Süreç Meselesi
Süreç Meselesi
Gündemde süreç lafıdır gidiyor. PKK çevresi “çözüm süreci” veya “barış süreci” derken, devlet cenahında ise “milli birlik ve beraberlik süreci” ya da” milli birlik ve kardeşlik projesi” ..Beraber yürütülen süreçte iki farklı adlandırma ve algılama ilk etapta göze çarpıyor. Görünürde süreçte iki taraf var. Bir tarafta TC onu temsilen R.T.Erdoğan, süreci planlayan ve yürüten MİT ve başkanı Hakan Fidan. Karşı tarafta ise devletin biz “asmayacağız” , “kullanacağız” dediği 15 yıldır İmralı’da tek başına tutsak olan yakalandığında “hizmetinizdeyim” diyen “başmüzakereci” Abdullah Öcalan , yanında (pardon emrinde olacak) PKK ve yan kuruluşları. Yani TC devleti ile onun emrinde bir tutsak. İki taraf gibi görünüyor ama gerçek görüntüden ibaret değil. Tek taraflı “kapalı kapılar ardında” yürüyen bir süreç...
Görünürdeki iki taraf da süreç üzerine titriyor. Aman sürece “helal” gelmesin! “Biz süreci kesintiye uğratmayız”. Ondan sonra “Barış ve çözüm sürecini destekleme iradesi “ ya da ” kararı” PKK veya ona bağlı yan kuruluşlarda dile getiriliyor. Her ne demekse “süreci destekleme iradesi.” Süreç çok yönlüdür. İki tarafı keskin bir kılıç. Birbiriyle bağlanıtısı olan değişik olay ve hareketler dizisini ihtiva eden süreç, devrimi de karşı devrimi de kendi içinde barındırır. Olumlu ya da olumsuz sonuçlanabilir. İyi sonuçlanmasını istediğin neyse onu destekle. yoksa “süreci desteklemek” demek saçmalıktır.
Sürece yönelik kaygılarını, eleştirilerini dile getirenler ise kan dökülmesini isteyen, toplumsal huzuru, sukuneti bozan, barış istemeyen, terörist , milliyetçi, ayrılıkçı ve hatta bölücü, çözümü istemeyen olarak lanse ediliyor. Orta yerdeki bazı olaylar da sürece yönelik provakatif eylemler olarak değerlendiriliyor. Bu toz bulutu ve dumanlı havada ne yapılmak isteniyor? Her kafadan bir ses, herkes kendine göre bir süreç tanımlaması yapıyor. Peki ne oluyor? Bu sürecin sonunda Kürd ve Kürdistan sorununa bir çözüm gelecek mi? Ya da devletin deyimiyle “bölücü terör” tasfiye edilip “Türkiye” “sükunete” mi kavuşacak? Bu yazıda kısaca süreci irdeleyip olası sonuçlarına değineceğiz.
Tayip Erdoğan’ın 28 Aralık 2012’de sürecin başlangıcı için devletten (MİT) bir heyetin Öcalan’la görüşmeye başladığını duyurmasıyla süreç start aldı diyebiliriz. 2013 Newroz’unda toplanan büyük bir kitleye Öcalan’ın bildirisinin okunmasıyla süreç ilan edildi. Tamamıyla kontrol altında tutulan sınırlı görüştürülen bir mahkuma böyle bir hak ve prestij (itibar) sağlanması hayra alamet olmasa gerek!
Her ne kadar 2013 Newroz töreniyle süreç ilan edildiyse de sürece ilişkin görüşmeler ve hazırlıklar daha önce yapılmış İmralı’da Öcalan’la devlet arasında mutabakata varılmıştı. Sonra hükümet çevresinin böyle bir antlaşma yok deyince BDP lilerde olmadığı doğrultusunda beyanlarda bulundular. Ama yer yer imalarda vardı. İmralıya gidecek heyette kimlerin yer alacağı ve ne zaman görüşüleceğine devlet karar verdi. Bu şahıslar İmralıyla Kandil arasında ” posta güvercini” rolünü de oynadılar. Dolayısıyla devlet karşı tarafta kimlerle görüşüp görüşmeyeceğine kendisi karar verdi.
