Aso Zagrosi: Son aylarda Türkiye'de devletin bir kanadından “Kürt açılımından“, “Kürd sorunun barışçıl çözümümden“ ve “büyük bir projeden“ söz ediliyor. Kürtlerle Türklerin bu topraklarda buluşmasında bu yana yaklaşık olarak bin yıl geçti. Bazıları, “bin yıl kardeşçe bir arada yaşama“ diyor buna. Türk ırkçıların kendilerine sembol olarak aldıkları Alpaslan'ın Kürd Yusuf tarafından Malazgirt savaşından bir yıl sonra yani 1071 yılında öldürülmesi dahi (Urfalı Matieu'dan) bu buluşmanın kanlı bir zeminde yürüdüğünü gösteriyor. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan beri Kürtlere karşı hayatın tüm alanlarında jenosidler uygulandı, milyonlarca Kürd fiziki olarak imha edildi ve Kürdlere ait ne varsa inkar edildi. Şimdi Kürdleri muhatap almaksızın “bizim sizin için iyi bir projemiz var“ diyorlar. Bu söylem ne kadar inandırıcı olabilir?
İsmail (Simko) Sever: Türklerle Kürtlerin "Bin yıl kardeşçe bir arada yaşadıkları" nın sadece bir yalan olduğunu bizde, Türklerde, dünya alemde biliyor. Bu anlamıyla da tartışı gerektirmiyor. Tartışılması gereken bizatihi "kardeşlik" kavramının kendisi ve "kardeşlik" geleneğinin Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi saflarındaki uğursuz geleneğidir. Zaten çapsız, korkak ve yorgun olan Kürt siyasi kadroları; uzunca bir zamandır, Türk Devleti'nin , medyasını ve kendi örgütü PKK'yi kullanarak, Kürt Hareketi'ni ulusal özlerinden boşaltmak ve manipüle etmek amacıyla ürettiği kavramlarla sersemletilmiş ve teslim alınmış durumdadırlar. Kullanılan kavramlar, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'nin muhtevasını ve ihtiyaçlarını tanımlamaktan uzaktırlar. Kürt siyasal kadroları, her gün bir "yeni"si kullanıma sunulan ve Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'nin rotasını bağımsızlıktan "Türkiye'nin birliği ve bütünlüğü“ne yöneltme amaçlı kavramlara sıkıca sarılmaktadırlar.
"Kardeşlik" kavramının bugünlerde tekrar kullanıma sunulmuş olması ve alıcı bulmakta zorlanmaması, Kürt Siyasal kadrolarının yaşadığı yıkımı tespit etmek açısından önemlidir. "Kardeşlik" kavramı, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'nin başına bela, bağımsızlıkçı perspektifin karartıcısı bir kavramdır. Sömürgeci devletlerin ihtiyaç duyduklarında kullandıkları, sonra da barbarca katlettikleri bir kavramdır.
Aslında siyasal alanda hiç bir karşılığı olmayan ve Kürtler dışında hiç bir haklin itibar etmediği "Kardeşlik" kavramının Kuzey Kürdistan açısından kökleri 1900'lü yılların başında durmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalandığı ve ulusal devletlerin kurulduğu dönemde, İttihatçıların Kürt Milliyetçiliğini manipüle etmek için kullandıkları "Kardeşlik" kavramı, kendisine Kürt Hareketi içerisinde kısa sürede yandaş bulmuş ve o günden beri Kürt Hareketi'ni içten içe kemirerek varlığını sürdüre gelmiştir. "Kardeşlik" geleneği sürdürücülerinin, 1900'lü yılların başlarındaki "Kardeşlik" geleneğinin kurucularını "Kürt Liderleri" olarak pazarlamaları, bağımsızlıkçı Kürt liderlerini görmezden bilmezden gelmeleri, yani tarihimizi karatma çabaları, bugün yürürlükte olan ve "Kardeşlik" geleneğinin meyvesi olan "Türkiyelilik" programının da bir gereğidir.
Türk Devleti bugünlerde tekrar "Bin yıllık kardeşlik" ten söz ediyorsa, bunun nedenleri vardır: Birincisi; bir dönemi aşmak için Kürtlere ihtiyaç vardır. İkincisi; Kürdistandaki "Kardeşlik" geleneğini ( "Din kardeşliği" ve "Halkların kardeşliği") açığa çıkarıp kendisine dayanak oluşturacaktır. Üçüncüsü; savaş yorgunu Kürt Halkı'nı manipüle ederek "Kürt açılımı" na inandırmaya çalışacaktır.
