Kürd Ulusal Hareketinde İki Eğilim
Kürd Ulusal Hareketinde İki Eğilim
Kürdistan halkı işgalci güçlerin, sömürgeci köleleştirmenin dolaysız baskısı altında yaşamaktadır. Her sınıf ve tabaka bu baskıları etinde, kemiğinde, iliklerine kadar hissetmektedir. Yüzyıllardır uygulanan böl, yönet, yoket politikası Kürd ulusunun varlığını ortadan kaldıracak tehdit boyutundadır.
Bu milli baskı halk kitlelerinde hoşnutsuzluğu arttırmakta, ulusal uyanışı ateşlemekte, halkımızda doğa gücünde devrimci patlamalara yolaçmaktadır. Ulusal faktör en çok ezilen ve sömürülen gezici tarım işçileri başta olmak üzere, işçiler, köylüler üzerinde etkinlik kazanmakla kalmamakta, diğer tüm sınıfların pozisyonunu da etkileyerek devrim sürecine katmaktadır. Şehir küçük burjuvazisi, aydınlar, milli burjuvazinin bütün katmanları, kısacası bir bütün olarak Kürdistan halkı sömürgeci baskıya karşı ulusal mücadelenin safında yerini almaktadır.
Aslında ülkenin sömürgecilikten arındırılıp bağımsızlığa kavuşması ulusal burjuvazi de dahil bütün halkımızın çıkarına uygun olanıdır. Bu açıdan sömürgeci sistem ile Kürdistan halkı bir bütün olarak uzlaşmaz bir çelişki içindedir. Emperyalizmi arkasına alan sömürgeci sistem halkımızın yüzyıllara dayanan mücadelesini kanla bastırmış, çok büyük bedele karşılık en ufak hak kırıntısını vermemekte direnmektedir. Nehru’nun bir konuşmasında, ‘dünyada özgürlük için Kürdler kadar büyük bedel ödeyen ve bunu elde edemeyen başka bir halk yoktur’ diyerek bu duruma işaret etmiştir. Bu neden böyledir? Başka halklar ya da uluslar bir kaç sokak gösterisi ya da ufak çapta bir kaç çatışmayla bağımsızlığını alırken, modern anlamda yaklaşık ikiyüzyıldır süren Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi başarıyla sonuçlanmamakta, kendini tekrarlayıp durmaktadır. Bunun iç ve dış koşullardan kaynaklanan birden çok nedeni vardır. Eğer birileri Türk, Arap ve Fars sömürgecilerinin bir gün insafa geleceklerini Kürdlerin ayrı devlet kurma hakkı dahil haklarını tanıyacaklarını düşünüyorsa bu ham bir hayaldir. Bunlar halkımızın kayıtsız şartsız teslimiyetini istemekle kalmamakta adım adım yoketmek amacındadırlar.
O halde başarıyı amaçlıyorsak, Kürdistan devriminin özgüllüğünü belirleyen ulusal ve uluslararası koşulları titizlilikle incelemek gerekir. Son yıllarda sayısı daha da artan yerli veya yabancı bir çok düşünür, aydın ve yazarın çok sayıda kayda değer çalışması var. Sorunun analizini yapmak izah etmek yetmez. Ama asıl önemli olan değişimi ve dönüşümü sağlayacak teorik sonuçlarına varmak yani somut durumdan pratik görev çıkarmaktır. Geçmişten günümüze ulusal hareketi incelediğimizde en zayıf noktası teorik donanımdan yoksun ya da zayıf olmasıdır.
Kürdistan’daki Ulusal hareketin tarih içindeki seyrine baktığımızda başlıca iki eğilim göze çarpmaktadır: Ülkenin bağımsızlığını hedefleyen milli devrimci eğilim ile sömürgeci sistemi tümüyle tasfiye etmeyen özerklikçi, uzlaşmacı , reformist eğilim.
