Yaratılmak istenen ’'Kürt-Zaza'' çelişkisi
Türk devlet yetkilileri öteden beri Kürt halkının en doğal insani ve ulusal haklarını inkar etmek için Kürt-Zaza ayırımını yaratmaya çalışıyor ve bu konuda azami bir çaba sarf ediyorlar. Son olarak Türk Genelkurmay başkanı Başbuğ da basına verdiği brifingte aynı yola başvurdu. Bu ayırımda ulaşmak istedikleri en önemli hedef ise, Kürtler'in iç birliklerini dağıtmak ve klasik uygulamaları olan ’'Böl-parçala-yönet''; ’'küçüğünü koru, büyüğünü dağıt'' siyasetini hayata geçirmektir. Kimileri farkında olmadan, bu siyasetin elini güçlendirmektedirler. Zaza haklarını savunma adı altında çoğu kez ’'Kürtler'' diye tarif ettikleri Kurmanclar'la didişmeyi yeğlemekteler.
Eğer tartışmalar ’'Kürt kimliği'' ve ’'Zaza kimliği'' ; ’'Kürt dili'' ve ’'Zaza dili'' üzerinden yürütülürse daha baştan yanlışlık yapılmış olur. Öncelikle belirtmete yarar var: ’'Kürt dili'' diye bir dil yoktur. Kürdi diller vardır. Bunların ’'Kardeş diller mi'', birbirlerine daha uzak ’'Kuzen diller mi'', yoksa aynı dilin zamanla başkalaşmış versiyonları mı oldukları gerçeği dilbilimcilerini meşgul etmeye devam ediyor. Ama bence önemli olan bu değil. Hangi seçenek doğru olursa olsun, bu diller arasında bir farklılaşmanın oluştuğu durumunun görülmesi ve kabul edilmesidir. İnsanlarımızın kendi anadilleri yanında, diğer dillerinden birini anlayabilmeleri için; ya bir eğitimden geçmeleri, ya da o dili konuşanlarla yakın ilişki sürdürmeleri şarttır. Yani bir dil nasıl öğreniliyorsa, o şekilde öğrenilmesi gerekmekte; ister teorik, ister pratik süreç içinde olsun. Bu böyle, ama farklılık ’Kürt-Zaza arasında değil, Kurmanc-Zaza-Soran-Hewreman vb. arasındadır. Dolayısıyla; Kürt /Zaza'' ikilemi üzerinden kurulan denklemler doğru sonuçlara götürmez.
Kürt kültürü ve kimliğinin tarihi kökleri
Bugün Kürdistan olarak bilinen coğrafyada binlerce yıl boyunca değişik kavimler bir arada yaşamışlardır. Bunların tarihin değişik dönemlerinde coğrafik, sosyal ve (savaş-çatışma-baskı gibi) ’'Siyasi'' nedenlerle göç edip başka yerlerde konaklandıklarını biliyoruz. Bu göçlerde çoğunlukla aynı aşiretten/kavimden gelme insanların her zaman topluca aynı yere gitmediklerini de biliyoruz. Bazen iç çelişkilerden ötürü, bazen de tercihen, aşiretin/kavmin değişik kolları farklı farklı coğrafyaları kendilerine mesken tutmuşlardır.
Yüzlerce, hatta binlerce yıl süren farklı yaşamlar, haliyle bu akraba ve muhtemelen başlangıçta aynı dile, aynı gelenek ve göreneklere sahip insanlar arasında zamanla ortaya çıkan değişimlerden ötürü farklılıklar ortaya çıkmaya başlamıştır. Dilleri farklı kanallarda evrimleşmiş, eski kültürlerinin belli yönlerini korumakla birlikte, bazı yönlerini terk etmiş ve buna yeni özellikler eklemişlerdir. Ayrıca yerleştikleri yeni yerlerinde de her biri kendilerine komşu olan diğer insan topluluklarıyla da dilsel-kültürel alışverişlerde bulunduklarından, onlardan da sürekli yeni özellikler kazanarak dil ve kültürlerini zenginleştirmişlerdir.
