«Suriye Kürdistan»i Ne Olacak?
Mehmet Müfit
«Günümüz milletleri, kendi aralarinda sadece eşitlikçi olmayan şartlari yaratmayi bilirler; fakat bu koşullara bağliliklari onlari hizmet etmeye yada özgürlüğe, barbarliğa yada aydinliklara, zenginliğe yada yoksulluklara götürür.» Alexis Tocqueville
Yukaridaki alintidanda anlaşildigi gibi, diğer milletlerle ne yazik ki eşit olayan koşullarda yaşiyoruz. Modern çağin barbarliği Kürt milletinin de bütün boyutlariyla sömürgeleştirilmesine ve yok ediliş süreçlerine mahkum edilmesine yol açmiştir. Milletler arasi asil eşitsizligin esas kaynagi olan kapitalist-emperyalist güçler dünyanin diğer milletleriyle kurduklari eşitsiz ilişki biçimlerinde değişikliklere baş vururken, Ortadogu’da Fars, Türk, ve Arap gibi gelişmemiş son derece geri kültürel yapilara sahip milletler, Kürt halkina ve Kürdistan’a bu güne kadar yaşami zehir ederek kan kusturdular.
Özgürlük ve bağimsizlik şafağinin Güney Kürdistan’da atmasi bütün bir Kürdistan’a yeni umutlarin filizlenip güçlenmesine yol açmiştir. Bu gün de Suriye Kürdistan’i kurtuluşun eşiğine dayanmiştir.
«Arap Bahari» diye tabir edilen halk ayaklanmalari Suriye’yide şiddetli bir şekilde hizla girdabina çekmiştir. Barişçil halk gösterileri kisa dönemde iç savaşa dönüşerek yaşam kosullarinin yok olmasina ve devletin «terör stratejisi» sayesinde kitle katliamlarini süreklileştirilmesine götürmüştür. Birleşmiş Milletlerin son açiklamasina göre bu güne kadar 120’000‘den fazla insan yaşamini yitirmiştir. Yikim savaşi bütün şiddetiyle devam ediyor.
Ne var ki; Suriye’deki savaş, Ortadogu’daki bölge güçlerinin de birbiriyle savaştigi ve hesaplaştigi bir çatişma alani haline dönüşmüş bulunuyor. Esasinda Suriye’de iki kutup savaş halindedir: Birinci kutupta, İran-Suriye-Lübnan Hizbullah’i bulunuyor. Irak Şiilerininde aktif desteği sözkonusudur. İkinci kutupta ise, başini Suudi Arabistan’in çektigi sunni Arap cephesi yer aliyor. Türkiye de, çok aktif olarak bu cepheye yamanmiştir. Uluslararasi büyük güçlerden Rusya ve Çin Şii-Alevi blogunu, ABD ve Avrupa Birliği ise Sunni cephesini desteklemektedir.
Esas olarak, Suriye’deki %10 Alevi dini azinliğa dayanan Başar El-Esad’in Baas iktidarinin başta gelen destekçileri olan İran ve Lübnan Hizbullah’i, çatişmanin başlamasindan beri aktif olarak savaşin içinde yer almaktadirlar. Bilindigi gibi, İran ve Suriye arasinda askeri ve siyasi Stratejik bir antlaşma bulunmaktadir. Mollalar rejimi, Suriye’ye her türlü askeri, ekonomik ve teknolojik destek sunmaktadir. Iran «devrim muhafizlari» Pasdaran askeri güçleri Suriye’de yoğun bir şekilde doğrudan savaş içinde yer almaktadirlar. İran bu savaşi kendisine yönelik bir saldiri olarak değerlendirmektedir: a- Bati devletlerinin Suriye’ye müdahalelerini, askeri amaçli nükleer silah üretmesi projesi ve aktivitesine karşi bir saldiri olarak görmektedir. b- Suriye’nin düşmesi halinde İran, stratejik ittifakçi olarak gördügü Lübnan Hizbullah’ini finanse etmeyi ve silahlandirmayi sürdüremez. Bu durum, Hizbullah’in düşmesi demek olacaktir. c- Son yillarda Akdenize açilmak için, Irak ve Suriye üzerinden kurmak istedigi 10 milyar dolara mal olacak 5 bin km’lik gaz ve petrol boru hati projesi tamamiyla suya düşecektir. Böylece, yakin doğudaki iki kalesini birden kaybedecektir.
