Ana içeriğe atla

BUSH’UN AVRUPA’DA GÜNDEMI, ORTA-DOGU

Hariri suikastı ile ısınan orta doğu kazanında Suriye ve lran gündemde kalmaya devam ediyor. 15 şubattan bu güne Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesi için baskılar gittikçe yoğunlaşmakta. Bilindiği üzere, Hariri’nin ölümünden sonra ABD ve Fransa, Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesi için çağrıda bulundu. Ayrıca, Hariri suikastı için uluslararası bir ekip tarafından araştırma yapılması yönünde çağrı yapıldi.

26 şubat 2005’te 3 kişilik BM ekibi Lübnan’a gelerek Hariri suikastının kimler tarafından gerçekleştirildiğini araştırmaya başladi.

Bir ay içinde Suriye’nin bu suikasttaki rolünü ortaya çıkartmaya çalışacak bu ekip, ABD’nin taleplerine cevap vermek zorunda. Bu arada 25 şubatta Tel Aviv’de bir diskotek girişinde gerçekleştirilen intihar saldırısı sonucunda 4 Israil’li öldü ve 30’a yakın kişi taralandı. Bu saldırı sonucunda 4 aydır süren Filistin- Israil ateşkesi tehlikeye girdi. Yapılan açıklamalar sonucu saldırının Islami Cihad tarafından gerçekleştirildiği görüldü. Islami Cihad yönetici kadrosunun şam’da olması nedeniyle de Israil bu saldırının Suriye tarafından organize edildiğini ileri sürmüştür.Bunun haricinde Saddam Hüseyin’in üvey kardeşinin yakalanma haberi 27 şubatta ajanslara geçmişti. ABD’nin Saddam rejimini devirdikten sonra aradığı 51 kişilik listede 36. sırada olan Irak istihbarat teskilatinin şefidir. ABD’nin iddalarına göre Irak’taki gerilla hareketini Suriye üzerinden yöneten ve finanse eden bu kişidir.

Belirsizlik durumu Suriye üzerinde şüpheler yoğunlaştırmaktadır. Bu süre içinde Beyrut’ta Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesi için gösteriler süreklilik kazanma eğilimindedir. Lübnan’daki muhalefet, Ukranya’yı örnek alarak Suriye askerileri Lübnan’dan çekilene kadar gösterilere devam edilmesine karar vermiştir. Hükümetin gösterileri yasaklamasına rağmen 27 şubata bir insan zinciri oluşturularak gösterilere devam edilmiş ve eylemlilikler devam etmektedir.
Mayıs ayında yapılacak Lübnan seçimleri Suriye’nin başını ağrıtacak diğer bir konudur. Zira seçimlerin en önemli tartışma konularından birisinin Lübnan’daki Suriye askerleri olacağı açıktır. Özellikle ABD bu konunun gündemde kalması için uluslararası planda ve Lübnan’da çalışma yapmaya devam edecektir.

28 şubatta Lübnan parlementosunda istenen güven oylaması sırasında Suriye yanlısı Lübnan başbakanı Ömer Karame istifa etmiştir. Istifa sonrasında, seçimler hangi hükümetle gidileceği tartışma konusudur. Suriye yanlısı Karame hükümeti istafa etmesine rağmen, muhalefet partileri ortak bir cephe ve koalisyon kuramadıklarından, seçimlere Karame’nin olusturduşu yeni hükümetle gidilmesine karar verilmistir. Beyrut’taki gösteriler süreklilik kazanmış ve göstericiler Suriye askerlerini geri çekene kadar gösterilere devam edeceklerini açıklamışlardır.Ama diğer taraftan, Lübnan’nin en kalabalık etnik topluluğu olan Siiler ve onların temsilcisi Hizbullah ise Suriye yanlısı gösteriler düzenlemekte ve ülkede iki kutuplu bir yapı istikrar kazanmıştır.

ABD başkanı Bush 20-24 şubat arasında 2. dönem başkanlığından ve Irak müdahalesinden sonra Avrupa’ya ilk ziyaretini yapmıştır. Bu ziyareti sırasında, Belçika başbakanı, Fransa başkanı Chirac ile özel görüşmeleri Brüksel’de yapmış ve NATO zirvesine katıldıktan sonra ilk defa AB komisyonu toplantısına da iştirak etmiştir. Devamında Almanya’da ABD birliklerini ziyaret ederek, Almanya başbakanı Schorder ile bir görüşme yapmıştır. Gezisini Slovakya’nın başkenti Brastilava ziyareti ve Rusya başkanı Putin ile yaptığı görüşme ile bitirmiştir. Bu dört günlük gezinin konusu esas olarak Irak, Suriye, lran’ın nükleer silah edinmesi ile Filistin Israil sorunu teşkil etmiştir.