Tabii ki ayrıştıkları akrabalarla da bağları tam anlamıyla kopmamıştır. Değişik tarzdaki kültürel ve üretimsel alışverişleri devam etmiştir. Bu devamlılık onların ortak aidiyet duygularının sürekli canlı kalmalarına yol açmıştır. Bu yüzden bazen coğrafik olarak görece daha uzak bir mesafede olan bu akrabalarını, iç içe yaşadıkları yeni komşularına nazaran kendilerine daha yakın hissetmeye devam etmişlerdir. Dar zamanda, açlık-kıtlık vaktinde, yada kavga-savaş durumunda başvurdukları ilk yer olmuşlardır birbirleri için.
İşte bu şekilde uzunca tarihi bir süreç içerisinde oluşan aidiyet duygusu ve dış tehlikelere karşı korunma ihtiyacı, bir birlerinden ayrışmış kesimler arasında ortak bir üst kimliğin oluşmasını sağlamıştır. ’'Kürt kimliği'' de böylesi bir sürecin ürünü olsa gerek.
Tabbi ki bu, sadece Kürt kimliği için değil, yer yüzündeki tüm diğer ortak/üst kimlikler için de geçerlidir. Tarihte de bunun örnekleri yaygındır. Örneğin ’'Urartu'' kimliğinin bir araya gelen toplan 9 boyun konfederasyonundan (Bu bir nevi aşiret konfederasyonudur ve daha sonra devletleşmeye evrilmiştir) oluştuğunu ve bunları bir araya getirip bütünleştiren öğenin de yukarıda dile getirdiğimiz aidiyet duygusu, çıkar birliği ve korunma ihtiyacı olduğunu biliyoruz. Aynı durum, ’'Hurri-Mitanni'' kimliği için de geçerlidir.Gerek Urartular'da ve gerekse Hurri-Mitanni Konfederasyonlarında sadece bir tek dilin kullanılmadığı bilinmektedir. Yani bu oluşumlar ’'Dil birliği'' üzerine inşa edilmemişlerdir. Dahası, böylesi geniş aşiret konfederasyonlarında artık akrabalık ve köken faktörünün önemi azalmış, belirleyici olmaktan çıkmıştır. Çıkar birliği ve kendilerini dış saldırılara, yeni yeni gelen göç ve işgal dalgalarına karşı koruma ihtiyacı daha bir ön plana geçmiştir. Kendi çıkar ve güvenliğini bu ortaklıkta bulan kesimler de bu birlikte yerlerini alıp entegre olmuşlardır. Bir kısmı da ’'Doğal asimilasyon''a uyrayıp dillerini kaybetmiş, erimişlerdir.
Tarihte belli bir kimliğin, gerek üst ve gerekse de alt olsun, tam olarak, ne zaman nerede oluştuğunu bilmek mümkün değildir. Çünkü yazının icat edilmediği süreçleri sadece belli arkeolojik buluntulardan hareketle izleme imkanı vardır. Bu verilerse, halkların kültür ve yaşam tarzları hakkında kimi bilgiler vermekle birlikte, onların dilleri, müzikleri, şarkıları, destanları vb. ayırt edici kimi özellikleri hakkında veri sunamamaktadırlar.
Yazılı döneme ait süreçler de sanıldığı gibi yeterince bilinmemektedirler. Yazıyı sistemli olarak kullanan halkların başında gelen Sümerler'in bile tarihlerinin önemli bir kısmı, özellikle de başlangıç kısımları hala karanlıkta bulunmaktadır. Bununla birlikte ’'Sümer'' olarak adlandırılan kimliği taşıyan insanların da aynı ve tek dili kullanmadıkları ve aynı etnik ve ırksal özellikleri taşımadıkları görülmektedir. Bu üst kimliğin oluşum tarzının da, yukarıda dile getirdiğim biçimde oluşması muhtemeldir. Diğer dikkate değer noktalardan biri de, üst kimliklerin daha çok diğer komşu veya kendileriyle ilişkide bulunulan diğer halklar tarafından bu kimliği taşıyan insan topluluğuna verildiğidir. Örneğin Sümer'ler kendileri için bu kimliği kullanmamaktadırlar. Biz Sümer'iz dememektedirler. Onların kendi ülkelerine verdikleri isim ’'Kengi'' dir. Bu, Hurriler ve Urartular için de geçerlidir. ’'Hurri'' (ve bu kavramın türedildiği değişik söylem tarzları) kavramı daha çok komşu halklar ve en başta da Sümerler'in kendi Kuzey komşuları için kullandıkları bir kavramdır. Yine Urartu kimliği, Assurlular tarafından kendi Kuzeylerinde yerleşik halk ve coğrafya için kullanılmıştır. (Urartu'nun yanında ’'Nairi'' kavramı da kullanılmıştır).