Sömürgeci sistemin yüzyıllara dayanan politik, ideolojik (düşünce) ve ekonomik hegemonyası sözkonusudur. Toplumumuzdaki belli kesimleri bin bir bağ ve ilişki tarzı ile sisteme entegre etmiş veya bağlamıştır. Asimilasyon politikası özel bir yere sahiptir. Sömürgeci politikanın toplumumuz üzerindeki etkisi o kadar derindir ki İsmail Beşikçi’nin deyimiyle “Kürd toplumunun beynini parçalamış, iskeletini dağıtmıştır.” Bu etkenler, devrimimiz karşısında sallantılı, tavizlere eğilimli ulusal reformizm olarak niteleyeceğimiz bir akıma temel teşkil etmektedir. Ulusal kurtuluş zemini üzerinde ortaya çıkan muhalif güçler sömürgeci sistemin dışına çıkamamakta ya da başta ulusal –devrimci çizgide kurulan partiler giderek reformist çizgiye varma yolunu izlemektedir.
Buna gerekçe olarak “gücümüz bu kadar” diyerek kendi stratejisini o anki gücüyle sınırlamakta nesnel duruma teslim olmaktadır. Bu uzlaşmacı eğilim “ içi boş milliyetçi laflar ve jestlerle” halkın desteğini almaya çalışırken sömürgecilere belirli tavizler vermeye başlar. Sömürgeciler dizginleri daha çok çekerler. Ancak bu uzlaşmacı eğilim ciddi direniş gösterecek durumda değildir. Sömürgecilerle barışçıl bir uzlaşma tohumlarını ekmeye başlar. Sonunda halk kitlelerine hüsranla biten hayal kırıklığı yaşatırlar.
Yabancı egemenliği ülkemizde ve toplumuzdaki gelişmenin önündeki en büyük engeldir. İlk aşama yabancı egemenliğine son vermektir. Başarının koşullarından biri, yabancı egemenliğine karşı olan bütün kesimlerle birleşik bir cephe veya blokta birlik olmaktan geçer.
Burada iki temel hatadan özenle kaçınmak gerekir.
Birincisi, ulusal-devrimci ile ulusal-reformcu arasındaki farkın anlaşılmaması, ulusal devrimci çizginin bağımsız siyasi ve örgütsel çizgisini netleştirmemesi. İlkesiz bir şekilde yapılacak birlikler içinde eriyerek yokolması, stratejik hedeflerinden koparak sisteme entegre olması.
İkincisi, ulusal reformizmin kitleler üzerindeki etkisinin küçümsenmesi sonucu sekter bir siyaset izlenerek kitlelerden tecrite yolaçması. Geniş halk yığınlarının uzlaşmacı giderek entegrasyoncu siyasi eğilimlerin etkisine terkedilmesi.
Ulusal hareketin tarih içinde genel seyrine baktığımızda bu uzlaşıcı, reformist eğilim veya eğilimleri ihanet çizgisiyle suçlamak gerçeğe uygun düşmemektedir. Bu uzlaşıcı eğilimle, ihaneti birbirinden ayırmamız gerekir. Ulusal hareket zemininde olan uzlaşıcı eğilime karşı politikamız ile ihanet olgusuna karşı olan politikamız farklı olmalıdır.
Ulusal-devrimci çizgi ulusal reformist kesimlerle peşin bir önyargıyla her türlü blokun oluşmasına karşı çıkmamalı. Kitle hareketi içinde yer alırken uzlaşmacı reformist kesimin politik açmazlarını, yanlışlarını eleştirirken doğrularını desteklemelidir. Dışımızdaki güçlere karşı tutumuz budur.
Kürdistan’daki ulusal hareketin ikiyüzyıllık geçmişine baktığımızda yukarıda işaret ettiğimiz başlıca iki eğilimi görürüz. Ulusal hareketi yenilgiye götüren tek neden bu olmamakla beraber başlıca nedenlerden biri sömürgeci sistem içinde çözüm arayan bu uzlaşmacı eğilimin hegemonyasıdır.
