Ortadogunun ‘Rubik’s Küb’ü ve Kurdistan’in Jeopolitigi bakimindan Iran Krizi !
Ortadogunun ‘Rubik’s Küb’ü ve Kurdistan’in Jeopolitigi Bakimindan Iran Krizi !
Mehmet Müfit
Iran-Irak savasi daha bitmeden, Mollalarin Islam Cumhuriyeti, Şah’tan kalma nükleer silaha sahip olma projesine ve hayallerine yeniden el attilar. Son derece büyük masraflara ve irili-ufakli uluslararasi karsit güçlerin bütün direnmeleri pahasina, bu rejim, silahlarin şahi olan „nükleer silaha“ sahip olma çabasini sürdürmektedir. Her sey ona „viz gelip tiris geçiyor“; ne ekonomik ve teknolojik ambargolar, ne uluslararasi diplomatik baskilar ve ciddi boyutlardaki sabotajlar, ne tecrit ve nede savaşi çagristiran askeri tehditler Iran’i caydirmaya yetmiyor. Mollalar rejimi „ölümüne“ direniyor ve Iran’in tarihi en yüksek projesini gerçeklestirmek çabalarina hiz veriyor.
Fars’lar, tarihten süzülüp gelen ünlü sabirlariyla, yilginliga ve bunaltiya düsmeden projelerine ivme kazandirmislardir. Nevraljik bir bölgenin merkezinde atom silahini üretebilme kapasitesine ve ona sahip olma yetisine kavusmak istiyor Iran. Bu basit bir proje degildir; o bütün bölgesel ve uluslararasi güçler dengelerini alt-üst ederek, yayilmaciligini ve hegemonyaciligini gerçeklestirme icraati olarak dokunulmazliga ulasmak istiyor.
Macar heykeltras ve universite profesörü Erno Rubik 1974’te, merkezi bir aks üzerinde hareket eden üç boyutlu jeometrik bir küb icat etti. Küb’ün her yüzü 9 küçük küb’ten olusuyor. Her hangi bir parçanin hareket ettirilmesi zorunlu ve kaçinilmaz olarak diger parçalarin hareketini ve yer degistirmesini beraberinde getirmektedir.
Iran hadiseside, Ortadoguyu bir „Rubik’s Küb“ haline getirmistir; her hareket edisi zorunlu olarak diger ülkelerinde hareket etmesine ve yer degistirmesine neden olmaktadir, üstelik sonuçta kazanmanin belirsizligine ragmen. Ayni zamanda, tipki bilmeceyi çözmek için ne kadar zamanin kaldigi önceden bilinmeksizin Iran, „taslarin“ yerinden hareket etmesine devam etmektedir. Nükleer silaha sahip olma politikasinda diretme Ortadogudaki siyasi güçlerin kaçinilmaz olarak yerlerinden oynamalarina yol açmaktadir.
1- Küb’ün bir yüzünde Amerika Birlesik Devletleri, Avrupa Birligi ve müttefikleri yer almaktadir. Iran’in nükleer silaha sahip olmasini engellemek amaciyla ABD, 2010 yilinda Rusya ve Cin’i de yanina almayi basararak Birlesmis Milletler’in yaptirimlara girisme kararini çikartti. Ama bu arada, ABD’nin Barak Obama yönetimi bilindigi gibi, nükleer silah üretme projesinden vaz geçmesi halinde Iran’la bütün iliskilerini normallestirme önerisinde bulunmustu. Fakat, Mollalar yönetimi bu öneriyi redetti. Ortadogu üzerinde politik hakimiyeti südürebilmek için Iran nükleer silah istemektedir. Bu durum, Iran’i Ortadogunun esas problemi haline getirmistir. Caydirici yaptirimlar ve ambargolar sonuç versin diye bu günlerde ABD ve AB, Iran petrolüne ambargo koyma politikasini gündemlestirmektedirler. Bir yandanda ABD, körfezde askeri gücünü artirmistir. Fransa ve Ingiltere de onu takip etmektedirler.
