[color=#FF0000][b]Kürt ve Türk toplumları arasındaki psikolojik bölünme...
Recep Maraşlı[/b][/color]
"Gerçek inatçıdır" denir. Gündemde en çok tartışılan iki olay da bu inatçılığın kanıtı olarak inkardan gelenlerin gözlerinin önünde duruyor! Yalan üretmenin ve yalana inanmanın bir erdem, bir yönetim şekli olduğu bu ülkede gerçeğin inatçı olması yetmiyor ne yazık ki, kavgacı da olması gerekiyor...
Hani şu "70 milyon Türk milletinin kaderde, kıvançta, tasada ve sevinçte ortak, bölünmez bir bütün olduğu" gibi geleneksel ya da "Bu bir kağıt parçasıdır!" gibi ayaküstü söylenen resmi yalanlar... İşte bu ifadeler ifade edilişlerinin azamet ve vakuruna yakışır bir terslikle trajik-komik bir çöküşe uğradılar.
PKK ile varılan uzlaşma sonucu ve Öcalan'ın çağrısı üzerine 34 kişinin "Barış elçileri" adıyla Habur sınır kapısından giriş yapmalarının sembolik anlamı üzerinde değişik yorumlar yapmak mümkün. Buna "Türkiye tarihinin dönüm noktası" ya da "barışçıl bir sürecin açılması" gibi abartılı iyimser anlamlar yüklenmesi de, teslimiyet ya da çöküş gibi abartılı, kötümser anlamlar yüklenmesi de bence yanlış. Fakat şu bir gerçek ki, bu olayın sembolik anlamı karşısında "tasada ve sevinçte ortak, bölünmez bir bütün" olduğu varsayılan TC vatandaşlarının, bir bölümünün düğün bayram yaparken, diğer bölümünün de kahrolduğu derin bir farklılıkla kendini gösterdi / gösteriyor. Demek ki, "milletin" bir bölümünün sevinci olan şey "milletin" bir başka bölümünün de "kara günü" olabiliyormuş! Demek ki, TC vatandaşları hiç de "tasada ve sevinçte ortak" değillermiş!
Aslında bu, Kürt ve Türk toplumları arasındaki "kız alıp verdik", "hepimiz Müslüman'ız", "ortak tarih ve kültürel şekillenmelerimiz oluştu" gibi kısmi doğruluk payları bulunan avuntulara rağmen, derin bir psikolojik bölünme gerçekleştiğini gösteren örneklerden sadece biri. Güncel olarak çok daha kontrast biçimde yaşandığı için sağa sola çekilmesi zor bir gerçeklik.
Egemen/ezen-ulusun sosyal psikolojisi ile sömürge ulusun sosyal psikolojisi doğallıkla birbirinden çok farklıdır. Yüzyıldır tarihsel haksızlık ve ulusal zorbalığın mağduru olan Kürt toplumunda bu yaşamın psikolojik bir karşılığı olmaması düşünülemezdi. Toplumsal psikoloji artık siyasi reflekslerle kendini ifade edebiliyor.
Örneğin, Qandil ve Maxmur'dan gelen "Barış Gönüllülerinin" Silopi'den Diyarbakır'a kadar gün boyu durmak bilmeyen kalabalıklar tarafından coşku ile karşılanması, ne "Barış" mesajlarına verilen anlamla ilgilidir, ne "açılım" umutlarıyla, ne de DTP veya PKK'nin öznel niyetleriyle. Karşılamalardaki kitlesellik bu örgütlenmeleri aşan, onları da belirleyen güçlü bir bağla ilgilidir; Kürt halkı 30 yıldır sürekli dağa gönderdiği ama hiçbirisinin özgür biçimde memleketine bir daha dönemediği evlatlarını, kendisi için en eşitsiz koşullarda 30 yıldır savaşmakta olan Gerilla'sını sağ salim gözünün önünde görmenin sevincini, bu buluşmanın "özgürlük umudu" vermesinin coşkusunu yaşamıştır. Unutmamalı ki bu kitleyi oluşturan aşağı yukarı her aileden şehitler, yaralılar, mahkumlar veya göçmenler bulunmaktadır. İnsanlar, bu kişilerin şahsında yitip giden evlatlarını veya dağdaki yakınlarını görmekte, onların sağ salim, tutuklanmadan, örselenmeden, onurluca aralarında görme ihtimaline sevinmektedirler.
Bu temel üzerine "açılım"la ilgili yanlış beklentilerin pompalanması; siyasal karşılığının henüz net olarak ne olduğunun bilinmediği bir "eve dönüş","dağdan indirme" veya "silahsızlandırma" sürecinin "zafer" olarak sunulması gibi manipülatif yönlendirmelerin, kitlenin siyasal olarak hazırlanmasını amaçlayan propagandif öğelerin bindirilmesi işin başka bir yanıdır.