En başından ele alırsak sürece yönelik yöntemde büyük yanlışlıklar var. ” Başmüzakereci” diye adlandırılan Abdullah Öcalan, devletin elinde bir tutsak. Üstelik yakalandığında ve sonrasında hiç iyi bir sınav vermemiş biri. Çözülmenin de ötesinde itirafçı ve devletin hizmetinde olduğunu beyan eden biri. Karşısında ise devletin güvenlik birimi, istihbaratı.. Bu siyasi muhatap olduğu anlamına gelmiyor. Siyasi muhatap demek, tarafsız bir bölgede birbirini muhatap kabul edecek iki heyet ve uluslararasında başka devletlerin gözetiminde ve güvencesinde yürütülmesi gereken bir süreçtir. Uluslararası diplomasinin kuralları neyse bu uygulanır. Yoksa kapalı kapılar ardında yürütülen ne olduğu, ne konuşulduğu kamuoyundan gizlenerek tek taraflı yürüyen bir süreç yöntem olarak yanlıştır.
İkincisi süreçle başlayan karşılıklı iki tarafın birbirini muhatap aldığı çıkış noktasıyla beraber dildeki değişimdir. Yani muhatabını tanımlama. TC’nin dilinde hiç bir değişim olmamıştır. “Terörle hem mücadele hem de müzakere edilecek”. “Bölücü terör örgütü” tanımlaması devam etmektedir. Ve “bölücü terör örgütünü” etkisiz hale getirmek için her türlü yol ve yönteme başvurulacağı, hükümet ve devlet yetkilileri tarafından dile getirilmektedir. Terör örgütüyle görüşmek “istihbari çalışma” yönlendirme, kandırma oyun kurmadır. Amaçlarının bu olduğu açıkça ifade edilmektedir.
Diğer bir trajik nokta da devletin güvenlik birimleri kimi uygun görüyorsa onunla görüşmesidir. Yani kendi görüşeceği şahısları kendisi seçiyor, hatta PKK çevresinde kimin Öcalan’la görüşeceğine, kimin Kandil’le görüşeceğine devlet karar veriyor. Hatta PKK’nin çeşitli çevrelerindeki açıklamalara da devlet müdahale ediyor. Hesabına uymayan kendince yanlış gördüğü açıklamalara da anında müdahale edilerek PKK çevresi “terbiye” ediliyor.
Hemen başından itibaren sürecin nasıl ilerlediğine bir bakalım. Süreç başlamadan önce hükümet adına 9 Temmuz 2012 tarihli Türk gazetelerinde Kürd sorununda “yeni bir strateji” uygulanacağını söylendi. Fakat “ yeni strateji” diye ifade edildiğinde yeni hiç bir şey yoktu. PKK’nin silah bırakacağı, Güney Kürdistan’a çekilip silahtan arındırılacağı, “geçici çatışmasızlık” dönemi, bu süreç boyunca köy köy dolaşılıp heyetlerin silahın çözüm olmadığını anlatılıp halktan destek alınması.. Bu açılım karşısında “Anayasal vatandaşlık” veya ” eşit vatandaşlık” temelli bir çözüm. .Sürecin başladığı dönem, Roboski katliamı ve Paris’te MİT’in düzenlediği üç devrimci Kürd kadının suikastı açık ve net ortadadır. 6-7 Ekim olaylarında polisin 50’ye varan kişiyi sokakta katletmesi, telafuz edilmeyen tek tek kişilerin öldürülmesi, çocuklar dahil işkenceler, tutuklamalar devam ediyor. Kürdistan çapında yapılan kalekollar, barajlar geleceğe yönelik denetim kurma plan ve projeleri durmuyor. Dolayısıyla sürece baktığımızda TC’nin sömürgeci, imha, inkar, asimilasyoncu vs politikası daha da ivme kazanarak yürüyor. Hatta TC kendi sınırlarını aşarak Rojava ve Güney Kürdistanı ortadan kaldırmak Kürdlerin orada bir statü sahibi olmaması için Sunni Arap kesimleriyle birlikte İslami faşist örgütlenmeler yaratarak oradaki en ufak bir kazanımı da ortadan kaldırmak için elinden geleni yapmaktadır. Kısaca tanımladığımızda süreç çok yönlüdür. Yani bir yönü Roboski, Paris katliamı diğer yönü ise İD(İŞİD- İslam Devleti) projesi ve planıyla Güney ve Batı Kürdistan’a saldırıdır. Şengal ve Kobani soykırımlarıdır. Şimdi süreci desteklediğini söyleyenler süreci bütün yönleriyle değerlendirip anlamı üzerinde hiç düşündüler mi? Süreci destekliyoruz demek bütün bunlara arka çıkmaktır.
