Referandum ve Yagcilarin "Mea-Culpa"si !
12 Eylül’de yapilacak olan Anayasa degişikligine ilişkin referandum üzerine oldukça yogun tartişmalar yapilmaktadir. Tartişmalari yapanlari (sadece Kurdistan cephesini) degişik kategorilere ayirmak pekala mümkündür. Söz konusu olan, dogru politikalara ulaşmak için, Türk ordusu ile muhaliflerine iliskin duruşun ve yerin belli olamasini tartişmaktir.
Birinci kategoride degerlendirmek istediklerim, daha çok PKK ve onun dümen suyunda kalarak kendilerine degişik alanlarda yer bulan yada bulmaya çalişan kesimler olacaktir. Bütün yaşanan olaylardan sonra hala o cennahta kalmaya devam edenler öyle « saf ve temiz » olarak görülemezler. Kelimenin en hafif biçimiyle ifade etmeye çalişirsak, bu hareketin ortaya attigi « görüşleri » peşinen dogru kabul ederek, PKK ne derse onu savunma cürmünü işliyorlar bunlar. Bagimsiz düşünme yeteneklerini adeta yitirerek « vesâif » konumuna düşmüşlerdir. Diktatörlügün hakim oldugu halklarda ayni durumu gözlemlemek pekala mümkün. Fakat, Kurdistan’da bu durum oldukça kaba biçimlerde kendisini göstermektedir. O bakima ; referandum meselesinde de bunlar, söz konusu hareketin « görüşlerini » çogu zaman komik « argumentlerle » savunmayi kendilerine görev sayiyorlar.
Bunlar, referandumu « uyduruk » görüyorlar ve Türk ordusunun muhaliflerine saldiriyorlar ; AKP’yi, Kurdistan’da savaşi asil yürüten güç ve devletin « tetikçisi » sayiyorlar, onun çöküsünün « Kürt sorunu »nun «devlet tarafindan çözümü anlamina gelecegi» şeklindedir . « AKP, çözümün önünde engeldir » diyorlar. Bu bakima, bunlara göre AKP’den gelecek her şey kötüdür ve red edilmelidir.
Kurd halkinin ve davasinin çikarlarina, neyin dogru neyin yanliş olup olmadigina ve kime hizmet ettigine bakmaksizin traji komik konumlarina devam ediyorlar. Savunduklari görüşler daha çok Türk ordusundan çikan yada ona bagli kesimlerce ortaya konulan görüşlerdir. Sadece küçük bir karşilastirma bile bunun böyle oldugunu gösterir.
O halde, kisa bir açiklamayla bunun neden böyle mümkün olduguna bakalim; birincisi, bu kesimler, kendilerini Türk hakim düşünce sistemine karşi koruyacak konumda ve yetenekte degildirler. PKK’nin yarattigi ortam ve savundugu « siyaset », düşünce ve icraatta söz konusu olanlari tamamiyla korumasiz konuma sokmuştur. Ikincisi, ulusal hareket içinde yer alan ama esasinda devlete çalisan « aydinlarin » yada « politikacilarin » dogrudan yarattiklari etkilerdir. Üçüncüsü, PKK disinda kalan muhalif örgüt, grup yada aydinlari düşman gördüklerinden, düşünce bazinda kendilerini bu kesimlerden gelecek eleştirilere ve görüşlere kapatmiş olmalaridir.
Bu bakima, PKK’nin vesâiflerine dönüşmüş olanlar, referandumda neyin oylandigina, amacin ne olduguna bakmaksizin « hayir » yada « boykot » tavrini olur olmadik şekillerde savunmaktadirlar. Türk ordusunun hukuk üzerindeki kontrolünün kirilmasi, geriletilmesi yada elinden alinmasinin bunlar açisindan hiç bir önemi yoktur. 12 Eylül faşist darbesini yapan generallerin, işledikleri suçlardan dolayi yargilanmalarinin yolunun açilmasi bu kesimler için bir şey ifade etmiyor. Ya da, 25 yillik son savaşta Kurd milletine karşi insanlik suçu işlemiş generallerin de yargilanabileceklerini akillarina getirmezler bile. Türkiye’nin demokratikleşmesinin ve dolayisiyla Avrupa Birligi’ne yakinlaşmasinin, katliamlardan geçirilerek magdur konuma düşürülmüş Kurd halkina, hakkini arayacagi mercilerin oluşturulmasi onlar için hiç bir sekilde önemli degildir.
