Haberlerde R.T. Erdoğan’ın 1938 Dersimde planlı programlı bir katliam yapıldığını belgeleriyle açıklayıp devlet adına özür dilerken heyecanlandım, aklım ve duygularım karmakarışık oldu. T.C tarihinde ilk defa kürtlerden özür dileniyordu. Eski inkar ve imha politikası terkmi edilecek? Barış yakın mı? bir kaç arkadaşı aradım , onlarında kafaları karışıktı. Özür gerçekse bu tutuklama, işkence öldürmeler niye? Aldatmaca ise kürtleri kandırdı diyelim, peki kendi halkına ne diyecek, türk halkı zaten sövenist, kin ve nefret duygularıyla kürt düşmanı yapılmış diyelim, peki dünya milletlerine ve devletlerine ne diyecek. Sonra yeni inkar ve imha politikasına resmen son verilmediği, savaş ve asimilasyon politikası sürdüğü sürece bu özürün anlamı ne? Ölülerden özür dilerken sağlar öldürülmeye devam ediliyor. En doğrusu konuyu bilen 38 soykırımın mağduru,günceli çok iyi takip eden Dersimin ulu çınar Seykali’ye sormaktır deyerek, bir şişe rakı ile Seykali’nin kapısını çaldım. Aşağıda Seykali ile yaptığım sohbetin bir özetini veriyorum.
“Oğul oğul, Dersim diyarında ki saklı sırların belgesi yoktur. Bugüne kadar ki suskunlukları bilmezliklerindenmiydi,? Uzatılan el, acılarımızı paraya dönüştürme hesabıylamıdır? Bilmem. Töremizdir, uzatılan eli tutarız, lakin söyleyecek bir kaç kelamımızı da dinlemeye tahammül etsinler. Dünya alem bilir ki, biz kin ve nefreti besleyip büyüten, yakıp yıkan, katleden, gaspeden, geriye tufan geçmiş gibi mezarlıkları bırakan değil, her canlının hakını koruyan, adalet ve hakkaniyeti bilen, savunan, geçmişten günümüze gelen hert aşın üstüne taş koyarak geleceği inşa eden, sevgiyi büyütüp aşka secde duranlardanız.. Kürdistan erenlerinin Dar-u Dergahında,Cem –u Cemaatinde, Saz u Sözünde bunlar söylenir bunlar duyulur. Dersimi katlettiniz, kayıtları kendiniz kağıda yazdınız, yazdığınızı kendiniz okudunuz. Ama biliyordunuz bilmemezlikten geldiniz, görüyordunuz görmemezlikten geldiniz,duyuyordunuz duymamazlıktan geldiniz. Dersimi’in cığlığı Çin- u Macine, Ars-u Mars’a ulaştı.Dersimin acısı sadece 38 kırımı değil, onun öncesi de var, sonrası da var.”
