Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 3 November 2010

TEVKURD Meclisi üyesi Fuat Önen, Kuzey‘de bağımsızlıkçısı, ayrılıkçısı az birlikçisi bol bir siyaset sınıfı devşirilmiştir.

Roportaj Seyîdxan Kurij

Yine bunun sonucu olarak Kuzey‘de devrimcisi az demokratı bol, radikali az reformcusu bol, jakobeni az jirondeni bol, bağımsızlıkçısı, ayrılıkçısı az birlikçisi bol bir siyaset sınıfı devşirilmiştir. Bu ideolojik, siyasi deformasyonun sadece PKK ve çevresi ile sınırlı olduğunu düşünmek yanlış olur. PKK dışı Kürt siyaset sınıfı da bu deformasyondan nasibini almıştır (kolonyalist devletin içişleri bakanının referandum öncesi Diyarbakır‘da verdiği yemeğe BDP dışındaki tüm Kürt çevrelerinin katılması bu bakımdan önemsenmelidir).

TEVKURD konusunda bizi bilgilendirebilir misiniz? Ne zaman kuruldu? Amaçları nelerdir? Tevkurd’ün Kürt sorununa çözüm modeli nedir?

Tevkurd 2000 yılından itibaren yürütülen birlik çalışmaları sürecinde bir uğrak noktası olarak ele alınmalıdır. Bu çalışmalar legal alanda, 2002‘de HAKPAR’ın kurulmasına yol açtıysa da birlik çalışmaları devam etti. Bunda HAKPAR’ın yeterince kapsayıcı olmamasının yanında, Kürd ulusal birliğinin Türk legalitesine sığmayacağının düşünülmesi de etkili oldu. Birlik tartışmaları farklı çevreler arasında farklı hedeflerle sürüyordu.

MESOP ve HAKPAR ile ortak toplantılar ve işbirlikleri üzerinde tartışmaları sürdürdüğümüz bir dönemde Eylül-2005 toplantısına çağrıcı olmamız teklif edildi. Kuzey Kürdistan’da ulusal güçlerin birliğine hizmet edeceği düşüncesiyle toplantının çağrıcıları arasında yer aldık. Ululsal güçlerin birliğinin halkımızın ulus, ülke gerçekliği zemininde ve iktidar perspektifi ile anlamlı olabileceğini düşündüğümüz için toplantıya bu içerikte bir tebliğ sunduk. Yurtseverlik zemininde Kürdü, Kürde karşı konuşlandırma siyasetine itiraz eden bir sonuç bildirisi ile ulusal güçlerin birliğini sağlamak için bir çalışma grubu kurulmasını önerdik.

14 kişilik bir çalışma grubunun kurulması toplantı katılımcıları tarafından kabul edildi. Ancak yurtseverlik zemininde sorunu toprak ve iktidar meselesi olarak gören sonuç bildirisi katılımcıların çoğunluğu tarafından red edildi.Türk başbakanının, “Türkiye‘de Kürt sorunu vardır“ demesinde keramet görenler ve toplantıdan başbakanla görüşmek için bir heyet oluşturmayı hedefleyenler 37 oyla sonuç bildirisine karşı çıkarken, bildiriden toprak bendini çıkararak uzlaşma arayan MESOP önerisi 27 oy aldı. Toplantıya sunulan bildiri ise ancak 23 oy alabildi. Bu anlamda toplantı bir sonuç bildirisi bile çıkaramadan sona erdi. Toplantıyı kurtarmak ve ulusal güçlerin birliği çalışmasını sürdürmek toplantının seçtiği çalışma grubunun çabası ile mümkün oldu. Hazırlanan bildiri çalışma grubu adına yayınlandı.

Daha sonra Kürd Ulusal Çalışma Grubu adını alan grub Aralık-2005 D.Bakır toplantısı ile birlik çalışmalarını sürdürdü. Ankara‘da red edilen bildiri yaklaşık 300 kişinin katıldığı D.Bakır toplantısında oy birliği ile kabul edildi. Toplantıda birlik çalışmalarını sürdürmek için 40 lişilik bir meclis seçildi. Daha sonra meclis de kendi içinde yürütme kurulu seçerek birlik çalışmalarını hızlandırma kararını aldı.

Bir yılı aşkın bir zaman içinde Kürdistan‘da ve İzmir, İstanbul, Mersin gibi türkiye illerinde 12 bölge toplantısı yapılarak birlik meselesi ve yeni bir birlik hareketi kurulması tartışmaya açıldı. Bu arada ülkede var olan siyasal grup, çevre ve kadrolarla, yurt dışındaki çevre ve kurumlarla, legal-ilegal ayırımı yapılmadan birlik olanakları tartışıldı, arandı.