Evet, söz konusu olan "Kürt açılımı ", sizin de söylediğiniz gibi Türk Devleti'nin bir kanadının "Projesi"dir. Daha açık söylemek gerekirse MİT-Polis-Hükümet ekibinin bir "Projesi"dir. Ve "Proje" T.C. Başbakanı Erdoğan'ın deyişiyle "Milli Birlik Projesi“dir. Adi üstünde; "Milli birlik". Yani "Türk birliği projesi". Yani Kürtlerin "vatandaş" olabilmek için "Türk" olmak zorunda oldukları, bir ulus olarak hem hukuki ve hem de toplumsal olarak kabul görmedikleri, Üniter devletin korunduğu, sömürgeci - sömürge ilişkilerinin değişmediği, bilinen tabiriyle "Tek ulus, tek devlet, tek bayrak" lı Türk Egemenlik Sistemi'nin yeni bazı kavramlarla üretilip - sürdürülmesinden başka bir şey değildir "Kürt açılımı" denen "büyük proje".
Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi, Kürt Ulusu'nun kendi toprakları üzerinde kendi kendini özgürce yönetmesi, kendi kaderini tayin etmesi, yani ulusal devletini kurma mücadelesidir. Oysa kurulduğu günden beri Kürt Ulusu'na jenosid uygulayan Türk Egemenlik Sistemi, ne sistemde bir değişikliğe gitmek, ne Kürt Ulusu'nu "yok etme" planlarından vaz geçmek, ne egemenliğini paylaşmak, ne Kürt Ulusu'ndan özür dilemek ve ne de Kürdistan Ulusal Sorunu'nu doğru kavramlarla tanımlamak niyetindedir.
Türk Devleti, 25 yıllık " savaş" ile elde ettiği avantajlarla, bugüne değin zulüm ve zorbalıkla gerçekleştirmeye çalıştığı "yok etme" planlarını, şimdi Kürt Ulusu'nun rızasıyla gerçekleştirmek istemektedir. "Büyük proje" budur. Ve yukarıda da söylediğim gibi bu "Proje", devletin bir kanadının "Proje"si olması nedeniyle inandırıcılığı sınırlıdır. Ancak Kürdistan'da dayanakları ve haliyle bir pazar payı vardır.
Aso Zagrosi: Türk devletinin Kürtlere ve Kürtlerin haklarına ilişkin son dönemlerde kopardığı gürültünün asıl nedeni sizce ne olabilir?
İsmail (Simko) Sever: Kürtler, tarihleri boyunca askeri olarak bir cok kez yenildiler. Sonrasında katliamlar yaşadılar. Zülüm gördüler. Ancak hiç bir dönem Türk Devleti'ni kendi devletleri olarak görmediler, devletle barışmadılar. Türk Devleti'ne meşruiyet kazandırmadılar siyasi zafer imkanı tanımadılar. Kendi içlerinde, bir sonraki direnmenin dinamiklerini beslediler, büyüttüler ve sonraki kuşaklara emanet bıraktılar.Türk Devleti Kürdistan'daki varlığını, Kürt Ulusu'nun iradesine rağmen, zulüm ve zorbalıkla sürdürdü.
Oysa bugün Türk Devleti, Kürt Ulusal Hareketi karşısındaki konumu itibarıyla tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor. Güçlülüğünün nedenleri 25 yıllık "savaş“ın envanterinde duruyor. 25 yıllık "savaş" ile Kuzey Kürdistan'daki Kürt Ulusal Hareketi'ni yönetebilecek mekanizmaları ele geçiren Türk Devleti, Kürt Ulusal Hareketi'nin hedeflerini karartmış, amaçlarından uzaklaştırmış, büyükçe bir kesimini Türk Egemenlik Sistemi'nin emrine sokmuş, kalanlarını ise "Türkiyeli"leştirmiştir.
İşte Türk Devleti, Kuzey Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi'nin bu boş , zayıf ve savunmasız anını sonuna kadar kullanarak, ABD ve AB'nin desteğini arkaladığı bir anda, yüzyıllık korkulu rüyası olan Kürdistan Sorunu'nu Kürtlerin eliyle bitirmek için harekete geçmiş ve Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'nin meşruiyetine yönelmiş durumdadır. Bu amaçla geniş ölçekli bir manipülasyon yürütüyor. Kürt siyasal kadroları ve Kürt kitlesi, Türk Sömürgeci Dünyasının ideolojik bombardımanıyla karşı karşıyadır. Son dönemlerde kopan gürültünün bir nedeni budur.
