Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, AKnews’in, son dönemlerde tartışılan “Demokratik Özerklik” projesi hakkındaki sorularını yanıtladı.
Demokratik Özerklik istemenizin nedeni ne?
Türkiye, katı merkeziyetçi bir yapıya sahip. Üniter devlet, tek millet, tek devlet, tek dil mantığını esas alan bir ideolojik yapılanmaya dayanıyor. Bu yönetim anlayışında, halk özne değil, nesnedir. Halk gerek siyasal yaşama, gerek toplumsal, demokratik ve ekonomik yaşama müdahil olarak birer nesne olarak görülüyor, özne olarak görünmüyor. Her şeyi belirleyen bir Ankara ve Ankara merkezli bir üniter yapı söz konusu. Aynı zamanda bu yapı “halkın devlet için olduğunu” savunuyor.
Yani devlet kutsaldır, halk da onun bu kutsallığını kabul etmek zorundadır. Böyle bir yapılanmada, hiçbir sorunun çözülmesi mümkün değil. Bu durum devletin kendini bir sorun alanı haline getirmesine neden oluyor. Kayırmalardan tutun, taraf tutmalara, siyasallaşmalara kadar, her şeyi beraberinde getiriyor. Dolayısıyla Ankara her şeyi belirleyen oluyor. İşte biz bu yapıya karşı, en iyi demokrasinin Demokratik Özerklik ile sağlanabileceğine inanıyoruz.
Türkiye’de herkes Demokratik Özerkliği yorumluyor ama yorumların çoğu da birbirini tutmuyor. Nedir bu Demokratik Özerklik?
Türkiye toplumu, çok değişik kültürlere, çok değişik inançlara ve dinlere sahip bir toplumdur. Bu devlet siteminde atanmışlar seçilmişlerin üstünde yer alıyor. Oysa demokrasinin gelişmiş olduğu toplumda, seçilmişler atanmışlardan daha etkin, daha üstün. Halen yerel yönetimler istenen düzeyde değil, bir özerkliğe sahip değil. Düşünün ki bir kentte belediye başkanı Vali’den sonra beşinci altıncı sırada gelebilmektedir. Dolayısıyla atanmış biri her şeyi belirleyen noktada olabiliyor. Halbuki demokratik ülkelerde tam tersi bir durumda. Seçilmiş insanlar en üst iradedir, çünkü halk tarafından seçilmişlerdir.
Devletin halk için olması gerekiyor. Ne kadar az devlet, o kadar az sorun. Katı merkeziyetçi yapı yerine, yerinden yönetim anlayışına sahip bir devlet olmalıdır. Merkezin yetkilerini yerellere devrettiği bir yapıya ihtiyaç var. Türkiye’nin idari ve coğrafi yapılanması 25 ayrı bölgeden oluşabilir, oluşmalıdır. Şu an 81 il olarak düşündüğümüzde, her bölgeye 3-4 il düşüyor. Her bölgede, o bölgenin temsilini sağlayacak bir bölge meclisi olmalıdır.
Kürt coğrafyasında ‘Kürdistan Parlamentosu’ mu olacak?
Bu yapı, bir coğrafi düzenlemedir. Yani etnik, inançsal bir ayarımı esas alan değil, ama etnik kimlikleri, inançsal kimlikleri de ret eden, yok sayan bir yaklaşım da değil; onları kabul eden, savunan, güçlendiren bir durum. Örneğin Demokratik Özerk Kürdistan bölgesi dedik. Veya Demokratik Özerk Ege bölgesi, Demokratik Özerk Marmara bölgesi…
Kürt coğrafyasında Kürdistan Parlamentosu olacak diyorsunuz, değil mi?
Bir bölge meclisi diyelim. Bu bir yasama meclisi değil aslında. O yerel bölge ile ilgili kararları alabilecek, ama halk iradesiyle seçilmiş bir meclis. Klasik Türkiye yapılanması şöyledir: Devletin şekillendirdiği toplum var, bir de geleneksel anlamda şekillenen toplum var. Biz bu ikisinin dışında demokratik bir toplum yaratmak zorundayız. Yani devlet ile geleneksel toplum arasında sıkışmış değil, kendi kendini yöneten, öz yönetimini geliştiren bir toplum yaratacağız.
Bölge meclisleri yasa çıkaramayacaksa, işlevi ne olacak?
Yerel ile ilgili kararları alan, hayata geçiren, uygulayan, denetleyen bir mekanizma olacak. Örneğin eğitim sistemi yerellere devredilmelidir. Dünyanın birçok ülkesinde böyledir. Avrupa yerel yönetimler özerklik şartı bunu gösterir. İsveç’te eğitim, sağlık gibi konular tamamen yerellere devredilmiş durumda. Türkiye’de de böyle olmalıdır. Halk kendisiyle ilgili sorunlara ilişkin kararı, kendisi alır, sorunlarını kendi tespit eder. Nereye ne kadar bütçe verileceğini kendisi seçer. Bunu da bölge meclisi aracılığıyla yapar.