“Oğul oğul, neyin tanığını belgesini istiyorlar. Tanıkları katlettiler, kalanların dillerini lal gözlerini kör, kulaklarını sağır ettiler. Yazan elleri düşünen beyinleri felç ettiler. Dilimizi töremizi dinimizi, tarihimizi, türkülerimizi yasakladılar. Yasaklı dilin belgesi mi olur. Terteleyi yapan onlar, belgesi de onlardadır eğer dürüst tutmuşlarsa. Bizim tanıklarımız ölülerimizdir, yaşadığmız sürece vücudumuzda taşıdığımız yara ve acılarımızdır, şu uçan göçen mekansız kuşlardır, başlarını göOe uzatıp dünyayı gözeten, herşeyi görüp sır gibi saklayan şu yüce dersim dağlarıdır. Ölülerimizin cesetlerini, gözyaşlarımızı ve kanlarımızı suyuna katıp deryalara taşıyan bu kutsal nehirlerimizdir. Dünyadaki bütün iyilikleri de kötülükleri içine alan Hard-u Devres (toprak ana) dır. Onların dilinde anlayan varsa onlara sorun. Yoksa kendilerinin yazıp sakladıkları kanıtları açsınlar, dünyada ilim ve irfan sahibi bir kaç kişi çağırsınlar ulu divana havale ettigimiz bu davaya bir baksınlar, ama birde bizi dinlesinler. Uzatılan eli turız, tanrı misafiri iseler, ikramlarlarımıza da buyursunlar, kılıçlırını artık indirsinler, kelamdan anlayan hikmetini de bulur, derdini bilen, ilacını arar bulur. Biz uzatılan eli tutarız ve oturur konuşuruz, yeter ki onlar istesinler. Biz neden yok diyelim. Bizim cebimizde ne yoksulun gasbedilen rıskı ne de boynumuzda mazlumun ahı vardır. İşlediğimiz bir suç veremiyeceğimiz bir hesap yoktur. Neden kaçalım. Ama korkarım ki onlar verecekleri hesabın ağırlığı altından kalkamıyacaklarını düşünerek, uzatılan ellerini geri çeker, konuşmatan kaçarlar.
“Oğul oğul bizin bunlarla davamız sadece 38 değil, ondan öncesi de var, sonrası da var. Bunlar bin yıllık bir davadır. Tanrı şahittir ki biz bunları hiç bir zaman cenge çağırmadık,düşmanlık yapmadık. Ama onlar bize hep düşmanlık etti. Bizi din düşmanı kafir ilan ettiler, ocaklarımıza ziyaretlerimize saldırdılar. Zayıf oldukları zamanlar da yardımlarımızı dilendiler. Biz onlardan önce bu topraklardaydık, onlar gelince de bizden dostluk gördüler. Bizim desteğimizle devletlerini kurup büyüttüler. Sonra ceberutlaştılar.önce dinimizden dolayı sonra kavmiyetimizden dolayı saldırdılar. Kanuni Süleyman ocaklarımıza ait vakıfları köyleri toprakları aldı. Bazı bölgelerdeki beyliklerimizi ortadan kaldırdı. 2. Mahmud dinimizi toptan yasaklayıp ocaklarımızı kapattı, dedelerimizi seyitlerimizi öldürdü, ziyaretlerimizi yakıp yıktı, Dersim ocaklarına, seyitlerine , pirlerine ikrar verip talip olanlar katledildi, kurtulanlar ya din değiştirdi ya Dersime sığındı yada yabancı diyarlara göçüp gitti. Şimdi hala bu katliamlarda kurtulup da ikrarına bağlı kalanları gizliden ziyaret eden pirlerimize saldıran şu Erzurum Erzincan, Bayburt Sivaz Tokat Adıyaman gibi illerdeki halk o zamanlar bize bağlı idiler. Dersimliler bunları Suhte’lerden, kadılardan, Celalilerden zalim paşa ve mültezimlerden korumak için çok savaş yaptı ve çok şehit verdi. Sonra bu