Hatırlanacağı üzere, ABD Irak’a müdahale etmeden önce BM’den bir karar çıkarttırmıştır. Bu müdahaleye, başını Fransa ve Almanya’nın başını çektiği ve Rusya’nın Paris Berlin aksına katılması ile ABD ciddi sıkıntılar yaşamıştır. Türkiye’nin NATO tarafından savunulması için gereken karar 1 haftayı aşkın tartışma, diplomasi faaliyetleri ve baskı sonucu alınabilmiştir. Bu durum NATO kurulduktan bu güne kadar yaşanmış en ciddi kriz olarak tarihe geçmiştir. Bu süreçte Avrupa’da ABD müdahalesine karşı ciddi bir ayak sürüme gözler önüne serilmiştir.

Bush Irak’a müdahalenin ardından gerekli düzenlemeleri yaparak Avrupa ile yaşanan gerginlışi bertaraf etmek ve Avrupa’yı Orta-Doğudaki sürece katabilmek için bu ziyareti gerçekleştirmiştir.

Bush öncelikle NATO ve ABD’ye ev sahipliği yapan Belçika başbakanı ile görüşerek, bu ülkenin Irak, Suriye Filistin ve lran’a yönelik politikalarını kendi lehine etkilemek için kulis yapmıştır. Devamında , Fransa başkanı Chirac ile özellikle Suriye ve Lübnan özelinde yoğunlaşarak, Fransa’nın desteği ile Lübnan ve Suriye’yi büyük orta-doğu projesindeki rollerine göre yeniden düzenlemek. Yani Suriye’nin Lübnan’dan askerlerini çekmesi ; bu iki ülke iktidarının ABD politikalarına uyumlu hale getirilmesidir. Yalniz bu bölgede tecrübe sahibi olan Fransa devre dışı bırakıldığında ABD’nin buradaki hegemonyasının uzun sürmeyeceği kaygısı, Fransa ile olan soğukluğun giderilmesini gerektirmektedir. Zira Fransa Irak’a müdahale sırasında Almanya ve Rusya ile ABD karşıtı bir cephe oluşturduğundan Lübnan ve Suriye gibi eski Fransa sömürgesi ülkelerde Fransa’nın direk işbirlışi içinde olmadığı bir politikanın başarı şansının az olacağı açıktır. Çünkü Fransa enerji yönünden dışa başımlı ve hızla gelışen Çin ve Orta-Doğu’ya yönelik terihi emelleri olan rusya ile işbirlışi geliştirerek ABD politikalarını boşa çıkarma potansiyeline sahiptir. Dolayısıyla Fransa’nın bu ülkelere yönelik politikalarda söz sahibi olması gerekmektedir .Filistin Israil sorununa gelince : Arafat’ın Fransa’da öldüğü hatırlanacak olursa Fransa’nın bu çatışmanın çözülmesinde oynayacağı bir rolü olduğu açıktır. Saddam’ın devrilmesinden önce dünyanın 4. büyük petrol şirketi olan Total’in Irak’la 40 milyar dolarlık bir anlaşma yapmışti ve Fransa’nın Irak pazarindan ve petrol pastasindan pay istediği görülmektedir.

Anlaşılacağı gibi Bush ve Chirac arasında bir anlaşmaya varıldığı ve Fransa’nın Irak’ta polis teşkilatının yeniden oluşturulmasısına maddi ve teknik yardımda bulunma karşılığında ne elde ettiği açıklanmamıştır. Neticede ABD ile Fransa arasında bölge politikaları için minimumda bir anlaşmaya varılmıştır.bu anlaşma her ne kadar sağlam ve kalıcı olmasada Suriye ve Lübnan konusunda ABD’nin Fransa’yı denklem dışında tutamayacağı Filistin Israil sorunu konusunda sınırlı bir rol oynayacağı ve Irak konusunda ise tartışmaların devam edeceği ortadadır.

Bush’un Almanya ziyareti kendi askeri birliklerini ziyaret etmesi dışında, Almanya’nın Irak’taki sürece katılmasını sağlamanın dışında, bu ülkenin lran politikalarını ABD politikalarına uyumlu hale getirmek amacıyla yapılmıştır. Zira ABD politikalarında Iran önemli bir engel teşkil etmektedir. Bilindiği üzere 1979’da şah’ın devrilmesi ve mollaların iktidara gelmesinden bu yana, Iran ABD’nin denetiminden çıkarak muhalif bir devlet haline gelmiştir. ABD bu rejimi destabilize etmek için Saddam’ın Iran’a saldırtmış ve bölgede 1 milyondan fazla kişinin ölümüne, milyarlarca doların heba olmasına neden olan ve 8 yıl süren bir bölgesel savaşı proveke etmiştir. 1980’lerin sonunda SSCB’nin dağılması, Afganistan savaşı ve bölgedeki belirsizliklerden dolayı Iran’a karşı izolasyon ve yalnızlaştırma politikaları uygulanmIstır.