Tarihçiler, Hurri ve Urartular'ın tarihin geçmiş dönemlerinde ortak yaşadıklarını ve muhtemelen ’'ProtoHurri-Urartu'' dilini(Yani Hurri ve Urartu dillerinin kaynaklandıkları ön-ortak atası) kullandıklarını, daha sonra bunların ayrıştıklarını ve farklı kanallarda evrimleştiklerini düşünmektedirler. Kimi kaynaklar, ’'Hurri'' kavramının, ’'Öncü savaşçılar'' anlamına geldiğini belirtmektedir. Bugünkü ’'Peşmerge'' kavramıyla özdeş. Ama değişik versiyonlar da sözkonusu.
Ama her halukarda, ’'Kürt'' kavramı ve kimliğinin ’'Hurri'' kimliğinden türediği ihtimali oldukça güçlüdür. ’'Hor'' ’'Hur'', ’'Hurri'', ’'Hurrit'', ’'Kurrit'' gibi kavramlara kökenlik eden ’'Kur'' kavramını Sümer'ler Kuzeydeki komşuları için kullanmıştır. Bazen ’'Kur'' yerine ’'Mar'' kavramına da yer verildiği görülmektedir. (Hurriler'in devamı/veya bir kolu olan Mitanniler'in en büyük ve önemli merkezi ve kült yerinin de bugünkü Mardin olması dikkat çekici). ’'Kur'' kavramının bir birleriyle ilintili değişik anlamları vardır. Bunlardan birkaçı şöyle: Kuzey, dağ, dağlık ülke, düşman, yılan, ejderha..(Samuel Noah Kramer, ’'Sümer Mitolojisi'', Kabalcı Yayınevi)
Görüldüğü gibi Sümer'ler için Kuzeyli komşuları tehlike sembolü olmuştur. Prof. Dr.Hrozny bu durumun Sümerler'le Kuzeydeki kavimler(Bunların arasında Hint-Avrupa'lı kavimler de mevcuttur) arasındaki çelişkilere bağlıyor. Ona göre Sümer'ler, Hazardenizi'nin Doğusu ile Ortaasya arasında yer alan bir bölgeden göç etmişlerdir. Bunlar ilk önce Hazardenizi'nin Güneyinden bugünkü ’'Doğu-anadolu'' ile ’'Güneydoğu-anadolu''ya yerleşmişlerdir. Ancak daha önce yerleşik olan kavimler onlara rahat vermemiş ve daha Güneye doğru gitmeleri için onları sürekli baskılamışlardır. Böylelikle ta Basra Körfezi'ne kadar inmek zorunda kalmışlardır. Kuzey Mezopotamya ile Güney Mesopotamya arasındaki bir bölgede yer alan Hassuna ve Samarra gibi yerleşim yerlerinde Sümer kültürüyle ortak özellikler gösteren ve Sümerler'den daha eski olan kalıntılara rastlanması, Sümerlerin Kuzeyden Güneye indikleri tezini güçlendirdiği düşünülmektedir.(Bedrich Hrozny, Die Älteste Geschichte Vorderasiens und Indiens) Ancak gerçekten de diğer halkların baskısından mı, yoksa tabii olaylar ve ekonomik sıkıntılardan ötürü müdür, Güneye neden indikleri konusundan henüz kesin veriler mevcut değildir.
Tabii yukarıda da dile getirdiğim gibi, hiç bir zaman bir halkın tamamı aynı anda ve aynı yere göç etmemiştir. Sümerlerin de ilk başta önemli bir kısmı Güneye göç ederken, diğer bir kısmının Doğu Akdeniz'in Kuzey kısımlarına yöneldikleri gözlemlenmektedir. Bu kesim de, aradan yaklaşık bin yıl geçtikten sonra Basra Körfezi doğrultusunda Güneye, tarihçilerin deyimiyle ’'Babil ülkesine'' gitmişlerdir. Sümerler arasındaki farklılıkların bu şekilde oluşmuş olma ihtimali yüksektir. (Konumuz sümerler olmadığı için ayrıntılı değinmeye gerek yok sanırım. Sadece Sümer ’'Üst kimliği'' ile diğer üst kimliklerinin oluşum süreçleri arasında analog kurmaya çalıştım).