yöredeki halk dinini değiştirince bu sefer bize düşmanlık yaptı. Pirlerimizin fakir ve muhtaç olanlar için topladıkları ciraliga, çapul, yağma ve eşkiyalık diyorlar. Dersimde eskiyalık olmadı ve olmazda. Ancak seyitlerimize saldıran çetelere karşı Dersimliler bu kuşatmayı kırmak, çeteleri caydırmak için zaman zaman karşılık vermiş, belki gaspedilen maldan fazla mal da alınmıştır, ama kesinlikler kendilerini korumak amacıyla idi. Çünkü pirlerimiz bu illerde hep soyulurdu. Eskiya olan Dersimliler değil onlardı. Onlar bizim ocaklarımıza bağlı o yörelerdeki topraklara vakıflara el koymakla kalmadılar, canlarımıza da saldırıyorlardı.Sonra Türkçüler gelince artık hayat çekilmez oldu. Ermenilere, rumlara, süryanılere saldırdılar, yediden yetmişe kırdılar sürgün ettiler. Dersime bu suçlara iştirak etmediği için düşmanlık beslediler. Ama onlar kendilerini medeni bizi eşkiye hırsız diye ilan ettiler. Oysa o zamanlar Dersim çevresindeki kanderyası ortasında bir suhl ve barış adasıydı. Şimdi kalkıp eskiyalık yuvası olmuştu diyorlar. O zaman herhalde bu olaylar makehmeye intikal etmiş, polis yada jandarmaya intikal etmiştir, onlarında herhalde belgesi vardır. Yeterki Dersimi kötüleyen bir şey olsun hemen kayda gecerler, ozaman o döneme ait kayıtlarını açıklasınlar, kim nereye saldırmış, davalı davacı kim,kaç tane olmuş açığa çıksın. Ama yapmazlar çünkü mahcup olurlar. Biri onlara bu katliamları neden yaptınız diye sorsa hemen sende şunu bunu ettin diyerek soranın yaptığı kötülükleri sıralıyor ve bana hesap soramazsın diyorlar. Evvela kendi vicdanlarına hesap versinler, tabii eğer varsa. Yoksa kendi katliamlarını başkalarının katliamlarıyla kapatmaları onları aklamaz. Kötülük kötülükle kapatılmaz,Kötülük örnek olmaz, olmuşsa özürün, affın, kelamın değeri olmaz.
Katliam ile muasır medeniyete ulaşılmaz. 1940 ların türkiyesi 1910 türkiyesinden daha ileri değildi. Katliamlar daha da geriletti. Ekonomisi, kültürü, hukuku eğitimi çok geriledi. Sözün kısası, devlet, Dersim soykırımı ile sadece Dersimdeki canlarımızı katledilmedi, aynı zamanda dilimiz,tarihimiz , dinimiz,iktisadimiz kültürümüz de katledildi. Yani muasır medeniyet katledildi. Hani diyorlar ya, bu cahillere medeniyet götürdük, yalan, onlar muasır medeniyeti katlettiler cehaleti getirdiler. Bugün avrupada aradıkları, üye olmak için uymak zorunda oldukları değerler , bizin kendi taririhimizde kültürümüzde varolan ve yaşamımıza yön veren değerlerimizdi, onları katlettiler. Neyse evlat yaralarımı fazla deşme, kapatalım, söylenecek o kadar çok şey varki. Takadım, asabım elvermiyor. O kadar çok yalanlarına insanlarını inandırmışlarki, kimi neyi düzeltesin.”
Israrım üzreni Seykali “ Dersim asker ve vergi vermediği için katletilmiştir deniyor” şeklindeki soruma cevabını da özetliyerek aktarıyorum.
“Bu soruyu bana soracağınıza, eski yazıyı ögrenip eski kaynakları belgeleri okusaydınız, cevabını bulurdunuz. Neden eski yazıyı ögrenmiyorsunuz. Neyse .
