Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 21 July 2012
SURİYE’NİN POLİTİK DENKLEMİNİ KÜRTLER ÇÖZÜYOR-Dr. Mustafa PEKÖZ

Suriye'nin başkenti Şam'da 18 Temmuz 2012 tarihinde, Ulusal Güvenlik binasına yönelik yapılan saldırıdan Savunma Bakanı Davud Racha, İçişleri Bakanı İbrahim El Şaar, Esad'ın eniştesi Genelkurmay Başkan yardımcısı Asıf Şevket ve Esad'in özel temsilcisi Hasan Türkmani öldürüldü. Bu eylemin kimler tarafından örgütlendirildiğinden çok politik sonuçları bakımından önemlidir.

Eylem’in Baas rejimi muhalifleri tarafından yapıldığı iddia edilmesine rağmen, bunun örgütlenmesinde uluslar arası istihbarat güçlerinin olduğunu hemen herkesin tahmin ettiği bir durum. Eylem klasik olarak ele alındığından, bir kısım bakanların öldürülmesi ve psikolojik savaş boyutu bakımından Esad rejimine vurulmuş ciddi bir darbedir. Ancak bu eylemin kendisinin politik olarak ortaya çıkardığı önemli sonuçlar bulunuyor. Birincisi, Esad’ın bu hamleyle teslim olmayacağını, tersine saldırıları çok daha üst düzeye çıkartacağını gösteriyor. Annan planı çerçevesinde tank, top ve uçak gibi ağır silahların kullanılmasının yasaklanmıştı. Ancak bu noktadan sonra, Esad’a bağlı askeri güçler, mevcut ağır silahların tamamını kullanacaklardır. Özellikle iki generallin yaşamını yetirmesi, ordu içerisinde bir dağılmaya yol açmayacaktır, tersine saldırıları arttırarak devam edeceklerdir. Bu durum, aynı zamanda fiilen iç savaşın başlaması anlamına geliyor. Suriye’nin bütün bölgelerinde küçük ve orta şiddete çatışmalar çok daha yaygın olarak gündeme gelecektir. Çatışma ve patlamaların Şam ve çevresinde yoğunlaştırılması da, mevcut rejimin meşruluğunu tartışmaya açmak ve toplumsal psikolojiyi yönlendirmeye ve etkilemeye yönelik bir taktiktir.

Suriye ordusu, polisi ve ayrıca özel olarak örgütlendirilmiş Esad’a bağlı milis gücü ile muhalif güçler arasındaki çatışma çok daha artarak devam edecektir. Muhaliflerin üzerinde yükseldiği ciddi bir toplumsal tabanı henüz oluşmuş değil, bu bakımdan önemli bir dezavantaja sahiptirler. Muhalif saldırıların bir başka amacı da, halen devam eden dezavantajlı durumu avantajlı duruma çevirmektir. Bütün taktik yönelimler bir yana ulusal güvenlik binasına yönelik yapılan saldırı, güç ilişkilerin tamamen yeniden konumlandırıldığı bir sürecinin ilk halkası olacaktır.

İkincisi Uluslar arası güçlerin aldıkları tutumda özel bir değişikliğin olmamasıdır. 20 Temmuz günü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde yapılan oturumda, Suriye’ye yönelik müdahaleyi içeren tasarı, Rusya ve Çin tarafından veto edildi. Birleşmiş Milletler Gözlemci heyetinin görev süresi de bir ay süreyle uzatıldı. Şam’da bakanlara ve generallere yönelik gerçekleştirilen saldırıya rağmen Rusya’nın tutumunu olduğu gibi koruması, Esad için son derece önemlidir. Bu bakımdan Esad’ın çekilmesine yönelik uluslar arası kamuoyunun beklentisi gerçekleşmedi.

Üçüncü temel halka ise Kürtlerin başlattığı özgürleşmle hareketidir. Kürtler dünden beri Kürdistan bölgesindeki şehirlerin yönetimini ele almaya başladılar. Kürdistan Halk Savunma Birlikleri (YPG), Kobani ve Afrin, Cideris kentlerinde güvenliğini üstlendiğini açıkladı. Bu atılan adımlar Kürtlerin özgürlüğü bakımından stratejik öneme sahiptir. Bu gelişmeler, Batı Kürdistan’ın bütün şehirlerine kapsayarak gelişecek gibi görünüyor.