Gürültünün başka bir nedeni; "Proje"nin, Türk Devleti'nin topyekün bir "Proje"si olmamasıdır. "Proje"nin zamanlaması ve aktörleri ile ilgili konsensüs sağlayamayan devlet içi güç odakları, "Proje" etrafında bir çatışma içindedirler. Yıllardır Kürdistan'daki "savaş“ı yürüten ve Kürt Hareketi'ni emir-komutasına alarak devletin hizmetine koşan Genel Kurmay, söz konusu sürecin Türk Devleti lehine ortaya çıkardığı kazanımlardan MIT- Polis- AKP Ekibinin nemalanmasına razı değildir. Zaten genel olarak Kürdistan Politikasının belirlenmesinde inisiyatifi, son dönemlerde Ergenekon Belgeleri ile aktivitesini arttıran MIT-Polis Ekibi'ne kaptırmak istememektedir. Bu nedenle taraflar ellerindeki bütün araçları kullanarak karşılıklı operasyonlar düzenlemektedirler. Türk Genel Kurmayı'nin "Proje"ye onay verdiği yolundaki genel kanının doğruluğuna dair bir kanıt görünmemektedir. Çatışma önümüzdeki süreçte daha da derinleşerek sürecek ve gürültü daha da artacaktır.
Dünya kamuoyunun, "Türk Devleti'nin Kürtlerin hak ve özgürlüklerini tanıdığı" şeklinde yanıltılması da gürültünün nedenlerinden birisi olarak tespit edilebilir.
Aso Zagrosi: Bazılarına göre aslında bu açılım “Kuzey Kürdlerine değil, çeşitli uluslararası güçlerin baskısı altında Güney Kürtlerine, petrol ve doğal gaz gibi zenginliklere yönelik bir açılımdır“ söylemine dair yaklaşımız ne?
İsmail (Simko) Sever: Unutulmaması gerekir ki, Türk Devleti bugün değil, yaklaşık 35-40 yıl önce, hem Kürdistan Sorunu gibi ağır bir yükü ilelebet sırtında taşıyamayacağını hem de Kürt Ulusal Hareketi'ni artık özel yasalarla, zulüm ve kanla engelleyemeyeceğini anlamıştır. Bunun için de 1970'li yılların ortalarında kendi "Kürt" örgütünü kurarak, Kürt Ulusal Hareketini içerden ele geçirmenin planlarını yapmış, bu amaçla 25 yıllık bir "savaş" yürütmüş ve gelinen yerde amaçlarının büyükçe bir bölümünü gerçekleştirmiştir. Uzun ve sabırlı ve bir o kadarda kirli bir planlamanın sonucunda, "Kürt açılımı" için gerekli olan koşullar olgunlaştırılmıştır. Farklı bir deyişle, "Kürt açılımı" denen "Proje"nin hazırlık çalışmalarına son bir-kaç yıl içerisinde değil, 35-40 yıl önce başlanılmıştır. Ve şimdi, Kuzey Kürdistan Kürt Ulusal Hareketi'nin kendi meşruiyetini kendisinin sorgulamaya başladığı bir anda da, Kürt Ulusal Hareketi'ne Misak-i Milli'yi kutsatmak amaçlı bir hamle olarak devreye sokulmuştur.
Buradan "Kürt açılımı"nın Güney Kürdistan ile ilgili bir boyutunun olmadığı anlamı çıkarılmamalıdır. Kürt siyasal kadrolarının ufukları ve programları " kendi parçaları" ile sınırlı olsa da, Kürdistan'in parçalarından birindeki Kürt Ulusal Hareketi'nin etkileri "kendi parçası" ile sınırlı değildir. Kürdistan'in bir parçasındaki her olumlu yada olumsuz gelişme, Kürdistan'ın diğer parçalarına direkt olarak yansımaktadır. 2003 yılında, Saddam Rejimi'nin yıkılmasından sonra Güney'de Kürt Devleti kurulması ihtimali ve umutlarının Kuzey Kürdistan'da nasıl bir ulusal coşkuya; aynı şekilde Türk Devleti'nin Güney'e yönelik tehditlerinin nasıl bir ulusal öfkeye dönüştüğü hepimizin bilgisi dahilindedir.