Sümerlerin tam olarak neden Güneye indikleri bilinmemekle birlikte, Sümer yazılı kaynakları ve mitolojileri, onların Kuzey komşularıyla ciddi sorunlar yaşadıklarını göstermektedirler. Kuzeyli kavimlerin en büyüğü, kendi aralarında güçlü bağlar kurmuş aşiretler konfederasyonundan müteşekkil Hurriler'dir. Sınırları neredeyse Kuzeyde Kafkas dağlarına kadar uzanan Hurriler'in Güneyde, bugünkü Kerkük olan, o zamanların Nuzi şehri ile Zagros'lara kadar uzanmıştır. Batıda ise bugünkü Adana ve İçanadolu'nun sınırlarına kadar uzanmaktaydı.
Tarihi süreç içinde Hurri ülkesinin bulunduğu coğrafyada oldukça büyük çalkantılar, altüst oluşlar, yeni göçler (Dışardan gelen ve içten dışa yönelen), önemli siyasi dönüşümler yaşandığı halde, bu coğrafyanın kalıcı ve köklü insan toplumunun yapısında bir süreklilik ve kalıcılığın mevcut olduğu gözlenmektedir. Bu da bu halkın sözkonusu coğrafyadaki köklerinin çok daha eski tarihi dönemlere dayandığını gösteren bir işarettir. Zaten ta ’'Neolitik devrim''den beri bu çoğrafyada yaşayan insan topluluklarının güçlü bağlar kurduklarını, kendi aralarında sürekli bir ilişki ağı yarattıklarını ve yerleşik yaşamları arasında tüm yerel farklılıklara rağmen, genel hatlarda ’'homojen'' bir karakter taşıdıkları dikkat çekmektedir. Zagroslar'dan başlayıp Kuzey Mezopotamya'ya yayılan, oradan da Harran-Çukurova üzerinden bir kavis çizip Akdeniz kıyıları boyunca yayılan (ve ’'Verimli hilal'' olarak adlandırılan kemerin önemli kısmını teşkil eden) bu yerleşim yerleri, bugünkü Kürdistan toprakları içinde yer almaktadırlar.
Ortak/Üst kimlik olarak ’'Kürtlük''
’'Kürt kimliği''; Kurmanc, Zaza, Soran, Hewreman v.d. halkların ortak kimliğidir. Tüm bunların kendilerini onunla ifade ettikleri ve tanımladıkları üst, çatı kimlikleridir. Bu durumda tek tek diğer kimlikler, ’'Kürt kimliği'' çatısı altında kümelenen birer alt kimliktirler. Buna Kurmanc kimliği de dahildir.
Kurmanc kimliği; Zaza, Soran, Hewreman kimliklerinin ortak üst kimliği değildir. Söz konusu kimlikler bir birlerine eşit, bir birlerine denk aidiyetlerdir. Her birinin kendi özgünlüğünü yaşatmaya ve geliştirmeye hakkı vardır. Hiç birinin diğerleri üzerinde tahakküm, hegemonya kurmaya hakkı yoktur. Hiç bir dil kendisini diğerlerinin ortak üst dili haline getiremez. Örneğin günümüzde, Güney Kürdistan'da bazen Soranca'yı bir üst/resmi dil haline getirme ve okullardaki eğitimi bu dille sınırlama gibi eğilimler ortaya çıkmaktadır. Buna karşılık diğer diller ise ’'Mahalli'' bir dil olarak algılanmak istenmektedir. Bu, yanlış ve haksız bir eğilimdir. Soranca dili ve kimliği, tüm Kürtler'in kendilerini ait hissedebilecekleri bir dil ve kimlik olamaz. Böylesi bir çaba, oldukça iradi ve objektif koşullardan uzak, keyfi bir tutum olmaktan öteye gidemez.
Aynı şekilde birileri çıkıp da Kurmanc kimliğini, dilini tüm Kürtler'i temsil eden bir kimliğe, dile dönüştürmeye kalkışırlarsa; ve yine diğer Kürdi dilleri ve kimlikleri ikinci dereceden, mahalli dil ve kimliklere dönüştürme çabası içerisine girerlerse, yanlış etmiş olurlar.