Avrupa Birligi, çok daha ileri giderek Iran’a karsi ekonomik planda bir çok önemli alanda boykot karari aldi ve 143 Iran sirketinin mal ve parasal varligini dondurdu. Enerji kaynaklarina yönelik yatirimlara son vermesi, büyük sirketlerin Iran’i terketmesi, yüksek teknolojik ürünlerin satisinin durdurulmasi Irani oldukça zor duruma sokmustur. Iran’dan petrol alimini durdurmak dogrultusunda Avrupa Birligi, Japonya ve Güney Kore’yle bir „Blok“ olusturmaya çalismaktadir. Sadece AB, Japonya ve Güney Kore’ye satilan petrol, Mollalar rejiminin yillik gelirinin % 20’ine yakinini olusturuyor. Petrol ambargosu, Iran ekonomisine ve rejimin gelirine büyük darbe olacaktir.
Küb’ün bu yüzünde bir baska güç daha yer almaktadir; Israil. Iran’in nükleer silaha sahip olmasi ve dokunulmazliga kavusmasi Israil’i bu sefer „ilelebet“ sürecek bir savasin ortasina yeniden itecektir; kuzeyde Lübnan Sii hareketi Hizbullah, güneyde Filistin’in entegrist Hamas örgütü. Bilindigi gibi, Iran bu iki örgütüde Israil’e karsi savasi sürdürme kosuluyla finanse etmektedir. Ayrica, Arap ülkelerindeki degisimlerin yol açtigi Islami partilerin seçimle iktidara gelisleri, Ortadogu’da gelismelerin Israil’in isini zorlastirdigi anlamina geliyor. O bakima, Israil’i çok yönlü tehdit altinda tutan Iran’a geri adim attirilmasi hayati önem tasimaktadir ve askeri seçenek ön plana alinmistir. Büyük ihtimalle Israil, Iran’in nükleer tesislerine karsi hava saldirilari gerçeklestirerek atom bombasi yapimini durdurmaya çalisacaktir.
2- Küb’ün öbür yüzünde ise Iran ve baglasiklari yer almaktadir. Mollalar rejimine karsi yapilan girisimler ve yaptirimlar, iç politikaya etki yaparak Iran’in defensif bir pozisyona düsmesine, 1990’dan beri tipki Türk ordusunun uzun dönemden beri Türkiye’de yaptigi gibi Iran ekonomisinin önemli stratejik dayanaklarini ele geçiren Pasdaran kasti ve Mollalar arasinda çatlakligin ciddi bir seviyeye ulasmasinda basta gelen etken olmustur. Buna ragmen iktidar daha da radikallesmistir. Ne var ki; Mollalar rejimi petrol ambargosunun etkilerini azaltmak için Cin’e ve Türkiye’ye daha çok petrol satmaya çalismaktadir. Cin, ihtiyaci olan petrolün % 22’sini, Türkiye ise % 51’ini Iran’dan almaktadirlar. Fransa’nin Türkiye’yi Iran sorununda ikna etmeye çalismasi bir fayda vermedi. (Buna karsilik olarak, Fransa Ermeni jenosidine iliskin yasayi çikardi).
Iran’in petrol ihracatina uygulanacak muhtemel bir ambargo, yasanan krizin oldukça ciddi boyutlar kazanacagini göstermektedir. Mollalar rejimi, dünya petrolünün % 40’inin geçtigi Hurmuz bogazini petrol sevkiyatina kapatma tehditlerinde bulunmaktadir. Geçen hafta provakatif askeri tatbikatlari bu yüzden sözkonusu bogazda yapmistir. Uluslararasi ambargoya karsin Hurmuz bogazi’nin kapatilmasi tehdidi gündeme gelmistir. Ne var ki; bu öyle siradan bir icraat olmayacaktir ve aninda savasa neden olabilecektir. O taktirde, Israil’inde savasa katilmasi gündeme gelebilir. ABD’yle birlikte, kendi varligini dogrudan tehdit eden nükleer tesisleri vurmak Isral için bulunmaz bir firsat olacaktir. Ancak, Iran’da Israil’e uzun menzilli fuzelerle saldiracak ve Turkiye’nin de dolayli olarak savasa katilmasinin yolunu açacaktir. Cünkü, Israil yada ABD’nin Ortadogu’daki bir takim askeri mevzilerini korumak gayesiyle konuslandirilan „anti-füzeler“ Türkiye’de bulunmaktadir. Bu bakima, Türkiye her nekadar, bir yanda Iran petrolüne duydugu büyük ihtiyaç, öbür yandan ise nükleer silaha sahip ve dokunulmazliga kavusacak olan Iran’a iliskin bir ikilemle karsi karsiya bulunsa bile politik olarak „anti-Iran“ cephesiyle birlikte hareket edecektir. Böylelikle O, olasi bir savastan ekonomik, askeri ve siyasi planda yararlanmaya çalisacaktir.