Bunlara paralel olarak oluşturulan program ve tüzük komisyonları marifetiyle birlik hareketinin tüzük ve programı tartışmaya açıldı. Bu toplantılarda sorunun tanımlanmasından, çözüm perspektiflerine, birlik modellerinden, mücadele tarzlarına kadar bir dizi mesele ele alındı. Makul bir tartışma süresinden sonra program temelinde birlik sağlanırken tartışmalar tüzük ve örgüt modeli meselesinde tıkandı. 26-27 mayıs 2007 de yapılan kongre ile TEVKURD kuruldu. Ancak özellikle HAKPAR ve Dema-Nu çevrelerinin TEVKURD‘un örgütlenmesine gösterdikleri itiraz nedeni ile program ve tüzük kongre tarafından kabul edilmesine rağmen 6 ay içinde tüzük kongresi toplanması karar altına alındı. TEVKURD‘un amacı programında şöyle belirtilmiştir:

“Kürt Ulusal Birlik Haretketi, halkımızın özgürlük ve kurtuluş mücadelesinin ortak paydalarını ortaya çıkartmak, bu ortak paydaları çoğaltarak kitlelere mal etmeyi; farklı örgüt, düşünce ve inanca sahip ulusal demokratik güçleri mücadele ve dava birliği anlayışı çerçevesinde yakınlaştırmayı; birlik kültürünü geliştirmeyi ve bütün güçleri birliğin program hedefleri doğrultusunda harekete geçirmeyi temel görev sayar.

Kürt Ulusal Birlik Hareketi. Ulusal birliğin oluşmasında değişik görüş ve eğilimlere sahip farklı ulusal güçlerin birbirlerinin varlığına, farklılıklarına ve özgün hukukuna saygıyı esas alır. Kürt ulusunun ortak iradesini temsil edecek bir Ulusal Kongre gerçekleştirmeyi hedefler.“

TEVKURD‘ın Kuzey‘de mevcut olan örgütlerden farkı nedir? Tevkurd nasıl bir örgütlenmedir, daha doğrusu nasıl bir örgüt modelidir?

Tevkurd dar anlamda bir parti örgütlenmesi değildir. Birlik hareketinin örgütlenmesidir. Kendi örgütsel yapısı içinde farklı örgütleri de barındıran bir örgüttür. Kongre öncesine kadar 3 tane kurumsal üyesi bulunan TEVKURD ayrıca bireysel üyelere de sahiptir. TEVKURD‘un bu yapısı tüzüğünün 2. Madedesinde Karakteri alt başlığıyla şöyle beliirlenmiştir:

“Kürt Ulusal Birlik Hareketi, Kürt halkının kendi geleceğini kendi topraklarında özgürce belirleyerek diğer özgür uluslar ailesi ile eşit hak ve özgürlüklere sahip olmasını savunan ve bunun için ulusal birlik perspektifini benimseyen bütün siyasi parti, girişim, çevre, grup, inisiyatif, kurum, kuruluş ile şahıslardan oluşacaktır.

Kürt Ulusal Birlik Hareketi çalışmalarında, meşruiyeti, demokratik işleyişi, çoğulculuğu, katılımcılığı ve açıklığı benimser.“

TEVKURD legal bir örgütlenme değildir. Kuruluşunu da eylemlerini de devlet kurumlarından izin almadan yürütmüş, de-facto örgütlülük ve eylemliliği esas almıştır. Bütün etkinliklerinde açıklığı esas alarak illegaliteden de uzak durmuştur. Legal ve ilegal alanların kesişim düzlemi olarak tanımlayabileceğimiz açık alanı esas almıştır. Eylemliliğinde legaliteyi, kanuniliği değil meşruiyeti esas almış ve bu meşruiyetini de Kürt ulusunun kendi geleceğini belirleme hakkı ilkesine dayandırmıştır.

Bu özellikleri ile Kuzeyde evcut bütün örgütlerden farklı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bazı yanlarıyla daha sonra kurulan Demokratik Toplum Kongresi ile benzerlikler gösterse de şu noktalarda DTK‘dan farklılığı da açıktır:

-Programatik hedefleri farklıdır. TEVKURD siyasal eyleminin merkezine Kürt halkının ulus-ülke gerçekliğini alırken DTK maalesef bu hedeften uzak bir programa sahiptir. Son dönemlerde “Özerk Kürdistan“ hedefini dillendirse de bu konuda da netlikten uzaktır ve çoğu zaman hedefledikleri “Özerk Türkiye“dir.

