بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی
Submitted by Anonymous (Pesend ne kirin) on 26 October 2013

Zaman ve mekanı doğru değerlendiremiyorlar PKKliler. Büyük davalara kalkışlar, basit iç sorunları, hele hele davaya büyük tutkularla, düşüncelerle bağlanmamayı kabul etmez. Zaten maddi teşviklerle, bazı keyfi tutumlara pirim vermekle de böylesine büyük davaların kenarından bile geçilmez. Tam tersine bu tutumlar gün be gün ona ters düşmeye ve ihanet etmeye götürür. Bireysel rahatlıkla, bazı özlemlerine tatmin yolları aramakla büyük davalara ancak ihanet edilir, ters düşülür ve oynanır. Amaçtan kopukluğu, kendini kandırmayı; bir türlü otoriteye, hakim olmaya kendini layık görmemeyi ve böylece de bir zavallılıktan kurtulmamayı önemli oranda yaşıyorlar PKKliler. Çoğunu içeri aldılar, akıl verecekler. Orada politika yapmanın yolu devlet çizgisine gelmekten geçer, Abdullah Öcalan gibi. Anlamıyorlar, çünkü anlamak büyük bir iştir, büyük çaba ister. Tüm insani ilişkilerde önce yüce ve doğru öğretiyle işe başlamalı. Hiç kimseye ahbap-çavuşça davranmamalı, yüksek düşünce ve duyguları esas almayan bir yaklaşıma tenezzül etmemeli. Düzen bizi bol bol şikayet etmeye, kendini yere atmaya, işleri tıkatmaya, boş işlerle uğraşmaya, komploculuk yapmaya, kendini aldatmaya ve ağlayıp sızlamaya alıştırmış. Zaten bizim toplumumuz bu konuda birincidir ve bu toplumsal gerçekliği parti içine yansıtma da biraz böyle oluyor. Fakat bütün bunlar yüce öğreti ve davranış seçkinliğine aykırıdır. Çünkü sapkınlığı ve münafıklığı ifade eder.
Tam bir ustalıkla savaş işine; ideolojik savaş, politik savaş, örgütsel savaş, ruhsal savaş, en son askeri savaşa bağlanmak gerekir. Özellikle askeri savaşa girildi mi, müthiş olunmalı. Askeri savaşa gidecek militan, tam bir fırtına gibi olmalı. Başka türlü savaş meydanına inilmemelidir. Politika sanatının zor olduğunu herkes söyler. Bize de bu sanat gereklidir. Ve bu sanatın zorluklarını bilerek yaklaşım gösterilmeli. Politikanın gereklerini dışlamakla fazla bir iş yapılamaz. Geldiğimiz düzen okulları var. Bunlar bizi baştan çıkaran ihanet okullarıdır. Orada halkların özgür politikası değil, kölelik öğretilir. Orada her türlü kusurlu davranış, çirkinlik tarzı olarak, tavır olarak yansıtılır ve benimsetilir. Dilimiz bile kekemedir, bize hitap diye bir şey vermezler. Bütün duygu ve davranışlarınız düşman okullarında şekillenmiş. Kendimizi düşmana karşı mücadeleye ve halkların çıkarlarına göre şekillendirmeliyiz. Doğru olanı da hızla kavrayip özümsemeliyiz. Çocuklar büyürken doğrulara, yaşam gereklerine sımsıkı sarılırlar. Yaşlıların da büyük tecrübeleri vardır. Onlar da hayatın acımasız okulundan geçtikleri için yine doğru işlere yüksek değer biçerler. Bir kahveye bile, küçük bir yaşam imkanına bile büyük bir hürmetle, büyük bir saygıyla karşılık verirler. Bunların ikisi de PKKlilerde yok. Olmadığı için de en tehlikeli durumları yaşamaktan çekinmiyorlar. Kadro yetmezliği bu anlamda öyle sıradan bir yetmezlik olarak geçiştirilemez. Aslında askeri kurallara göre en ağır cezalandırılmayı gerektirir. Yetmezliği oportünizm olarak geliştirip bütün sorumsuzluklara gerekçe yapmak, bütün başarısızlıklara kılıf yapmak neredeyse sanat haline