Afganistan’a müdahaleden sonra ABD Rusya Kafkas ülkeleri ve Orta Asya Türki cumhuriyetleri ile direk ilışki kurup işbirlışi anlaşmaları çerçevesinde asker bulundurmaya başlamıştır : Özellikle Rusya ile Çeçenistan’da Rus politikalarına göz yumması için Iran’a yönelik daha saldırgan politikalar uygulamanın yolları açılmıştır. Irak müdahalesinden sonra Iran ABD ile dirak komşu olmuş ve ABD müttefikleri ile kuşatılmış durumdadır : Ama Iran 70 milyon nüfusu 1.600.000 kilometrekare yüzölçümü, tarihte sömürgeleştirilememiş kimlışi, otonom silah sanayi ve güçlü ordusu nedeni ile Irak kadar kolay bir yem olmayacaktır. Ayrıca nükleer enerji ve nükleer silaha sahip olmak için uzun yıllardır hazırlık yaptığı biliniyor. Tabi Irak’ın başına gelenlerden ders çıkartmış olduşuda çabası. Hatta bu dersler sonucu Iran’ın nükleer tesislerini ülkenin hemen hemen tamamına yaydığı görülüyor.

Nükleer enerji ve atom bombası söz konusu olduşunda bu teknolojiye sahip olan ülkelerin sınırlı olması ve bu ülkelerin çoşunun ABD müttefiki olmaları nedeniyle ABD Rusya Iran ilişkilerini yakın takibe almıştır.

Irak’a yapılan müdahaleden sonra Iran ABD’nin baskıları sonucu Viyana’daki uluslararası atom ajansının baskılarına maruz kalarak atom bombası üretmediği ve kurduşu tesislerin elektrik enerjisi üretmek amaçlı olduşunu kanıtlamak zorunda idi. Ayrıca Iran uluslararası atom enerjisi ajansının düzenli kontrollerini kabul etmesi gerekmekteydi. Bu kontroller Iran’ı çok rahatsız etmiş ve Iran sorun çıkartmıştı. Kontrollerde arabuluculuk yapan AB bu sorunu bir müddet ertelemiştir.

Iran’ın nükleer tesislerinin 10 ay içinde üretime başlayacak olması ABD’nin Iran karşıtı kampanyasına hız vermesine sebep olmuştur. Üstüne üstlük Rusya Iran’a gereken zenginleştirilmiş uranyum satmayı, Bush’un Brastilava’da Putin ile yaptığı görüşmeden sonra 27-02-2005 de imzalanan anlaşmaya göre, kabul etmiştir. Tabi ABD’nin dayattığı kullanılan uranyumun geri alınması şartıyla bu anlaşma imzalanmıştır. Yani Bush Putin görüşmesi iki ülke arasındaki çelişkilerin çözülmesini sağlamamış ama bir minimumda anlaşılmıştır. Tabi bu nazik denge durumu, orta-Doşu’da çıkar çatışmalarından etkilenecek ve bu iki gücün çatışmasına neden olabilecektir.

Sonuç olarak Orta-Doşu tek kutuplu hiper hegomonik bir gücün yalnız başına yutabileceği bir lokma değildir. Orta-Doşu tarihi bunu teyit etmektedir. Bu bölgenin ve tüm dünyanın efendisi olmaya soyunan Büyük Iskender burada ölmüş ve Orta-Doşu’ya yem olmuştur. Bu gerçekliğin farkında olan ABD Bush’un bu son Avrupa ziyareti ile AB, Fransa , Almanya ve Rusya’yı politikalarına ortak etmek için bazı adımlar atmıştır. Fakat bölgenin çok komplike bir yapıda olması, yaklaşık 100 yıldır uygulanan politikalarla bu durumu daha da komplike hale gelmesi ve ağırlaşması nedeniyle yapılan anlaşmalar çok nazik dengeler üzerine kurulmuş olup her an bozulma potansiyeli taşımaktadır.

ABD’nin Suriye ve Lübnan’a yönelik politikalarında, Fransa öncelikle hesaba dahil edilen bir güç iken, Rusya ikinci plandadır.

Iran’a gelince Rusya ön plana çıkarken Almanya ikincil planda kalmaktadır. Uzun vadede Çin ve entegrasyonda yol almış bir AB’de bu bolgede söz sahibi olacaktır. Bu dışsal faktor ve emperyalist güçlerin çatışmaları dışında Orta-Doşu pasif bir durumda değildir.

Bir bölgenin veya ülkenin kaderinde zaman zaman dış faktörler belirleyici olsada esasta ve uzun vadede iç faktörler belirleyicidir. lç faktörler söz konusu olunca halkların mücadelesini esas almak gerekmektedir. Bölge halkları içinden en fazla haksızlışa uğrayan kürt halkı, aynı zamanda bölgenin en dinamik halkı durumundadır. Özellikle bölgedeki statükodan en fazla zararlı durumda olan kürt halkı bu müdahaleyi kendi lehine çevirmede en avantajlı konumdadır. Bundan dolayı kürt halkı kendi ulusal birlışini sağlayıp yıllardır maruz bırakıldığı haksızlıklara kendi kaderlerini tayin ederek son vermelidir. Yalniz bunu yaparken büyük güçlerin enstrümanı haline gelmemeye dikkat ederek yeni haksızlıklara neden olmaktan kaçınılmalıdır.
Ahmet Alim
Ekonomist

Yeni Yorum yaz

Bu alanın içeriği gizlenecek, genel görünümde yer almayacaktır.

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.