Zaza halkı da, kendi dilini koruma, geliştirme, bununla eğitim ve yayın yapma hakkına sahip olmalıdır. Bu onların vazgeçilmez en doğal ve insani haklarıdır aynı zamanda. Bunun yanında, Zaza kimliğine sahip çıkıp, buna ilişkin hissettikleri aidiyet duygusunu besleyip canlandırmaya çalışırlarsa; bu da meşru bir tutum olur. Ancak bu dil, kimlik ve aidiyet duygusunu, diğer dil ve kimliklere ve en önemlisi de ’'Kürt kimliği''ne karşıt bir tarzda savunmaları yerinde olmaz. Bu, Kurmanclar için de geçerlidir, Soranlar için de.. Eğer Kuzey Kürdistan'da Kurmanclar tarafından kendilerine Kurmanc kimliği dayatılsaydı; Zazalar'ın tepkileri haklı olurdu.
Kürt kimliği; Kurmanc, Zaza, Soran v.d. kimliklerden hiç biriyle bütünüyle özdeş olmamakla birlikte; bu, Kürt kimliğinin Kurmanc, Zaza, Soran, Hewreman kimlik öğelerini içinde barındırmadığı anlamına gelmez. Tüm diğer kimlikler gibi, Zaza kimliği de diğerleriyle ortak Kürt kimliğine kendisinden renkler katmıştır. Yani Kürt kimliği, biraz da Zaza kimliğidir. Ve yine Zaza kimliği, Kurmanc ve Soran kimlikleriyle ortak paydalara sahip olduğu için, biraz da Kurmancların, Soranların kimliğidir. Bu durum diğer kimlikler için de geçerlidir. Kurmanc, Zaza ve Soranlar'ın bir birleriyle ilişkileri, bütün farklılıklarına rağmen, diğer halklarla kurdukları ilişki gibi olamaz. Örneğin Farsça ve Afganca da Kürdi diller gibi ’'İrani diller'' topluluğuna dahil olmakla birlikte, Kurmanc, Zaza ve Soranların bir birlerine karşı duydukları yakınlık ve aidiyet duygusunu Farslar ve Afganlar'la kurmaları sözkonusu olamaz. Bu duygu bazen sözlerle, maddi verilerle anlatılamaz. O sadece hissedilir. ’'Biz ve onlar'' ikilemiyle karşı karşıya kalındığında, bir Zaza Farsı, Afganı mı seçer, yoksa Kurmancı, Soranı, Hewremanı mı? Bence ikincilerini.Belki Zazaca, Kurmancca'ya kıyasla dil bakımından Farsça'ya daha yakındır. Ama buna rağmen Zaza'lar, Kurmanclar'la kader birliği etmeyi tercih etmişlerdir. Tarihin belli kesitlerinde, özellikle 15, 16. yüzyıllarda Zazalar'ın bir kısmının İran'a yanaşmaları etnik ve dilsel sebeplerden ötürü değil, tersine dini inaçlarından ötürü olmuştur. Ama günümüzde Alevi inancına sahip Zazalar bilinçlendiklerinden ötürü, Kendilerini İran dini rejimine hiç bir şekilde yakın hissetmemektedirler. Sünni Zazalar ise, her zaman Kurmanclar'la beraber olmuşlardır.
Bu bağlamda, yaşanan tarihi gelişmelerden dersler çıkartıp, halklar açısından veya belli bir halkın farklı toplumsal kesimleri açısından önemli olan inançların, yaşam felsefesi ve yaşam tarzlarının da dikkate alınması gerektiği hep göz önünde tutulmalıdır. Kurmanc, Zaza ve Soranlar sadece bir birlerinin dillerine, kimliklerine, özgün kültürlerine değil; aynı zamanda bir birlerinin dinlerine ya da dini inanç kültürlerine de karşılıklı saygı duymalıdırlar. Kanımca bu da ’'Kürtler''in aidiyet duygularını geliştirmede önemli bir rol oynayabilir.
Zazalar(Ki kendilerine ’’Kırmanc'' diyorlar ve bu da aslında ’’Kurmanc'' ve ’’Kırmanc''ın bir birlerine ne kadar yakın duran iki kimlik olduklarını göstermeye yeter), Kürt kimliğinin oluşumundaki katkılarını inkar edip görmezden gelmemeli; tersine bu üst kimliği koruyarak kendi emeklerine sahip çıkmalıdırlar. Bu sadece Zazalar için değil, Kurmanc, Hewreman ve Soranlar için de geçerlidir.