Başini Suudi Arabistan’in çektiği «Sunni Arap» bloğu ise bu savaşla, İran’in hegemonyasina son vermenin ve onun etkisini kirmanin mücadelesini vermektedir. Dolayisiyla, bu boyutuyla bu savaş, Rojava Kürtlerinin savaşi değildir. Ne nar ki, o söz konusu bloklar arasi bu savaşa ilgisiz de kalamaz. Her halukarda bu savaşta Kürtler Baas iktidarindan yana olamazlar ve onunla olan ilişkilerini derhal kesmek zorundadirlar. Ayni şekilde, tecrit edilmiş bir konuma düşmeden Rojava’nin ulusal haklarini taniyan muhalif kesimlerle de belli bir diyaloğu yakalamasi gerekiyor.
Oysa ki, PKK/PYD ulusal birliği gerçekleştirecek ne kafa yapisina, ne milli birlik politikasina nede milli bir misyona sahip değildir. Suriye’de «Başar Esat’siz çözüm olmaz» diyen bir kafadan sadece sorunlar yumagi çikar. Bu bakima, PKK/PYD Rojava’da çözümün değil sorunun bir parçasi konumundadir. Suriye Baas iktidari ve Iran’la olan ilişkilerinden dolayi PKK/PYD başka bir siyaset izleyemez.
Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi çikarlari gereği olarak şu soruya cevap verilmesi gerektiğini düşünüyorum: Başini Suudi Arabistan’in çektiği sunni Arap blokuna karşi zayif konuma düşen bir İran mi, yoksa kendisiyle hem «sunni blog» ve hemde ezeli beri korumaya çaliştigi Türkiye ile olan dengeyi devam ettirecek bir İran mi? Nükleer silaha sahip olmasi halinde İran, bir nevi «dokunulmazlik» konumuna sahip olacaktir. Bu taktirde, Kürdistan’in bağimsizlik davasi büyük bir tehlikeyle karşi karşiya kalacaktir. Uluslararasi baskilar ve yaptirimlar İran üzerinde fazla bir tehlike oluşturmayacaktir. Dolayisiyla, İran’a karşi olasi «diş müdahale», güney-Kürdistan’in özgürlüğüne yol açan koşullarin oluşumuna götüren 1991‘deki uluslararasi müdahale gibi ikinci bir Irak yaratilamayacaktir. Iran «dokunulmazlik» hadisesinin ikinci bir boyutu daha var; bölge devletlerinden Türkiye ve Suudi Arabistan da nükleer silaha sahip olmayi isteyeceklerdir. Tipki Hindistan’a karşi Pakistan’in nükleer silaha sahip olmasina göz yuman Bati devletleri özellikle Iran’i dengelemek için Türk devletinin de nükleer silah sahibi olmasina göz yumabilirler. İşte asil bu taktirde Kürdistan’in bağimsizlik davasi sadece rüyalarda var olacaktir.
O bakima, İran’in nükleer silah sahibi olmasi kesinlikle Kürdistan için büyük bir tehlike olacaktir. Ne var ki, Iran ile Bati devletleri arasindaki müzakerelerden kazançli çikacak bir Türkiye de Kürdistan’a karşi daha büyük tehlike oluşturacaktir.
Soru şöylede sorulabilir; Sunni Arab blogu ve Türkiye’ye karsi güçler dengesini kaybetmiş bir İran’in konumunun Kürdistan bakimindan yarari yada zarari ne olacaktir? Buna önceden hazir, otomatik bir cevabimizin olduğunu sanmiyorum.
