“Fikirlerin, anlayışların ve bilincin üretimi, her şeyden önce doğrudan doğruya insanların maddi faaliyetine ve karşılıklı maddi ilişkilerine, gerçek yaşamın diline bağlıdır.” (1)
Maddi hayatın gerçek diliyle hareket etmek gerekiyorsa bir adım ötesinde su çıkan yerde çeşme yapmak yerine yağmurun yağmasını bekliyoruz! Bu anlamıyla yağmurun yağmasını beklediğimiz sürece normal su içme şansımız da olmayacaktır. Kürt siyasi kadrolarının, aydınlarının durumu biraz da bu örneğe benziyor.
Kürt ulusunun özgürlük sorunu, Kürdistan’ın bağımsızlık sorunu eveleme, geveleme içinde ve tekrarlardan öteye gitmeyen kısır tartışmalar içinde boğulup gidiyor ve dışarıdan birileri bizim adımıza karar sahibi olarak ortaya çıkıyor. Bizim ne yapmamız gerektiğini, nasıl yapmamız gerektiğini hep o bir başkaları kararı veriyor. Kürdistan statüsüz bir sömürge olduğu gibi sömürgeci devletler adıyla anılmasının, çağrılmasının durumunu Kürt siyasi kadroları ve aydınları olarak içselleştirmiş durumdayız! Türkiye’nin Kürdü, İran’ın Kürdü, Suriye’nin Kürdü, Irak’ın Kürdü olmaktan bir türlü kendimizi arındırıp Kürdistan’ın Kürdü olamıyoruz, dolaysıyla ne yapmamız gerektiğini bize söyleyenlerin ve bizim adımıza karar sahibi olanların kimler olduğunu bilince çıkarmadığımız için Kürt ulusunun özgürlüğü, Kürdistan’ın bağımsızlığı Mam Celal’in değimi ile ‘bir hayale dönüşüyor(!)
Bugün geldiğimiz noktada yeniymiş gibi eskiyi tartışıyoruz. Yeni şeyleri tartışmak değişeni, değişmekte olanı; gelişeni gelişmekte olanı tartışmaktır. Tartışmalar düşün hayatımıza yeni şeylerin taşınmasını hedefler, yoksa eski şeyleri yeniymiş gibi tartışarak düşün hayatımızı köreltmek değil. Soracağımız sorular da buna benzer, çünkü düşün hayatımız kuşkularla vardır; dolaysıyla bu kuşkuların tartışmasıyla yeni soruların gündemimize taşınmasına vesile olur.
Newroz.com da Aso Zagrosi’nin başlattığı ve halende devam etmekte olan: “Kürdistan Kongresi” veya “Kürdistan Konferansı” adıyla çoğunluğu Kuzey Kürdistanlı olan siyasi kadrolarla röportaj yapılarak tartışma yürütülüyor! Umarım bu tartışma Kafkas Kürtlerini de içine alan diğer bölge Kürtlerinin ileri gelenleri, siyasi kadroları, aydınları içine alarak devam eder. Tabi güzel bir çıkış, yerinde bir girişim fakat sorular bir birinin benzeri veya tekrarı olduğu gibi sorulan sorulara da verilen cevaplar da aşağı yukarı aynı paralelde sürüyor. Dolaysıyla düşün hayatımıza yeni şeyler katmıyor, aksine eski şeyleri yeniymiş gibi sunuluyor. Şu ana kadar izlediğim röportajların içinde sorulan sorulara uygun değil daha çok sorulan soruları aşan ve bize tarihsel bir bilgi sunusu yapan ve Kürdistan Kongresi veya Kürdistan Konferansı’nın ne kadar zor olduğunu, Kürt ulusunun uluslar arası alanda ne kadar yalnız olduğunu, bir o kadar da gerçek dostlarının hiç olmadığını Hatice Yaşar bize çok güzel anlatmaktadır.
Hatice Yaşar şu anda da Güney Kürdistan bölgemize yerleşmiş bir Kürt siyasi kadrosu ve aydınımızdır. Ülkeye dönüş budur. İnsanın kendi ülkesine dönmesinden daha doğal ne olabilir? Ülkeye dönüş adı altında sömürgecinin evine dönüş yapan siyasi Kürt kadrolarının şu an içinde bulundukları durum içler acısıdır. Ülkeye dönüş isteği insanın düşün hayatıyla ilgili bir durumdur. Tercihimizi kendimiz yaparken kendi kendimize sorduğumuz sorularımız vardır. Nedir bu sorular? İşte asıl sancı burada başlıyor.