gelmiş. Bunlar, en basit bir sanat, en fazla ellerinden gelen, ama hiçbir gelişme şansı olmayan yaklaşımlardır. Halbuki bu yaklaşımlar doğru değildir ve anında yerle bir etmek gerekir. Fakat işin tuhaf tarafı, bu konuda müthiş ittifak ve uzlaşma halindeler. Cesaretli, inisiyatifli olmak ve tarzı doğru ortaya koymak militanın en temel özellikleridir. Bir kadro bunun için vardır. Başka türlü militan olunamaz. Başka türlü komutan, hele tarihin anlı-şanlı, ünlü kişileri haline gelinemez. Ahbap-çavuşluk bir lümpenlik, bir kabadayılık tarzıdır ve karşısındakilere kin gütmeyi getirir. Bunların hepsi PKKde var. Aynı örgüt içinde bir grup yoldaşını can-ciğer kuzu sarması diye yanına alırken, diğerini de düşman yerine koymak lümpenliktir, mahalle kabadayılığıdır. Kendi biriminde bir grubu düşman gibi ele almayan komutan yoktur. Yanlarına bir kaç tane de uşak alırlar. Bu kesinlikle lümpenizmin örgütlenmesidir ve ilişkilerinin herhangi siyasi bir değeri yoktur. Bu yaklaşımlar bunlarin hoşuna gidiyor. Ama bunun hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Toplumdaki en tortu ideolojiyi, en tortu kişiliği PKK‘nin gücüne dayanarak yaşatıyorlar. İşin en tuhaf yanı, Apo‘ya bağlılıkları da lümpenlerin bazı değerlere bağlılığı gibidir. Adeta “baba sensiz edemeyiz”, “abi, dayı sen her şeyimizsin” biçiminde bir yaklaşımları var ve bu da lümpenizmin diğer bir biçimidir. Neden böyledir? Çünkü esas gücü Apo’dan alıyorlar. Bu bir kader midir? Bunu aşamazlarmı, bununla mı ölecekler? Herhalde bu kendilerine yapabilecekleri en büyük kötülüktür. Tutucu davranıyorlar. Böylece de en örgütsüz, en terbiyesiz ve en ölçüsüz kişilikler olarak kalmak istediklerini kanıtlıyorlar. Bize kaçış değil, öze dönüş; bize ölüm değil, yaşama dönüş gerekir. Bir halk evladı olmanın, bir halk adına önder olmanın ilk vasfı, yaşama ve öze dönüştür. Varsa bir çaba, buna ulaşmak içindir. Savaş, askerlik hep bunun için bir araçtır. Kimse onlardan aşırı fedakarlık istemiyor. Apo’ya gösterdikleri bağlılık, fedakarlık, hatta bu cesaret bile fazladır. Bu bağlılık tehlikelidir. Çünkü bu yönlü bir bağlılıkla aslında büyük olumsuzluklarınıza gerekçe bulmuş oluyorlar. Bu yaklaşım yanlıştır. Hatayı burada yapmışlar. Yanlışlık derinleştiriliyor. Katılım tarzının bu biçimi hem kendilerini mahvediyor hem de örgütü. Katılım kılı kırk yarmak, ölçüp-biçmek, düşmanı müthiş takip etmek, kendi imkan ve olanaklarını müthiş örgütlemek, kendini kolay ölüme yatırmamak ve müthiş korumak temelinde olmali. Özlü, inançlı ve gerekirse amansız olmalılar. Büyüklük, bu halk için yaşamaya güç yetirmek, bu halkın bazı tarihi işleri için sözcü olmak ve yerinde sağlam durmakdır. Sonuçta büyük gelişme ortaya çıkar ve bu halk onlara inanır. Sözün gereklerine bağlı olmak gerekir. Bağlılık, öyle sanıldığı gibi aldanmak, aldatmak değildir. Bazı temel değerlere, bir halkın hayati değerlerine bağlı kalarak, bir iğne ucu kadar bir imkanı ve en küçük bir şansı bile büyük bir çabayla değerlendirerek kendilerini yaşatmaya çalışmalılar. Son derece mütevazı ve haddini bilerek bunu yapmak gerekir. Hiç kimse bu halk işlerine sahip çıkmıyor. Birilerinin bu işlere sahip çıkması gerekiyor. PKKliler ve BDPliler bu işlerin yanından bile geçmiyorlar.