Yüzyillar süren, Farslar ve Türkler arasindaki «güçler dengesi» Kürdistan’a ne vermiştir, yada ne kazandirmiştir? Zaman zaman bir takim kisa erimli yararlanmalar olmuşsada esasta Kurdistan ulusal kurtuluş hareketi, bu iki bölge gücün arasindaki güçler dengesinin kurbani olmuştur. Ne nükleer silaha sahip bir Iran ne de ortadoğuda güçlenmiş bir Türkiye istenmelidir. Bu bakima, PKK eliyle Kürt milletine empoze edilmeye çalişilan «Türk-Kürt ittifaki» hangi biçimiyle ortaya çikarsa çiksin, red edilmelidir.
Son dönemde, Türklerin ortadoğuda büyüme davasi doğrultusunda Kürtleri ikna etmek gayesiyle siyasi görüşmüş gibi ortaya atilan «Türk-Kürt itifaki», Türklerin «missa-i milli» davasinin Kürtlerce savunmanin salik verilmesi, Alevilerin ve Kürtlerin Türk ordusunun yedek gücü olmalarini önermenin hepsi ayni hesapla ayni kapiya çiktiğini görmemek zor değildir. Kürdistan’in bağimsizliğinin savunulmasi Kürdün damarina akitilmak istenen zehirin panzehiridir.
Görüldüğü gibi, Ortadogu’da taşlar bir kere yerinden oynamiştir ve bu durumda Kürt milletinin «kaptiği» yada sahip olacaği yer önemlidir. Bölge güçlerinin vesayeti altinda bir «satelit»mi olacak yoksa, jeostratejik ve jeoekonomik önemini iyi kullanip kendisini ezdirmeyecek bir yer mi açacak? Şunu ifade etmek istiyorum; Ortadoğu gibi son derece kaygan ve tehlikeli bir zeminde, kurtlarin sofrasinda tepside bir kuzu mu, yoksa her an ve gerekirse herkese karşi kendisini savunacak bir aslan mi olunmak isteniyor? Kürtlerin bu soruya cevap verip ona göre, 21. yüz yilin kendilerine «sunduğu» imkanlari kullanarak bağimsiz Kürdistan vizyonuyla hareket etmeleri olanakli olabilecektir. Biliyoruz ki, «kurtlar sofrasinda» sürekli bir kuzu olmayi engelleyecek tek seçenek Kürdistan’in bağimsizliğidir. Ve bu eğilim herkesin gördüğü gibi gittikçe güçleniyor.
Bütün bir istikrarsizlik ve belirsizlikler ortaminda güney Kürdistan’in Türk devletiyle olan ilişkilerinde benim sorunum, Kak Mesud’un Türkiye'ye ne verdiği ve karşiliğinda ne aldiği değildir. Kaldiramayacaği taahudler altina girmesidir. Açiktirki, Türkleri rahatlatan «tavizler» Kürtlerin zararina olabilir. Tarihimizde zaten hep böyle olmadi mi? Kak Mesud’un ve PDK’nin, muhtemel tarihi hatalar yapmasini engelleyecek bir güç dengesi güneyde yoktur. YNK kendi iç sorunlarindan dolayi «sus-pus», Gorran ise "silahsiz" ve iktidar ortaği değil. Her şey PDK liderliginin aklina ve yeteneğine kalmiştir. Kürdistan kamuoyunu, özellikle parlementoyu bilgilendirme diye bir kayginin olmadigi da ayrica görülüyor.
Türk devleti, güney sinirlari ötesinde ikinci bir Kürt otoritesinin oluşumunu engellemek için elinden gelen bütün hilelere ve düşmanliklara baş vurmaktan geri kalmayacaktir. Türklerin, güney Kürtleri ve PKK’yle olan görüşmelerinin basta gelen boyutunda asil mesele Suriye Kürdistan'idir. KDP ve Kürdistan Federe Devleti ne yapacak? Suriye Kürtleri kendi kaderine birakilirsa bu bir ihanet olacaktir. Şayet güney Kürtleri, bu meselede Türk devletinin istediği "karişmama", «yardim yapmama» taahudunde bulunmuşsa bu büyük bir hata olacaktir.