Yaklaşık iki yıldır devam eden süreçle ilgili PKK ve çevresi söz sahibi imişçesine bir çok açıklamada bulunuyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse bu sözlerin hiç bir değeri ve yaptırım gücü yoktur. Eğer bu açıklamalar devletin yürüttüğü sürece uygunsa her şey yolunda demektir. Hatta ödüllendirilir. Ters düşüyorsa hemen devlet yetkilileri tarafından bu sözler sahibine yedirilmektedir. Kandil’dekilerin ya da KCK , HDP, yurtdışı ve içi kurum ve kuruluşların yetkililerin hiç bir yetkileri yok. Bunlar sadece lafı-güzaf. Örneğin Erdoğan dağdaki gerillaların “ülkeyi terketme”sini istedi ve “nereye gidiyorlarsa gitsinler” dedi. Murat Karayılan’in cevabi “burası bizim ülkemiz gitmesi gereken birileri varsa o da kendileridir” olmuştu. Ancak sonra İmralı’dan gelen haber üzerine sözlerini geri aldı, gerillalar da ülkeyi terketti.
Başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan’a göre Murad Karayılan süreci anlamamıştı. Peki taraf olarak Kandil’dekiler, HDP’liler anlamamışsa süreci kim anlıyor? Demek ki sürecin ne şekilde ve ne yönde ilerleyeceğini ne Kandildekiler ne “yasadışı PKK”, ne de yasal HDP’liler biliyor. Bunların söylediklerinin hiç bir kıymeti harbiyesi yok. Süreç tamamen AKP’liler ve devletin güvenlik birimlerinin kontrolünde ve kapalı kapılar ardında yürütülüyor. Başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan “Onun bunun söylediklerine kulak asmayın. Bizi izleyin. Hükümetin ne yaptığına bakın. Meşru siyaset kurumunun dediklerine itibar edin” diyerek PKK ve yan kuruluşlarının sözlerine itibar edilmemesi gerektiğini söyledi.
Cemil Bayık’ın ABD’nin sürece gözlemci taraf olarak katılması gerektigi açıklamasına karşı, Öcalan’ın içinde bulunduğu üçüncü ülkelerin yer almadığı “milli bir süreç”,” milli sürece” “milli göz” argümanıyla karşı çıkıldı. Üçüncü göz ABD olmayacak “milli akıl insanlar heyeti”nden “milli göz” olacak.
Çözüm süreci derken, Kürd ve Kürdistan sorununun tanımlanması ve çözümü konuşulmuyor. Ortada Öcalan’a itibar sağlama, odasını genişletme, ziyaretçi sayısını arttırma ve düzenleme, demeçlerini ve mektuplarını getirip götürme ve nihayet “Öcalan’a özgürlük”ten başka bir talep yok. 22 Aralık 2014’de Bülent Arınç El Cezire’ye verdiği demeçte Kürdlerin özerklik istemediğini vurguladı.
Ortada Kürd ve Kürdistan sorununu “çözüm süreci” yok “algı yönetimi” var. Kimse bu süreçten bir çözüm beklemesin. Baştan beri Kürd ve Kürdistan sorununa yönelik hiç bir anayasal değişim olmadı. Sözde oyalamacı bir propagandanın ötesine geçmedi. “Başmüzakereci” Öcalan Kürdlerin bağımsızlığı ve özgürlüğü için hiç bir talepte bulunmadı ya da biz duymadık.
TC Öcalan’ı teorisyen, tek ve mutlak “itibarlı” lider konumunda tutarak sadece süreçte muhatap değil, aynı zamanda onun aracılığıyla PKK ve yan kuruluşlarını dizayn etmede “aracı” olarak kullanıyor. Öcalan aracılığıyla PKK ve Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi tenkil(yoketme) tedip (terbiye etme) etmeyi hedeflemektedir.
PKK medyasında hangi dili kullanacağı, hangi sloganları atacağı, hangi talepleri dile getireceği, hangi pankart ve flamaları taşıyacağını kontrol ediyor. PKK’yı ıslah faaliyetleri sadece legal kuruluşlarla sınırlanmıyor, Kandil’e de uzanıyor.
Örneğin PKK’nin Kürdistan bayrağına ve Kürd ulusal değerlerine karşı tutumu ibret vericidir.
