بازبدە بۆ ناوەڕۆکی سەرەکی
Submitted by Anonymous (Pesend ne kirin) on 18 March 2008

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı AK Partinin laikliğe aykırı eylemlerinden dolayı Anayasa Mahkemesinde kapatma davası açmış durumda. Bu kapatma davası karşısında, AK Parti ve taraftarı basın, liberal aydınlar büyük bir şaşkınlık ve panik içindeler. Bunların neden panik ve şaşkınlık içinde olduğunu, aklı başında olanlar ve ben de anlamakta zorluk çekiyorum. Olan gelişme, T.C-nin yapısal üniter, ulus ve totaliter devlet yapısına bir uygunluk içinde olduğu kadar, “ne ekersen onu biçersin“ doğal yasasına da bir uygunluk içinde yürümekte olduğu görülmelidir.

Kürt ulusunu yok saymak, bütün haklarının gasbını sağlamak, ulus olarak diğer uluslarla ve Türk ulusuyla hak eşitliğine sahip olmasını engellemek, Kürdistan Federe Bölgesini yıkmak için: Evrensel ölçülere uygun demokratik bir toplum ve devlet yapılanmasını engellersen, Kürtlere karşı asker ve sivil bürokrasi ile uzlaşırsan, sonuçta o silahın seni vuracağını bilmen gerekir. AK Partiye karşı olan da budur.

AK Parti, Kürdistan Federe Bölgesindeki askeri saldırı ve igal eylemi girişiminden sonra, genelkurmay başkanlığının stratejik müttefikleri CHP ve MHP ile kapışmalarından sonra büyük keyif duymakla kalmamış, postu kurtardığını zanetmiştir. Oysa bilnmeli ki, asker ve sivil bürokrasinin değişmez ve mutlak iktidarı, kendisi dışında hiç kimseye dost ve arkadaş olmadığı bilinmelidir.

Bir kez daha ortaya çıktı ki, T.C Devleti, asker ve sivil bürokrasinin devletidir. Asker ve sivil bürokrasinin kurumları hem birlikte, ya da ayrı ayrı devleti yönetmektedirler. Açık askeri yönetimlerde, darbeler döneminde, asker ve sivil bürokrasi birlikte, yargı askeri bürokrasinin demir ökçesi görevi görmüştür. Sivil olmayan sivil dönemde yargı, asker ve devlet iktidarının sopası olma fonksiyonunu her zaman yerine getirmiştir. AK Parti hakkında yargının yaptığı işlem, bu denklemin devamıdır.

Ak Parti hükümeti ve meclis üyelerinin, geçmişte HAK- PAR ve DEHAP, yakın zamanda DTP hakkında Anyasa Mahkemesinde dava açılmasına göz yumdukları, hatta davanın açılması için teşvik edici oldukları zaman başlarına da bu belanın sarılacağını tarihi okuyarak görmeleri gerekirdi. Ama ırkçı milliyetçilik, kolonyalist hırs bunu görmelerine engel oldu.

Bu nedenle, AK Parti ve taraftarlarının sadece kendileri ve Türk ulusu için demokrasiyi savunmaları, Türkiyede gerçek anlamda bir denokratikleşmeye yol açmayacaktır. Standartsız ve evrensel ölçülere uygun bir demokrasinin sistemleştirilmesi, Kürt ulusal sorunun çözümünün sağlanması ile olanaklı olacağının görülmesi, bunun için çalışma yapılması gerekir. Bilinen bir şey var ki, Türkiyede demokrasinin olmazsa olmaz şartlarından biri, Kürtlerin Türkler ve diğer uluslar kadar hak sahibi olmasıyla olanaklı olacaktır.

Bütün bunları düşünürken ve yapmaya uğraşırken, AK Parti hakkında açılmış olan kapatma davasına kayıtsız-şartsız karşı çıkılmalıdır. Biz Kürtler, daha fazla karşı çıkmalıyız. AK Partiniin konumu ve Kürt ulusal sorununa karşı yaklaşımı, Kürdistan Federe Bölgesine karşı olan düşmanlık siyaseti, bizim gerçek evrensel demokrasinin ahlakına uygun davranmamızı engellememelidir.

AK Parti ve tarftarlarının, tekçi düşünen liberal aydınların çoğulcu demokrasi ve Kürt ulusal sorrunun çözümünde Kürt örgütlerine, aydınlarına, kanat önderlerine kulak vermeleri, onlarla birlikte çözüm önerilerini düşünmeleri gerekir. Bu bağlamda, Sayın Ertuğrul Mavioğlunun son dönemlerde Radikal Gazetesinde tümüyle olmazsa bile Kürt siyasetçilerinin ve aydınlarının yayınladıkları görüşlerine, daha başka alanlarda ve yayın organlarında dile getirdikleri görüşlerine kulak verilmelidir.