Bu kesimler arasında nüfus sayısı açısından farklılıkların olması, hiç bir şekilde bir kesimi ’'Azınlık'' statüsüne düşürmez. Hepsi birlikte çoğunluğu oluştururlar. Türk devletinin ’'Azınlık'' meselesini nüfus oranına indirgeyerek konuyu çarpıttığı bilinen bir gerçekliktir. Oysa azınlık veya çoğunluğun sadece nüfus oranına bağlanması yanlıştır. Bu yüzden ne Kürtler ’'Türkiyede'' azınlıktır, ne de Zazalar Kürdistan'da .
Bu kavrama biraz açıklık getirmekte yarar var. ’'Azınlık'', her şeyden önce kendi anayurdu üzerinde yaşamayan insan topluluklarına verilen bir sıfattır. Bunlar tarihin belli dönemlerinde göçler yoluyla gidip başka bir yere yerleşmiş ve hayatlarının geri kalan kısmını nesiller boyu orada geçirmeye devam etmişlerdir. Örneğin Türkiye'deki Gürcüler, Abhazalar, Çerkezler v.b. gibi. Yada Kürdistan'dan Türkiye metropollerine göç eden Kürtler gibi. Bunların yanında Kürdistan'da yaşayan azınlıklar da mevcuttur. Ama Kürdistan'da yaşayan Kürtler binlerce yıldır kendi toprakları üzerinde yaşamaktadır ve bu toprakların sahibi ve mirasçılarıdırlar. Bu açıdan Kürdistan'daki Kürtlerin ulusal, metropollerdeki Kürtlerin ise azınlık sorunları vardır. Bu ikisinin bir birlerinden ayrıştırılması gerek. Birinci kesimin sorunları (kapsayıcı olması isteniyorsa)özyönetimle çözüme kavuşturulabilinir, ikinci kesiminse ulusal-kültürel özerklikle.
Zazalar da Kürdistan'da ’'Azınlık'' olmadıkları için, onların da özyönetim sorunları mevcuttur. Geleceğin özgür ortamında bu Kürdi halklardan her birinin çoğunluğu oluşturdukları bölgelerde kendi öz yönetimlerini kurmaları onların demokratik haklarıdır.Yine özgür koşullarda kurulacak böylesi yönetimler, kendi aralarında eğer isterlerse federatif veya konfederatif üst siyasal birlikler de oluşturabilirler.
Kürt kimliğinin oluşumu, ’'Türk kimliği''nin oluşumundan farklıdır.
Türk devlet yetkilileri sık sık ’'Türk milleti'' nin etnik bir özellik taşımadığını, aynı kültüre sahip insanların sahip oldukları ortak tarihi hafıza ve oluşan birliği sürdürme isteğine dayandığını vurgulamaktadırlar. Sosyal bilimcilerin ’'Subjektif ulus'' olarak tanımladıkları bu millet anlayışının Türk ve Kürt halklarının durumuna uyup uymadığını bir önceki yazımda sorgulamıştım..
Uluslaşmada tabii ki subjektif eğilimlerin rolu büyüktür. Hatta vazgeçilmezdir. Ama bütünselliğin sadece subjektif öğelere dayandığını söyleyemeyiz. Subjektif ve objektif öğeler, yani manevi ve maddi öğeler çoğunlukla bir birlerini tamamlarlar. Maddi yaşam ve ’'Çıkar'' birliği(Bu sadece ekonomik yaşama indirgenmemeli) ve bunun üzerinde şekillenen manevi-kültürel öğelerin bütününden ulusal bir yapılanma oluşur.
