[b]Sayin okurlar,
Degerli Dostlar,[/b]
Bilginiz icin ekte, TC'nin Ermenistan sinirina yapilmakta olan „yeni“ bir „insanlik aniti“ ile igili SKD (Soykirim Karsitlari Dernegi)nin kamuoyuna sunmak uzere hazirlamis oldugu aciklamayi iletiyoruz. Iliski adreslerinizi bilgilendirmenizi rica edriz.
Saygi ve selamlarimizla,
SKD adina: Ali Ertem, I.Bulent Gul
[b]Verein der Völkermordgegner e.V. Frankfurt / Main[/b]
Soykirim Karsitlari Dernegi (SKD); Kontakt Adresse: Ali Ertem; Tel.: 069/5970813; E-Mail: [email protected]
[center][img]http://img178.imageshack.us/img178/9453/soykirimoh4.jpg[/img][/center]
[center][color=#CC0000][size=x-large][b]Soykırımın inkârı ve “insanlık anıtı“[/b][/size][/color][/center]
İnsanlığa karşı işlenmiş soykırım suçlarının inkârı, sadece o ülkenin inkârcı yönetim erkini insanlıktan uzaklaştırmakla kalmıyor. Sistematik olarak ekilen kin ve nefret tohumları, süreç içerisinde o ülke toplumunu da insani değerlere yabancılaştırıyor. Toplumun etnik ve dinsel dokusunu toplu katliam ve sürgünlerle tahrip eden ırk esasına dayalı egemenlik, meşruiyetini tartışma konusu yapmaktan kurtaramadığı gibi, bazen de sürpriz icraatları ile trajik-komik duruma düşebiliyor. Türkiye Cumhuriyetinin, sürekli iki aşırı uçta (bazen soykırımcı müdahale, tehdit ve şantaj, bazen demagojik barışseverlik ve gösteriş hümanizmi) seyreden suçluluk psikolojisinden kaynaklı bu davranış tarzı, demokratik kamuoyunda hem ciddi kaygılara, hem de şok tesiri yaratan komedyalara neden oluyor. Toplumun tarihi ile yüzleşmesine engel olan yönetim erki, Türkiye Cumhuriyeti kurulalıdan beri varlığını böyle bir sıkıntı içinde sürdürüyor. Bu çelişkili tavrın, sistemin “kutsal“ kavramlarına ve güya evrensel saydığı “değerlerine“ de aynen yansıdığına şahit oluyoruz.
10 Ağustos 2008 tarihli Hürriyet Gazetesi sütunlarında şöyle bir haber geçiyor:
“KARS Kalesi'nin simetriğinde bulunan Üçler Mahallesi'ndeki hakim bir tepeye Ermenistan'daki 'Soykırım Anıtı'na karşılık yaptırılan İnsanlık Anıtı'nın çalışmaları aralıksız devam ediyor. Heykeltıraş Mehmet Aksoy'un 5 kişilik ekiple gerçekleştirmeye çalıştığı 35 metre yüksekliğindeki anıtın bugüne kadar 16 metresi tamamlandı. İnsanlık Anıtı'nın 'Soykırım Anıtı'na karşı yapıldığını belirten Aksoy, "Bu insanlık anıtı, Atatürk'ün 'Yurtta sulh, cihan da sulh' özdeyişinin anıtı sayılabilir" dedi.“
Pes doğrusu! “İnsanlığımızı“ bir türlü anlamak istemeyen komşumuz Ermenistan'a, bir güzel “insanlık“ dersi! Üstelik onların deyimi ile Erivan'daki “sözde soykırım“ anıtını etkisiz kılmanın 21. yüzyılda keşfedilmiş harika formülü! Bulduk! Nihayet Bulduk! Yalanın, iftiranın, tehdidin ve şantajın etkisiz kılamadığını, rejimin benliğinden fışkıran “insanlık“ etkisiz kılacak!