"Kürtler seviniyorsa kötü bir gidişat var demektir!"
Zaten öbür "tarafı" öfkelendiren asıl şey, gelenlerin tutuklanmaması, halkın ise Gerilla'ya sahip çıkmasıdır. Türk milli eğitimi ile kafası yıkanmış, medya tarafından her gün yeniden üretilen gündelik faşizm diliyle beslenen ortalama bir Türk vatandaşı için, Kürtlerin sevinecek bir şeyinin olması bir "felaket Habercisi"dir. "Kürtler seviniyorsa kötü bir gidişat var demektir!" Bir tarafın yanılgılı sevinci bile, öbür tarafın sahici öfkesine dönüşebilir.
Herhalde Türk "milletinin" beklediği manzara, Habur'dan girenlerin toprağı ve Türk bayrağını öpmeleri, gözleri yerde, süklüm püklüm durarak pişmanlık göstermeleriydi. Türk toplumu, siyasetçileri ve medyası büyük ihtimalle TRT'de Ertük Yöndem'in hazırlayıp sunduğu "Anadolu'dan Görünüm"! programı seyretmeyi beklerken, Roj TV'de hazırlanan bir "Kürt festival sahnesi" ile karşılaşınca şoka uğradılar.
Türk medyasının, siyasetçilerinin bildik bu gerçeklik karşısında çok şaşırıyormuş gibi yapmaları ise bir başka anormallik. Kürt toplumunun Gerilla'ya karşı derin bir sempatisi olduğunu bilmek için allame olmak gerekmiyor. PKK'nin tüm zaaf ve eksiklerine rağmen kitle desteği kazanması ve en olumsuz durumlarda bile bu desteği önemli ölçüde korumasının temel nedeni Gerilla mücadelesidir. DTP'nin seçmen tabanı da dolaysız olarak buradan kaynaklanır. Öcalan'a yönelik "önderlik" fetişizmi de buradan beslenir.
Kürt ulusal muhalefetinin geri kalan büyükçe bir bölümü, köklü siyasal gelenekleri ve tutarlı ideolojik yapılanmaları bulunmasına rağmen, Kürt toplumu ile gerilla arasında bu ilişkiyi görmeyi reddettikleri [bunu daha çok komplo teorileriyle açıkladıkları, zorlama ve bilinçsiz yönelimler olarak anladıkları] için kitle tabanı edinemiyor, alternatif bir çekim merkezi yaratmakta başarılı olamıyorlar.
Sonuçta bu da başka bir açıdan Kürt toplumunun siyasal psikolojisine karşı bir yabancılaşmayı ifade eder.
"Açılım" sürecinin yönetenlerin her iki ulus arasındaki psikolojik bölünmeyi dikkate almadığı ortada. Bu bölünme hiç de yüzeysel değildir, aksine siyasal ve tarihsel haksızlıklarla beslenmiş güçlü bir arka plana sahiptir. "Açılımcılar" bu tür güçlü çelişkiler karşısında Türk şovenizmini tatmin etmeyi amaçlayan önlemlere yönelirlerse, bu kez Kürt toplumundan çok daha büyük bir tepkiyle karşılaşacaklarını, zaten gergin durumdaki fay hattının her an kırılabileceğini söylemek kehanet olmasa gerek.
Ortada henüz somut bir şeyler yokken sadece "îhtimal" ve "umuda" bu kadar olumlu ve olumsuz yönde zıt tepkiler veren iki toplumun, gerçek bir değişim karşısındaki tutumu acaba nasıl olur?
Kimi dönemler, gündelik yaşamda sıkça dolaşıma giren bazı anektod veya fıkralar psikolojik atmosferi çok iyi yansıtabiliyor. Bunlardan bir örnek:
"Biri Kürt, diğeri Türk iki idam mahkumuna son arzuları sorulmaktadır. Kürt mahkum asılmadan önce bir kez olsun annesini görmek istediğini söyler. Türk mahkumun ise son arzusu şöyledir: "Kürt annesini görmesin!"
Kendi evlatlarının da savaşta ölmeme ihtimaline olumlu yaklaşması gereken Türk ailelerinin, "eve dönüş" karşısındaki protestoları tam da bu anlama gelmiyor mu? "Kürt evladını görmesin!"