********
O yazı serisinde dile getirdiğim ve tümüyle yayınlanmayan görüşlerimi, asgari ortak noktalar olarak sunmayı, AK Parti hakkında kapatma davasının açıldığı, devlet yapısının ve demokrasinin yeniden hararetle tartışma gündemine geldiği bu aşamada aktarmayı uygun görüyorum.

Kürt ulusal sorunu: Kürtlerin Türklerle haklar açısından eşitlenmesi ve siyasal temsil hakkının sağlanması ve federal bir sistemle çözülebilir...

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi, tek ulusa, tek resmi ideolojiye, tek din ve mezhebe, tek sınıfa ve sosyal tabakaya asker-sivil bürokrasiye dayalıdır. Bu tekçi ve totaliter devlet paradigması, ulusal-etnik, sınıfsal-toplumsal, felsefik-ideolojik, dinsel-mezhepsel çoğulculuğu red ederek var olmaya çalışmıştır. Bu paradigma gereği, Kürt ulusunun varlığı inkar edilmiş, Kürt ulusunun asimilsayonist soy-kırımı starejik olarak benimsenmiş, bireysel ve kolektif hakları tümden gasp edilmiştir. Çoğulculuğun diğer unsurlarına da hayat hakkı tanınmamış, yapılanmada onlar da hesaba katılmamıştır. Bu nedenle, evrensel parametrelere sahip bir demokrasiyi yapılandırma olanaklı olmamıştır. Türkiye ulusal ve etnik anlamda da çoğulcu bir toplum olduğundan, demokrasisi bu çoğulcu unsurların haklarını ve temsillerini bünyesinde sentezleştirecek kapsamda yapılanması gerekirken, bunu yapamamıştır.

Bu tekçi ve totaliter devlet yapısının dönüştürülmesi, Kürt ulusal sorununda kapsamlı bir çözüme ulaşmak için:

* Türkiye'de köklü bir zihniyet değişikliği gerekmektedir. Türkiye'deki devlet ve toplum paradigmasının, Türkiye'nin ulusal-etnik ve diğer renklerdeki çoğulculuğuna göre yeniden yapılandırılması için radikal reformcu/değişimci, eşitlikçi, Kürtlerle Türkleri haklar açısından eşit gören bir toplumsal konsensusun oluşturulması gerekir. Bunun için, üniter tekçi ulus devlet paradigmasının değişimi konusunda bir ön niyetin belirlenmesi ve yeni devlet/toplum paradigmasının oluşturulması üzerinde bir çalışma yürütülmesi gerekir.

* Birleşmiş Milletler Evrensel Beyannamesinde ve diğer uluslararası sözleşmelerle saptanan ve tüm dünya ulusları için de geçerli olan "ulusların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi" ilkesi ve kolektif haklar konsepti benimsenmelidir.

* Üniter tekçi ulus devleti, Kürt ulusunun geleneksel red ve inkar politikasına hızla son vermeli, anayasada ve genel hukuk yapısı kapsamında Kürtlerin ulus ve topluluk olarak varlıkları kabul edilmelidir.

* Kürtleri de içselleştiren, yeni bir devlet yapılanması gerekir. Bu yeni devlet, uluslar, ideolojiler, sınıflar-toplumsal gruplar, dinler ve mezhepler üstü, federal bir devlet olmalıdır. Bu bağlamda da, Kürtlerin kendi partilerini, diğer temsili kurumlarını, en önemlisi de Kürtlerin iradesini temsil eden meclislerini ve yürütme organını ortaya çıkarması için anayasal düzenleme yapılmalıdır.

* Kürt dili resmi, eğitim-öğretim dili olmalıdır. Kürtçe radyo ve televizyonların kurulması, Türklerle eşitliği sağlayacak şekilde düzenlenmelidir.

* Bu bağlamlarda, yeni anayasanın gündemde olduğu bu aşamada, hazırlanan anayasa taslaklarının: Yeni sayılması, Kürt ulusal sorunun çözümlenmesinde bir yeni toplumsal sözleşme olması, Kürtlerin bireysel ve kolektif haklarına kavuşmasına yardımcı olması için yeterli değildir. Türkiye'deki çoğulcu toplumsal gerçekliğe bağlı olarak, ulusal-etnik toplulukların, tüm vatandaşların yeniden karşılıklı hak ve özgürlüklerini tayin edecek, devleti özgür vatandaşların iradesi ile yeniden yapılandıracak ve tanımlayacak, Kürtlerin de taraf kabul edildiği yeni bir anayasaya ihtiyaç var.