Özerklik sisteminde anadilde eğitimin durumu ne olacak?
Resmi dil esastır. Resmi dili kabul edeceğiz. Ama yerelde kullanılan diller de kullanılacak. Kürtçe, Ermenice, Süryanice de eğitim dili olacak. Anadilde eğitim olmalıdır, olacak. Ama Türkçe resmi dil olacak. Bizim ortak vatan, resmi dil, marş ve bayrak sorunumuz yok. Ama yerelde kullanılan diller de olacak.
Katalan, Bask bölgelerindeki özerklikte, o bölgenin parlamentosu, bayrağı, bölgedeki dil esas alınıyor. Ama bunların yanında İspanyolca da öğretiliyor. Türkiye’de de böyle mi olacak?
Yerelde hizmet sunacaksanız, personelinizin her şeyden önce o bölgenin dilini bilmesi gerekiyor. Ben İspanya’nın Galicya bölgesine gittim. Bütün levhalar, her şey üç dilden oluşuyor. Bizim bölgemizde ise “Kürtçe, Türkçe, İngilizce”, “Ermence, Türkçe, İngilizce”, “Süryanice, Türkçe, İngilizce”, “Keldanice, Türkçe, İngilizce”, “Arapça, Türkçe, İngilizce” şeklinde olabilir. Çok dillilik dediğimiz şey bu. Ama resmi dili olacak. Eğitim sistemine ilişkin ise çok dilli bir eğitim programı olmalıdır.
Çok dilli eğitimi biraz açar mısınız, nasıl olacak?
Okulların müfredat programları belli. Ama bunlar çok dilli olacak. Bu benim bireysel önerimdir, bu öneri tartışılmalıdır. Önerim bütün Türkiye için geçerlidir. Çok dilli eğitim müfredatı olursa, sorunlar çözülür. Örneğin ben İstanbul’da yaşayan bir Kürt’üm. Bulunduğum mahallede, 10 tane öğrenci bulup, kendi dilimde eğitim alacak bir müfredat olmalıdır. Ama aynı şekilde Ermeni çocukları için de olmalıdır. Devlet, bu eğitimi verebilecek personeli istihdam etmelidir. Eğer anadilde eğitimi esas alacaksak, örneğin Diyarbakır’da Kürt çocuğu, Ermeni çocuğu ve Türk çocuğu var. Diyarbakır’da yaşayan bir Türk’e illa Kürtçe öğreneceksin diyemeyiz, onun da kendi dilinde eğitim görmesi gerekiyor. Türkçe eğitim isteyenler için ayrı sınıflar oluşturulur ve anadilde eğitimleri verilir.
Devlet birden çok seçenek sunabilmeli diyorsunuz…
Evet. Devlet hangi dilde eğitim göreceğiyle ilgili halka seçenekler sunmalıdır. Ben Kürt’üm, okula çocuğumu kaydediyorum. Gittim okula, okulların çok seçeneği var. Çocuğumun eğitimini tümüyle Türkçe istiyorsam, Türkçeyi seçeceğim, tümüyle Kürtçe istiyorsam, Kürtçeyi seçeceğim. Belki de bazı derslerin Kürtçe bazı derslerin Türkçe olacağı programlar olmalı. Böyle eğitim programlar olmalı ki, İstanbul’daki bir Kürt de Diyarbakır’daki bir Türk de kendi diliyle eğitim görme hakkına sahip olacak. Türkiye’nin birlik projesi işte budur.
Özerklik sisteminde kaymakam ve valiler atama yöntemiyle mi seçimle mi iş başına gelecek?
Eğer vali atanmış olarak kalacaksa da seçilmişlerden üstün ve daha yetkili olmamalıdır. Çünkü seçilmişler esastır. Ama önümüzdeki süreçte bunlar seçimle iş başına gelebilmelidir. Halk kendi yöneticilerini kendisi seçmelidir. Bu genel bir ilkedir.
Resmi yazışmalar nasıl olacak?
Resmi dil esas olacak, ama bölgedeki insanların kendi aralarındaki yazışmaları, o kurumlar arasındaki yazışmalar yerel dillerle de yapılmalıdır. Mesela siz belediyeye Kürtçe dilekçeyle başvurdunuz, biz belediye olarak size Kürtçe cevap verebilmeliyiz. Çok dilli belediyecilik anlayışı da bunu gerektirir. Mevcut imar planları aynı zamanda yerel dillerde de yapılmalıdır. İmarda bahsedilen belirli yer ve mevkilerin Türkçe dışında, Kürtçe isimleri de yer almalıdır. Sağlık personelinden tutalım belediye hizmetinde bulunan personellere kadar, bu bölgede çalışacak memurlara kadar, herkes Türkçenin yanı sıra bu bölgedeki yerel dillerden bir tanesini bilmek zorunda olacak.