Dünya da Ulusal kurtuluş mücadelesi yürüten siyasi kadroların aydınların acılarla yürüdükleri o uzun meşaketli yolculuklarında sürgünlükleri, hapislikleri olmuştur. Sürgüne çıkan hapiste yatan bu siyasi kadrolar daima kendi ülkelerinin bağımsızlığını, kendi uluslarının özgürlüğünü düşünerek mücadelelerini sürdürmüşlerdir; sürdürüyorlar. Bunlar düşün hayatında kendilerini hiçbir zaman uluslarının ulusal çıkarının üzerinde görmemişlerdir. Burada bir örnek vermek gerekiyorsa; tarihsel kişilikleriyle belleğimizde yer etmiş birkaç isim vermem lazım. M. Mustafa Barzani, Nelson Mandela, Ortega, Ho Chi Min! Bu kişilerin içinde bir tek Nelson Mandela cezaevinde (27 yıl) yatmıştır uzun süre ve bu süre içinde de kesinlikle bir dirhem ödün vermemiştir. Cezaevinden çıktığında da Güney Afrika’nın kaderini değiştirmiştir. Diğerleri de ülkelerine döndüklerinde önemli bir süreci geliştirmiş dönüştürmüşlerdir. Kendini Önderlik diye adlandıran Abdullah Öcalan ve şürekası; bırakın Kürdistan’ın kaderini bağımsızlıktan yana, Kürt ulusunun özgülüğünden yana değiştirmeyi aksine Kürdistan’a cehennemi taşıyarak sömürgecinin orada daha fazla kalmasını ve sömürgecinin hareket serbestliğini oluşturması, bir bütün olarak Kürt halkını sömürgeci sisteme entegre etmeden öteye hiçbir amacı ve niyeti yok, olmamıştır. Örnek:
Aysel Tuğluk, “Buradan kamuoyuna net bir biçimde söylemek istiyorum bu proje ülkeyi bölme projesi değildir. Bilakis Kürt sorununun demokratik bir biçimde çözüme kavuşmasını sağlayacak, birlikte yaşamı esas alan bir çözüm modelidir”(2)
Cemil BAYIK, “Biz hareket olarak sorunların devlete sahip olmakla çözüleceğine inanmıyoruz. Devletleşmek sorunları çözmek değildir. Demokratikleşme sorunları çözer, demokratikleşme toplumları güçlendirir. Devletleşme toplumları güçlendirmez. Hangi devlet kendi toplumunu güçlendirmiştir (3)
Abdullah Ocalan:
“Demokratik cumhuriyet Atatürk’ün hediyesiydi. Bunu geliştirmek bizim görevimizdir.”
“Devlet Koçgiri isyanını çok güzel bir şekilde bastırdı. Aksi halde Kürt hareketinin yayılma durumu vardı.”
“Şeyh Sait ve diğer Kürt isyanları batılı emperyalistler tarafından genç Türk Cumhuriyetine karşı kullanılmışlardır.”
“Otonomi, federasyon ve benzeri istemler Türkiye’nin birliğini ve bütünlüğünü bozar. Çözüm demokratik Türkiye Cumhuriyetidir”
“Bir genelkurmay yetkilisine gücümüzü geri çekeceğimizi söyledim. “hepsini mi” dedi. Evet, hepsini dedim. “hayır, bir kısmı kalsın, lazım olur” dedi.”
“Ben olmasaydım Kürt milliyetçiliği gelişirdi. Milliyetçiliğin her türüne karşıyım.”
“1920’li yıllardaki Mustafa Kemalin izindeyim. Onu kendime örnek alıyorum.”
“Gerilla orduyla ilişkiye geçmelidir. Biz Kuzey Irakta Türkiye’nin güvencesiyiz.”
“Barzani ve Talabani bağimsiz devlet kurmak istiyorlar. İlkel milliyetçi ve emperyalizm uşağıdırlar. Bunlar Türkiye için tehlikelidirler. Kemalistleri göreve davet ediyorum.” (4)
Devleti olmayan bir ulus nasıl demokratik olarak yaşayacak? Burada ki düşün hayatı Kürt ulusunun köleleştirilmesini amaç edinen bir olgudur, dolaysıyla sömürgeci devletlerin Kürdistan da sürdürdükleri askeri işgalinin derinleştirilmesi demektir. Bu durum birçok aydının ve siyasi kadroların bilincine çarpmış değildir. Bunun tartışılması gerekiyor.