Uluslaşma, uzun süren tarihi süreçler içerisinde şekillenir. Kimi dışsal faktörler de bunda rol oynamakla birlikte, esasında gönüllülüğe dayanır. Dayanışmayla başlar, bütünleşmeyle devam eder. ’'Aynılaşma'', benzeşme ve ortak paydaların oluşumu süreci gelişir. Ancak bu bütünüyle tekleşme anlamına gelmez. Tekleşme, zoraki ve asimilasyonist siyasetler sonucu oluşur. Kimi halklar dillerini kaybeder, ’'Ulusal bütünlük'' içinde erirler. Ama suyun içinde eriyen tuz gibi, şeker gibi o suya tadını vermeye devam ederler aslında. Ve kimi topluluklar, dilsel olarak asimile edilseler bile, tarihi-grupsal hafızalarında kendi aidiyet duydukları kimliklerini saklarlar. Bir şekilde çoğunluktan ayrı oldukları bilincini taşımaya devam ederler. Örneğin Fransa'da görünürde tek dil, tek kültür hakimiyeti mevcuttur. Ama bu, zoraki yaratılmış bir durumdur. Oysa Fransa tam bir halklar, kültürler, diller bahçesidir. Her şeye rağmen dil ve kültürlerini yaşatmayı başaran ve kimliklerini hafızalarında yaşatmaya devam eden Bask, Flaman, Korsika, Oksitan, Breton gibi halklar, kendi ulusal değerlerine sahip çıkıp, bunu yasal temellere oturtmak için yıllardır mücadele yürütmektedirler. Bilindiği gibi Türk devleti de kendisine Fransa'yı örnek olarak kabul etmiş ve ’'Tek dilli, tek kültürlü, tek kimlikli'' ulus yaratma sevdasına kapılmıştı. Bu siyaset Fransa'da olduğu gibi, Türkiye'de de iflas etmiştir.
’'Kürt kimliği'' ise daha farklı bir seyir izlemiştir. Bu, iradi ve çok kısa zaman dilimi içinde yaratılmaya çalışılan bir mimarlık projesi biçiminde değil, kendi öz dinamizmiyle, tarihin sabırlı demlenişiyle ve gönül birliğine dayalı olarak oluşmuştur. Bir ulus yaratılmaz. Tersine, oluşur. Yaratılmaya çalışılan ’'uluslarda'' tekleştirme önde gelir. Oysa oluşan uluslarda aidiyet duygusu ve bilinci öndedir. ’'Türk milleti'', ’'Türk kimliği'' ’'Türkiye halkı'' gibi sıfat ve yapılanmalar, tepeden inme yaratılmaya çalışılan soyut varsayımlara dayanmaktadır.
’'Bir/Tek olmak'' ayrıdır, ’'Aidiyet'' ayrıdır. Kendisine karşı aidiyet duygusu hissedilen kimlik, farklılıkları bütünleştiren, onları bir ağ gibi ören; emek gibi, goz nuru gibi bir şeydir. Görünmezdir, ama vardır; kendisini hep duyumsatır. Ortak kimlik, kendini karşısındakinde bulmak, karşısındakini kendinde görebilmektir.. Tıpkı ergenlik çağında oluşan arkadaşlıklar, dostluklar gibi. Bu çağdaki gençler, kendilerini içinde bulundukları arkadaşlık gruplarıyla özdeşleştirirler adeta. Ama bu birliktelik eğer arkadaş sevgisine dayanırsa kalıcı olur; aksi taktirde ya dağılır, yada tahakküme, zorbalığa dayalı zoraki bir birlikteliğe dönüşür. Türk devletinin diğer halklarla kurduğu ilişki tarzı ikinci seçeneğe denk düşer. Çünkü ortak emeğe, gönül bağına, özgür iradeye dayanmamaktadır.
Halklar, kavimler tarihlerinin ergenlik çağlarında bir birleriyle arkadaşlıklar, dostluklar, kısacası yoldaşlıklar kurdular. ’'Yoldaşlık bağı'', onların kendilerini ait hissetikleri ortak kimlikleriydi. Kendilerini onda buldular, onunla bütünleştiler. Ortak şarkılar, ortak marşlar söylediler. Ortak inançları damıttılar yüreklerinde. Bir birlerinin tanrılarına tapınmaya başladılar. Senin tanrın benim de tanrımdır, dediler. Ortak sanatlar geliştirdiler. Dilleri bir koro halinde birleşti, benzeşti ve çok sesli bir orkestraya dönüştü.
Kürt kimliği de böyle oluştu muhtemelen. Kurmanc, Zaza, Soran, Hewreman, Lor, Gor, Kelhor, Mad, Goş.. ve daha isimlerini bilmediğimiz, unutulmuş nice kesim, tarihin daha eski renkleri, kimlikleriyle beraber, Hurri, Mitanni, Urartu'dan aldıkları güçle bir araya gelmiş, el ele vermiş, bütünleşmişler.. Bütünleşmiş, ama tekleşmemişler. Farklılıklardan kurulu bir birlik, bir kaynaşma oluşturmuşlar. İşte ulus budur. Zora dayanmayan, gönüllülüğü esas alan, farklılıkları kültürel zenginlik olarak algılayan bir üst kimliktir ulus.
