Merhaba,
eğer beni bu forumlar da takip ettiysen Krişnamurti'nin "Özğürlük nedir?" kitabından bazı aktarmalar ben buraya aktardım. Krişnamurti'nin özğürlük anlayışi biaraz muğlakta olsa yazıları okumaya elbette değer.
Ben kendim "yaşam felsefemi" yazmaya çalıştığım "Letya-14" bölümün de az ve öz olarak aktarıyorum. Bu yazım ve düşüncelerim senin yukarıda Krişnamurti'den aktardığın paragraf ile hiçte çelişmiyor. Fakat "gerçek nedir?" belki onu tartışmak lazım.
Örneğin sana göre Allah'ı yaratan (Marx'a da göre) insandır. Eğer öyleyse o zaman uzayın, evrenin ve ötesinin nasıl oluştuğunu bilimsel açıklamamız gerek miyor mu?
Ben örneğin Allah'ın sıfırdan ve yoktan var olduğuna, onunda bir yartıcısı olduğuna inanıyorum fakat, böyle düşündüğümüz de ancak Allah'ın simavi dinlerin de ki gibi bir insanmış gibi ele alırsa böyle düşünebiliriz. Oysa bana göre Allah öernegin bir insan olmaktan çok o big-bangi yaratan enerjidir.
Şimdi bilim de geçerli olan ispat veya delilierdir. Eğer bir tez ileri sürüyorsan o tezi ispatlayacak verilerin de olması lazım. Ama Allah üzerine yapılan çoğu tartışmalar ise ispattan daha çok duygusal, yani subjektiftir. Bu nedenle kimin neye inandığı artık belirleyici olmuyor. Burada önemli olan elle tutulur, gözle görülür, yani objektif, ispatı olan olgular üzerin de durmak ve onları irdelemek daha doğrudur.
Kimimiz öldükten sonra Cennet veya Cehenneme inanabiliriz ama bugüne kadar ölüp Cennet ve Cehennemi görüp geri gelmediklerinden ancak inanabiliriz. İnanç ismi üzerin de duygusaldir. Ispatlanmiyan, delili olmayan yinede mutlak görülen kesinlik kazanma, ikna etme bicimine denilir. Kim neye inaniyorsa inansin, birey inancinda tamamiylen özgür olmalidir, fakat hiç bir zaman kendi inancini digerlerine empoze etmeye kalkmamali, yani misyonerlik falan yapmamalidir!
Din özgür insanin kisisel tercihidir, onun icin politikadan, devletten ayrilmalidir, ona alet edilmemeli, insanin duygulari sömürülmemelidir. Bu nedenle bizim din sorunumuz değil, MILLI, yani DEVLET ve TOPRAK sorunumuz, dahası ÖZĞÜRLÜK sorunumuz vardır.
Ayrıca ben [url=http://alanlezan.net]alanlezan.net[/url] sitemde Zeitgeist Hareketi'nin bilinçli linkini veriyorum ve onları destekliyorum. Dünya da sömürgeciliğe ve despotizme son verilmeden dünyanın bir Cennet olacağında bahsetmek bana şimdilik pek inandırıcı gelmiyor. Birde bu konularda anarşistler hiçte başka düşünmüyorlardı. İnsanların Zeitgeistçiler gibi düşünmesi ve yaşaması daha yüzyılları alacaktır. Bu yüzyılda dünya Cennet olmaz ama Kürdler özğür ve bağımsız olabilirler. Dünyanın Cennet olacağını düşünmek bence bir inançtır ama Kürdistan'ı özğürleştirmek ve bağımsızlaştırmak ise daha çok reel politika, dahası subjekt değil, gözle görülür, elle tutulur objektir.
[i]Benim kişisel yaşam felsefem aşağıdaki yazıda okuyabilirsin:[/i]
Letya, çocukluğundan bugüne kadar hep arayış içinde oldu. Dünyayı değiştirmek için, uzun süre Marxizm ve din ideolojisinin zehirini içti. Zenginlik, içki, kumar, erkek, “kirli yaşam“, geçmişteki dinsel ve daha sonra inandığı Marxist ideolojisine aykırıydı.