Sürgüne çıkmış Kuzey Kürdistan bölgesi siyasi kadrolarının büyük bir çoğunluğu Ankara’ya dönüşü ülkeye dönüş olarak görmüştür. Bu da onların kendi düşün hayatına ilişkin bir olgudur. Kendilerine sordukları sorulara ilişkin bir durumdur.
Sorduğumuz sorular düşün hayatımızın gelişmişlik düzeyini yansıttığı kadar geçmiş tarihi sürecimizi ne kadar anladığımızı, algıladığımızın da bir göstergesidir. Yakın tarihimiz bilinmediği gibi ya da biliniyor gibi olup ta es geçilen süreç atlanarak yeni bir tarih anlayışıyla hareket edilerek, gerçek olguları görmemezlikten gelerek teori yapılamaz. Tartışmaların boyutu bize bunu gösteriyor. Örneğin bu tartışmalar içinde Azadi Örgütü’nün Kürdistan’ın tüm parçalarını kapsayacak düzeyde bir çalışması var ve bu çalışma içinde tüm parçalardaki örgütlerle, partilerle, siyasi kadrolar ilişki içinde ve Azadi örgütünün bir diğer ve asıl amacının Kürdistan’ın tümünü kapsayacak ulusal kongreyi hedeflemesidir. Ki bu da Cibranlı Halid Beg’in gerek çalışmasında gerekse yazdığı mektuplardan anlaşılmaktadır. Hiç kimse bu konuya değinmiyor, çok ilginç! Burada bir kaçış, bir görmemezlik, bir aymazlık mevcuttur, bunun tartışılması gerekiyor.
Kendi ülkesine, kendi geçmiş tarihine yabancı aydınlarımız, siyasi kadrolarımız Mao’nun Çin’inden Lenin’in Sovyetlerine, Wilson’un Amerikansından, Fidel Kastro’nun Kübasına, Nelson Mandela’nın Güney Afrika’sından, Albert Camus’un Fransa’sına kadar tarihlerinin her aşamasından, şehirlerinin ilk taşlarına kadar bilirler ve bildikleri içinde övünürler, lakin kendi yakın tarihlerini zerre kadar öğrenme zahmetine katlanmazlar. Çünkü bu onların düşün hayatlarına ilişkin bir sorundur.
Burada şöyle bir soru çıkıyor karşımıza: sorduğumuz sorular, sürdürdüğümüz tartışmalar niçindir? Ankara’ya dönüşü Ülkeye dönüş olarak nasıl algılayabiliyoruz veya bunu nasıl içselleştirebildik düşün hayatımızda? Kürdistan kongresi veya Kürdistan Konferansı amacı, hedefi yeni mi tartışıldı, düşünüldü? 1900 lerin başında bunu düşünen tartışan örgütler, partiler, siyasi kadrolar, aydınlar yok muydu? Parçalar düzeyini aşıp, bölgeler çıkarını reddedip ülke bütünlüklü hareket edilmediği zaman düşün hayatımızı buna göre biçimlendirmediğimiz zaman Kürdistan kongresi veya Kürdistan Konferansı tartışması bize ne kazandıracaktır?
Diğer bir sakatlık da şudur, her bölgenin siyasi örgütleri, partileri, siyasi kadroları, aydınları kendi bulundukları bölge esası üzerinden Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi “yürütüyor!” Bu nasıl oluyor? Adı üzerinde Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi! Fakat ne hikmetse kendi bölge sınırının ötesine geçemiyor dolaysıyla ülke bütünlüklü bir mücadele olmuyor.. Burada da Düşün hayatımızda bir sakatlık var. Evrensellik bölgesellikten çıkarak oluşur.
Kürdistan Güney bölgesiyle, Kuzey bölgesiyle, Güney Batı bölgesiyle veya Doğu Bölgesiyle sınırlı bir olgu değil bir bütündür. Önce bu durum tartışılmalı ve sorularımız buna uygun bir biçim almalıdır. Güney Kürdistan bölgesi siyasi kadroları, resmi kurum temsilcileri her defasında söyledikleri, uluslar arası ilişkilerinde yürüttükleri diplomatik çalışmalarında Kürdistan’ı Güney Kürdistan bölgesiyle sınırlı olarak görüyor tescil ettiriyorlar. Bu durum sorgulanmalı, tartışılmalıdır. Bu tartışmalarda asıl sorular gündeme gelecektir. Ne yapacağız? Nasıl yapacağız? Neler yapmamız lazım? Hangi programlara çıkacağız? Kimlerle nasıl yol arkadaşlığı yapacağız?