Güney'in devletleşmesi, Türk Devleti'nin Kuzey Kürdistan'daki anti Kürt planlarını barajlaşabilecek, boşa çıkarabilecek şimdilerdeki tek alternatifti. Olmadı. Güney'deki siyasal Güçler Türk Devleti'nin tehditlerine direnemedi. Teslim oldu. Yani Türk Devleti, Kuzey Kürdistan Ulusal Hareketi'ni teslim alma "Proje"lerini, ancak Güney Kürdistan'ı teslim aldıktan sonra gerçekleştirebileceğini bildiği içindir ki önce Güney'i teslim almıştır. Dahası, Güneyli Kürt Siyasal Güçlerini hem "Irak'ın birliği ve bütünlüğü" ve hem de "Türkiye'nin birliği ve bütünlüğü" konusunda yükümlülük altına sokmuştur. Ve Güneyli Güçler, yükümlülüklerinin gereği olarak, Güney'den beslenen Kuzey'li parti ve şahsiyetlere "Türkiyelilik" empoze etmektedirler. Ve söz konusu Kuzey'li parti ve şahsiyetler, "Kürt açılımı" nın Kürdistan dayanakları olma hevesiyle, Türk Devleti'ni Kürdistan'da pazarlamaya başlamışlardır.
Elbette "Kürt açılımı"nın enerji hatları ile ilgili boyutu da var. Orta - Asya ve Orta - Doğu zenginliklerini Batı'ya taşıyacak yolların Türkiye üzerinden geçiyor olması, yolların güvenliği, radikal İslami terörün barajlanması, bölgenin istikrarı ve dengeleri Türk Devleti'ne yeni bir rol ve avantajlar sağlıyor.
İşte "Kürt Açılımı Proje"si; Kuzey Kürt Ulusal Hareketi'nin dumura uğratıldığı, Güney'in devletleşmediği ve Türk Devleti'nin yeni rolünden ötürü ABD ve AB'nin çok yönlü desteğine sahip olduğu bir dönemi "Tarihi fırsat " olarak değerlendiren Türk Devleti'nin bir kanadının " Kürt Sorunu"ndan " Milli Birliği Pekiştirerek" kurtulma "Projesi"dir. "Kürt açılımı" nın kısa öyküsü budur.
Aso Zagrosi: Son dönemlerde yoğun bir şekilde Öcalan'ın 15 Ağustos'da sunacağı “Yol haritası“ndan söz ediliyor. Öcalan yakalandığından beri Kürdlere sayısız “yol haritaları“ sundu. Kürdlerin ulusal taleplerini “Bağımsız ,Birleşik Kürdistan“dan “kültürel haklar“ derekesine indirdi. Hatta “Anayasa'da Kürdlerden sözedilmesi dahi gerekmiyor“ diyor/diyorlar. İmrali'den Kürdlere yol haritası olabilir mi?
İsmail (Simko) Sever: Sorunuzun cevabına geçmeden önce, Öcalan'ı tanımlamaya yönelik yaşanan kavram karışıklığı ile ilgili birkaç belirleme yapmak gerektiğini düşünüyorum. Öcalan'ın "yakalandığı", "cezaevinde", "tutsak", "itirafçı" olduğu gibi kavramlar, Öcalan, emir erleri ve süreç ile ilgili yaşanan kafa karışıklığının önemli göstergeleridirler.
Öcalan yakalanmamıştır. "İtirafçı" da değildir. Türk Devleti'nin önemli bir kadrosudur. Devlet hesabına çok hayati ve zor bir görev üstlenmiştir. Görevini emir - komuta zinciri içerisinde başarıyla yapmıştır / yapmaktadır. Başka güçlerin müdahalesi sonucunda istenen zamanda olmazsa da ülkesine getirilmiştir ve devlet içi güç odaklarının olası saldırılarından korunmak amacıyla İmralı'ya, Türk Genel Kurmayı'nın Karargahlarından birisine alınmıştır. Ne "cezaevindedir", ne de "tutsaktır". Söyledikleri, yapıp - ettikleri, ortaya çıkan devlet ilişkileri bir tarafa, Kürt Internet Siteleri'ni bile çeken küçük radyosu (!) "tutsak" olmadığının kafi delilidir.