-DTK, bir siyasi örgütün hegemonyasında kurulurken TEVKURD kendi kurumsal üyeleri dahil hiçbir örgütün hegemonyasında değildir. TEVKURD kendi üstünde ve dışında hiçbir iradeye bağlı değildir.

-DTK, önüne legalleşme hedefini koymuşken TEVKURD açık alanda de-facto örgütlenmeyi esas almaya devam etmiştir.

TEVKURD, kendine özgü bir örgüt modelidir. Kürdistan’da ya da dünyada hiçbir modeli kendine örnek almamış, mevcut modelleri gözetip tartışarak durumuna, konumuna uygun bir model geliştirmeye çalışmıştır. Son kongrede yine model tartışması yaparak bunun için kongre kararı almış olsa da halen mevcut örgüt modeli nev-i şahsına münhasırdır. Kurumsal ve bireysel üyeleri arasında belli bir hukuku gözeten, merkez dışı örgütlenmesini yerel birimlere dayandıran ve maalesef modelini sürekli kendi içinde tartışmak durumunda kalan bir geçiş modeli olduğunu söyleyebiliriz.

Bilindiği gibi kuruluşundan sonra Tevkurd bir guruplar koalısyonu mu olacak, yoksa herkesin kendi kişisel kimliği ile katılacağı bir örgüt mü olacak turundan tartışmalar yaşandı. Şu anda Tevkurd bir guruplar koalisyonu mudur?

TEVKURD ne bir gruplar koalisyonudur, ne de sadece herkesin kendi kişisel kimliği ile katılacağı dar anlamda bir parti örgütüdür. TEVKURD kururnsal üyelik hukuku ile grupları, bireysel üyelik hukuku ile de kişileri ve toplamda, uzun vadede ulusal kongre oluşturma hedefiyle ulusal birliği gerçekleştirme arayışında bir geçiş örgütlenmesi olarak vücut bulmuştur. Çalışma grubu döneminde sözünü ettiğiniz tartışmalar, ya o ya bu diyen dayatmalar olmuştur.

Bu tartışmalar kuruluş aşamasında bizlerle beraber olan bazı kadro ve çevrelerin sürecin dışında kalmasına da yol açmıştır. Ancak kuruluş kongresi ve kabul edilen tüzük ve programı ile TEVKURD ikili üyelik hukuku ve birlik perspektifinde ısrarlı olmuştur. Bu modelin sorunsuz işlediğini iddia edecek durumda değiliz. Sözünü ettiğiniz tartışmalar farklı biçimler altında sürmeye devam etmektedir. Bu tartışmaların son kongrede aldığı biçim TEVKURD‘un istişare mekanizması ya da “birlik platformu“ olarak sürmesi gerektiği şeklinde bazı kurumsal ve bireysel üyelerimiz tarafından dile getirilmiştir. Kongrede bir uzlaşma sağlanamadığından daha doğrusu değişiklik önerenler somut bir yeni model önermediklerinden 6 ay içinde yapılacak tüzük kongresi ile bu soruna çözüm arayacağız.

Tevkurd bazı kritik durumlarda ortak karar alamıyor. Örneğin geçen dönemdeki parlemento seçimlerinde vb. Bu durum, sorun olmuyor mu?

Bazı kritik konularda karar alamamak her hareket gibi bizim içinde sorun oluşturmaktadır. Ancak bu sorunları abartmamak gerekir. İslamcısından komunistine, liberalinden milliyetçişine geniş bir yelpazede birlik arayan bir hareket bu sorunlarla yol almayı da öğrenmelidir. Bizler siyasi kararları almada uzlaşmayı esas alıyor ve uzlaşma sağlanmadığı zaman birbirimize karar dayatmayı doğru bulmuyoruz. Programatik meselelerde uzlaşmayı becerdiğimiz ölçüde bu sıkıntılarla yol almaya devam edebiliriz. Son dönemlerde gerek geçen parlamento seçimlerinde gerekse de Türk açılımı, Türk referandumu, okul boykotu konularında uzlaşma sağlanamadığı için karar alamadık. Programatik uzantıları da olan bu konularda ortak kararlar alamamak önemli bir handikap olarak durmasına rağmen, birlik perspektifi ile ve ayrılıkları krize dönüştürmeden birlikte yol almaya devam etmeye çalışıyoruz.

Tevkurd’ ün kuruluşu üzerinde epey zaman geçti, ama Tevkurd’ ın fonksiyonel olduğu pek idia edilemez, Diyarbakır dışındaki Kürdistan illerinde pek aktif olamadı. Sizce neden?