Herkesin, Iran'in, Türkiye'nin ve başini Saudi Arabistan'in çektigi Arap blokunun Suriye'de ölümüne bir çatişma içinde olduğu bir süreçte, Suriye Kürtlerini korumak görevi öncelikle güney Kürdistan Federe Devletine düşmektedir. Bunu yaparken O, sonderece ihtiyatli olmak zorundadir. Ortadoğunun kadim "kurtlar sofrasinda" çatişmaya girmek güney Kürdistan'a pahaliya mal olabilir. Bu bakima son derece hesapli olmak ve dogrudan çatişma içine girmeden bir yol bulmak gerekiyor. PKK şimdiden Suriye Kürtleri üzerinde terör estiriyor. Örgütlenmelerini ve hak talep etmelerini engellemeye çalişiyor. Bundan dolayi, güneyli siyasi güçler, Suriye Kürtlerine örgütlenme imkanlarini vermelidirler. Bu hadisede Türk devletinin istediği taahutler altina girilemez. Türk devletine biraz daha fazla petrol verilmeli ama Suriye Kürtlerinden vaz geçilmemelidir.
‘Suriye Kürdistan'i, güneyin Ak Denize açilmasinin kapisi olabilir. Bu alanda orta ve uzun vadeli hesaplar şimdiden yapilmalidir. İran, kendisine 10 milyar dolara mal olacak 5 bin km'lik bir boru hatini döşemeyi düşünüyorken ve bunun savaşini veriyorken, Güney Kürdistan, Ak deniz'e açilmayi düşünmemezlik yapamaz. Orta ve uzun vadeli süreçlerin jeopolitik çikarlari bakimindan soruna yaklaşildigi taktirde, Rojava’nin güney Kürdistan için oldukça hayati bir öneme sahip oldugu görülecektir.
Bilindiği üzere güney, petrol ve gaz gibi stratejik öneme sahip enerji kaynaklarini Türkiye üzerinden ihraç etmek zorundadir. Bunun karşiliğinda Türk devletine bir bedel ödemektedir. Ama yine de Türklerin siyasi baskilarina maruz kalmaktadirlar ve petrol/gaz sevkiyati Türkiye üzerinden sürdüğü müddetçe bu baskilar ve şantajlar son bulmayacaktir. Bu duruma mukabil olarak, Türk devletinin baskilarini hafifletmek, gerektişinde enerji kaynaklarini kendisini korumak ve politikasini güçlendirmek için kullanmiş olacaktir güney.
Rojava üzerinden Akdeniz’e petrol ve gaz sevkiyati projesini şimdiden düsünmek ve siyasi yatirimlarini buna göre tanzim etmesi elzemlik kazaniyor. Bu gün sadece konjüktürel politikalarla oluşturulan ve yürütülen ilişkiler yarin Rojava üzerinden yapilacak petrol ve gaz sevkiyati ile kalici milli stratejik çikarlara dönüşerek Bağimsiz-Birleşik Kürdistan’in yolunu kaçinilmaz olarak döşeyecektir. Bu yönlü olasi bir proje, ayni zamanda hem Rojava’ya gelir kaynaği oluşturacak hem de Kürdistan’in Dicle nehrinin iki yakasini diyalektigi içinde birbirine yakinlaştirmanin yolunu açmiş olacaktir.
Rojava, yüzünü esasinda güney Kürdistan Federe Devletine çevirmiştir. Ancak, PKK ve Türk devleti engeli ciddi bir sorun oluşturuyor ve bunu aşmakta zorlanildiği görülmektedir. Bir çoklarimizin şimdiden görebildiği gibi, şayet ikinci bir siyasi yol ve seçenek bulunup oluşturulamazsa Rojava Kürtlerini çok daha kötü günler bekliyor. 6 Kasim 2013
Mehmet Müfit