“işin aslı çok eskilere gider. Bir kere Osmanlıda herkesin askerlik yapma zorunluluğu yoktu. Osmanlının maaşlı merkezi ordusu vardı. 1825 de sultan Mahmut, bektaşi ve alevileri katledip bektaşi olan yeniçeri ordusunu dağıtınca, yerine Nezam-ı Cedditi kurdu, maaşlı profesyonel bir ordu idi. Yani mecburu askerlik yoktu. Digeri de timarlı sipahi idi, beylerbeyine bağlı idi. Bunlarda devletin mülk i arazilerini (tımarlarını) işleten ve gelirleriyle geçinen askerlerden oluşurdu. Birde yurtluk, ocaklık şeklinde imtiyazları tanınan beyliklerden toplanan askerler vardı. Kürdistanın bir çok bölgesinde bu beylikler vardı,ama Dersimde yoktu.sadece çarsancak ,Pertek, Çemişgezek ve Erzincan da padişah hasaları (toprakları) vardı ve bunlar mirlerin eliyle ekilip biçilirdi ve mahsulun onda biri ya nakden yada aynen osmanlı sultanına ödenirdi. Dersimde olduğu gibi birçok bölgedede asker toplama savaşa katılma zorunluluğu yoktu. Mecburi askerlik meşrutiyetten sonra geldi. Sonra dünya harbi ve Ermeni kırımı oldu. Benim okuduğum kaynaklarda bazıları bu savaşlarda yediyüzbin kürt gencinin öldürüldüğünü yazıyor. Gerek dünya harbinden gerek kongre hükümetinin Rum ve Ermenilere karşı savaşta memleketler virane oldu,kaç milyon insan öldürüldü Allah bilir. Bu ortamda herkes haklı olarak askerden kaçıyordu. Türklerin rumlara karşı savaşta belki 8 bin kişi öldü ama askerden kaçarken vurulan, yada askere gitmeyen asker kaçakları olup istiklal mahkemelerinde idam edilen binlerce kiş var. Sarıkamışta Enver paşanın soğuktan dondurduğu 90.000 doksanbin askerin hepsi kürttü. Subayların kendileri de hatıratlarında açıkça yazıyorlardı, ne türkler ne kürtler, zabitleleri köylere sokmuyorlardı. Askerden kaçıyorlardı. Zabitler halkın arasında ancak sivil elbiselerle yada silahlı adamların korumasında gezebiliyorlardı. İsmet inönü’ lafıyla halka rağmen savaştılar. T.C nin temellerinin atıldığı Erzurum Erzincan Kars şehirlerini kürt güçleri kurtardı. Türk askeri Karabekirin kumandasındaki bir manga askerdi, onlarda sadece bayrak diker, askeri depoları soyarlardı. Kesinlikle savaşmadılar.bunu Karabekir kendi anılarında da anlatıyor. Böyle bir ortamda halk neden askere gittisin ki. Bütün Türk ve Kürt illeri de askere gitmediler,neden sadece Dersimde bu nedenle katliam yapılıyor. Peki öyleyse, askerdeki Dersim gençlerini neden katlettiler yada sürgüne gönderdiler. Aslında tek sebep vardı. Dersim onların kavmiyet zihniyetine ters düşüyordu, hepsini türkleştirmek, türk olmayanı yok etmekti. Bunu yaptılar, sebep budur, gerisi yalan.”
“şu vergi meselesi ise daha da karışık meseledir. Osmanlı vergi düzeni çok karışıktı. Osmanlı da vergi düzeni toprak mülkiyeti ile çok yakından ilgiliydi. Osmanlı da vergi iki kısma ayrılırdı, Şeri vergiler, Örfü vergiler. Şeri vergileri dini kurallara göre belilrlerken, Örfü vergilere gelenek görenek ve o yörede uygulana gelen vergi sistemine göre belirlenirdi. Bunun dışında evkaf (vakıf) kanunları (daha doğrusu fermanları ) vardı. Bunlar da çok çeşitli idi. Dini vakıflar, kamu hizmeti yapan vakıflar, aile vakıfları, tekke türbe cami imaret vakıfları vs sayıları çok çeşitli idi. Konumuzu dağıtmadan dersime gelirsek.Osmanlı Kürdistanda uzun zaman vergi almadı.Kürdistan beyleri ile Yavuz Selimin yaptığı antlaşma gereği Kürdistan