Doğrusu Diyarbakır’da da beklediğimiz ölçüde aktif olduğumuz söylenemez. Bunun nedenlerini kongrede de kongre öncesinde yapılan genişletilmiş meclis toplantısında da tartışmaya çalıştık, çözüm bulmak bir yana yeterince tartışılmasını sağlamakta da başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz. Bu durumun bize bağlı ve bizim dışımızda objektif diyebileceğimiz nedenleri vardır.

-1990‘lardan sonra dünyada güçlenen Türkiye ve Kürdistan’da ise özellikle 2000 yıllarında gelişen globalist saldırı ve buna tutunan Türkiye‘deki entegrasyonalist saldırı önemli bir faktördür. Bu saldırının esasını uzlaşmaz çelişkili taraflar arasındaki sorunlar da dahil, çözüm için mücadele değil‚ “uzlaşma ve ortak akıl“ önermesi oluşturmaktadır. Fukuyama‘nın “tarihin (ideolojinin) sonu“ olarak veciz bir şekilde ifade ettiği bu saldırı kısa süre sonra batıda yerini Hungtington’ın “medeniyetler çatışması“ tezine bıraksa da globalist saldırı Kürd okumuşları üzerinde etkili olmuştur. Buna tutunarak gelişen entegrasyonalist Türkiyecilik, gerek halkımız içinde ve gerekse de maalesef okumuşlarımız, siyasetçilerimiz arasında da kök salmıştır. Bunun sonucu olarak özgürlük talebi yerini barış, kardeşlik şarlatanlığına bırakmıştır.

Ayrı siyasi gruplar olarak meşruiyetlerinin kaynağı, Kürdistan özgürlük mücadelesinin gücü olanlar, kendilerini Türkiye’nin demokrasi gücü olarak tanımlamada sakınca görmemeye başlamışlardır. Yine bunun sonucu olarak Kuzey‘de devrimcisi az demokratı bol, radikali az reformcusu bol, jakobeni az jirondeni bol, bağımsızlıkçısı, ayrılıkçısı az birlikçisi bol bir siyaset sınıfı devşirilmiştir. Bu ideolojik, siyasi deformasyonun sadece PKK ve çevresi ile sınırlı olduğunu düşünmek yanlış olur.

PKK dışı Kürt siyaset sınıfı da bu deformasyondan nasibini almıştır (kolonyalist devletin içişleri bakanının referandum öncesi Diyarbakır‘da verdiği yemeğe BDP dışındaki tüm Kürt çevrelerinin katılması bu bakımdan önemsenmelidir). Görece ayrılıkçı bir programla ve devrimci bir mücadele anlayışıyla siyasi gündemde yer almaya çalışan TEVKURD‘un bu durumdan olumsuz etkilendiği, fonksiyonel olup aktive olmasını engellediği açıktır.

-Kuzey‘deki Kürd özgürlük hareketi tek ayaklıdır. Bir yanda milyonlarca Kürdü temsil kabiliyeti ve ciddi kitlesel eylemlilik kapasitesi ile PKK ve yandaş örgütleri, diğer tarafta yığınsal temsil kabiliyeti de eylemsellik kapasitesi de sınırlı siyasi parti, çevre ve kadrolar. PKK dışı çevrede ulusal birlik arayışı olarak TEVKURD ciddi bir baskılamayla karşı karşıyadır. Özgürlük hareketimizdeki bu tek ayaklılığın ulusal birlik hareketinde ciddi bir handikap olduğu açık olmalıdır. Bizler ulusal birlik hareketi örgütlemeye çalışırken, karşımızda ulusal birliği sağladığını iddia eden bir siyasi hareket var.

Burada yanlış anlaşılmaları önlemek için şunu da belirtmeliyim; bu 5 yıllık süre içinde TEVKURDun çalışmaları içinde PKK ve çevresinden hiçbir engellemeye veya saldırıya maruz kalmadık. Tam tersine her birlikte çalışma önerimize saygıyla yanıt verdiler, sonuçta birlikte iş yapamasak da. Kendi çalışmalarına da sürekli davet ettiler, katıldığımız toplantılarında da saygı gördük. Sözünü ettiğim, bu güç dengesizliğinin yol açtığı baskılamadır.