Halk kurtulmadan bireyin kurtuluşu ve bizlerin onurlu bir yaşama sahip kılınmamız mümkün değildir. Yaşamımızı doğru değerlendirmek, bizim temel sorununuzdur. Yaşam şansımızı inanılmaz ölçülerde çok basit nedenlerle ve amaçlarla heba etmek, son tahlilde köleliğin bir sonucudur. İnsanlarda kendine inançsızlık ve güvensizlik yaratmak, egemen gücün politik bir amacıdır. Bu amaç bizim üzerimizde gerçekleştirilmiştir. Bu durum, her ne kadar kaderci bir anlayışla değerlendirilse de, yüzyıllardan beri tamamen yerleştirilen egemen, baskıcı kültürün etkisinden kurtulamamaktır.

Görüldüğü üzere bu kişilikler azla yetinmekte, politik-örgütsel ifadesinde yetinmeci davranmaktadır. En azla yetinmek egemenlik altındaki köylüyü, işçiyi ifade ediyor. Bunlar de bunun bir yansımasını ifade ediyorlar. Zihniyet aynı zihniyet, karar aynı karardır. Başarısızlığın kaynağını burada aramak gerekir.
İdeolojik mücadele, insanın kendisini yetkinleştirmesi mücadelesidir. Bütün hataların kaynağında ideolojik yetersizlik vardır. İdeolojik zafer, ideolojik başarı bütün başarıların anasıdır. Ideolojik yetkinlik ve netlik, özgürleşmenin başlangıcıdır. Özgür yaşama kararıdır. Özgür yaşamın güvenidir. Eğer halen politikada, örgütsellikte bu kadar kargaşa, hatta yetmezlik içindeyseler, kesinlikle ideolojileri ya egemenlerin kırıntıları biçimindedir ya da yoğun bir ideolojisizlik konumunu aşamamışlar demektir. İdeolojisiz insan, hem hedefsiz, pusulasız hem de mevzisiz birisi gibidir. Yürüyemez ve yürürse de yürüyüşü rast geledir, kurulmamıştır, plansızdır. İdeoloji, yalnız fikir düzeyinde bir şeyler bellemek ya da bazı doğruları anlamak değildir. İdeoloji, esasta özgür yaşam kararıdır. Özgür yaşam konusunda netliktir, kesinliktir. Bunlarda ise bu yok veya varsa bile çok zayıftır. İnanılmaz ölçüde egemenlerin dayattığı yaşamın etkisinde olmak, onların yarattığı moralsizliği yaşamak demek, onların ideolojik etkisi altında olmak demektir. Yaşam şansını en yüksek düzeyde özgürce planlayamayan birisi, kesinlikle diğer ideolojilerin etkisi veya kendi hakimlerinin iradesi ve kararı altındadır. Doğa ve toplum konusunda sağlam bir bakış açısına ve yine örgüt bakış açısına sahip olmayanın doğru bir eylemi de olmaz. Kendi yüce amaçları konusunda, kendi savaşımının özellikleri konusunda bu kadar sorumsuz davranmak ajanlıkla eştir. Kendini ikna etmemiş, kendini özgürlüğün ve onun temel değerlerine göre yatırmamış bir insan, her zaman düşman ideolojisinin etkisi altındadır ve sonuçta objektif olarak onun ajanlığını yapar. İdeolojik netliğe ulaşan kişi, hangi çalışmaya el atarsa, yüksek başarıları mutlaka sağlayabilecektir. Yaşadıkları yoğun acizlik ve çaresizlik, kölelik ideolojisinin kesin bir sonucudur. Ayaklanmayan, ufuk kazanmayan, iradeyi keskinleştiremeyen kişilik yoğun köleliği yaşıyor demektir. En büyük savaşım kişinin kendisini özgürleştirmesidir. Kendini özgürleştiremeyen başkasını özgürleştiremez. Kendisini muğlak, yetersiz, parçalı yapan birisi etrafına hep zarar verir. Kendisi ağır sorunlu olan etrafına sorun dağıtır. Kendisinde yüksek moral olmayan, etrafına da moralsizlik aşılar. Kendisinde yüksek çözüm gücü olmayan, etrafını da çözümsüzlüğe iter. Derin güvensizlik, kesinlikle egemenlerin yarattığı bir ideolojik zaaftır ve köleliğin özüdür, temelidir. En büyük cesaret ideolojik anlamda gösterilen cesarettir. İdeolojik başkaldırıyı gerçekleştiren, diğer tüm başkaldırılar için en sağlam zemini elde etmiş demektir. İdeoloji, doğa ve toplumsal olaylarda bir görüş, bir fikir, bir doğru ve çok temel bir tutum sahibi olmak demektir.