Yirminci yüz yili heder olan Kurd milletinin önünde daha uzun yillar var ; bununla şunu demek istiyorum, düsman devletin hukugundan Kurdlerde yararlanabilirler. Tipki Irlanda’da, Katalanya’da ve Bask’ta bu gün oldugu gibi, kendi hukuklariyla kendilerini vurma pekala mümkündür. Yeterki bu milli bir suurla yapilsin. Katalanlar ve Basklilar Franko faşist rejiminin yikilişindan sonra, uzun yillar mücadele içinde sabrederek bu gün amaçlarina ulaşiyorlar. Ispanya demokratikleştikçe bu halklar da önemli ölçülerde kendi haklarini süreç içinde aldilar. Referandumla bagimsizliklarini almalari „gün“ meselesi haline geldi.
Ben de Türkiye’nin Ispanya olmadigini pekala biliyorum. Ne var ki; Türkiye de, ordu muhaliflerinin yaptigi gibi bir dizi reformlarla demokratik degişimler yaşayabilir ve generaller rejimini aşabilirler. Bunun oldukça çok zor oldugunu elbette görüyorum, ancak, iç ve dis kosullarin artik generalleri zorladigida bir gerçek.
Bir dizi gelişmeden sonra, AKP anayasada kismi ama son derece önemli degişiklikler yapmak için bu söz konusu referandumu örgütlemiştir. Bir çok arkadas ve bazi vatansever aydinlar hadisenin esasini anlamamiş gibi davraniyorlar. Mesele nedir? Ordu ve muhaliflerinin çatişmasidir söz konusu olan. Ve bu çatişmadan ortaya çikan referandumun Türk ordusuna karşi olan yönün görülmesi gerekiyor. Oysa, referandumun içerigine degil, AKP ile ugraşma ön plana çikariliyor. Her sey oldukça gülünç bir sekilde ters yüz edilerek Türk generallerinin konumu, yapisi ve icraatlari kenara birakiliyor!!! Öteden beridir, Orduya karşitlik yerini muhaliflere ve AKP’ye karşitliga birakmiştir. Ordunun ve generallerin eleştirisi bile artik yapilmiyor!?!
PKK’nin ve iki yönlü şiddetin esiri haline getirilmiş ve 25 senelik savaşta son derece hirpalanmiş olan Kurd halkina referandumu „boykot“ etmesi öneriliyor. „Boykot“ demokratligin asgari ön koşulu olarak ele aliniyor. Iyide, Ordunun yetkilerinin sinirlandirilmasina, irkçi ve imhaci politikalarin mimari olan generallerin hukuki dayanaklarinin elinden alinmasina karşi çikmak nasil oluyorda demokratlik oluyor? 82 anayasasi faşist bir anayasadir. Referandumla, generallerin anayasasinda ileriye yönelik bir gedik açiliyor. Bu ayni zamanda bir reformdur. Buna ragmen PKK’ye yagcilik yapmada yariş içinde olan bazi sefiller referandumla yapilmak istenen degişiklikleri „uyduruk“, hatta daha da ileri giderek AKP’yi devletin tetikçisi olarak görüyorlar. Kurdistan’da bütün barbarligiyla savaş yürüten Türk ordusuna ve generallere eleştiri bile yapmayan bu tipler benim gözümde kuşkulu bir konumda bulunuyorlar. Ordunun iktidari zayifliyor diye bu kadar mesnetsizce, referanduma „evet „ diyenlere saldirmalari sorunu anlamadiklarindan degil daha başka nedenlere dayaniyor diye düşünüyorum.