- Kuzey‘de örgütsel deformasyona uğramış mevcut kurumsal ve bireysel üyelerden oluşmuş insan malzememiz var, ama PKK dışında örgütsel devamlılığını sağlayan ve ülkede varlığını hisettirip siyasal gündemi etkileyebilen örgütlerden yoksunuz. 2006 da yapılan tüzük-model sempozyumunda mevcut insan malzemesi ve örgütsel varlığımızla ilgili şu tesbitleri yapmıştım:

“Kuzey Kürdistan bu anlamda örgütler mezarlığıdır. Aramızda birkaç örgüt kurup gömmüş arkadaş sayısı az değildir. Bunun bir nedeni de mücadelede ihtiyaç duyulan örgütler oluşturamamamızdır. Örgütlerimizin mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt olamadığı gerçeğini görmeliyiz…

Kuzey Kürdistan’da örgütlülük alanında egemen olan örgütsüzlüktür. Partilerimiz var, parti girişimlerimiz var, siyasal çevrelerimiz var, siyasal şahsiyetlerimiz var ama bütün bunların ortak özelliği organize olmamalarıdır. Grup, çevre, örgüt tanımları bozulmuş, bu alanda dejenerasyon egemen hale gelmiştir. Siyasal çevre olmanın asgari koşullarına, referanslarına sahip olmayan arkadaş çevreleri, grup görünümüne ve iddiasına sahip hale gelmekte sakınca görmemekte, suni grup aidiyetlerine bağnazlıkla sarılmaktadırlar.

Parti üyeleri parti disiplinine uymamakta kendilerini serbest saymakta, partilerine güvensizlik belirtmekte, UDÇG yönetici ya da aktivisti konumunda görünenler Çalışma Grubu‘nun bir işe yarayamayacağını söyleyebilmektedirler. Kerameti kendilerinden menkul ‘bağımsız’ siyasi şahsiyetlerimizin durumu da farklı değildir.

Kendi içlerinde, çevrelerinde organize olamayan bu şahsiyetler örgütlerimizin gevşek yapılarını eleştirerek bir anlamda bu durumdan yararlanarak kendilerine meşruiyet aramaktalar. Siyasi grup ve çevrelerimizin gevşek yapıları bu şahsiyetlerin açmazlarını ve yetmezliklerini örtmekte, suni gruplaşma furyası bu şahsiyetlere piyasa oluşturmaktadır. Tablo iç açıcı değildir! Ancak, çözümü de bu tablodan çıkarabiliriz.“

Bu içacıcı olmayan tablodan çözüm çıkarmaya çalıştık 5yıl boyunca. Ancak tabloyu değiştiremediğimiz gibi tablo dışına da çıkamadık. Başarı için kurucu bileşenlerin kendilerini örgütsel deformasyondan kurtarmaları, birlik hareketi esprisi ile yeni bir örgüt yaratma iradesi göstermeleri gerekirdi. Deformasyon aşılamamış, gerekenler yapılamamış, gerekli irade gösterilememiştir. TEVKURD bu anlamda örgütler mezarlığından örgüt çıkarma çabasıydı, başarılı olamadığımız görülüyor.

-Bireysel ve kurumsal üyeliklere dayanan örgüt modelimizle, ortak bir siyasi örgütsel aidiyet oluşturamadık. TEVKURD aidiyeti her iki tarz üyelerimiz arasında da tali bir aidiyet olarak kaldı. Yerel birimlerimiz bu konuda daha iyi bir noktada olmalarına rağmen bu kez de yerel birim-merkez, yerel birim-kurumsal üye uyumunu sağlayamadık. Kongre, meclis, yürütme kurulu arasında birbirini denetleyen verimli bir ilişki sağlayamadık. Uyumlu çalışmayan organlardan oluşan bir yapının aktif olup fonksiyonel olması mümkün değildir. Özetle örgütsel deformasyon kıskacından kurtulamamak fonksiyonel olamamanın temel nedenidir.

Şu anda Türkiye`de yeni bir anayasanın hazırlanması tartışılıyor. Siz bu tartışmanın neresindesiniz? Yani bu tartışmalara katılıyor musunuz? Yoksa Türkiye‘nin anayasası Kürtleri ilgilendirmez mi diyorsunuz?

Türiye’de sürdürülen anayasa tartışmaları hakkında TEVKURD bileşenleri arasında tavır birliği olmadığı son anayasa değişiklikleri referandumunda açığa çıkmıştır. Bu konuda yapılan meclis toplantısında 7 meclis üyemiz farklı gerekçeler ve tonlarla (yetmez ama evet, kerhen evet, pasif evet gibi) anayasa değişikliklerini destekleme yönünde oy kullanırken, 6 meclis üyemiz de referandumu boykot etme yönünde oy kullanmışlardır. Boykot yanlısı meclis üyelerimizin daha çok yerel birim temsilcileri olması, kurumsal üyelerle merkez üyelerimizin destek yanlısı olmaları da dikkat çekicidir.