Öcalan'ın "yakalandığı" ve "tutsak" olduğu söylemi, zorunlu olarak Öcalan'ı meşrulaştırmaya, "kahraman"laştırmaya, Kürt kitlesi üzerindeki otoritesini arttırmaya hizmet edecektir. Bir kere Öcalan'ın "tutsak "olduğu söylendikten sonra, diğer söylemler ( "itirafçı", "Genel Kurmay'ın hizmetinde" vb.) dedikodu olmaktan başka bir işlev görmez ve Kürt Kitlesi üzerinde olumlu bir etki oluşturmaz. Şimdiye değin oluşturmadığı gibi. Bu nedenle de Kürt siyasi kadroları, Öcalan'ı, PKK'yi, DTP'yi ve türevlerini tanımlarken kullanacakları kavramları özenle seçmek durumundadırlar. Yoksa, süreç ile ilgili netleşmek, programlar oluşturabilmek ve Kürt Kitlesini doğru yönlendirebilmek olası değildir.
Sorunuza dönelim. Bunca yaşananlardan ve bilinenlerden sonra, İmralı'dan çıkacak bir " Yol Haritası“nın Kürtlerin Ulusal - Demokratik haklarının deklaresi olup olmayacağını tartışmak abestir. Geçiyorum.
Ancak bu vesile ile konunun bir başka boyutuna dikkat çekmek istiyorum. "Kürt açılımı"nı yürüten Ekibin, Genel Kurmay'ı; ABD ve AB'nin desteğiyle, "Ergenekon Soruşturması"yla ve "servise hazır bazı belgeler" ile " Kürt açılımı"na katmaya, bu olmazsa eğer etkisiz kılmaya çalıştığı biliniyor. Yine, " Kürt açılımı"nın hayat bulabilmesi için " PKK'ye silah bıraktırılması" yönünde Genel Kurmay'ın baskı altına alındığı da biliniyor. Genel Kurmay ciddi bir sıkışıklık yaşıyor. Bu durum, siyaset dünyasının önemli bir kesiminde, Öcalan'ın PKK'yi - haliyle silahları- tasfiye edeceğine dair bir yargı oluşturmuştur. Salt bu nedenle de, kimi Kürt çevreleri " Kürt açılımı"nı "hayırlı" bulduklarını beyan etmektedirler. Ancak "kazın ayağı" hiçte öyle değildir. Genel Kurmay yüzyıllık bir iktidarın imkanlarına sahiptir ve pes etmeyecek, PKK'yi elinden bırakmayacaktır. Genel Kurmay'ın PKK ile ilgili hesabi bitmemiştir ve hesaplarının boşa çıkarılmasına "evet" demeyecektir. Bu en azından Güney Kürdistan bağlamında böyledir.
Şunu söylemek istiyorum. İmralı'dan gelecek "Yol haritası", sıkışıklığı aşmak için zaman kazanmaya yönelik bir "Yol haritası" olacaktır. PKK'nin ve silahların tasfiyesini beklemek saflık olacaktır. "Yol Haritası“ndan bir "tasfiye" kararı çıksa bile, bu karar uygulanmak için değil ve fakat kuşatmayı yarmak, sorumluluktan kurtulmak amaçlı taktiksel bir karar olacaktır ve önceden kararlaştırıldığı üzere PKK karara uymayacaktır.
DTP'nin AKP Hükümetiyle şimdilerde sürdürdüğü "sıcak" ilişkiyi de Genel Kurmay'ın sıkışıklığı olarak okumak lazımdır. Bir süre sonra, AKP Hükümeti ve DTP arasındaki "balayı" da bitecek, kılıçlar tekrar çekilecektir.
Aso Zagrosi: Kuzey Kürdistan'da tüm Kürt siyasal yapıları yıllar boyunca “Bağımsız, Birleşik ve hatta sosyalist Kürdistan'ı“ savundular. Şimdi hiç kimseden bir ses yok. Herkesin Kürtleri yeniden devlete entegre çalışmaları içine girdiği bu ortamda neden Kürdistan'ın bağımsızlığını, özgürlüğünü ve hatta Türklerle eşit haklar temelinde birliği savunan örgütler, kurumlar ve bireyler bir Kürt Konferansını toplamıyorlar? Var olan sorunlarını tartışmıyorlar?
İsmail (Simko) Sever: Bu dönemde, ulusal ölçekte bir Kürt Konferansı düzenlemenin, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'ne olumlu anlamda bir katkı sunabileceğine dair ciddi kuşkular taşıyorum. Zaten geçtiğimiz baharda "Güneyli Kürtlerin ev sahipliğinde" düşünülen" Kürt Konferansı" da, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin ihtiyaçlarını değil; "Kürt Açılımı“nın, Kürt dayanakları ihtiyacını karşılamak üzere toplanacaktı.