Burada ikinci kategoride degerlendirecegim kesimlere geçiyorum; bu arkadaslar deyim yerindeyse „toptanci“ bir yaklaşim ve anlayiş içindeler. Ya hep ya hiç. Oysa bu yaklasimin dogru olmadigini hepimiz biliriz. Bu referandumla degişecek olan nedir? Ne bekleniliyor? Kurd milletinin ve ulusal davasinin çikari bunda yok mudur?
Bu referandumla Türkiye’nin yapisal konumu degişmiyor, demokratik bir düzen gelmiyor, yeni bir anayasa oluşturulmuyor. Türkiye’nin sorunlarinin çözümü dogrultusunda bir beklenti söz konusu degil elbette. Bu referandum, Türk ordusu generalleriyle sivil muhaliflerinin çatişmasindan çikmiştir ve bu kavgayi sembolize ediyor. Benim sorunum ise ; bu çatişmada taraf tutulup tutulmayacagi, ordunun dayandigi hukuki ve siyasi temellerin daraltilmasini hedefleyen referandumda muhaliflerin desteklenip desteklenmeyecegine ilişkindir. Bu konjukturel bir durumdur ama yeni kapilarin açilmasina ön ayak olabilir. Buda Ankara’daki merkezde çatismalarin seyrine ve sivillerin daha ileriye gidip gitmeyeceklerine bagli bir durumdur.
Ulusal kurtulus hareketinin, siyasi bazda, merkezi otorite içindeki çatişmalara iliskin tavridir burada söz konusu olan. Ya ilgiliyiz yada bu çatişmalar bizi ilgilendirmiyor. Hangisi dogru olanidir ? Işte ben, ikinci kategorideki kesimlere ve arkadaslara bunu sormak istiyorum. Oysa bunlarin, « Türkiyecilik yapiliyor » diye, yada kisaca « Türk ordusu ve muhaliflerinin çatişmasi Kurdleri ilgilendirmez » diye soruna yaklaşmalarinin politikasizlik oldugunu bilmeleri gerekiyor. Iyi ama, ezen milletin merkezi otoritesi içindeki çatişmalar ne zamandan beri ve tarih boyunca hangi ülkede ve hangi ulusal kurtuluş hareketinin ilgisi alani içinde olmamiştir ?
Referandum tartişmalarinda oldugu gibi, herkesin az-buçuk bildigi genel dogrular siralanarak, Kurd halkinin hakli davasina vurgular tekrarlanarak soruna yaklaşmak oldukça sig bir yaklaşim olmaz mi ? Dolayisiyla, demek ki referandum hadisesinin kozalitesi anlasilmamistir.
Referandumda, « Kurd sorunu » ve Türkiye’nin « temel sorunlari »nin çözümüne ilişkin cevaplar aramak dogru degildir. Referandumun böyle bir amaci ve arayişi yok. Ikinci kategori, sadece 26 maddelik bir degişiklik paketinin oylamaya sunuldugunu göz önüne almiyor ve yanliş yerden soruna yaklaşim içine giriyor ve dolayisiyla « hayir »cilarin yada « boykot »çularin saflarina düşüyorlar. AKP ve ordu muhaliflerinin degişik amaçlari olsa bile, Kurdistan meselesinde gerici konumlarini korusalar bile yinede referandumda « evet » oyu kullanmak gerekiyor. Daha önceleri ifade etmeye çalistigim gibi, AKP ve ordu muhalifleri « Kurd sorunu »nu çözecek konumda ve yapida degiller. O halde neden « evet » oyu kullanilmalidir diye sorulabilir. Tekrarliyorum, çünkü Türk ordusu geriletiliyor ve dayandigi temeller darbe aliyor. Güney Kurdistan’a karşi sürekli yikici bir faaliyet içinde olan generaller, referandumdan sonra ayni rahatlikla hareket edemeyeceklerdir. Bunu önceden gördükleri için güneyli liderler referandumda AKP’nin desteklenmesini savunuyorlar. Referandum bu açidanda yani Güney Kurdistan’a ilişkin yaratacagi yumuşama ortami bakimindanda düşünmek gerekiyor.