* Türkiye'nin Kıbrıs Türkleri, Kosova, Karadağ, eski Sovyetler Birliğindeki ulusların devletleşmesi karşısında gösterdiği ilkesel yaklaşımı, kendi Kürt ulusal sorununa göstermesi halinde, sorununu çözmesi için kapsamlı proje oluşturması olanaklıdır.

Paris, 18. 03. 2008
İbrahim GÜÇLÜ
[email protected]

Ben hukukçu değilim. Ama yaşımız gereği Türkiye de olup bitenlere baktığımızda, gerçekten Türkiye'de demokrasi sorunu mu, Parti sorunu mu var diye insan düşünüyor!. Bu iki olgu ile beraber düşündüğümüzde parti kapatmalarının nedenlerinin ülkede tam tekmil demokrasi olmadığı gibi, tam tekmilli demokrasiyi savunan politikacıların ve sözde aydınlarında olmadığı nedenleri görülmektedir. Çünkü bu grup insanlar Demokrasi anlayışları genel kriterlere göre değil, kendi siyasi çıkar ve anlayışlarına göre savunmuşlardır. Geçmişte kapatılan ve kapatılması istenilen partiler söz konusu olduğunda, bu kimseler,ülkenin birliği tekliği,bayrağı,toprağı milleti iddiasıyla, olay/sorun yargıya intikal etmiştir, hukuki süreci başlamıştır bakliyelim denilmiştir. Çünkü bu Siyasetçiler Demokrasi anlayışları ancak kendi çıkarları için var olmasını isteyip karşıdakilerin yok olmaları ile hayat bulacağını inanıyorlar. Demokrasinin herkese lazım olduğunu hele, hele böylelerine daha çok lazım olacağını düşünmüyorlar ya da düşünmek istemiyorlar. Bu anlayış geçmişten günümüze özellikle Cumhuriyetten bu yana hep olagelmiştir. Örneğin, Türkiye'de bugüne kadar Anayasa Mahkemesi kurulduğu 1963 yılından bu yana 24 siyasi parti kapatılırken, Anayasa Mahkemesi'nin kuruluşundan önce de, 2 parti kapatıldı. 26 Ocak 1954 tarihinde Millet Partisi, Ankara Sulh Ceza Mahkemesi'nce, Demokrat Parti de, 20 Haziran 1960 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi'nce kapatıldı.Bu arada şunu de belirtelim Millet Partisi Başkanı Kırşehir Milletvekili Osman BÖLÜKBAŞI'DIR (Bugünkü MHP Milletvekili Deniz BÖLÜKBAŞI'NIN babası)Menderes Hükümeti Kırşehir'i cezalandırılıp ILÇE yapmıştır.. Türkiye de geçmişte parti kapatma gerekçeleri ya Komünizm ya da Bölücülük olurdu. 1970 ten, Milli Nizam partiden başlayıp, Anti laik dine dayalı Teokratik partilerde eklendi.Işin ilginç yani geçmişte Başbakan ERBAKAN Demokrasi için eylem yapanlara GÜLÜ, GÜLÜ Dans derken, bir süre sonra kendi parti kapatıldı ve kendisi göz hapsinde tutuldu. Bu arda ABD ve AB de, AKP'ının kapatılmasına sert tepki gösterdiler. Avrupa Parlamentosu milletvekili Cem Özdemir, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in "Avrupa'da da partiler kapatılıyor." sözlerine sert tepki gösterdi. Ilginçtir Demokrasiyi getirme iddiasında olan BAYKAL'DAN ses seda yok. Sanki AKP kapatılsın diye pusuya yatmış. Gazeteler AKP kapatma davası hakkında farklı manşetler atarken, ulusalcı çizgide yayın yapan Yeni Çağ gazetesi yaptığı mizanpaj tercihi ile davadan duyduğu memnuniyeti okuyucularına yansıttı. Ayni gazete,bazı sendika eylemlerini, hak aramadan ziyade, kendi çizgisinde bulup ’' OH BE''demiştir. Istanbul Milletvekili Sayın Ufuk URAS'IN AKP kapatma davası Ergenekon sürecine denk gelmesinin dikkatini çekiyor. AKP'NIN kapatma davasında Aklıma gelen diğer bir gelişmede AKP'NIN Sayın TALABANI'YI davet etmesi ve ilerde Kürt Yönetimi ile Devletin görüşe bileceğidir olayımdır/nedenimidir. Türkiye'de ideolojiler bir birine karışmış. Örneğin 13 Mart Tarihli BARAN dergisinde,Osman HALID imzalı yazıda diyor ki, Vadedilmiş işbirlikçi Talabani'yi Ankara'ya davet edenlerin işgale ve sömürüye karşı direniş ruhunu kırmak için milletimize zikrettikleri ve satır aralarında söyledikleri aslında budur! Bundan dolayı bu davet sahipleri kesinlikle "vatana ihaneti teşvik ve övmek" suçundan yargılanacaklardır!" Işte bir yandan Ergenekonciler bir yandan Islmciler. Diğer dikkate değer bir belirlemede SAVCI iddianamesinde şöyle; ''Iddianamede, 'laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna gelmek' olarak isimlendiren kapatma nedeninin, Anayasa'nın 69. maddesinin (6) fıkrası yoluyla, 68. maddesinin (4) fıkrasında düzenlenmiş bulunduğu belirtilen iddianamede, laikliğin, 'Orta Çağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin aydınlığı ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışının, uluslaşmanın, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli olan bir uygar yaşam biçimi' olduğu kaydedildi. Başta belirttiğim gibi Hukukçu değiliz ama iddianame oldukça detaylı ve kafa karıştırıcı gibi geliyor insana.Milyonlarca Oy alan bir partiyi kapatmak halkı cezalandırmak demektir. Bizim inancımız o ki, hiçbir partinin kapatılmamasıdır.Ülkede parti sorunu değil,esas sorun olan, Demokrasinin tam tekmil olmadığı sorunudur. Demokrasi tam işlediğinde hangi partilerin kapatılacağı ve o partilerin kalıp kalmaması halk karar verecektir. 16.03.2008