Kürtler arasında, son 15 -20 yılda yaşananların Kürtleri birebirine yakınlaştırdığı yönünde yaygın bir düşünce var. Ben bu düşünceye katılmıyorum. Kürtler birbirlerinden uzaklaşıyor, ayrışıyor. Ayrışmak zorundalar. Kuzey Kürdistan bazında söylersek, sırtlarındaki "Kürtlük" yükünden kurtulmak için devletin her türden "Kürt" programlarına şapka çıkaran siyasi kesimlerle, Kürt Ulusu'nun devlet kurma hakkını savunan siyasi kesimlerin birlikte yürüyebilecekleri tek bir adim bile kalmamıştır. Sorun, çoktandır kendini dayatan bu olguyu önce bilince çıkarmaktır. Sonrası bellidir. Kürtlerin devlet olma hakkini savunan parti, grup ve şahsiyetler bir konferans düzenleyerek Kürt Ulusal Hareketi'nin sorunlarını tartışabilir, çözümler üretebilir, bir temsil organına kavuşabilirler. Bir hukuk oluşturabilirler. Eğer bu görev için bir çağrı gerekiyorsa, bu yazı vesilesiyle ben bu çağrıyı yapıyorum. Siyaset, sorunlara çözüm üretebilme sanatı değil mi zaten.
Aso Zagrosi: Yüzyıllardan beri Kürdlerin bir özgürlük ve bağımsızlık savaşı var. Bu kadar savaş ve kandan sonra Kürdlerin millet olarak üzerinde anlaştıkları bir ulusal projeleri var mı? Eğer böyle bir projeleri yoksa ne yapabilirler? Sizin bu konuda bir öneriniz var mı?
İsmail (Simko) Sever: Kürt Ulusu'nun ilk ve tek Ulusal Projesi, 1920'li yıllarda Azadî'nin hazırladığı ve Doğu Kürdistan'da Simko liderliğindeki, Güney Kürdistan'da Mahmut Berzenci liderliğindeki Kürt Ulusal Hareketlerinin de onayını alan "Bağımsız Kürdistan Projesi" dir. Başarı şansı çok yüksek bu Ulusal Proje, ne yazık ki Piran Provokasyonu ile sabote edilmiştir. Geçen 90 yıl içerisinde, bütün Kürdistan'ı kapsayacak ölçekte bir başka ulusal proje oluşturulamadı. Kürdistan'ın parçalı Sömürge statüsü/zlüğü, sömürgeci devletlerin ve bölge ile ilgili hesapları olan büyük devletlerin Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi içerisindeki kirli elleri, Kürt siyasal kadrolarının kafalarında sömürgecilerin çizdiği sınırlardan çok daha fazla sınırın oluşmasına neden olmuştur. Bu durum, ulusal bir projenin oluşturulmasını ve hayata geçirilmesini engelleyen en önemli engellerden biri olarak varlığını koruyor.
Kürt Ulusal Hareketi'nin bütün cephelerden hesaplı bir ideolojik saldırı ile karşı karşıya bulunduğu bu sürece, yukarıda belirttiğim kapsamda bir konferans ve bu konferansın onaylayacağı ulusal bir proje ile cevap verebilme zorunluluğu savsaklanamaz bir görev olarak önümüzde duruyor.
İşin burasında, Kürdistan tarihinin yeniden yazılması ve Tarihimizdeki bağımsızlıkçı unsurların öne çıkarılması da önem arz ediyor.
Aso Zagrosi: Sizin konuya ilişkin özel olarak söylemek istediğiniz başka bir söyleyeceğiniz var mı?
İsmail (Simko) Sever: Anti Kürdizm, Türk Devleti'nin mayasıdır. Türk Devleti'nin, kendisini yeni rolüne uygun bir tarzda yeniden üretmesinin yarattığı iç sorunları doğru okumak gerekir. Devletin kanatlarının Kürt programları aynıdır ve "yok etme" amaçlıdır. Türk Devleti'nin kanatlarından birinin yedeğinde "Kürtçülük" yapmak olası değildir. Devlet, bütün kanatlarıyla Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'nin meşruiyetine yönelmiştir. Meşruiyetimizi savunmak noktasında mevzilenmek ve bu mevziyi tahkim etmek zorundayız. Bu görev kutsal bir görev olarak başarılmayı bekliyor.
Aso Zagrosi: Bize zamanınızı ayırdığınız için teşekkür ediyoruz.
İsmail (Simko) Sever: Ben teşekkür eder, çabalarınızda başarılar dilerim. 21.08.2009
“Kürd Açılım“ ile ilgili Sayın Simko Sever ile röportaj