da hakim beyler, ocaklar, hükümet, sancak ,yurtluk, seklinde örgütlülüğünü sürdürdü. Bunların yarğılama, vergi toplama ve asker toplama hakları vardı. Dersimde aynı statüde idi. Kürdistanda 18. yüzyıla kadar Uzun Hasan Paşa Kanunları geçerli idi. Çünkü Uzun Hasan Paşa Kürdistan beylerine muhtariyet tanımıştı, Hawramandan Kaf dağına (kafkasa) kadar. Osamnlı Akyonlu devletini yıkıp kürdistanı kendi hakimiyetine alınca bu kanunu da olduğu gibi kabul etti beylerle yaptığı antlaşma gereğince. Çok dağınık her bölge hakında hatta köy ve bucaklar için ayrı ayrı fermanları (kanunu) olan uzun Hasan Paşa kanunu, Kanuni Süleyman tarafından toparlanarak Dıyarbakır kanunu şeklinde birleştirerek Defeter-i Atik’e kaydetti. Dersim le ilgili fermanlar “Defter-i müfredat u mahsulatı vilayeti Erzincan” ve “Defter-i yasaha-i Arabgir” bölümünde toplanmış ve yine evkaf fermanlarında konu ile ilgili önemli belgeler var. Özetle Osmanlının da kabul ettiği Hasan Paşa kanunnamelerine göre Dersimdeki ocaklar ve ocakzadeler vergiden ve askerlikten muaf olduğu gibi şeri vergileri toplama haklarıda vardı, ve vergi miktarı belirtilmemiştir. Bazı örfi vergileri de Dersim ocaklarına bağlı vakıfların sosyal faalitlerini yürütmek için tahsis edilmişti. Bu durum osmanlı döneminde de devam etti. Kanuni Süleyman alevi kızılbaş ocaklarının bu imtiyazını kaldırıp evkaflarına bağlı toplarklarına el koyunca, Dersim, Malatya, Maraş, Sivas, çorum yörelerini kapsayan Kalendir Çelebi önderliğinde büyük bir ayaklanma oldu. Omanlı geri adım atarak, toprakları ve imtiyazları geri vererek ayaklanmayı bastırabildi. İkinci Mahmut alevi ocaklarının faaliyetlerini yasaklayarak tekke ve dergahlarını Nakşilere devretti ama bu kararını sadece Dersim diyarında uygulayamadı. Sultan Mecid “islahat-ı Hayriye” fermanı ile tüm osmanlıda tek bir vergi ve topak mülkiyeti kanunnamesi çıkardı. Dersimliler bu fermana karşı 1861-62 de ayaklanarak kendi bölgelerinde uygulama fırsatı vermediler. Osmanlı Meşrutiyete kadar zaman zaman asker gönderdi ama yenildi ve sözünü Dersime geçiremedi. Meşrutiyetten sonra ise önce İttihatcı daha sonra Kongre yönetimi, şeri vergileri kaldırdık dediler. Aslında kaldırmadılar vergilerin ismini değiştirdiler daha da ağırlaştırdılar.Şehüslamlık ve hilafet makamı yerine Diyanet idaresini getirdiler, şeri vergiler örfi vergi ,yani hizmet karşılığı vergi şeklinde toplamayı sürdürdüler ve bu vergilerin büyük bir kısmını Diyanete aktardılar. Diyanet bize hangi dini hizmet getiriyor ki vergimizi istiyor. Osmanlıda dini hizmete şeyhüslama giden vergiler, Ankara hükümetinin diyanete verdiği vergilerimizin yarısı bile değildi. Yani osmanlının topladığı şeri vergiler, diyanet bütçesi kadar değildi. Birde şeri vergileri kaldırdık diyorlar, doğru değil, o vergilerin ismini değiştirdiler. Yani bizim ocakları kapattılar , vakıflarımıza el koydular, onlara bağlı tımar ve mülk topraklara el koydular ama suni kesimi daha güçlü daha merkezi bir şekilde diyanet çatısı altında birleştirdiler. Birde laik devlet diyorlar. Aslında bunlar daha dinci, ama devlet dincisi. Evet doğrudu biz şeri vergileri Osmanlıyada vermedik Ankara hükümetine de vermek istemedik, ama örfi vergilerimizi vermemezlik yapmadık, düzenli verdik. Vergi kayıtlarına bakılırsa bu çok kolay görülür.