Levhalar da birkaç dilde mi yazılacak?
Ben daha ileri gidiyorum; köy, sokak vb. gibi yerlerin isimleri üç dilde olmalıdır. Örneğin İngilizce, Türkçe, Kürtçe olmalıdır. Ya da Ermenice ve Süryanice buna eklenmelidir. Hangi halk çoğunluktaysa o dil kullanılmalıdır. Dört dilde de olabilmelidir. Yani burada sadece Kürtler egemendir, o zaman sadece Kürtler’in dili kullanılsın, demiyoruz. Bugün bu ülkede yaşayan bütün halklar, eşit, özgür yurttaş olmalıdır. Bir Türk hangi haklara sahipse, bir Kürt’ün, Ermeni ve Süryani’nin de bu haklara sahip olmalıdır.
Yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin paylaşımı nasıl olacak?
Yerel kalkınmayı gerçekleştirmek için yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarından, bölgeye bütçe ayrılmalıdır. Devletin merkezi bütçe hazırlanırken, bölgeler arası gelişmişlik farkı gözetilerek, birbirine destek olmalıdır. Mesela İsveç’te bu sisteme “Robin Hood” sistemi diyorlar. Belirli bir bölgenin bütçesi fazlaysa bütçesi az olan bölgeye aktarım yapılıyor, destek veriliyor. Böyle pozitif bir destek sunulmalıdır. Böylece bütün toplum aynı anda, eşit şekilde kalkınmış olur. İkincisi yerelde toplanan vergiler, ya da yer altı yer üstü zenginliklerin belirli paylarının yerelde kalması sağlanmalıdır.
Kurulacak bölge meclislerinin aldığı karara karşı merkezden direnç olursa, bu karlar nasıl pratikleşecek?
O zaman bir demokratikleşmeden bahsedemeyiz. Biz yasallığın değil meşruiyetin önemli olduğuna inanıyoruz. Kendimizi demokratikleştirerek devletin demokratikleştirilebileceğine inanıyoruz. Kedinde değişim, dönüşümü sağlamayan, toplumu değiştirmeyen bir mantığın, sistemi değiştireceğine inanmıyoruz. Dolayısıyla inşa süreci dediğimiz şey bu; önce biz yapacağız, sonra yaptıracağız. Aileyi demokratikleştirmeden, aile içerisinde ilişkileri değiştirmeden, toplumu nasıl demokratikleştireceğiz? O zaman sözde demokrasi olur. Bu nedenle temel mantığımız şu, ne kadar az iktidar, o kadar az sorun, ne kadar az devlet, o kadar az sorun.
Baydemir’in Munzur Kültür Festivali’nde özerkliğe ilişkin bayrak ve parlamento talebinde bulundu. Bahsettiğiniz şeyler aynı mı?
evet, aynı şeyler. Mesela şu belediyenin ön kapısına dört dilde “Türkiye Cumhuriyeti Sur Belediyesi” yazsak, ne olacak? Bölgeyi ifade eden bir flama, bir sembol olmalıdır. Bu Kürt bölgesinde böyle olur, başka bir bölgede başka bir şey olur. Örneğin İsviçre’de böyledir. Katalan’larda, Bask’larda böyledir. Ama bu yaklaşımımız katı bir özerklik değil, demokratik özerkliktir.
PORTRE / ABDULLAH DEMİRBAŞ
1966 yılında Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Sisi (Yol Çatı) köyünde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Diyarbakır’da gördü. 1987 yılında Fırat Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olan Demirbaş, 1987’den 2004 yılına kadar felsefe öğretmenliği yaptı. Eğitim Sen’de yöneticilik yaptığı dönemlerde sürgün edilen ve öğretmenlikten atılan Demirbaş, 2004 yılında yapılan yerel seçimlerde Diyarbakır Sur Belediye Başkanlığı’na seçildi. 2007 yılında çok dilli belediye hizmetleri projesinden dolayı İçişleri Bakanlığı tarafından görevinden alınan Demirbaş, 2009 yılında KCK operasyonları kapsamında tutuklandı. Hastalığı nedeniyle cezaevinden tahliye edilen Demirbaş, belediye başkanlığı görevini sürdürüyor.
Maşallah Dekak / AKnews
http://www.xebatkar.com/news_detail.php?id=4625
AKNews: Abdullah Demirbaş`la, Repörtaj: “Bizim ortak vatan..."