İbreti âlem için kendini kanıtlama sevdasına zıvanadan cıkmış böylesi bir “insanlığı“ idrak etmek her babayiğidin karı değildir elbet. Unutmamak gerekir ki, bu takdire şayan “insanlık“, hayali Ermeni mezaliminden bir “Türk soykırımı“ yaratacak ve onların “hatırasına“ bir de anıt dikecek kadar gözü karadır. Yol göstericisi bozkurt olan bu “insanlığın“ “barışçı“ niyetini, soykırım kurbanlarına ve boyunduruk altına alınmış halklara dönük 5 “dev kılıç“ temsil eder. Kamuoyu daha önce de, çeşitli tarihlerde eşi benzeri Türkiye'den başka bir ülkede görülmeyen böylesi “insani“ girişimlere sahne olmuştu. 24 Nisan 1995 tarihinde sahte soykırım anıtının inşasına vesile olan "Tarihi Gerçekler ve Ermeniler" konulu sempozyumun sonuç bildirgesinde söz konusu “iyi niyet“, şu cümlede ifadesini buluyordu:
„Iğdır'da inşa edilecek bu anıt; geçmişteki kötü günleri ve bizleri düşman eden sömürgeci devletleri sürekli aklımızda tutmamızı sağlayacak, geleceğimize dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği temelinde ışık tutacaktır." http://fakulteler.atauni.edu.tr/ermenia/mndty.php?al=2
Eğer ki bir sistem, geçmişine ait soykırım suçlarının üstünü örtmek için katilleri kurban, kurbanları da katil konumuna koymuşsa, yaratmış olduğu hayaleti topluma kabul ettirmek için kendisini, dönüşü olmaz bir biçimde insanlık suçları işlemeye, gerçekleri tahrifata mahkûm etmiş demektir. TC'nin kurulduğu günden beri soykırım suçunu mazur göstermek, ya da inkâr etmek için attığı her yeni adım, sistemin özünde taşıdığı suç potansiyelini katlayarak büyütmekten başka bir işe yaramıyor. Bu nedenle, ölüler üzerine bina edilmiş sistemin yapısını muhafaza etmek isteyen temsilcileri, “insanlık“ dediğinde insanlığa karşı yeni bir suçun hazırlığı; “dostluk“ dediğinde, ikiyüzlü fırsatçılığın “dostuna“ kuyu kazdığı; “iyi komşuluk“ dediğinde, komşu yurduna yeni ilhak planlarının gündemde olduğu anlaşılmak zorundadır. Her türlü demagoji, dezenformasyon, sistemin gerçek yüzünü ve niyetini maskelemeyi amaçlamaktadır.
Güya “geleceğimize dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği temelinde ışık“ tutması için dikilen sahte soykırım anıtını tasvir eden yazıda ise, geleceğimiz için “dostluktan, iyi komşuluk ve işbirliğinden“ ne anlaşıldığı, hem tarihe hem de geleceğe nasıl bakıldığı aşağıda aktarılan şu cümlelerde ifadesini bulmaktadır:
„Eski Türk askerlerinin, savaştan önce kendi kılıçlarını rüzgar, yağmur ve yıldırımlar altında keskinleştirme töreni varmış. Ağrı dağı eteklerinde yükseltilen temsili kılıçlar da, böylece güneş, yağmur ve rüzgar altında sertleşecektir. Milli hedefleri "bir gün Ağrı dağı çevresini ele geçirmek" olan Ermeniler, şimdi bu kutsal Türk dağının önünde yükselen Türk kılıçlarını görmektedirler.
İnsan elindeki kılıç korkutucudur. Baş başa çatılmış kılıçlar sağlık, huzur ve barışın timsalidir. Ayrıca ülkenin, milletin savunma gücünü göstermektedir. Kılıçların keskin yerlerinin dışa yönelmesi, dışardan gelecek saldırılara karşı her zaman hazır olma anlamına gelmektedir.
...Her kılıç kabzasında bozkurt, at ve çift başlı kartal kabartma figürleri tekrar edilmektedir.
...Kılıç kabzasında kurtuluş simgesi olan bozkurt rölyefinin olması milli değerlere saygı ve Atatürk ideallerine sadakat göstergesidir.“
http://fakulteler.atauni.edu.tr/ermenia/mndty.php?al=25
Şu ironiye bakınız ki, “Kılıç“ bu anlayışa göre “sağlık, huzur ve barışın“ın sembolü olarak takdim edilirken, Süryani-Arami halkının dilinde “Seyfo“ yani “Kılıç“, 1915'te maruz kaldığı soykırımı ifade etmek için kullanılmaktadır. Bölge halkları açısından da “Türk kılıcı“ zorbalığı, barbarlığı, kan dökücülüğü ifade eder. “Kılıç zoruyla...“ deyimi bu despotizmi açıklayan bir deyim olarak sürüp gelmektedir. Evrensel değerler açısından da bir savaş aracını, barış sembolü olarak algılayan bir zihniyetin sefaleti ile karşı karşıyayız.