Tarihten bir örnek verecek olursak, Kürd ulusal hareketi için en önemli tarihsel dönemlerden biri I. Dünya Savaşı ve sonrasıdır. Dünya’da haritaların değiştiği Osmanlının dağıldığı dönemdir. Nuri Dersimi olayı şöyle açıklamaktadır: “Doğal olarak yönetimde (Kürdistan Teali Cemiyeti kastediliyor-ben) iki akım vardı. Gençler Kürdistan bağımsızlığının ilanına karar verilmesini istiyordu. Yönetim Kurulu Başkanı Seyid Abdulkadir buna muhalefet ediyor, Türkler’in şu düşkün zamanında onlara darbe indirilmesinin Kürtlük şiarına yakışmadığını, şimdilik Türkler’e yardım etmemiz gerektiği fikrinde ısrar ediyor ve Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir Kürdistan kurulması konusunda Türk Saltanat Hükümeti’yle görüşbirliği içinde bulunduğunu yönetimde ifade ediyordu.” (Hatıratım, sayfa 96, Nuri Dersimi, Doz yay.Birinci baskı: Ekim 1997) Aynı zamanda İmparatorluk Şurayı Devlet Başkanı olan Seyyit Abdulkadir’in bu “iyi niyeti” Kürdistanı bağımsızlığından etmekle kalmadı, sonraki soykırımlara zemin hazırladı ve kendisi de Şeyh Sait hareketinden sonra Diyarbakırda TC tarafından asılarak bu hatanın bedelini başıyla ödedi. Nasıl ki Seyyit Abdulkadir’in Türklerle birlikte yaşamı düşünmesi, Kürdleri soykırım karşısında savunmasız duruma getirdiyse bugün de Türklerle birlikte bir yaşamı düşünenler Kürdlere ne vaadedebilir?
Ulus ulusal devlete doğru evrilir. Ulus modernitenin toplumsal biçimidir, ona tarihini ve kimliğini veren, biçimlendiren siyasi yapı ise devlettir. Devletsiz bir ulus köle ulustur. Bağımsızlığı hedeflemeyen siyasi oluşumlar sömürgeci sistem içinde kalan reformist ya da uzlaşmacıdırlar.
Bugün Kürdistan’da siyasi arenaya egemen olan özerklik yanlısı hareketlerdir. Bu hareketlerin siyasetleri merkezi sömürgeci devletlerin iktidarlarının kapasiteleri içindedir, onların dışına çıkmamaktadırlar. Yani sömürgeci siyasetin hegemonyası içinde ve ona endekslidir. Bu nedenle onların yükseliş ve inişleri merkezi iktidarın egemenliği ile ters orantılıdır. Merkezi iktidar zayıflayınca bu güçler güçlenir, merkezi iktidar uluslararası ittifaklarını sağlamlaştırır ve ülke içinde egemenliğini kurunca bunlar zayıflar. Özerklik siyaseti aslında Kürdistan’da yeni değildir. Kürd beylikleriyle Fars ve Osmanlı merkezi devletinin devamı bir siyasettir. Modern öncesi (feodal dönem) bu siyaset modern çağda beylikler yerini partiler alarak sürdürmektedirler. Bir feodal beyin ya da aşiretin komşusundan daha güçlü olmak için merkezi sömürgeci devletle ilişkisine daha çok önem vermesi mevcut bir çok partide göze çarpan bir harekettir. İlk etapta bu kısır döngüden kurtulmak gerekir.
Bunun yolu ulusal ve uluslararası planda güç değerlendirmesine dayanan genel bir stratejiyle hareketin yönünü ve yolunu saptamak, buna uygun olarak güçlerin mevzilenme planını ortaya koymak, kendini bununla sınırlamadan güncel taktiklerle manevralar yaparak dönüşüm dönemi boyunca düzeltmeler yaparak hedefe kararlıca yürümektir.
Bawer Zirek