Bütün saygı duyulacak güzel öğretiler, ne kadar haklı olsa da, onun iyi ve kötü dedikleri şeyler, yaşanmadan hiçbir şey ifade edecek durumda değildi, ruhunu dizginleyemezdi. Dünyada hiçbir öğreti insanın asıl tecrübesi önüne geçemiyordu.
İnsan hayatta tecrübe edinerek ancak o hayatı yaşayarak ya da ondan vezgeçerek, ya da devam kararı alarak, onu tadarak, onun iyilik ve kötülüğünü teraziye koyup dartarak kişinin özgür iradesinin olgunlaşmasınını sağlıyordu. Çoğu nasihat, dogma, töre ve adetlerin, öğretilerin sözleri zamanla değerini kaybettiği aslında boş laflar olduğu bilinen bir gerçekti. İnsan doğumdan ya iyiydi, ya da kötü, çünkü doğa, dengesini daha çok iyilik üzerine değil, kötülük ve vahşet üzerine kurmuştu. Bütün canlılar kendi çıkarları için başka canlıları parçalar, öldürür, yok eder. Ama bu vahşette bir masumiyet vardı. Çünkü bunu içgüdüleriyle, yaşamlarını sürdürebilmek için yaparlar. Doğa, onlara böyle yapmalarını emreder. İnsanlıkta böyledir. Bu nedenle insan yaşamın da, efsanelerdeki gibi hep iyiler ve kötüler arasın da bir savaş yaşanmaktadır ve sonuçta iyiler hep kazanırdı.
Letya, bu tespitine rağmen bazı öğretilere saygı duymakla beraber, onun öncesi ve sonrasının olmadığını düşünüyordu.Yaşam “şimdiki zaman“dı. Dünyadaki her varlık kendi “şimdiki zaman“ın da huzura, ruh dinginliğine sahip çıkması, sureç içinde kölesi olduğu öğretinin aşılması ile özgürleşebilirdi. Öğretilerden yararlanarak, yaşayarak kendi “benliğini“ ancak ondan sonra, bu tecrübelerle bulabilirdi. Tercübe insanın kendisinin yine yararlandığı en özel yaşam kütüphanesiydi ve her insanın, her bireyin sosyalizasyonu, hayat hikayesi, tecrübesi başkaydı.
Letya, kötülüğün, iyiliğin, güzelin, çirkinin, küçüğün, büyüğün, kalının, incenin, siyah ve beyazın gerekli olduğuna inandığı gibi, dünyada var olan herşeyin değiştiği ve değişmeyen tek şeyin değişimin olduğu gerçeğinin de bilincindeydi. Doğal olarak Letya'da gerçek dünya ile inançlar arasındaki bağı bütünleştirdiğin de, bir birinden ayrılmazlığını keşfetiğin de, ortak noktayı bularak huzura kavuşmanın olabilirliğini yaşayarak, öğrenerek bulmaya çalışıyordu.
Kirli, kötü, düzenbazlıklardan, ayrılmanın yolu, onu görerek yaşayarak ayrılmakla mümkündü. Artık bundan sonra Letya, ne herhangi bir dine ve peygamberlere, ne de herhangi bir insanın peşin de gitmeyecekti ama kendi kalbin de kendisine göre de Allah'a inanacaktı, çünkü nasılki önündeki Compüter'in bir yapıcısı vardıysa, insanın doğanın, evrenin ve ötesinin de bir yapıcısı muhakak vardı. Yedi gün de yeri göğü, evreni ve ötesini icad eden bir Allah işini insanlara havale etmez, gerekeni kendisi yapacak kudretteydi. Letya, sadece kendi yolunda gitmeyi en doğrusu buluyordu. İnsanların Allah adına hareket etmesinin Allah'a hakaret olarak algılıyordu.
Herkesin bir ağızdan konuşamıyacağı nedeniyle, yaşamı organize etmek için demokratik yollarda seçilen Başkanlar, Başbakanlar, Temsilciler elbette olacaktı ama insan kültü, insanı Tanrı yerine koymak ve kutsamak olmayacaktı, çünkü kendisini özgürleştirecek ruhsal huzuru ancak ve ancak kendisin de, kendi yolunda bulabilirdi. Sonuçta yaşamı üzerine karar veren insanın, yani bireyin kendisiydi, başkaları değildi. Bir insanın başka bir insanın yaşamı üzerine karar vermesi yanlıştı. İnsanlar Allah huzurun da tamamen eşit ve özgürdüler. Allah'ın insanların işine karışmadığı gün gibi ortadaydı.