Türkiye’nin anayasası Kürtleri ilgilendirmez diyenimiz yok. Tartışma ve ayrılık bu ilginin şekli hakkındadır. TEVKURD programının güncel talepler bölümünün birincisi maddesi şöyledir: “Kürt halkının ve ulusal azınlıkların varlığını kabul eden ve ulusal haklarını da güvenceye alan demokratik bir anayasanın hazırlanıp kamuoyuna sunulması.“ Globalleşen dünyada değil Türkiye’nin anayasası, Danimarka’nın, Hindistan’ın anayasası da Kürtleri ilgilendirir. Farklılık bu ilginin yönü, doğrultusu ve gücündedir. TEVKURD içinde referandumda evet diyenler de referandumda boykot diyenler de anayasa değişikliği ile ilgilenmişlerdir. Boykotu ilgisizlik olarak değil, farklı, aktif ve redçi bir ilgi olarak değerlendirmek lazımdır.

Sizce Kürtler anayasa tartışmaları konusunda nasıl bir tavır almalı ve nasıl bir anayasa Kürt sorununun çözümüne katkı saĝlayabilir?

Türkiye’nin her tarafına dağılmış sayıları milyonlarla ifade edilen ciddi bir Kürt azınlığı vardır ve bu azınlık her türlü ulusal demokratik haklarından yoksundur. Kürt sorunundan anlaşılması gereken bu kürtlerin sorunudur ve bu büyük ölçüde Türkiye‘nin demokratikleşmesi sorunu olarak ele alınabilir. Bizim tartıştığımız ve çözümü için Ulusal Birlik Hareketi oluşturmaya çalıştığımız mesele ise Kürdistan meselesidir ve bu Türkiye‘nin demokratikleşmesi meselesi değildir.

Bu mesele parçalanmış bir ulus-ülke meselesi, toprak ve iktidar meselesidir. Kürdistani siyasetin amentüsü bu ayırımın farkında olmak, bu konuda net olmak ve siyasal taleplerini ulus-ülke gerçekliği üzerinden şekillendirmektir. TEVKURD programı bu bakımdan anlamlı ve önemlidir. Bu ayırımı akılda tutarak sorunuzu kısaca yanıtlamak gerekirse, Kürt halkının ulus-ülke gerçekliğini tanıyan bir anayasanın sorunun şiddet dışı metodlarla çözümüne katkı sağlayacağını belirtebiliriz.

Son dönemde bir taraftan DBP ile hükümet görüşüyor, diĝer tarafdan Abdulah Öcalan ile görüşmeler yapıldıĝı kamuoyuna yansıyor. Bu gelişmeleri nasıl okumak gerekir?

Görüşmeler sadece hükümet, BDP ve Öcalan arasında yapılmıyor. Bu görüşmelerin yanında ABD ile TC ve PKK arasında, Güney Kürdistan Yönetimi ile TC, ABD ve PKK arasında, Dörtlü Çete‘nin (Türkiye, İran, Irak, Suriye) kendi arasında vs. sürdürülen görüşmeler var. Bütün bu görüşmelerin ortak özelliği gizli olmaları ve halkın bilgisi ve denetimi dışında sürdürülüyor olmasıdır. Görüşmelerin bu özelliği sömürgeci, emperyalist devletler bakımından anlaşılırdır.

Biliyoruz ki Kürdistan, Birinci Dünya Savaşı‘nın sonrasında bu tür görüşmelerle parçalanıp siyasi statüsüz bırakılmıştır. Gizlilik zulmün, zorbalığın, sömürünün ayrılmaz bir parçasıdır. Devrimci, özgürlükçü, muhalif güçler ise davalarının haklılığına duydukları inançla siyasal eylemlerinde açıklığı esas alırlar. Bu örgütlerin illegal olmaları bu sonucu değiştirmez. Örgüt yapıları ve somut eylem planları dışında bu örgütler de siyasal taleplerinde, müzakerelerinde ve eylemlerinde açıklığı esas almalıdırlar.

Öcalan ile devlet arasında 11 yıldır İmralı’da görüşmeler yapıldığı herkesin bildiği bir sırdı. Görüşmelerin içeriği ise hala hepimiz için bir sırdır. Karayılan’ın deşifrasyonundan sonra bu görüşmelerin yapıldığı ve yapılması gerektiği konusunda neredeyse Türkiye’de bir konsensus oluştu. Aynı konsensus görüşmelerin gizli kalmasında da var. Bir halkın kaderi üzerinde çok yönlü ve çok yanlı sürdürülen bu görüşmelerin halkın bilgisi ve denetimi dışında gerçekleşmesi kaygı vericidir ve bu gizlilikten esas sorumlu olan PKK ve Öcalan’dır.