Yargıtay Başsavcısı AKP hakkında, laikliğe aykırı odak haline gelme suçlamasıyla kapama davası açmış... Şimdi başta AKP ve yanlıları ateş püskürüyorlar. Altı yıldır ülkeyi yöneten ve yüzde 47 oy almış bir partiye yönelik nasıl yapılır bu, diyorlar. Başsavcıyı hukuksuzlukla suçluyor, görevden alınıp yargılanmasını istiyorlar. Öteden beri parti kapamaya karşı olan liberal aydınlar da, son dönemde AKP'den sovumuş olmalarına rağmen tepki gösteriyorlar. ABD ve Avrupalılar da tepki gösteriyor... Benim canım tepki göstermek istemiyor! Oysa ilke olarak parti kapatılmasına karşıyım. AKP'yi kapatmak isteyenlerin laikliği bahane etseler de, gerçekte bizzat kendilerinin laik olmadıklarını biliyorum. Laiklik konusunda geçmişte çok yazdım. Bu ülkede Milli Eğitim Bakanlığı büyüklüğündeki Diyanet İşleri Teşkilatını, yani Sünni İslamın Örgütünü AKP kurmadı. Binlerce imam hatip okulunu da. İlahiyat fakültelerini, yüksek islam enstitülerini de. Bu okullarda okutulan Sünni İslamdır. Zorunlu din derslerini de okullara AKP koymadı. Bu derslerde okutulan, öğretilen de Sünni İslamdır. Bu ülkede, Sünni Müslüman olmayan, aslında ne denli Müslüman oldukları da tartışılır Aleviler (çünkü bir bölümü bu inancı ayrı bir din sayıyor), yüzbin personelli bu diyanet işleri teşkilatının, bu imam-hatiplerin, İslam enstitülerinin vs. masraflarını öderler. Hıristiyanlar, Yezidiler, Ateistler de... Yine tüm bunlar okullarda, zorunlu din dersleri eliyle zorla müslümanlaştırılmak istenirler. Böyle bir ülke nasıl laik sayılabilir? Cumhuriyetin başından beri gelen geçen hükümetlerin, yönetimde rol alan partilerin bunda payı var. En büyük rol de sivil-asker Kemalistlerin. Bunların tümü de Türk-İslam sentezi politikasına en az, ne idüğü belli MHP kadar hizmet ettiler. Şimdi de AKP bu sistemi, yani bu mirası savunuyor. Neden savunmasın, sistem tam da onun gönlüne göre... Bunun içindir ki, örneğin zorunlu din dersini bile, AİHM'nin ve Danıştay'ın kararına rağmen kaldırmaya yanaşmıyor. Sonuç olarak ne AKP'ye diş bileyen ve onu kapamaya çalışan Kemalistler laik, ne AKP; al birini vur ötekine! Bazıları, Başsavcı'nın istemini hukukun siyasete müdahalesi, yargının siyasallaşması diye niteliyorlar. Yüksek yargı organlarının kimi kararlarına bakıp bu ülkede hukuk kalmadığını söyleyenler de var. Ben de aynı kanıdayım. Bu görüşümü de yıllardır dile getiriyorum. Bu ülkede hukuk yok. Daha birkaç ay önce “Hukuksuz Yargı, Bilimsiz Üniversite“ başlıklı yazı yazdım. Bu ülkenin adına “Yüksek“ denen yargı organları, hukuku katletmekte herkesten önde geliyorlar. Onlar çoktandır ki iktidar kavgasının bir parçası, statükonun bekçisi, militarizmin yandaşı. Onlar da aynen anlı sanlı bir sürü prof. gibi generallerin önünde sıraya dizilip brifing almışlar... Peki ama, şu ikide bir mazlum rolüne soyunan AKP neyin nesi? Bay Erdoğan ve ekibi ne zaman hukuk tanıdılar, ne zaman demokrat oldular? Bu ülkede yıllardır siyasi partiler