İnsanın bu gürültü arasında sesini duyurmak için avaz avaz bağırası geliyor.
Milli takımın yarattığı milli zafer fanfarından kulakların sağır olmuşluğu, tam da bu günlerde isabetli bir mesel olarak önümüzde duruyor.
Gazetemize iliştirilmiş Alperen yazar, Genelkurmay'ın ’Güzel Türkçemizi Koruyalım' başlıklı bildirisi karşısında milli heyecana gark olmuş: ’Ana görevi Vatanı ve Milleti korumak ve kollamak olan bir kurumun Türkçe'yi de koruması gerekmez mi? Türkçe giderse Türk Milleti diye bir gerçeklikten söz edilebilir mi?“ diye Nihal Atsız makamından ünlüyor.
Genelkurmay'ın bildirisini hazırlayanların dilbilim konusundan bihaber, ’lokanta'yı öztürkçe zannedenlerden oluştuğu anlaşılıyor. Ama, ne gam. Rütbe, omuzda durduğu gibi durmuyor.
Tam da Alperen komşumun incilerinin altında Rıfat Başaran'ın bir haberi. Yiğidin gürültüsüne kapılıp atlamış olmayasınız.
Babası siyasi mülteci olduğu için Almanya'da doğup büyümüş olan 7 yaşındaki Welat Dağ'ın başına gelen tam da Genelkurmay'ın talimatlarına uygun bir işkenceydi.
1999'dan beri Dusseldorf'ta yaşayan aileden siyasi oturum hakkı olan babanın Türkiye'ye girmesi mümkün değil. Anaları da 1,5 yaşındaki Esmanur, 3 yaşındaki Birhat ve 7 yaşındaki Welat'ı almış, tatil için Türkiye'ye getirmiş. Pasaport kontrolünde Yadigâr Dağ'a ’kendisinin ve iki çocuğunun Türkiye'ye girebileceği, ancak Welat'ın giremneyeceği' belirtilmiş. Welat, Türkiye'de yasaklanmış isimler arasındaymış. Memurlar, anaya, ’Çocuğunuzu geri göndereceğiz' demiş. Zorla söküp almışlar elinden. Ağlata ağlata gerisin geri Almanya'ya göndermişler. Başına gelenleri anlamamış, ilk olarak adım atacağı ana topraklarının kapısında anasından koparılıp kapı dışarı edilmiş olan Welat'ın resmine birlikte bakalım istiyorum. Neden azarlandığını bilmeyen, küs bakışlarını hiç unutmayalım diye.
Genelkurmay'ın afişlerinde de Q, W, X harfleri çizilmişti.
Acil eylem planı
Taraf gazetesinin patlattığı TSK'nın ’Acil Eylem Plânı' da bizim için malûmun ilâmı anlamı taşımıyor mu? Irk, inanç ve özel hayat bilgilerinin hin-i hacette kullanmak amacıyla kendilerine acilen iletilmesi için talepte bulunan Jandarma da hayatımızın her alanını muhasara ve işgal etmeyi amaçlayan plânı yürütmüyor mu?
Yüzümüze çarpılan bu metni dikkatli okumak zorundayız.
Din, lüzumlu bir müessese olup yüce din duyguları Mehmetçiğin muharebe sahasındaki motivasyonu açısından önemli imiş.
Din müessesesinin TSK açısından lüzumlu olduğu yeri iyi kavradınız, umarım. Şehadet meselesi.
TSK, 12 Eylül dönemi ve sonrasında da Güneydoğu'da din müesseselerini palazlandırarak bu konudaki stratejisini ayan beyan ortaya koymuştu.
Plan'da önceki andıçların yolunu takip eden yılmaz bir kontrgerilla ruhu okunuyor: “TSK karşıtı fikir ve eylemleriyle bilinen sanatçı ve yazarların yıpratılması“, “TSK'yı hedef alan gruplar içinde bazı kişileri desteklemek, siyasi ve etnik gruplarda ayrışmayı destekleyip, birliği bozmak“, atılması gereken adımlardan birkaçı.
Bildiğimiz klasik, “kamuoyu oluşturma gücüne sahip bulunan üniversiteler, üst yargı organları başkanları, basın mensupları, sanatçılarla temasın muhafaza edilmesi suretiyle, bu kişilerin TSK ile aylnı paralelde hareket etmelerinin sağlanması“ maddesi de yerli yerinde. “Bu maksatla iş yemeği adı altında toplantıların yapılması“ ile desteklenmiş olarak.
Eh, şimdi insanın aklına Anayasa Mahkemesi Başkanvekili'nin önce inkâr ettiği, sonra Türk milletinin yüce özelliklerinden dem vurarak hodri meydan çekip kabul buyurduğu Başbuğ ziyareti gelmiyorsa, ciddi bir körleşme sorunu var demektir.