Eğer Kürtler, yada onların öncelleri tarihin belli dönemeçlerinde egemenliklerini yitirmeselerdi; iktidarda kalıp bunu sürdürme tutkusuna kapılsalardı; her ülkede olduğu gibi, belki Kürt yurdunda da iç çelişkiler tırmanacak ve belli kesimler ayrıcalıklı bir pozisyon elde etme uğraşı içine gireceklerdi. Bu kesimler aşiretsel-sınıfsal, siyasal oligarşilerden oluşabilecekleri gibi, dinsel veya etniksel kesimlerden de oluşabilirlerdi. Bu egemen kesimler, toplumun diğer kesimleri üzerinde tahakküm kurup, aidiyet duygusuna dayanmayan bir ilişki tarzının gelişmesine yolaçabilirlerdi. Bu durumda muhtemelen Kürt nüfusunun ezici çoğunluğunu oluşturan Kurmanclar (Tüm Kürdistan'da 64% olduğu söyleniyor), egemenlik hırsına kapılıp, kendi çıkarlarını üstün tutma, diğerlerini bastırma, hatta giderek asimile etme eğilimi içine girebilirlerdi..
Ama tüm bunlar sadece birer varsayım. Tarihsel gelişim süreci başka bir biçimde yol aldı. Dolayısıyla olasılıklar üzerinden değil, mevcut veriler üzerinden hareket etmek lazım. Şimdiye kadar ülkemizde hiç bir dilin, kimliğin diğer dil ve kimlikler üzerinde hegemonya kurduğuna şahit olmamışız.
Tabii yukarıda verdiğim Güney Kurdistan'daki Soran kimliği ve dilini eğemen kılma eğilimlerine ilişkin örnek, bu konuda duyarlı ve uyanık olmamız gerektiğini gösteriyor. Kürdistan'ın hiç bir parçasında, değişik kimlik ve diller arasında negatif rekabetlerin oluşmasına izin vermemek gerek. Bir rekabet olacaksa bu, pozitif anlamda olmalıdır. Yani her kesim kendi dilini, özgün kültürünü, müziğini geliştirmek, nitelikli eserler vermek için bir birleriyle yarışmalıdırlar.
Köken ve dil farklılıkları üzerinden meseleye yaklaşmak, ’'Kürt kimliği'' gerçeğine uymamaktadır. Bilimin sınırlarını aşırı derecede zorlayıp tüm Kürtlerin aynı dil ve kökene sahip oldukları yönündeki iddialar ne kadar yanlışsa, bu farklılıklara rağmen, uzun tarihi süreç içinde oluşan ortak kimlik ve aidiyet duygusunu yok saymak da bir o kadar yanlıştır. Yanlış olduğu gibi, egemen güçlerin meseleyi çarpıtıp Kürt-Zaza farkı adı altında Kurmanclar'la Zaza'lar arasında çelşkiler yaratma, eskilerin deyimiyle aralarına nifak tohumları serpme politikalarına koz verilmiş olur. Zaza Zazadır. Kurmanc Kurmanc'tır. Ama ikisi de Kürttür. Ve hep birlikte Türk devletinin boyunduruğu altındadırlar. Eğer gerçekten de kurtulup özgürleşmek istiyorlarsa, bir birleriyle çelişmek yerine, boyundurukçu güçlere karşı el ele verip mücadelelerini birlikte sürdürmelidirler. Tıpkı şimdiye kadar olduğu gibi. Zaten dikkat edilirse şimdiye kadar Kürdistan'da kurulan yapılanmaların tamamı kendilerini Kürt veya Kürdistani olarak tanımlamışlardır. Kurmanc, Zaza, Soran, Hewreman örgütü olma iddiasıyla ortaya çıkılmamış, tüm Kürtlerin ortak çıkarları ve özgürlük talepleri programlaştırılmıştır. Ancak bu, Kürdi halkların kendi öz yapılanmalarını kuramayacakları anlamına gelmez. Kültür, sanat, müzik kurumları yanında, kimi sivil toplum kurumlarını kurmaya da hakları vardır. Ancak bu, ortak, üst Kürt kimliğini zayıflatan değil, tersine daha da pekiştiren bir rol oynamalıdır.
Cemal Özçelik
Kaynak: www.kurdinfo.com