3- Küb’ün diger bir yüzünde basini Suudi Arabistan’in çektigi Arap cephesi var. Körfez ülkelerinin kolosal düzeyde silahlanmasina ve Suudi Arabistan’in basini çektigi Arap ülkelerinin Iran’a karsi bir cephede yer almasina yol açmistir. Son dönemde ABD, Suudi Arabistan’a 84 adet F-15 bombardiman uçagi vermistir. Iran’in bölgedeki hegemonyasinin kirilmasi için bu ülkeler yogun bir çaba içindeler. Dipten çikip açiklik kazanan ezeli Arap-Fars çatismasi yogunluk kazanmistir. Bütün bir 20. asir boyunca, Arap ve Fars milliyetçiligi,
Iran ve Arap ülkelerinin çikarlari bugünkü yogunlukta karsi karsiya gelmemisti. Bütün bir Ortadogu’da bu iki güç bütün düzeylerde çatisma içindedirler.
Bu çatisma, bu gün en yogun sekilde Suriye’de sürdürülüyor. Suriye’de Baas iktidari „Arap Bahari“ diye tabir edilen halk ayaklanmalari sonucu ortaya çikan degisimlerin etkilerine karsi siddet ve imhaya yönelik „terör stratejisi“ni uyguluyor. Esasinda Suriye’de, basini Suudi Arabistan’in çektigi Arap koalisyonu ile Iran savasmaktadir. Türkiye ise „Arap cephesiyle“ ittifak içindedir. Iran’in yedek güçleri ise Lubnan Hizbullah’i ve PKK’nin kurdugu ve yönettigi paravan "parti"dir.
Nükleer silah üretme tesislerine karsi muhtemel bir dis saldiriyi engellemek ve Suriye üzerindeki dis baskiyi hafifletmek maksadiyla Iran, Hurmuz bogazini petrol sevkiyatini engellemek için kapatma tehdidinde bulunmaktadir. Dünya petrol ve ürünlerinin % 40’i bu son derece stratejik bogazdan geçmektedir. Mollalar rejimi, batinin nasirli ayagina basmak ve yeni bir „Petrol Şok“u yaratmak istiyor. Son derece tehlikeli bir atmosfer olusmaktadir ve savas çanlari simdiden çalmaya baslamistir.
4- Küb’ün bir baska yüzünde Rusya ve Cin bulunmaktadir. Bu iki ülke, Iran’da Bati devletlerinden kalan boslugu doldurmaya çalismaktadirlar. Böylelikle hem ekonomik çikarlarini gelistiriyorlar hem de ABD-Avrupa Birligi’ne karsi jeopolitik konumlarini ve pazarlik ellerini güçlendirmektedirler.
Rusya’nin, tarihsel olarak Iran’la olan jeopolitik iliskileri dönemsel olarak oldukça karmasik, inis-çikisli bir seyir izlemistir. Safaviler döneminde 1592’de baslayan Iran-Rusya iliskileri, bu gün ekonomik, güvenlik ve istihbarat alaninda Kasim 2011 imzalanan „Stratejik Isbirligi Antlasmasi“yla en yüksek seviyeye ulasmistir.
1990’larin ortasinda Rusya, Iran’in nükleer projesinin gelistirilmesini kabul ederek uranyumun % 20 oraninda zenginlestirilmesi için yeni tesisler kurdu. Buna karsilik, Mollalar rejimi, askeri-teknik antlasma yaparak bütün askeri ve sivil hava gücüne iliskin teknolojik ihtiyacini Rusya’dan karsilamaktadir. Iran, 2005 yilinda basini Cin ve Rusya’nin çektigi „Shangahi Isbirligi Örgütü“ne gözlemci statüsünü aldi.
Iran-Cin iliskilerine gelince; sadece son 10 senelik zaman dilimi bakimindan ele alinirsa bile bu iki ülkenin ikili iliskilerinin, önemli bir ivme kazandigi görülecektir. 2010 senesi rakamlarina göre, ticari iliskiler çerçevesinde Iran’in Cin’e yönelik ihracati % 11,2’yi bulmaktadir. Buna mukabil olarak Cin’den yaptigi ithalat % 8,3’tür. Bu rakamlar, genel yüzde içinde önemli bir yer tutmaktadir.
