12 Haziran 2011 Genel Seçimleri: Demokrasi şöleni mi, yoksa savaş mı? / İbrahim Güçlü
Demokrasi, halkın kendi kendisini, seçtikleri temsilcilerle yönetme rejimidir. Demokrasi aynı zamanda siyasi partiler, diğer demokratik oluşum ve kuruluşların siyasi iktidara dolaylı katıldığı bir rejimdir. Seçim, demokratik rejimlerin çok belirgin ve tayin edici mekanizmalarından biridir, ama tek başına demokrasi anlamına da gelmez. Demokrasi, seçimlerle birlikte diğer mekanizmalar bütünlüklü bir şekilde işleyişe kavuştuğu yönetim biçimlerinden biridir.
Modern, demokratik, olağan koşullarda yaşayan ülkelerde seçimler, siyasi partiler arasında rekabetin belirli bir ahlâk anlayışı, beceri ve projelerin yaraştığı bir şölen niteliğindedir. Türkiye’de 12 Haziran genel seçimleri, olağanüstü koşullarda olan, demokrasisi oturmamış, büyük sıkıntıları olan, devenin “hendeği atlama” sinirliliğini ve gerilimini taşıyan, bir demokrasi şöleni şeklinde değil, bir savaş havasında geçmektedir.
Genel seçimlerin savaş havasından geçmesinin nedeni: Seçim aktörlerinin gelecek ilgili kendi konumlarını koruma, Türkiye’deki 100 yıllık askeri vesayet ve devlet iktidarı rejimini kendisini yaşatmaya devam ettirme mücadelesi, PKK’nın silahlı güç olarak varlığını devam ettirme isteği ve Kürdistan’daki vesayetinin son bulmaması çabası, tara ve güç odaklarının seçim sonrasında yapılacak “yeni anayasa” tartışmaları pazarlıklarında güçlü aktör olma isteğidir.
Bilindiği gibi, 2002 yılından sonra ve özellikle de 2007 genel seçimlerinden sonra AK Parti iktidarı askeri vesayeti tırpanlayacak, denetim altına alacak, sivil güçleri siyasi iktidarda etkin yapacak belirli ve ama köklü olmayan değişikliklere imza attı. 12 Haziran genel seçimlerinden sonra, devlet iktidarının tümden ortadan kalkacağı ve sivillerin kesin olarak iktidara egemen olacakları gibi bir korku taşındığından, bunun engellenmesi istenmektedir.
Yani mevcut savaş, statükonun korunması, eski iktidar güçlerinin kendi konumlarını koruma, demokratikleşmeyi ve devletin Kürtlerin kollektif haklarını da kapsayacak bir içerikte yeninden yapılanmasını engelleme mücadelesidir.
Bu savaşın tarafları, siviller adına AK Parti, değişim ve demokratikleşme adına demokratlar, liberaller, Kürt yurtseverleri; statükocular adına doğrudan taraf CHP ve MHP, dolaylı bir şekilde PKK vesayeti altında olan BDP’dır.
Yüksek Seçim Kurulunun BDP’nın bağımsız adaylarının seçime önce girmemesi ve sonra girmesine karar vermesinin yarattığı karmaşa, Dersim’de, Uludere’de, değişik bölgelerde PKK’lıların öldürülmesi; Şırnak’ta polislerin öldürülmesi, Kastamonu’da başbakanın konvoyuna saldırı, sivil itaatsizlik adına yapılan provokasyonlar , AK Parti bürolarına ve BDP bürolarına saldırılar, MHP’ye yönelik kasetler savaşı, Başbakanının yol güzergâhına mayın ve TNT döşeme, kepenkleri kapatmanın tümü, bu senaryonun hayata geçirilmesinin tezahürleridir.
Bu senaryo, belirli ve eski bir merkez tarafından yönetilmektedir. PKK lideri Abdullah Öcalan da bu merkezin elemanlarından ve aktörlerinden biridir.
AK Parti’nin kapsamlı bir demokratikleşme projesine sahip olmaması, demokratikleşememesi, “Kürt sorunu” ile ilgili bir kapsamlı haklar deklerasyonuna sahip olmaması da bu senaryonun hayata geçmesini kolaylaştırmaktadır.
Asıl olan, seçimin yapılmayacağı sonucunu ortaya çıkarmaktır. Bunun gerçekleşmemesi içinde, BDP ve MHP’nin seçimi boykot etmesini sağlayarak, seçim sonuçlarının meşruiyetini Türkiye ve dünya kamuoyu karşısında tartışmalı hale getirmektir. Bunun da yapılamaması halinde, AK Parti’nin zayıf ve düşük bir oyla iktidar olmasını sağlamak; dolaysıyla AK Parti dışındaki siyasi partilerin, özellikle MHP ve PKK/BDP’nin seçimlerde güçlü olarak çıkmasını sağlamak.
PKK’nın bu karmaşa, kan ve çatışma sonucunda güçlü çıkması halinde de, devlet iktidarının ve askeri vesayet güçlerinin kendi meşruiyetlerini dayatma koşullarını yaratması, kamuoyuna, “askeri vesayet rejimi olmadan güvenliği sağlamak, terörle savaşmanın olanaksız olduğunu” göstermek; AK Parti’yi de yıldırarak kendisine benzetme projesidir.
Bütün bunların gerçekleşmesi halinde: Mevcut gerici ve otoriter statüko varlığını devam ettirecek, demokratikleşme engellenmiş olacak, vesayet rejimi onaylanacak.
Bütün bunların için de bazı tarafların mağdur gösterilmesi gerekir. MHP ve BDP’nin mağdur gösterilmesi bu plânın en önemli enstrümanlarından biridir. Bu bağlamda, Öcalan’ın barışçı, PKK içindeki bazı kesimlerin savaşçı; PKK içinde ayrışmanın olduğunun ileri sürülmesi; bir bağlamda iyi polis ve kötü polis senaryonsun bir sonucudur. Senaryonun hayata geçmesini de kolaylaştıran bir durumdur.
BDP’nin, seçim sonrası iktidar olma ihtimali güçlü olan AK Parti’ye düşmanlık yapması, ileriki günlerde diyalog istemediğinin bir göstergesi. çözümsüzlüğü derinleştirme stratejisinin bir parçasıdır. Ayrıca üzerinde durmaya değer bir boyuttur.
Diyarbakır, 24. 05. 2011