kapatılır. Faşist oldukları, şiddete başvurdukları için değil. Ya sosyalist, ya da Kürt sorunundan söz ettikleri için. Erdoğan ve ekibi ne zaman buna itiraz etti? Siyasi Partiler Yasası'nda, siyasi partilerin toplantılarında Türkçeden başka dil kullanılamaz deniyor. Aynı yasada, bir siyasi parti bu ülkede Türk dili ve kültüründen başka bir dil ve kültürün varlığını ileri süremez diye hüküm var. AKP ne zaman siyasi partiler yasasını demokratikleştirmek için adım attı? Daha kısa süre önce DTP aleyhine de kapama davası açıldı. Aynı günlerde Erdoğan, “PKK'ya terörist demedikçe DTP yöneticileriyle görüşmem“ diye efelendi. Türk ceza hukukunda bile “kimse görüş ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz,“ diye hüküm varken... Bu, sistemin kapamaya çalıştığı DTP'ye, bir tekme de kendisinin vurması değil miydi? AKP Şemdinli Savcısı'na karşı tutumuyla, hukuku boğanlarla aynı safta yer almadı mı? AKP sivil anayasa girişimini neden bir yana attı? Hadi o zor diyelim, bir 301. maddeyi kaldırmayı da mı beceremezdi? Erdoğan ve ekibi 22 Temmuz seçimlerinden sonra ise, militarist kesimle arayı dizmek için sistemle tam bir uyum içinde. Kürt sorununda en basit talepleri bile “bekâra karı boşama“ olarak nitelendiriyor. Ne demokrasi umurunda, ne özgürlükler, ne hukuk... Erdoğan, son kapama davasını bile, “oylarımız yüzde elliyi geçer“ diye değerlendiriyor, yani sistemi demokratikleştirmek için çaba harcamazken, baskıları bir kez daha sömürmeye çalışıyor. Oyun yüzde seksen olsa ne Olacak, Sayın Erdoğan, iktidar olamadıktan sonra? Bu haksız, baskıcı, zalim sisteme payanda olduktan sonra? Senden öncekilerin tıpkısı olduktan sonra?.. Hem, bu pervasızca ikiyüzlü politikaları gördükten, senin sistemle bir güzel uzlaştığına tanık olduktan, senin de ötekilerden farkın olmadığını fark ettikten sonra, bu halk neden her keresinde sana oy versin? Kitleler ne bekler senden?.. Sen özgürlük ve demokrasi isteyenlerin yanında değilsin ki onlar da her dar günde senin yanında olsunlar. Onun için, benim de bu kapama davasına karşı canım yazı yazmak istemiyor... Ha siz ha onlar; yaptığınız bir iktidar tepişmesi, ne haliniz varsa görün! Umarım bu köhne gemiyi elbirliğiyle batırırsınız. Biz Kürtlerin ve solcuların gücü ne devrimle, ne devrimsiz ülkenin kaderine el koymaya ne yazık ki yetmiyor. Yıllardır darbelerle, kahramanlık türküleriyle, cennet cehennem vaatleriyle sersem tavuğa çevirdiniz bizim canibi; emekçileri ve ezilenleri. Umut sizdedir! Belki siz, AKP'si CHP'si, generali, yargıcı, profu, politikacısı ile, bu yanlış yolda devam edip bu faşizan sistemi sonunda ister istemez sert bir kayaya çarpıp çökertirsiniz de gerçekten özgür, barışçı bir düzeni kuracaklara sıra gelir... Bu çağdışı, ilkel, hukuksuz ve zulümlü yolda devam edin.. Size Saddam Hüseyin ve İran'ın mollaları kadar başarılar dilerim!

Şîroveyeke nû binivisêne

Plain text

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.