Fakat insanoğlu bazen “benliğine“ ulaşmak için, bir nehrin akışı gibi, uzun bir yolu kattetmesi gerekiyordu. Başka türlü “benliğine“ ulaşamazdı. İnsanın bu akış sırasında işlediği bütün günah ve sevapların toplamından, çok sonuçlar toplayarak, dingin bir ruh doğmalardan uzak oluşabiliyordu, çünkü doğanın felsefesini hiçbir öğreti değiştiremezdi. Zaten o öğretileri doğa yaratmıştı.
Letya, politik olarakta buna benzer bir yoldaydı. Ne yapıyorsa ,“benliği“ içindi.“Benliği“lerin toplamı için yararlı ne varsa onu yapmaya hazırdı ve politik liderler ya da önderlik öğretileri için yürümeyecekti. Kürd ulusunun bir bireyi olarak hiçbir ideoloji ve lidere bağlı olmadan kendi benliği ile, isteği ve kendisi inandığı için çalışmayı daha uygun görüyordu. Kürdlerin kurtuluşu için her ne yapılacaksa demokratik bir ortamda iç hukukun işlediği bir ortamda diyalog yoluyla yapılacaktı ama ne var ki Kürdlerin düşmanları ve bazı insanlar ve halklar da özün de doğa ve doğadaki bazı hayvanlar gibi vahşiydirler. Gerillanın başını kesip havaya kaldıran, ayağını onun ceseti üstüne koyup poz verenler ve gerillanın kullaklarında tesbih yapıp onunla övünecek kadar vahşi insanlardı.
Letya, hiçbir tür savaş kurallı tanımıyan, en aşağılık düzeye inen puşt, kalleş ve kahpe düşmana karşı vicdanı olan savaşır diyordu, çünkü bunlar zaten demokrasiden, insanlar arası eşitlikten anlasalar bir ulusun üstün de bu vahşeti yapmazlar. Kötü insanın olduğu gibi bazı insanlar, zayıfların ve güçsüzlerin haksızlığa uğramasına karşı çıkan bir başka güdüye sahiptirler. Letya buna vicdanı olan iyi insanlar diyordu. Ve tarihte doğruyu, iyiyi, güzeli, özğürlüğü savunan hep kazanmıştır. Ya barbarlık, ya da uygarlık! Despotizm, faşizm ve sömürgecilik er veya geç yıkılacaktı. Nasıl ki, Hitler, Stalin, Musolini, Franko, Saddam ve benzeri insan kasabı diktatörlükler tarihte yok olup gittiylerse, aynen öyle de Arap, Fars, Türk despot ve faşistleri de tarihin çöp tenekesini boyluyacak, Orta Doğu'da da güneş yeniden doğacaktı, çünkü ezeli diye bir şey doğa da yoktu. Belki de bu yüzden Alman filosofu İmmanuel Kant, “Ben yıldızlara ve iyiliğe şaşarım“ demiştir.
Kürdler, Kürd olarak alnı ak zengin ülkelerin de ezilmeden, sömürülmeden, horlanmadan, işkence ve baskı görmeden hür ve onurlu bir yaşam yaşamak istiyorlar ve bu Kürdlerin en doğal, en insani, hukuki, siyasi hakkıdır. Kürdler diğer halkalardan bir zırnık bile istemiyorlar. Dünyadaki insanlar dünyada her halka olan bu doğal hakları neden Kürdlere çok görüyorlar? Avrupa'da her Avrupa'lıya olan haklar ve olanaklar neden Kürdlere de olmasın? Kürdler de Allah'ın kulu değil mi? Kürd olmak neden suç oluyor? Bütün insanlar özgür, onur ve hakları yönünden eşit doğarlar. Zulüm ile abad olunmaz. Adaletsizlik zulüm ve korku üzerine kurulan bütün sistemler sonuçta yok olmaya mahkûmdu çünkü ...
Rıca ederim ...