2004 yilinda Cin, Mollalar rejimiyle 25 seneyi kapsayan 100 milyar dolarlik „likid gaz“ alim kontratini imzalamistir. Petrol ihtiyacinin % 22’sinin Iran’dan saglandigida göz önüne alindiginda, burada Cin’in son derece muaazzam ekonomik çikarlarinin sözkonusu oldugu rahatlikla görülebilir. Sadece, petrol ve gaz ihtiyaci bile Cin’in neden Iran’a karsi tavir gelistirmediginin göstergesidir.
Kürdistan’in jeopolitik konumu, iliskileri ve çikarlari bakimindan bütün bu gelismeler ve çatismalar neyi ifade etmektedir? Buna dogru cevap vermek işlenen tarihi hatalari tekrarlamamak için oldukça önemlidir. Herseyden önce, sözünü ettigimiz „Küb’ün“ son yünden, yani Rusya ve Cin’nin Iran’la olan iliskileri kapsamindan hareketle soruna yaklasildiginda, gerek Kürdistan federe devleti ve gerekse ulusal kurtulus hareketi içinde yer alan siyasi güçlerin bu iki ülkeyle olan iliskilerinde son derece ihtiyatli olmak durumundadirlar. Henüz kendileri için fazla bir çikar ifade etmeyen Kürdistan’a destekleri söz konusu olamaz. Iran’i rahatsiz etme pahasina Kürdistan’a „siyasi yatirim“ yapma politikalarini gelistirmezler.
„Küb’ün“ üçüncü yüzünde yer alan Arap blokuyla iyi iliskiler içinde olmak güney Kürdistan’in çikarlari bakimindan Irak’taki iç dengeler babinda oldukça önemli olmasina ragmen, Iran’i karsisina almaktan da kaçinmasi gerekir. Arap-Fars çatismasina dahil olmak Kurdistan’a birsey kazandirmayacaktir. Kürdistan’in geçmis deneyimleri son derece ögreticidir. Fars-Türk çatismalarinda tarafsiz kalmayi beceremeyen atalarimizin hatalari sonucu Kürt milletinin uzun yillar boyunca aci çektigini bilmemiz gerekiyor. Tarih bilincimiz bize, kendi tarihinden ders almayan bir milletin hatalarinin mahkumu olmaya devam edecegini ögretmektedir.
„Küb’ün“ ikinci yüzünde yer alan Iran’la Kurdistan federe devletinin iliskileri vardir ve olmasida gerekiyor. Bu iliskiler oldukça eskidir ve çogu zaman Kürdistan ulusal kurtulus hareketi aleyhine yikici siyasi durumlarin ortaya çikmasina ve yenilgi alinmasina neden olmustur. Ancak, Iran’la genel olarak Kürtlerin iliskilerinin son derece karmasik olmasina ve esit düzeyde olmamasina karsin jeopolitik konum itibariyla iliskiler yeni biçim almasina ragmen kaçinilmazdir. Ne var ki, Kürtler Iran’in yedek gücü konumuna düsemezler.
„Küb’ün“ birinci yüzünde yer alan ABD-Avrupa Birligi ekseni ve ittifakçilarinin temsil ettigi cepheninde yedek gücü haline gelemez Kürtler. Kürdistan’i koruma politikalarina sahip olmayan bu cephe bünyesinde Kürtler kendilerini Ortadogu’nun ne zaman sönecegi belli olmayan ateşine atamazlar. Iran’la Batinin çatismasi ve savasi, Kürdistan’a bir sey vaat etmiyor. Açiktir ki, Iran’in nükleer silaha sahip olmasi Kürdistan’in hiç bir sekilde çikarina degildir. Buna ragmen, çikarilmasi gereken sonuç, ne federe Kürdistan hükümetinin nede hiç bir ulusalci gücün Batinin Iran politikalarina angaje olamayacagidir.
Her halükarda sözkonusu çatismalar ve muhtemel bir savas Kürdistan’i aşmaktadir. Bu bakima, „tarafsizlik“ bugün en dogru siyaset olacaktir. Kürdistan’in kendisini korumasi esastir. Fakat "Rubik's Küb" örneginde oldugu gibi hareketin hangi yöne dogru olacagini önceden tespit etmek zor olacaktir. 16.01.2012
Mehmet Müfit