Düşünce hayatımızda, pratik yaşamımızda ülke bütünlüklü hareket etmediğimiz zaman sorulan sorular bir tekrardan öteye gitmediği gibi tartışmalar da o ölçüde kısır döngüyü aşamayacaktır. Bugün Kürdistan kongresi veya Kürdistan Konferansı tartışılacaksa bu zemin üzerinden hareketle tartışılmalıdır, yani ülke bütünlüklü düşünerek, Kürdistan’ın bağımsızlığını esas alarak tartışılmalı.
“ 29-31 Ağustos 1897’de Basel’de toplanan Sionist Kongreden. Kongrede kabul edilen ve birkaç mütevazi ama tüm yahudilere kucak açan maddeden oluşan Basel programı kabul edildikten sonra Theodor Herzl; ‘Basel’de Yahudi devletini kurdum. (…)
Millet kavramının modern içeriğini tartışan ilklerden olan Renan’ın dediği gibi ‘millet felaketler içinde oluşur’ a en güzel örnek Herzl’in Dreyfüs’ün yargılandığı mahkeme çıkışı söylediği sözlerdir. Bu duruşmada Dreyfüs’ün sadece ve sadece Yahudi kimliği nedeniyle yargılandığını fark eden Herzl çıkışta; ’Yahudi devleti kurulmadan hiçbir Yahudi özgür yaşayamaz’ demiştir. Daha sonra ‘dünya milletler ailesinin eşit şartlara haiz bir üyesi olunmadan ‘dünyanın neresinde ve hangi sosyo-ekonomik-kültürel ve de siyasi koşullarda olursa olsun hiçbir Yahudi sırf bu kimliği nedeniyle güvencede değildir’ denerek formüle edilmiş ve bu güvence bağımsız bir Yahudi devletinin yaratılması olarak amaçlanmıştır. Yahudi Kongresinde bu talep tek amaç olarak ilan edilmiştir.” (5)
Her şeyden önce Kürdistan Kongresi Bağımsız Kürdistan Devleti’nin kurulması demektir. Bu bilince çıkarılmalıdır; bu durum anlaşılmadığı, bilince çıkarılmadığı sürece Kürdistan kongresi veya Kürdistan Konferansı tartışmasının hiçbir kıymeti har biyesi yoktur. Kürdistan Kongresi ve ya Kürdistan Konferansı ülke bilincine ilişkin bir olgudur. Kürtler bunu düşün dünyasına taşımak zorunda. Eveleyip geveleyip duruyoruz! Şu “hareket olursa olmaz,” “şu zamanda mümkün değil,” “birileri istiyor” “birilerinin projesidir!” vs. biçimde kaçak cevaplar veriliyor ve korkaklığımızı sudan gerekçelerle gizlemeye çalışıyoruz. Şunu açıkça diyemiyoruz: Kardeşim: “Kürdistan kongresi veya Kürdistan Konferansı Bağımsız Kürdistan Devleti’nin kurulması demektir, fakat biz buna cesaret edemiyoruz!”
’Yahudi devleti kurulmadan hiçbir Yahudi özgür yaşayamaz’ diyen Theodor Herzl gibi düşünüyorum Kürdistan devleti kurulmadan hiçbir Kürt özgür yaşayamaz. Bizim özgürlüğümüz Bağımsız Birleşik Demokratik Bir Kürdistan’ın kurulmasından geçer ve bu anlamıyla da bağımsızlık düşüne yatmak durumundan öte hiçbir şansımız yoktur.
Metin Esen
Mayıs 2012 Paris
[email protected]
(1) K. Marx F.Engels: Alman ideolojisi, syf 42
(2) Demokratik Özerklikte Ekonomi” sempozyumunda konuşan DTK Eş Genel Başkanı ve Van Bağımsız Milletvekili Aysel Tuğluk,
http://www.nasname.com/tr/10829.html
(3) Cemil Bayık
http://tr.rizgari.com/modules.php?name=News&file=article&sid=34722
(4) Abdullah Öcalan: Görüşme Notlarından
(5)Sayin Hatice Yaşar(Xecê) İLe Kürdistan Kongresi/Konferansı Üzerine röportaj
BAĞIMSIZLIK DÜŞÜ- 1:
http://www.peyamaazadi.org/modules.php?name=Content&pa=showpage&pid=598