Burada üzerine gidilmesi gereken, tavır alınması gereken tepki hangisidir? Eğer bir "güven bunalım"ından söz edilecekse bu, açıkçası Türk toplumundan gelen, ırkçı, milliyetçi, nasyonal sosyalist ve militarist çevrelerce de kışkırtılan bu anlayışın karşında geri adım atılmasıdır. Türk şovenizmi ile Kürtlerin durumlarında çok sıradan bazı şeylerin düzelme ihtimali karşı karşıya geldiğinde; önünde geri adım atılması gereken şey egemen ulus şovenizmi olmamalıdır.
Toplumlar arasındaki psikolojik bölünme oldukça boyutludur. Şurada burada kendini gösteren ve sıradan göçmen Kürt işçilerine, lokalize olmuş Kürt topluluklarına yönelen linç girişimleri; ırkçı boykotlar; Kürt derneklerine, kurumlarına karşı aktif saldırganlıklardan daha çok, pasif bir nefret ve umursamazlık dalgası daha ürkütücüdür. Örneğin, Kürdistan'daki hiçbir vahim hak-hukuk ihlali Türk toplumunda kitlesel bir protestoya neden olmamaktadır. Ne koyunları otlatan bir kız çocuğunun bombayla parçalanması, ne polisin bir Kürt çocuğunun kolunu kırması onları yerinden kıpırdatmaz. İnsan hakları savunucusu, anti militarist, sol veya demokrat bir avuç insanın düzenlediği protestolar yoğun bir ilgi ve katılım görmekten uzaktır.
Bununla beraber Türk toplumunun "devlete rağmen" anti-Kürt kitlesel gösteriler düzenleme, bunu kitlesel bir kalkışma haline getirme ihtimali de oldukça zayıftır. Bu olgu Kürtlere duyulan kardeşçe duyguların güçlülüğünden, empati yeteneğine değil, devleti özellikle de orduyu gözetme biçiminde adeta genetiklere işlemiş bir toplumsal ihtiyattan ileri gelir. Eğer yukarıdan bir yerlerden onaylandığına, "vakit tamamdır vurun!" işareti geldiğine, müsamaha göreceğine inanırsa komşusunun boğazına sarılmaktan çekinmeyecektir. [6-7 Eylül'ü hatırlayalım!..]
Değilse gerçekte çok canı yansa bile "neme lazım devletle uğraşılmaz" deyip sineye çekme ihtimali daha büyüktür. DP'yi iktidara taşıyan coskulu halk kitlelerinin, Menderes'in idamı karşısında kıllarını kıpırdatmamaları bu ilişkiyi anlatır.
Bu bakımdan "açılım" süreci baltalanmak isteniyorsa böyle bir toplumsal psikoloji taşıyan Türk toplumunu yönlendirmek için, CHP, MHP, BBP ve Nasyonal Solcular gibi parti ve örgütlerin gönüllü katılımıyeterli olmayacak, bilhassa Özel Harp Dairesi ve psikolojik savaş aygıtlarıyla militarist-oligarşinin tahrik odaklarının "düzenleyici" olarak işin başına geçmeleri gerekecektir.
"Ergenokon" operasyonları ve davalarıyla bir hayli zayıflamış olsalar da bugünlerde yaşanan toplumsal hareketliliğin yönlendirilmesi çabalarında görülen manzara budur.
Tabi ki iktidarı bir bütün olarak elinde tutmak isteyen bu odaklar, ipin ucunun ellerinden çıkacak derecede bir "toplumlar arası çatışma yaratma" noktasına belki varmak istemeyecekler; sadece Kürt ulusal taleplerinin bastırılması için bir kontrollü bir "sivil sopa" yaratıp, aynı sopayla "sivilleşme ve demokratikleşme" isteyen güçleri de sindirmek isteyeceklerdir.
Ne varki toplumlar tarihi, zincirleme bir reaksiyon başladığında, olayların daha çok onu tetikleyenlerin niyeti ve kontrolünden bağımsız ilerlediğine tanıklık eder.
İster AK parti iktidarının isterse Türkiye'deki herhangi bir siyasal gücün Kürt sorununda gerçekten bir adım atması için öncelikle, Devletin 80 yıldır kendi eliyle döşediği ideolojik, sosyal, tarihsel şartlanmaları temizlemekle işe başlaması, kendi tarihiyle hesaplaşmaya cesaret etmesi ve toplumu da bu yönde değişime açması zorunludur. Kürt halkına yapılan tarihsel haksızlığı açıkça ifade etmeden, etnik ayrımcı ve yok edici politikalardan dolayı özeleştiri yapmadan, kendi toplumsal tabanındaki şovenizmi okşayarak, adeta onu "ürkütmeden" bir şeyler yapılabilmesi mümkün değildir. Bu devrin sona erdiğini açıkça ilan etmek ve bu söylemlerin devlet literatüründen çıkarılıp atılması gerekiyor.
Tabii ki bu da devletin nitelik değiştirmesi demektir.