynı aileye mensuplardı.

Anlayacağınız seçimler, partiler, hükümetler, muhalefetler hep göstermelikti. Önemli olan “seçilmiş kavimden doğmaktı, Sabataist ve Kripto Yahudi olmaktı.

1961 ve 1982 anayasaları en çok sabetayist hegemonyaya yaramıştı. 1982 anayasası ile şekillenen siyasi partiler kanunu, böylelikle sabetayizmin siyasette ve bürokrasi’de güçlenmesine zemin hazırlanmıştı. Bu süreç bizlere, birbirleri ile iş ortağı ve akraba olan bakanlar, siyasetçiler, milletvekilleri ve bürokratlar kazandırmıştı. Siyasette, “parası olan siyaset yapar” mantığı iyice yerleşmeye başlamıştı.

Türkiye’yi uluslararası arenada Amerika’ya ve İsrail’e bağımlı hale getiren seçilmiş parlamenterlerin neredeyse tamamı Yahudi asıllıydı. Seçilmişler kendi soylarından olan devletlerinin politikalarına hizmet ediyorlardı. Seçilmişlerin kalbi burası için değil İsrail için atmaktaydı.

Türkiye’de siyasal sistemin yozlaşmasının temelinde yatan en önemli faktör, devletin rant dağıtan bir mekanizma olarak yapılanmış olmasıydı. Yani ekonomik yapı içerisinde, pazarda, üretimde son derece etkin bir mekanizma olan devlet eğer siyasi irade tarafından yönetilecek ve yönlendirilecekse, siyaset yapan insanlar bakımından bunun bir anlamı da, “rant dağıtım sisteminde söz sahibi olmaktı. Devletin milyarlarca dolarlık rant kapısı, sabetayist hegemonya’nın tekeline alınmıştı. Sabetayist hegemonya’nın en büyük korkusu bu rantı kaybetme telaşıydı. Önseçim sisteminin getirilmesi durumunda bu rantın, sabetayist hegemonya’dan halkın tercih ettiği insanlara geçmesinden korkulmaktaydı.

Sırası gelmişken okurlarımıza önemli bir ipucu hatırlatalım:

Bu ülkede sağcısından solcusuna, Kemalistinden ulusalcısına, ılımlı İslamcısından katı şeriatçısına, din düşmanından din istismarcısına, liberal havalısından, hatta Milli Görüşçü takılanlarına kadar; yanlış yönlendirme ve nefsi dürtülerle aleyhtarlık yapanlar hariç, etkili ve etiketli konumda olup ta Erbakan Hoca’ya düşmanlık yapan ve karalamaya çalışan kişilerin aslını astarını araştırınız, sonunda karşınıza Kriptolar çıkacaktır.

Baba” kelimesi Türkçeye İbranice ve Farisiceden katılmıştır!

Yusuf Has Hacip meşhur “Kutadgu Bilig”de otuz yerde baba yerine “ata” kelimesini kullanmakta ve tek bir yerde bile “baba” kelimesine rastlanmamaktadır.

Baba” kelimesinin İbraniceden Farisiceye, oradan da Türkçe ve Kürtçe’ye geçtiği sanılmaktadır. Başka bir ihtimal de, “Baba” kelimesinin, tarihteki meşhur Buhtunnasır işgali sonrası, Yahudilerin Filistin’den İran’a sürgünleri sırasında: Farisiceden İbraniceye katıldığı yolundadır. Her nasıl olursa olsun, “baba” kelimesi Yahudiler arasında: “şefkatli peder, sığınılacak rehber ve saygı değer” anlamında hala kullanılmaktadır. Hatta araştıranlar, dünyanın çok değişik ülkelerindeki Yahudi mezar taşlarında bile “baba” ismiyle kolaylıkla karşılaşacaktır.

Yalçıntaş Olayının Perde Arkası Ve Kripto Bağlantısı

Sabahattin Önkibar Ankara siyasi kulislerini iyi bilen gazetecilerin başında gelirdi. Özellikle merkez sağda ne olup bittiğini en iyi bilen gazetecilerden biriydi.

Murat Yalçıntaş'ı tehdit olayına bambaşka açıdan yaklaşıyor ve ilginç sorular yöneltiyordu. Bunların en ilginci Yalçıntaş'ın merkez sağ bir partinin başına geçip geçmeyeceği sorusuydu.

Biliriz ki, soru aslında yanıttır. Yanıtı vermek kolaydır, zor olan soruyu sormak ve gizli olayı gündeme taşımaktır. Eğer bu soru üzerine gidilirse, yoksa ışığın ucunda AKP mi karşımıza çıkacaktır?

İşte sorular:

1- Murat Yalçıntaş’ın CIA ve MOSSAD ajanları ile fotoğrafları vardı iddiasının içeriği nedir?

2- Dolaylı beyana göre fotoğraf fotomontaj eseriymiş... İyi de böyle bir fotomontaj resim için aralarında eski MİT’çilerin de bulunduğu çete 2 milyon dolar rüşveti Murat Yalçıntaş’dan nasıl istemiştir?

3- Ne yani fotomontaja başvuran her çete, önüne gelene böyle tehdit ve şantaj yapabilir miydi?

4-Yoksa Yalçıntaş gerçekten o tür kişilerle bir araya geldi ve bu durum belirlendi de ona gözdağı vermek için mi bu operasyon gerçekleştirildi?

5- Yalçıntaş’ın, Washington-Tel Aviv ve TÜSİAD’ın ortak merkez sağ lider adayı olduğu gerçek midir? İstanbul’da bunun için toplantılar tertiplenmiş midir?

6- Acaba bu operasyon, yoksa bu projeyi bertaraf etmeye mi yöneliktir?

Haydi, bir soru da bizden:

Yalçın Küçük ve Soner Yalçın’ın sabataist-Yahudi kökenli oldukları yönündeki iddialara Prof. Nevzat Yalçıntaş ve Murat Yalçıntaş tarafından niye yanıt verilmemiştir?

[1] Gökçen Göksal / Milli Gazete

[2] Encyclopedia Judaica, David Alroy, Vol.2. Keter: Jerusalem 1972, p.5

[3] İsrail Büyükelçiliği Basın Bürosu, İsrail’in Tarihi, B.İsrail Yayınları, Ankara, 1976, s.6

[4] Türk Mason Dergisi, Yıl: Temmuz,1957, Sayı:27,s.31-32

[5] Yalçın Küçük, Çöküş, Mızrak Yayınevi, İstanbul, 2010. s.194

[6] Yalçın Küçük, Çöküş, Mızrak Yayınevi, İstanbul, 2010. s.194

[7] Robert, Olsen, The Kurdish Question and Turkish-Iranian Relations From World War I to 1998, USA: Mazda Publishers, p. 5-6

[8] Sarıhan Zeki, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1993, (C. II), s. 14-24

[9] Albert Gallatin Mackey, Encyclopedia of Freemasonry, Cilt 3, Kessinger Publishing, 1946, p.1393

[10] 18.04.2020. Oda TV. Salim Meriç

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.