Yahudi aleyhtarlığı çok pahalıya mal olur...
İsrail Gazze'de ateş kesti, ancak Türkiye'de kabaran Yahudi aleyhtarlığı durulmuyor. Üstelik, AKP iktidarı, İsrail'e tepki göstermek için yola çıktı, ancak isteyerek veya istemeyerek Yahudi aleyhtarlığını sanki sürdürmek istiyormuş gibi bir tutum içinde. Başbakan bu konuya hiç özen göstermiyor. Önlem alınmazsa, bu işin faturası çok ağır olur.
Bu köşe'de daha önce değindim, ancak konu öylesine önemli ki, tekrar dikkatleri çekmek istiyorum.
Türkiye'de aşırı dinci çevreler, ellerine geçirdikleri bir fırsatı kullanmayı sürdürüyor ve Yahudi aleyhtarlığını yaygınlaştırıyorlar.
İsrail'in Gazze'deki insanlık dışı eylemini kullanıp, olayı istismar ediyorlar ve Yahudi avına çıkma noktasına kadar gelmiş durumdalar. İsrail'e tepki, askeri harekatla hiç ilgisi olmayan Türk Yahudilerinin ölüm tehditleri almalarına, lokantalara kabul edilmemelerine kadar giden son derece tehlikeli bir noktadadır.
Gidişin vahametini arttıran, AKP iktidarı ve özellikle Başbakan'ın tutumudur.
Erdoğan'ın İsrail konusundaki duygusal yaklaşımı anlaşılabilir. Tepkileri de, belirli bir sınıra kadar kabul edilebilir.
Ancak, sözleri öylesine sert ve temposu öylesine yüksek ki, bu yaklaşımı radikal dinci gurupları hem tahrik ediyor, hem de onların harekete geçmelerine zemin hazırlıyor. Hatta fırsat veriyor. Hele çıkıp “Arkadaşlar, Yahudilikle İsrail'in askeri harekatını birbirine karıştırmayın. Türk Yahudilerini hedef haline getirmeye hakkınız yok. Bu girişimler sert şekilde cezalandırılacaktır“ denmediği için, bu tip eylemlere göz yumulduğu, hatta göz kırpıldığı gibi bir izlenim doğuyor.
Bunlar yetmiyormuş gibi, Filistin'li kardeşlerimize yardım kampanyası bile, İsrail-Yahudi aleyhtarlığı sloganlarıyla sürdürülüyor.
Başbakan'ın bilmediği veya bilmesine rağmen bilmezden geldiği bir gerçek var.
Bu tip sert tepkili konuşmalara İsrail alışkındır. İşte dışişleri bakanı Livni dahi, Erdoğan'ın yaklaşımını anlayışla karşıladıklarını, kamuoyundaki kabarmanın gazını almak için liderlerin böyle konuşmalarının normal olduğunu söyledi.
Ancak, bu anlayışın da bir sınırı vardır.
Erdoğan, İsrail ile ilişkilerin kesilmesini isteyen muhalefete “Biz devlet yönetiyoruz“ diye yanıt verdi. Yani, sözlü tepki ile ilişki kesmenin farklı şeyler olduğunu söyledi.
“Biz devlet adamıyız“ diyerek, muhalefetin tuzağına düşmeyeceğini gösterdi.
Ancak, tekrar ediyorum, herşeyin bir sınırı vardır. Türkiye Başbakanı İsrail ile ilişkileri kesme noktasına gelmeyerek doğrusunu yapıyor, buna karşılık o kadar sert ve o kadar sık İsrail'i yerden yere vuruyor ki, ilişkileri kesmeden kendi kendine kesme noktasına getiriyor.
Kamuoyundaki tepkilerin artması, bir de Yahudi avının körüklenmesi, kontrolden çıkıverir ve Başbakan bir gün, kamuoyunun baskısı karşısında, istemese dahi ilişkiyi kesmek zorunda kalır. İlişki kesilmese dahi, kesilmişlikten beter olur.
WASHİNGTON'DA KULAKLAR DİKİLMEYE BAŞLADI
İsrail'in bu bölgede ne olduğunu, ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz. İsrail ile ilişki kesmeyi bırakın, kötü bir ilişki düzeyine girmek dahi, ABD ile ilişkilerinizi bozma anlamına gelir. Hele bu AKP gibi, sabıkalı iktidar tarafından gerçekleştirilirse, aynı gün “Erdoğan'ın Türkiye'yi batıdan koparıp, Orta Doğu karanlıklarına sürüklemek ve bu ülkeyi İranlaştırmak istediği“ kampanyası dünyanın dört bir yanında çınlar... Kısaca, böyle bir durum, AKP'nin laik-demokratik-batılı kesimle tüm köprüleri atması anlamına gelir.