Bu hükümet osmanlıdan daha zulümkar davranıyor. Osmanlı hiç olmazsa Hırıstıyan, (katolik,grogoryan, ortodoks, süryani)bektaşi, alevi yezidi, gibi farklı dinlere bağlı vakıflarin kendi dini vergilerini toplamasına tahammül edebiliyordu, ama Ankara Hükümeti hepsini yasakladığı gibi vakiflarina,ocaklarina mallarına el koydu. Bunların gelirlerini ve mallarını Diyanete ve ona bağlı kuruluşlara devretti. Biz dünde bu kanuna karşı çıktık bugünde karşı çıkıyoruz. Şimdi Avrupa karşısında bu kanunu savunamıyor ve el konulan hırıstıyan mallarını geri vereceğiz, hatamızı düzelteceğiz diyorlar. Peki ya biz ve el konulan ocaklarımız, dergahlarımız vakıflarımız, topraklarımız.zorla bizden alıp diyanete aktardığınız vergilerimiz. Bizim diyanete aktarılan vergilerimizin(şeri vergiler) zorla alınması dünde caiz değil bugünde, biz dünde haklıydık bugünde. Biz diyanete değil, kendi ocaklarımıza, dergahlarımıza, cemevlerimize dini vergilerimizi vermek istiyoruz. Aslında devletin dini vergileri toplamasına gerek yoktur. Dini (şeri) vergiler gönüllülük esasına dayanır ve kisi kendi isteği ile gönülden geçen miktarı verir. Bu aidat gibi olabileceği gibi, teberu yada yıllık meblağ şeklinde de olabilir. Bizde eskide böyle idi, öyle zanedersem medeni ve gerçekten laik devletlerde de böyledir. Avrupa da da Dersimde olduğu gibi, kiliselere verilen vergiler kisinin isteğine balıdır, kişi istediği dine istediği miktarda vergisini verir. Dersim bunu savunduğu için, vergi vermiyorlar diye katliam yaptılar. Dersim Osmanlı döneminde örfi vergilerini düzenli vermiştir, bu başbbakanlıktaki “Defter-ı Köhne” “Defter-i Cedide” adlı eski osmanlı arşivinde de kayıt altına alınmıştır. Ankara hükümeti döneminde ise Tekke ve Zaviyelere dair kanunla dersim dinsel olarak iyici kuşatmanın yanında milli olarak da kimlikleri dilleri yasaklanarak türkçülük dayatılınca Dersimliler, Ermenilerin akıbetine uğrayacakları düşüncesine kapıldılar ve çareler aradılar. Sorun sadece vergi sorunu değil, vergi ödense de katliam yapılacaktı. Kürdistanın diger illerinde yapılan katliamlar gibi dersimde de yapılacaktı.mesele türkçüğü kabul edip etmeme meselesidir. Diger her şey bahane ve yalan.”
Seykali’ye bahsettigi osmalıya ait miri toprakları ve Padişah Hassalarının akibetini soruyorum.