Politika başlı başına büyük bir savaştır. Politik savaş, ideolojik savaşla çok şiddetli bağlantılıdır, fakat onunla aynı değildir. Politik savaşın özü, karşıdaki devleti görmektir. Bir güç eğer devleti kendi devleti olarak görmüyor ve onu yıkmak istiyorsa, politik savaş, bununla ilgili her türlü düşünceyle, dolayısıyla her türlü örgütlenmeyle devleti yıkma ve bunun yerine kendisindekini yapmaya hizmet eder. İdeoloji, iktidar konusunda kendini, yıkarken de yaparken de aydınlatmadır. Bu da güç sorunudur. Politika güçtür, güç de örgütlenmedir. Proletaryanın da, halkın da güçlenip örgütlenme dışında bir yolu yoktur. Ne kadar örgütleyebilirsen, o kadar güçsün demektir. Politikanın dilinde, güç eşittir örgütlenmedir. O açıdan güçlü olmak isteyen, daha çok ideolojik çizgide örgütlenmeyi yapmak zorundadır. Çok iyi örgütlenme yapmak için de politik bilinci sürekli geliştirmek gerekir. Politik bilinç, devletin tüm uygulamaları ve yine kendi siyasi iktidarı hakkında bilgi sahibi olmaktır. Parti bunun bir aracıdır.
Propaganda bir mücadele biçimidir. Ne kadar propaganda edersen, o kadar siyasi mücadele edersin. Toplumla ne kadar bağ kurarsan, o kadar iktidar olursun. Eylem, gücünü ideolojiden alır. Diplomasiden tutalım askerliğe kadar ideolojik perspektifi güçlü olanların, çalışmalara sağlam yaklaşıp başarılı olmamaları için hiçbir ciddi neden ve engel düşünülemez. Bu nedenle ideolojik yetkinleşmeyi yeterli kılmalı.
En büyük devrim, yüzyıllardır bizi geri bırakan ve her tür düşmanlık karşısında sürekli yenilgiye götüren gerçekliklerimize karşı yürüttüğümüz savaşımdır. Çağla bağlantılı olarak en temel yanılgılı yaklaşımlardan bir tanesi, devrimimizi diğer çağdaş devrimler gibi yapabileceğimize dair gerek teorik ve gerekse benzer bir pratik çabaya kendimizi kaptırmanız, sonuç vermeyince de umutsuzlukla birlikte yozlaşıp kendimizi yenilgiye mahkum etmemizdir.
Şu çok kesin; Kürt olayı ve gerçeğinde artık ciddi olmak, kendimizi bu işe adamakıllı vermek temeldir. Tabii ki bizde, sosyal olgunun değil çözümlenmesi, kavranılması bile büyük yetenek ister. Başka uluslar belki de yüzyıllarca süren çabalarla bu sosyal gerçekliğini anlamış, kavramış, yasallaştırmış ve siyasallaştırmıştır. Bu devletler kendi savunmasından sonra, emperyalist yayılmaya da gidebilmişlerdir. Bizde yaşanan da, sosyal gerçekliğini tanımaya, kavramaya bile kimsenin yaklaşmamasıdır. Nesin, kimsin, kimden geliyorsun? Neyi temsil ediyorsun? Bunların farkında olmak şurada kalsın, bunlardan hep kaçılıyor. Kaç kurtul mantığı vardır. Tabii bunda düşman rolü belirleyicidir, ama bu yaklaşım iliklerimize kadar da işlemiştir. Ne kadar kendinden kaçarsan o kadar kurtulursun! Devrimciliği, bu toplumsal engeli aşmaya bağlamak gerekir. Kendi toplumsal zeminini aşamayanların ciddi bir askeri, siyasi sıçrama yapacağı kuşkuludur. Bu sosyal zeminin insanı olsa olsa düşmanın iyi bir askeri, patronun iyi bir işçisi, ağanın iyi bir ırgatı veya en tortu işlerdeki çalışanlardan ibaret olurdu. Nitekim bu sosyal zemin başka bir şey doğurmuyor. En benim diyen bile aşağılık bir işbirlikçidir. En haini, sözümona en beceriklisi oluyor. En “yiğidim” diyen, karının iyi bir kocası veya kocanın iyi bir karısıdır.