Türk ordusu Türk devletinin bir kurumu degildir, kendisidir. Muhalifleri, orduyu diger başka kurumlarin konumuna çekmek istiyorlar. Bütün çatişmalarin asil sebebi budur. Ordu devlet olarak kalmak istiyor, devletin herhangi bir kurumu haline gelmek istemiyor. Iktidari zayiflatildikça darbe yapmiştir. Bu günde ayni sorunla karşi karsiya bulunuyoruz. Ne var ki ; koşullar degişmistir, iç ve diş şartlar darbe yapilmasini zorlaştirmiştir. Bundan dolayi ordu Kurdistan’da savaşin sürdürülmesinden yanadir. Savaş sürdükçe muhaliflerini baski altina almasi dahada kolaylaşiyor. Bunlar çogumuzun bildigi seylerdir. Ama burada bir başka sorun daha var ; o da PKK sorunudur. Türk ordusu, PKK’yi iç çatişmalarda, yani merkez otorite içindeki çatişmalarda kullanmaktadir. Savaşin yeniden başlatilmasi da « ateşkes » manevrasi da Türk ordusu genel kurmayindan çikmiştir. Eger bir art niyet yoksa, bunu görmemek için kör, anlamamak içinde aptal olmak gerekiyor.
Ordu muhalifleri bir biçimiyle, bu yüzden PKK’yi iç çatişmalarda generallerin elinde istedikleri zaman kullanabildikleri bir instrument olmaktan çikarmak istiyorlar. Bu hareketin kullanilmasi, Kurd halki için son derece ciddi problemler yaratmaktadir. Pogrom poitikalarinin devlet tarafindan gittikçe daha çok isitilmasi ve şartlarinin oluşturulmasi bunun göstergesidir. PKK yöneticileri Abdullah Öcalan’in, o da Türk generallerinin esiri haline gelmiştir. Fakat, Kurdistan ulusal kurtulus hareketinin kendi iç devinimi ve dinamikleriyle yeni bir seçenek yaratarak bu duruma müdahale etme konumu ve gücü oldukça zayiflamiştir. Bu bakima, güç odaklari arasindaki çatişmalar şayet PKK’yi kullanilan alet olmaktan çikariyorsa bu Kurd halkininda ulusal davasinin da çikarina olacaktir. Referandumun sonuçlarini ve Kurd halkina yapacagi hizmeti bu açidanda düşünmek yanliş olmayacaktir.
Laf kalabaligi içinde, PKK’nin « karanlik » yanlarini ve ordunun taşaroncusu olma icraatlarini savunma pozisyonunu sürdürerek iade’i-itibar isteme sefilliginde bulunan üçüncü kategoride degerlendirmek istediklerimin üzerinde fazla durmaya degmez. « Ince ayar » yagcilik yaparak, PKK’ye günah çikarmaya çalişanlar kendi zavalli hallerine bakmaksizin « Kurdleri » küçümseme küstahligini kendilerinde bulabiliyorlar. « Aydin » olma adina kendi kisisel egosunu ve küçük çikarlarini düşünmek sadece tiksinti veriyor. Ama ne yapalim, biz kalabalik bir milletiz, böyleleride olacaktir. Ancak, « nadirane » görüşlerinden dolayida gerektiginde hadleri bildirilecektir.
Sözün kisasi şu ki ; herkes yerini açikça göstererek bir duruş ortaya koymaya çalişiyor. Konjuktürel olmaktan ziyade, yapilmasi gereken, kapsamli ve ikna edici analizlerin neticesinde oluşturulacak politikalarin itilimiyle Kurdistan ulusal kurtuluş hareketinin taşinacagi yer, devrimci aydinlarin kaçinilmaz derin sorumluluklarinin pratik planda kanitlandigi yer olacaktir. Işin neresindeyiz ? 07.09.2010
Mehmet Müfit