Yapılmak istenen KCK’nın TC’ye tehdit olmaktan çıkarılması, dört parçadaki Kürdlerin KCK aracılığıyla TC’ye bağlanması, Güney ve Batı Kürdistan topraklarınn TC’ye entegre edilmesidir. Eğer Türk sömürgecileri düşmansa, İD (İslam Devleti)’nin arkasında TC varsa, Selahaddin Demirtaş ve Salih Müslim neden TC’den silah yardımı talebinde bulundular. ID bir TC projesi değil midir? Sunni Araplar, eski Baasçılar ve TC birlikte organize etmediler mi? Şengale ve Kobaneye saldırının arkasında kimler var? Madem ki TC düşmansa düşmanından nasıl silah talebinde bulunuyorsun? TC doğrudan ya da dolaylı bu işin içinde değil midir?
Murat Karayılan verdiği röportajında “AKP hükümetinin Kobane tutumuyla stratejik Kürt-Türk ittifakına ağır darbe vurduğunu” söyledi. Devamında “Apo’nun geliştirdiği Türk-Kürt ittifakı stratejisini temelden dinamitlemektedir” dedi. Ağzımızın söylediğini kulaklarımız duyuyor mu? Bu “stratejik Kürt-Türk ittifakı” ne zaman oluşturuldu? Türkler “stratejik ittifak” ise Kürdlerin düşmanı kim?
PKK ve çevresi Öcalan’ın dediklerinin dışına çıkmaz ve çıkamaz. Öcalan ise sadece PKK’nin teorisyeni (kuramcısı) değil, aynı zamanda güncel politikasına da yön vermektedir. Devlet Öcalan’la birlikte PKK’yi dizayn etmektedir. Sürece karşı çıkacak ya da potansiyel tehlike görülen kadro ve militanlar imha edilmektedir. Geriye devletin hizmetine girecek kadrolarıyla PKK Kürdistan’da ikinci korucu güç olmaya doğru yol almaktadır.
Öcalan’ı sadece İmralı süreciyle değerlendirdiğimizde iyi bir karneye sahip olmadığı gibi umutvar gözükmüyor. Yakalanır yakalanmaz Kürdistan stratejisini ters çevirdi. Gruplar halinde PKK kadrolarının teslim olmasını istedi. Ateşkesle gerillanın Güney Kürdistan’a çekilmesini isterken 700 gerillanın imhasına sebep oldu. Kürdistani güçler arasında sürekli bir çatışma, olumsuz bir propaganda yürüttü. Batı Kürdistan’da PYD dışındaki Kürdistani güçlerin tasfiyesini dayattı vs. Peki bu çizgiyle nereye kadar?
Kürd ve Kürdistan sorununun çözümü derken neyi anlıyoruz? Sorunun tahlilini ve çözümünün hangi kriterleri içerdiğini, sürecin bunları karşılayıp karşılamadığına bakmamız gerekir. Yoksa çözüm süreci oyalama, zaman kazanma, bir aldatmacanın ötesinde bir şey değildir.
Kürdistan sorunu uluslararası bir sorundur. Sorun bir ülkenin iç sorunu değildir. Dört sömürgeci devlet Kürdlerin haklarını gaspetmiş, ülkesini işgal ederek sömürgeleştirmiştir. Sömürgecilerin kayıtsız şartsız Kürdistan’daki işgale son vermek, bütün güvenlik güçleri ve kurum ve kuruluşlarıyla Kürdistandan tasfiye etmektir. Kürd ve Kürdistan sorununun çözümü demek Kürdlerin siyasi olarak ayrılıp bağımsız devletini kurması demektir.Federasyon bağımsızlığa giden ara yolda bir aşamadır.
Şimdi soralım adını ne koyarsak koyalım süreç böyle bir çözüm içeriyor mu?
Bir milleti millet yapan diğer öğelerin yanısıra gelecekteki ortak tahayyüldür. Bu da bağımsız ulusal bir devlettir. PKK bağımsız ulusal devlet stratejisini terketmiştir. Bunun yerine yeni kavramlar ileri sürmektedir: “Anayasal vatandaşlık” “demokratik özerklik” vs. Kürdler bütün ulusal değerlerinden arındırılarak bağımsız devlet olmalarının önü kesilmektedir.
Haritaların değiştiği bir dönemden geçiyoruz. Kürdistan bölgesel değişimin merkezi durumundadır. Süreçle oyun olmaz. Su akar yolunu bulur.
Bawer Zirek