Devrimde mecburiyet olmaz. Devrim büyük bir gönüllülük olayıdır, birbirine büyük güç verme olayıdır. İslam dininde oruç, Hz. Muhammet'in ilginç eylemlerinden veya aldığı tedbirlerinden bir tanesidir. Bir yandan, “Cennete gider, bal, şerbet içer, hurilerle yaşarsınız”, diğer yandan, “Cehenneme giderseniz de sizi yakar. Aylarca yemeyecek, içmeyecek, kafirin elindekini talan edeceksiniz” diyor. Bir yandan “Nefsini terbiye edeceksin”, bir yandan da “Meleklerle, hurilerle şöyle yaşanılır” diyor. Bu söylenenlerin hepsi birbiriyle çelişkili, ama insanları ayaklandırmak için gerekiyor. Nefsi terbiye ediyor, arzuyu şiddetlendiriyor, yüceltiyor, ardından savaştırıyor. Döneme göre ideolojik faaliyet, döneme göre amaçlar meselesi oluyor. İnsanları sürüklüyor ve sonuçta başarılı da kılıyor. Ama şu anda orucun bu anlamını kim bilebilir. Hz. Muhammet'in dönemindeki Müslümanlık farklıydı. Bu dönemdekilerin hepsi sözde Müslüman, ortada öyle Müslüman filan da yok. Bir çok ideolojinin başına gelen budur. Özünden boşaltılarak tam tersi bir biçimde uygulandılar. Müslümanlığın daha ilk evrelerden söylediği zındıklıkta, münafıklıkta gelişme vardır. Zaten İslam dünyasının gerçeği de bunu açıklıkla gösteriyor. Ancak zındıklara, münafıklara has bir yaşam vardır; bu yaşam geri ve fitne fesat doludur. Sözde kafirlere karşı olduklarını söyleseler de, öz olarak yaşam açısından kafirlerden daha beterdirler. Kafirlerin yaşamında bir gelişkinlik bulabilirsiniz, ama günümüzdeki Müslüman‟ın yaşamında bunu bulamazsınız. Ortada Müslüman yok derken, acaba sosyalist var mı? Çağdaş ideolojik akım olarak sosyalizm nerede? Sosyalizm, en benim diye geliştirilen Sovyetler‟de bile şimdi en çok ayaklar altına alınan bir söylem olmuştur. Bir dönemlerin dünyayı titreten ideolojisi, şimdi tu-kaka ediliyor. Onu da bırakalım, şimdi kendi en basit insan olma durumumuza, insan nasıl insan olur sorusuna cevap vermeli. Bizim toplumun tüm yaptığı, adını Muhammet koyarsan sanki Muhammet olurmuş gibidir. Ad olarak varlar, ancak içerik olarak yoklar. Düşünün kaç tanemizin adı, Aslan, Kaplan. Ama ortada öyle tek bir Aslan da, Kaplan da yok. Ne kadarının adı Ayşe, Fatma, Zeynep‟tir. Ama Müslümanlık tarihindeki Ayşe, Fatma ve Zeynep ile ne kadar bağlantılıdır? Öyle olabilecek birisi yok, sadece isim vardır. Bizim toplum isim vermeye çok düşkündür. İsim verdi mi sanki kendisi de olabilirmiş gibi düşünür. Bu devrimi de böyle yapacaklarını sandılar. Sanki devrimin genel teorisini, silahını ele almakla devrim yapacakmışız gibi kendini kandırma yaşandı.
Osmanlılara bakalım, Romalılara bakalım; İslam‟ın komutalarına bakalım, hepsinin de müthiş adamları var. Hatta Vietnam'a bakalım: Ho Şi Minh'in, Giyap‟a verdiği yarım sayfalık emirnamesi vardır. Giyap, kısa sayabileceğimiz bir süre içinde bir boydan diğer boya Vietnam'a girer; dünyanın en gelişkin ordusu olan ABD ordusu ve işbirlikçilerinin milyonları bulan ordularını başarısızlığa uğratır. Başlarken elinde fazla kuvvet yoktur, elinde olan derme çatma bir takımdır. Avantajları ve dezavantajları vardır, ama burada önemli olan kendini işe yatıran bir komutanın çıkmasıdır. Bizim komutanlarımıza bakalım, gerçekten sayı epey çoğalmış, fakat işin büyük inatçısı olan, kendini işin gereklerine veren bir adamımız yok. Tarihte, neden bizim yaman ve sağlam öncülerimiz, emirlerimiz, sultanlarımız, krallarımız yok?

Şîroveyeke nû binivisêne

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.