Dr. Yaşar Kalafat, Kasım 1999'da “ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ“ için hazırladığı yazıda,“geleceğimize dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği temelinde ışık“ tutma iddiasında olan sahte soykırım anıtına temel olan düşüncenin stratejik hedefini, şu cümlelerle özetliyor.
“Böylece Ermeni aldatmacalarına estetik bir cevap verilmiş oluyordu. Anıtın yapıları ile; geçmişte olduğu gibi günümüzde de Azerbaycan'da ve Anadolu'da Türklüğün düşmanının aynı olduğu, Türklüğün menfaati için ortak dayanışmanın şart olduğu gerçeği tekrar açıklanmış olmaktadır.“ http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=345
Özünde sistem, Ermeni halkının varlığına tahammül edememektedir. Kendi Türklük tanımına uymayan halkları “iç düşman“ kabul etmektedir. İçi boşaltılmış “dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği“ gibi kavramların, ucuz bir demagojiden başka bir anlam ifade etmediğini kendisi teşhir eder konuma düşmüştür. İnsanlık önünde gülünç duruma düşmenin, rezil kepaze olmanın, suçluluk kompleksi altında pişkinlikle sırıtmanın, bundan daha ibret verici bir başka örneğini bulmak her halde biraz zordur.
Temeli yalana iftiraya dayalı her şey yıkılmaya mahkûmdur. Artık yalancının mumu yatsıya kadar da dayanamıyor. Henüz aradan 10 yıl bile geçmeden, tıpkı rejimin “insanlığı“ gibi dökülmeye başlayan sahte soykırım anıtı hakkında kamuoyuna yansıyan haberlere de şöyle bir göz atmaya değer doğrusu. Sabrınıza sığınarak birkaç örnek aktarıyoruz:
„Soykırım Anıtında da Malzemeden Çalmışlar
Yıkılma riski olan anıt, 43.50 metrelik boyuyla Türkiye'nin en yüksek anıtı. ÖMER ERBİL
Ermenilerin Doğu Anadolu'da yaptıkları katliamların anısına inşa edilen "Iğdır Soykırım Anıtı ve Müzesi"nin de malzemeden çalındığı için yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu iddia edildi. Anıtın granitleri eksik ve kalitesiz malzeme yüzünden düştü. Altındaki müzenin bir kısmı da ağırlığa dayanamayıp çöktü. MGK gündeminde de yer alan anıtla ilgili olarak hem Mülkiye müfettişleri hem de Kültür Bakanlığı müfettişleri soruşturma başlattı.“
http://www.yapi.com.tr/Haberler/haber_Detay_4264.html
„Ermeniler'in Türkler'e uyguladığı soykırım için dikilen anıt ve müzenin dış kapısı ikinci defa çalındı. ... Iğdır Kültür ve Turizm Müdür Vekili Çağlar Yıldırım... „Ama insanların artık inançlara da saygısı kalmadığını görüyoruz. Bu kapı bu yıl ikinci kez yerinden sökülerek çalındı. Bunun maddi bir değeri de yok. Çalanların ne yaptığını çok merak ediyorum" dedi.“ http://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/27/gnd108.html
[img]http://img300.imageshack.us/img300/4995/kanoc4.gif[/img]
Bakan, 'gerçek soykırım' anıtının kapısında kanla kutsanıyor...
Bu milletin, uğruna kan dökülmeyince kimseye ve hiçbir şeye bakanım, sevdiğim, vatanım, kadınım, dostum demeye gönlü yok
YILDIRIM TÜRKER
Soykırım Anıtı Müzesi'ni gezerken Ermeni çetecilerinin fotoğraflarını inceledikten sonra sayın bakan, "Ermeniler de pek düşkünmüş fotoğraf çektirmeye" diyesi olmuş. Besbelli laf olsun diye söylenmiş bu sözlerden sonra müze çıkışı karşılaşacağı tablonun insana, "Türkler de pek düşkünmüş kan dökmeye" dedirtebileceğini bilse ne yapardı kim bilir.