Sultan Mecid’in bu toprakların işletmesini Dersimlilerden alip kendisine bağlı adamlarına vermek istedi. 61 isyanının sebeplerinden biride budur. Daha sonra Sultan Aziz, Harputun eteklerindek mezra köyüne askeri bir garnizon kurdu ve burayı yeni iskana açtı ve buraya sunni türkleri yerleştirdi ve Harputun ismini değiştirerek El-Aziz yaptı, yani Aziz’in diyarı,memleti. Yani şimdiki Elazığ. Dersimdeki, Peri,Çarşancak, Pertek, Arapgir,çemişgezek deki miri topakları ve padişah hassalarıni Elazize yerleştirdiği bu sunni türklere verdi.Mazgirteki toprakları palu beylerine verdi, Mamahatundaki toprakları ise Çarekan beylerine verdi. Çarekan beyleri ve Palu beyleri dersimin değerlerini benimsiyerek halkla bütünleştiler. Ama Dersime yerleştirilen bu sunni türkler hep osmanlı ordusunun öncüsü oldular. Esas görevleri Osmanlı döneminde din idi, sunniliği Dersime kabul ettirmek, Ankara hükümeti döneminde ise türkçülük yapmak, Dersime türkçülüğü kabul ettirmek oldu. Şu anda Elazığda en gerici bağnaz ırkçı türkçülerde bunlardır, çünkü Dersimlilerle türk ordusu desteğinde çok savaştılar.38 soykırımında dersimin halkının birçok menkul değerlerine, altın,para, davarlarını gaspettiler. TC döneminde miri toprak sistemi kalktığı için bu mirler, devletin topraklarını üstlerine tapu ettiler. Toprağı işleten kürt köylüleri ile bunlar arasında toprak mülkiyeti için bir sürü kavgalar oldu, uzun yıllar süren davalar açıldı,tabii ki hepsi türk beyleri lehine sonuçlandı ve 1950 ve 60 lardan sonra bunlar artık barınamıyacaklarını düşünerek topraklarını sattılar diger türk illerine gittiler.”
“Bütün bu olanlardan dolayı devlet özür diliyorsa, iyi bir şeydir. Gidin oturun konuşun, eğer kılıçlarını kuşanıp gelmişlerse,söylenecek söz kalmaz, “Allah sonunuzu xher getire” der, kalkar gelirsiniz. Kılıçlarını indirip çare bulmaya gelmişlerse, oturun konuşun, kalay olmaz, kısa zamanda olmaz, birbirimize bağırıp çağırırız, ama nihayetinde bir çözüme varırız. Bu cözüm için bir başlangıç olur, herşey hemen çözülmez, bazı meseleler gelecek zaman içinde çözülür. Önemli olan geleceğin önünü açmaktır. Bu görüşmelerde geçmişin hesapları üzerinde değil, geleceğin önünün açılması için konuşulmalıdır. Bizim tek dilegimiz, kendi değerlerimizle, kendi çabalarımızla kendi geleceğimizi inşa etmektir. Bunun önünde engel olmasınlar yeter, onlardan başka bir şey istemiyoruz. Eger insanlık ve dostluk namına, geçmişte yaptıklarından pişmanlık duyup, zarar ziyanımızın hiç olmazsa bir kısmını manevi anlamda karşılamak isterlerse, gaspedilen topraklarımızı vakıflarımızı dergahlarımızı geri verirlerse iyi olur, ozaman bizden de dostluk görür, karşılıklı dayanışma ve barış içinde daha iyi bir dünya kurar, daha hızlı kalkınırız. Ama meselenin esası bu değil. Diğer önemli bir meselede, muhatabımız yok diyorlar. Bu pek dürüst bir yaklaşım değil. Bin yıldır savaştığın bir taraf var. Bu tarafta kişiler önemli değil, kimi muhatap alırsan al, demin çözüm için belirttiğim hususa riayet etmesi kaydıyla kimi muhatap alırsan al, varacağınız sonuç aynı olacak. İster mebusları, ister partileri, ister belediyeleri, ister hayır kurumlarını, ister dini kurumlar, ister Tar deresindeki değirmenciyi yada Beytülşebaptaki çobanı muhatap al sonuç aynı olacaktır. Söylenecek söz aynıdır. “sizinle eşit haklara sahip olmak istiyoruz, kendi kaderimiz üzerinde söz ve karar sahibi olmak istiyoruz, bunun önünde engel olmaktan çıkın” diyecektir. Amacımız bağımıza musallat olan hırsızı dövmek değil, onu hırsızlıktan vazgeçirmektir.”
Seykali’ye teşekür ederek ayrılıyorum. Kendisini yormamak kaydıyla arada bir ziyaret edip sohbetimize devam edeceğim.