Daha şimdiden, Washington'daki bazı kulakların dikilmeye başladığını, Türkiye'deki bu gelişmelerin dikkatle izlenmeye başlandığını söyleyebilirim.
Ben, Erdoğan'ın bu kadar acemi davranacağına inanmak istemiyorum. İntiharını imzalayacak kadar basiretsiz bir insan değil. Bu köşe'de yapmaya çalıştığım, dikkatleri çekip, Başbakan'ın çok ince bir buz üstünde yürümekte olduğunu göstermektir.
Türkiye'nin çıkarı, İsrail'in yaşama hakkını savunmak, İsrail devleti yapsa dahi, Yahudilikle İsrail'in politikalarını birbirine karıştırmamak, Filistin'e karşı hunharca yaklaşımlarına kesin biçimde karşı çıkmaktır.
İsrail devletinin ne kadar yaşama hakkı varsa, Filistinlilerin de o kadar yaşama hakkı vardır.
Türkiye de, bu iki temel politikayı sürdürmek zorundadır. Ülkemizin bölgedeki ağırlığı işte bu nedenlerle artmaktadır. İkisinden birine ağırlık verilmesi, tüm dengeleri bozar.
Üstelik, faturası da ağır olur. Böyle bir gelişme hiçbir şeye benzemez.
Siyasi yönden AKP dinci damgasını yiyeceği gibi, zaten kriz dalgası içindeyken, Türk ekonomisinin çok muhtaç olduğu dış kaynak desteği bir anda buharlaşıp gider. Faturayı sadece AKP değil, bütün ülke öder.
Bende, bu gerçekleri Başbakan'ın da bildiği varsayımından hareket edip “Aman dikkat, üstünde yürüdüğünüz buz giderek inceliyor. Bazı yerlerde çatlamalar dahi görülüyor“ diye uyarıda bulunmak istiyorum.
* * *
YURTTAGÜL'ÜN SEÇİLMESİ BRÜKSEL İÇİN ÖNEMLİ
Bu yıl Haziran ayında Avrupa Parlamentosu seçimleri yapılacak. Alman Yeşiller Partisi'nin aday adayları arasında yakından tanıdığım Ali Yurttagül de var. Halen Yeşiller Grubu'nun siyasi danışmanlığını yürüten Yurttagül, 1985'den beri Avrupa Parlamentosu'nda çalışıyor. O tarihten bu yana Parlamento'ya seçimle gelen siyasiler dışında Türkiye kökenli başka hiç kimse giremedi. Ne Türkiye'den ne de Avrupa da yetişen Türkiye kökenli gençlerden. Yurttagül'ün bu başarısının ardında aldığı eğitim ve sahip olduğu birikimin büyük payı var.
Yeşiller son yıllarda Türkiye konusunda Avrupa Parlamentosu'ndaki güçlerini aşan bir etkinlik gösterdiler. Bu etkinlikte Yurttagül'ün önemli katkısı oldu. Özellikle Türkiye'de Özal'ın kazandığı 1987 seçimlerinden sonra, TBMM ile ilişkilerin canlandırılması yani Karma Parlamento Komisyonu'nun buzdolabından çıkarılması için sunulan karar tasarısının altında Yeşillerin imzası ve Yurttagül'ün önemli çabaları var. Yeşiller o tarihten bu yana zaman zaman katı eleştiriler yapsalar da, Türkiye'nin üyeliğine en tutarlı desteği veren grup.
Yurttagül'ün seçilmesi sadece Türkiye için değil, Brüksel için de önemli. 2009 yılında Komisyon üyeleri değişecek. Büyük bir ihtimalle Olli Rehn genişlemeden sorumlu Komiser olmayacak. Avrupa Parlamentosu'nda da durum pek farklı değil. Türkiye'yi yakından tanıyan Cem Özdemir, Joost Lagendijk, Vural Öger, Swoboda gibi isimler bu seçimlerde aday değiller. Yurttagül seçilmezse, Parlamento'da son yirmi yıldır Türkiye politikasını izleyen kimse kalmayacak. Umarım, Almanya'da Yeşiller bu durumun farkındadır ve Yurttagül'ün seçilmesi için gereken desteği verirler.
25.01.09
Re: Yahudi Aleyhtarligi cok pahaliya mal olur...