Bu görüşmelerde Kürdistan meselesine adil bir çözüm aranmadığı açıktır. Türkiye’nin ikinci bir Cezayir Anlaşması (1975) peşinde olabileceği ihtimali dahi gözden ırak tutulmamalıdır. ABD ve mütefikleri Irak’tan çekilirken, bölgeye çekidüzen vermeye çalışırken Türkiye ile beraber silahlı PKK sorununu da çözmeye çalışmaktadır. Çözmeye çalışılan Kürdistan meselesi değil, hatta PKK meselesi de değil silahlı PKK meselesidir.

Türkiye, bu konjonktürü de kullanarak hem iç dinamiklerin hem de dış dinamiklerin (özellikle AB, ABD) dayattığı restorasyon sürecinde yol almaya çalışmaktadır. Bu konuda Türk açılımının Kürtlere vaad ettiklerini üç başlıkta toplayabiliriz:

1- Cumhurbaşkanı Gül’ün “yerel yönetimler yasasını çıkarma“ vaadi.

2- Başbakan Erdoğan’ın “ben Türkiyeliyim, isteyen ben Kürdüm ya da Türküm diyebilir“ ifadesinden anlaşıldığı kadarıyla seçim sonrası anayasada anayasal vatandaşlık vaadi. Ana dilde eğitim olmaz ama ana dil eğitimini düşünebiliriz zaten bu konuda kurslara izin, seçmeli ders gibi konularda adım attık vaadi.

3- Genel af olmaz ama silahlı eylemlere katılmayanlar için siyasi af düşünülebilir vaadi. Arka planda sürdürülen ve PKKnin silah bırakmasına dönük manevraları bir yana koyarsak Türkiye’nin çözüm çerçevesi budur. Bu çerçevenin Kürdistan meselesi bir yana Kürt sorununu çözmek için bile yetersiz olduğu açıktır. Sonuç olarak bu görüşmelerin özellikle Öcalan üzerinden sürdürülenin Kürdistan meselesini değil, Kürdistan Özgürlük Mücadelesini çözmeye yönelik olduğunu, bize vaadedilenin ise Türklükten Türkiyeliliğe terfi etmekten ibaret olduğunu görüyoruz.

Bilindiĝi gibi PKK eylemsizlik kararını uzattı. Siz bunu nasıl deĝerlendiriyorsunuz?

Silahlı mücadele ile ilgili eski tanımların geçerliliklerini korudukların düşünüyoruz. Silahlı mücadele hala ve maalesef siyasi mücadelenin şiddet araçlarıyla sürdürülmesidir. Kendilerine karşı gelişen her türlü silahlı mücadeleyi terörizm olarak niteleyen batıcı globalist saldırı bu gerçeğin üzerini örtemez. En çok terorizmle mücadeleden söz eden üç devletin siyasi mücadelede en fazla silah kullanan ABD, Türkiye ve İsrail devletlerinin olması bu bakımdan anlamlıdır.

Bu genel belirlemeden sonra ilk olarak söylenmesi gereken silahlı mücadelenin insan yaşamının sahaya sürdürüldüğü bir mücadele olduğu, bu nedenle ateşin de ateşkesin de büyük bir ciddiyetle ele alınması gerektiğidir. İkinci olarak PKK’nin Kuzey‘de yol açtığı en büyük tahribatın önce kavramların (Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan‘dan, Demokratik Cumhuriyet, anayasal vatandaşlık, alt-üst kimlik, ekolojik demokrasi, demokratik konfederalizme geçiş), sonra kurumların (Yurtdışı Kürdistan Parlamentosu, KNK, KADEK, Ulusal Kongre, Ulusal Konferans) ve en nihayetinde eylemlerin (ateş, ateşkes, boykot) içini boşaltmasıdır. Üçüncü olarak, sözkonusu olan silahlı mücadele ise, amaç için her aracın mübah görülmemesi gereği bir yana, daha da önemlisi amaç ile araç arasındaki uyumun hayati öneme sahip olduğudur.

Yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması, anadil eğitimi, Öcalan‘ın İmralı’dan ev hapsine alınması, genel af vb hedef ve amaçlar, silahlı mücadele gibi bir aracı ne gerektirir ne de meşrulaştırır. Aracı kullanmayı meşrulaştıracak bir amaç yoksa amaca uygun araçlar kullanılmalıdır. Dördüncü olarak ateşle de ateşkesle de oynanmamalıdır. Bu tip hayati kararların, her gün 24 saat, 4 kamera ile her tür davranışı kaydedilen Öcalan’a endekslenmesi anlaşılır olmaktan uzaktır.

Sonuç olarak, sayısını da amaçlarını da hatırlamakta zorluk çektiğimiz, Öcalan’a endeksli bu ateşkes kararlarının ciddiyeti ve sonuç alıcı olması tartışılır haldedir. Yine de amacından koparak kör şiddete dönüşme riskini taşıyan silahlı mücadeleye ara verilmesinin olumlu olduğu söylenebilir.