Çünkü müze çıkışında kendisini bekleyen bir kurbanlık koyun kasaplar tarafından yere devrilip boğazına çökülmüş bile. Bakan, "Kesmeyin" diye haykırmış. Ama ona kurban kesmeye ant içmiş gözü dönmüşlerin "Azat!" duyacak halleri yok ya, vurmuşlar bıçağı, soykırım müzesinin kaldırımını kan gölüne çevirivermişler. Bakan, öfkeyle oradan uzaklaşmış. http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6069
Görüldüğü gibi şimdi sıra “insanlık“ anıtında. Bilindiği üzere, bu memlekette sırtını devlet çetelerine dayamış açıkgözlerden geçilmiyor. Her halde bunlardan bazılarının görevi de, köküne kibrit otu atılmış insanlığın ocağına “insanlık“ anıtı dikmek oluyor.
Bizce, egemenliğin içine düştüğü çaresizliğin, gün ışığına çıkardığı şu üç önemli sonucun altını çizmek yerinde olur:
1. Soykırımın inkârı, Türkiye Cumhuriyetini yıkıma götürecek en belirleyici etken olma özelliğini korumaya devam etmektedir. Devletin, halklar meselesini çözme yeteneğini dumura uğratan etkendir. Bu nedenle devlet, kendini inkâr ve imha çıkmazının içinde bulmaktadır. İnkar ve imha zihniyetinin geliştirdiği ırkçılık, militarist kaba kuvvetle bir arada tutulmaya çalışılan toplumu fiilen bölmüştür. Artık ne Kürdün, ne Alevinin ne de Anadolu'da yaşayan başka bir halkın, TC'nin ayyuka çıkmış soykırım projesini kabullenmesi mümkün değildir.
2. Sınır tanımayan demagojik tahriklerin amacı, başta Ermeni halkı olmak üzere soykırım mağduru halkları provoke etmektir. Bir başka ifadeyle devlet, 70'li ve 80'li yıllarda olduğu gibi, yeniden kan dökülmesini istemektedir. Topal Osman anıtından sahte soykırım anıtına, Hrant'ın katlinden “insanlık“ anıtına uzanan provokasyonlar dizisinin tümü, aynı amacı gütmektedir. Ancak gelinen aşamada bu tür provokasyonların, amacına ulaşma şansı da kalmamıştır. Çünkü dünya kamu oyu Türkiye Cumhuriyeti'nin soykırım sabıkalı olduğuna ikna olmuştur. Dünya siyasi hayatında belirleyici rol oynayan devletlerin hemen hem tamamının Ermeni Soykırımını resmen tanıması da, bunun bir göstergesidir.
Bununla birlikte Türkiye'de, devletin soykırımı inkâra dayalı düşünce tekeli de kırılmıştır. Hrant'ın katli devletin ve emrindeki çetelerin hesabını tersine çevirmiştir. Soykırımın tanınması için sesini yükselten aydınların sayısı her geçen gün artmaktadır. Bundan sonra toplumun tarihi ile yüzleşme talebi olumlu bir ivme kazanacaktır. Artık sahte soykırım anıtı ve “insanlık anıtı“ gibi kaba tahriklerin geri tepmesi kaçınılmazdır.
3. Soykırımın inkarı Türkiye Cumhuriyeti'ni manen yıkmıştır. Görünürde çöken, sahte soykırım anıtı olmakla birlikte, esas çöken, Türkiye Cumhuriyeti'nin ta kendisidir. Sahte soykırım anıtından arzu ettiği sonucu alamayan devletin, “insanlık“ anıtı da, aynı demagojik komedinin tekrarı olacaktır. Çünkü temeli soykırım ve sürgünler üzerinde yükselmesine rağmen, mağdur edilen halklardan özür dilemeyen bir egemenliğin, insanlık adına yapacağı hiç bir şey kalmamıştır. “İnsanlık“ adına giriştiği her yeni soykırımcı müdahale ve her yeni provokasyon, insanlığın tahammül sınırlarını biraz daha zorlamaktadır. Artık demokratik kamu vicdanı, böylesi bir Türkiye'yi kaldıramamaktadır. Önümüzdeki yıllarda bazı çıkar çevrelerinin, özelliklede silah tekellerinin TC'ni himayesi iyiden iyiye zorlaşacaktır. Soykırımın inkârında ısrar eden Türkiye'yi, çok ciddi sorunların ve aynı zamanda yaptırımların beklediğini söylemek için kâhin olmaya gerek yoktur.
[b]Frankfurt[/b], 22.08. 2008
[center][img]http://bilder28.parsimony.net/forum68059/xwin_belayek_pis.jpg[/img][/ce…]
TC KAN CUMHURIYETI