TSK, mükemmel bir psikolojik savaş stratejisi çıkarmış, bir kez daha. Üstelik geçmiş faaliyetlerinin sonuçlarından hiç ders çıkarmadan. Sözgelimi, Kürt sorunu ve DTP hakkında geliştirebildikleri strateji, bizatihi sorunu yaratan yaklaşımı öne çıkarıyor: “...bölge halkını terörle mücadele bağlamında ’rahatsız' edecek ve teröre yardım ettikleri sürece bu rahatsızlıkların devam edeceği mesajını verecek faaliyetler icra edilecektir.“ Bezdirici operasyonlar, aramalar vb. Sınıra yakın yaşayan Irak halkına da aynı muamele reva görülüyor. DTP için düşünülen de, “TSK tarafından terörist olarak görüldüğü ve herhangi bir şekilde muhatap alınmayacağı üst düzey bir basın toplantısında açıkca ilan edilecektir.“
Bu belgenin varlığı, TSK tarafından ne kabul ne de reddedildi. Komuta katı tarafından onaylanmış böyle bir resmi evrak veya plânları bulunmamaktaymış.
Tabii Büyükanıt, Taraf gazetesine diş gösterip, mali kaynaklarının soruşturulması işaretini verdi. Elbette bize bir açıklama borçlu olduğunu, bu belge üstüne hepimizi ikna edebilecek bir açıklama sunması gerektiğini düşünmüyordu. O, görevini yapıyordu.
7 yaşındaki Welat'ı adındaki W yüzünden anasından koparıp sınırdışı eden kafa, bütün devlet kademelerinde hüküm süren militarist-yasakçı kafadır. Sınırları 7 yaşındaki böcük gözlü çocuklardan koruyan, hedefe ulaşabilmek için her şeyin mubah olduğuna inanan, gizli bir örgüt gibi davrandığı iddia edildiğinde, siz önce iddia edenin nesebine bir bakın diyebilen, has vatansever bekçi kafası.
Son dakika golleri
Bu yönerge-andıç-plân-talimatnamenin bu topraklarda yaşayan hiç kimseyi şaşırtmış olduğuna inanmıyorum.
7 yaşındaki çocuğu adı yüzünden cezalandıran devlet, 12 yaşındaki çocuğu evinin kapısında ayağında terliklerle vurduğunda da hesap sormamış, hesap vermemişti.
Şu korku günlerinde milli takımın ’zafer'leriyle coşup ortalığı kana boyayan necip futbolsever Türk halkı da sırtının en güçlü olanlar tarafından tapışlandığını hissediyor elbet. Rakibinin ağzını burnunu dağıtmaya kalkışan, pişman olmadığını gururla beyan edip kurbanının kendisine küfrettiği iddiasını, “Zaten Türk olsa böyle bir şerefsizlik yapmazdı“ sözleriyle taçlandıran kaleci; İngiltere'de ırkçılık suçlamasıyla ifadesi alınmışlığı olan, basına nah çekip daha önce de İsviçre futbolcularını en önde kovalayıp tartaklayan bir kaptan; bir bahis çetecisi oyuncu ve onlarla birlikte zafere koşan diğerleri de böyle bir taraftar hak ediyor elbet.
Orhan Pamuk'la dalaşan milliyetçi kabuki oyuncusu da hocaları.
Aklı başında yazarların bile girdik-işgal ettik-parçaladık-günlerini gösterdik diline dolanarak coşumcu duygularını sorumsuzca köşelerine döküverdikleri şu günlerde insan derin bir nefes alıp, ’Acaba gerçekten de her Türk asker mi doğuyor' diye düşünüyor doğrusu.
Birkaç yıl önce türettiği ’futbol milliyetçisi' kavramından geri adım atmadığı anlaşılan Hasan Cemal'den yola çıkarak bu tavrın tehlikelerinden söz etmiştim.
Milliyetçilikle bu topraklarda her zaman geçerli ve kanıksanmış olan ergen oğlan dilinin ilişkisi üzerine düşünmeliyiz. Kota talep eden kadınlara, ’Mal mı ki kota açalım' diyen Başbakan'ın da, sıkıştığı anda gözlerini yaşartıp halkını elemli bir seyre kilitleyen delikanlı ses sanatçısının da, ’içindeki çocuk'tan çok memnun muhbir köşe yazarının da, ezcümle milli duygusal atmosferimizi ören-biçen-teyelleyen bütün eşhasın bu akla direnen, her halükârda kendini haklı çıkarmak için taklalar atan, iddiacı ve şımarık ergen dilinden kurtulmasını dilemek, bilirim, hayalcilik. Sonuçta postunu güven altına alan, cemaatçilikten yakınırken bütün elzem manevralarına alan yaratan, tabuların ve dokunulmazlıkların garantisi olmaya ant içmiş, yetişkin dünyanın sorumlulukları karşısında tüccarca pazarlıkçı bir dil bu.
Ergenlikten bir türlü çıkamadığı için yıkıcı-paralayıcı-burnundan kıl aldırmayan-tuttuğu takım gol attığında evi yakıp bebeğini balkondan atmak zorunda kalan, ileride bunu gülerek hatırlayacak bir dil. İntiharla cinayet arasında sarkaca dönüşen bir dil. Eleştirildiğinde anlamayan, anlamamış gibi yapan, anlamayı reddeden bir dil.
Andıçlarla işbirliğine çağırılan dil, budur.
İyi de Welat'ın vizesi neden yok ?