Siz de yöntem olarak sivil – demokratik meşru mücadeleyi seçmiş bir yapılanmasınız. Sizce silahların susması ve Kürt sorununun sivil – demokratik yöntemler ile çözülebilmesi için PKK`nın dışında olan güçler ne yapmalı ya da ne yapabilirler?

Açık alanda de-facto örgüttlenmeye çalışan TEVKURD mücadele tarzı olarak da kitle eylemliliğini esas almayı, sitemde kriz yaratıp bu krizleri yönetmeyi programı ile deklere etmiştir. Silahlı mücadele ve PKK konusunda TEVKURD bileşenlerini aynı fikirde olduğunu söylemek yanlış olur. Yanıtlarımız kişisel düşüncelerimiz olarak anlaşılmalıdır. Kürdistan meselesi devletlerarası siyasi bir meseledir, çözümü de öyle olacaktır. Kürdistan’ın güneyinde sağlanan kısmi çözümün bu çerçevede gerçekleştiği gözden kaçırılmamalıdır. Bu nedenle bu meseleyi Türkiye’nin iç meselesi olarak tanımlamak ve çözümü buraya sıkıştırmak, meselenin kendi gerçekliğine aykırıdır ve bizi çözümsüzlüğe mahkum eder.

PKK dışı çevreler, silahlar sussa da susmasa da Kuzey‘de özgürlük mücadelesini tek ayaklı olmaktan çıkarmak için örgütlenmeli, mücadele etmeli, siyasi denklemde yer almanın yol ve araçlarını yaratmalıdır. Kuzey‘de yaşları 40-45‘in altında olanların "özgürlük mücadelesi" derken sadece PKK‘yi hatırladıkları unutulmamalıdır. Denklemde yer almak isteyenlerin her alanda var olmaları, devletin her saldırısına karşılık verme konumuna geçmeleri, halkın gözü önünde, halkla beraber mücadele etmeleri ve iddialarının hakkını vermeleri gerekir. Bu da daha çok örgütlenme, daha çok fedakarlık ve daha çok risk almakla mümkündür. Güçlenmelerini devletin PKK‘yi tasfiye etmesine, PKK‘den boşalan yerde hükümetle, devletle partner olmaya endeksleyenler, bir gün bu gerçekleşse bile hayal kırıklığı yaşayacaklardır.

DTK ulusal kongre kararı aldı ve bunun için görüşmeler yapiyor. Bu çerçevede sizin ile bir ilişkiye geçme oldu mu? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

TEVKURD, 3 yıl önce Kuzey‘li ulusal güçler arasında yapılacak, diğer parçalardaki Kürd örgütlerinin de katılımıyla bir ulusal konferans yapma kararı aldı. Bu karar gereğince Güney‘e bir heyet gönderildi ve bunu yapmanın koşulları araştırıldı. Güney yönetimi bu konferansa mesafeli durduğunu hissetirdi. Daha sonra bizler de bunun gereklerini yeterince yapamadığımız için bu konferans gerçekleşmedi. Bu konferansı gerçekleştirmek hala gündemimizdedir.

DTK‘nın aldığı ulusal konferans kararı bizim çalışmamızdan sonradır. Kapsamı ve amacı da farklıdır. İlk tartışıldığı dönemde bu konferansa Türkiye’nin de temsilci gönderebileceği Öcalan tarafından dile getirildi. Bu konferans PKK, Güney Yönetimi, Türkiye arasında kotarılmaya çalışılan bir konferanstır. Türkiye’nin onayı alınmadan Güney yönetiminin bugünkü ilişki ve durumuyla böyle bir konferansa izin vermesi beklenmemelidir.

Diğer taraftan Öcalan bu konferanstan ortak silahlı birlikler dahil, ortak bir yönetim çıkması gerektiğini belirtmektedir. Onların ulusal konferanstan anladıkları Türkiye gözetiminde PKK ile Güney yönetimi arasında varılacak bir anlaşmadır. Bugünkü konjonktürde gerçekleşme şansı fazla olmayan bir taleptir, 2 yıldan fazla bir süredir gündemde durması da bu nedenledir. Ulusal Konferans, Ulusal Kongre gibi kurumlar Kürdistan Özgürlük Mücadelesinde hayati önemde kurumlardır ve içleri boşaltılmamalı, taktik hedeflere kurban edilmemelidir. Bizler sadece her parçadan Kürdistani örgüt, çevre ve kişilerin katılacağı bir Ulusal Konferansın Güney‘de ya da başka bir yerde toplanmasının gerekli ve yararlı olduğunu düşünüyoruz.

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.