Bütün uluslar arası güçler ve bölge devletler biliyorlar ki, Kürtler, Suriye’de en örgütlü güçtür. Dört ay önce yazmış olduğum bir makalede şu değerlendirmeyi yapmıştım: “Kürtler politik ve askeri olarak çok yönlü hazırlıkları söz konusudur. Oluşturulan Kürt ittifakı, Kürdistan bölgesinde Kürt nüfusunun yaklaşık olarak %80-85’ini temsil ediyor. Kürtler kendi Özerk sistemlerini inşa ederken, bölgesel dengeleri ve Suriye’nin iç politik durumunu çok yakında takip ediyorlar. Bu bakımdan Kürtler stratejik güç ve dengeyi temsil ediyor. Suriye eskisi gibi olmayacaktır. Esad rejimi ister devam etsin, ister gitsin her iki durumda da yeni bir Suriye gerçeğiyle karşı karşıya olacağız. Kürtlerin belirleyeceği strateji ve uygulayacağı taktik politikalar, sadece Suriye’nin değil bölge haritasının yeniden çizilmesinde önemli rol oynayacaklardır. Kürtlerin dikkate alması gereken nokta, Suriye’ye yönelik dışta askeri bir operasyonun olması son derece zordur. Bu bakımdan bütün politik güçler, iç dengelere oynayacaklardır. Bu bakımdan Kürtlerin atacağı adamlar, çok daha önemlidir ve dört parça Kürdistan coğrafyasında çok büyük bir etki yaratacaktır.” Bir başka yazımda şu değerlendirmeyi yapmıştım; “Suriye’de Kürtler için nesnel koşullar tahmin edilenden çok olgunlaşmış bulunuyor. Suriye’de hedeflerine ulaşabilmeleri ve kendi Özerk yapılarını korumaları için mevcut olanaklar oldukça gelişmiş durumda. Muhaliflerle Esad arasındaki her çatışma veya rekabet Kürtlerin durumunu güçlendirecektir. Her iki tarafından Kürtlere ihtiyacı var. Bundan dolayı Kürtler politikalarını belirlerlerken çok boyutlu düşünmek zorundadırlar. Öncelikli olarak askeri müdahaleye karşı çıkmalılar ve Suriye’deki iç dengeleri iyi değerlendirmeliler. Zaman geçirmeden kendi aralarında tam bir birlik oluşturarak ‘Kürt Ulusal Meclisini’ oluşturup, ‘Özerk Yönetimlerini’ ilan etmelidirler. Özellikle kendi askeri güçlerini oluşturup, Kürdistan bölgesini korumaya almalıdırlar. Ayrıca Kürdistan bölgesi dışındaki hiçbir askeri sürece dâhil olmamalıdırlar. Aksi durum, Kürtlerin meşruiyetini tartışma konusu yapacaktır. Suriye’nin iç politikasının ana halkası Kürt sorunudur. Bu noktadaki bir çözüm Suriye ve Kürtler bakımından önemli politik sonuçlar doğuracağı gibi bölgesel ilişkileri yeniden şekillendirecektir. Dengeler ülkesi Suriye’de değişimler artık kaçınılmazdır.” Şimdi bu süreç, Kürt Halk Savunma Güçlerinin Kobani ve Afrin kentinde yönetimi ele almalarıyla fiilen başladı.

Bu ilk adım, stratejik dengeleri değiştirecek düzeyde bir önem arz ediyor. Bundan sonrası oldukça önemlidir. Suriye’nin iç politik ve askeri krizini hesaplayarak yeni taktik planların hızla uygulanmaya konulması gerekiyor. Suriye’nin mevcut rejiminin ve Muhalif denen kesimlerin ‘Kürt politikası’ aynıdır. Suriye Milli Misaki’nin korunmasıdır. Bu bakımdan birbirleriyle çatışmalı olan mevcut durumdan dolayı Kürdistan bölgesine saldırmamaları, onları niyetleriyle ilişkili olmayıp, aralarındaki çelişki ve çatışmalarla ilgilidir. Bu bakımdan, Kürt Halk Savunma Güçleri ve Kürt Ulusal Konseyi, bütün Kürtlerin kucaklayacak bir örgütle modelini mutlaka uygulamalıdır. Kürt politik güçleri arasında en ufak bir çatışmaya izin verilmemelidir. Ayrıca halkın bütünlüklü olarak bu sürece katılması yetmez, esas mesele mevcut yönetimlerin korunmasıdır. Özellikle askeri hazırlıkların çok yönlü ve kapsamlı olarak yapılması son derece önemlidir. Güneyli kardeşlerinden aktif destek almalıdırlar. Suriye’nin statükocu yapısını savunan güçlerin, bir biçimiyle Kürtlerle karşı karşıya gelecekleri hesaplanmalıdır.

İkinci nokta, bölgesel statükocu devletlerin alacağı tutuma karşı çok yönlü hazırlıklar yapılmalıdır. Türkiye’nin hem Ortadoğu, hem Suriye, hem de Kürt politikası çöktü, Davutoğlu’nun sıfır hesaplı dış politikası da artık sıfırlandı. PKK ile yürüttüğü savaşta yenilen Türk devleti, Suriye’de ortaya çıkan yeni politik durumla da PKK’nin kardeş partisi PYD ile de komşu olacak. Türk devletinin bunu hazmetmesi mümkün değil, Kürtlere yönelik saldırılar ve komplolara yönelecektir. Batı Kürdistan’da çok yönlü kontra faaliyetlerine ve katliamlara yönelebilir. Bu konuda gerekli duyarlılığı gösterilmesi ve özellikle güvenlik önlemlerin en üst noktada alınması gerekir. ‘Özel Kuvvetlerini’, MİT görevlilerini ve ‘Suriye Özgür Ordusunun’ elemanlarını da kullanarak, Batı Kürdistan’da politik bir istikrarsızlık yaratmaya çalışacaklardır. Bu tür olası durumların mutlaka hesaba katılması gerekir.

Üçüncü nokta ise, Uluslar arası boyutudur. Kürtler haklı ve meşru bir süreci başlatmış bulunuyorlar. Bu fiili politik durumun uluslar arası alanda kabul görmesini sağlamak da önemlidir. Suriye üzerinde plan yapan küresel güçler, henüz ortaya çıkan mevcut durumu değerlendirmiş değiller. Eğer Kürtler kendi bölgesinde güçlü, istikrarlı ve sürekliliği olan bir yönetim oluştururlarsa, uluslar arası güçler bu realiteyi kabul etmek zorunda kalacaklardır. Bu noktada özellikle Güney Kürdistan Federasyonu yönetimine ciddi bir görev düşüyor. Suriye’de oluşan Kürtlerin politik durumunu uluslar arası alana mutlaka taşımalı ve gerekli desteği sağlamalıdır.

Suriye’de Kürtlerin Özerkliklerini ilan etmeleri, bölge coğrafyasında haritaların yeniden yazılımını kaçınılmaz olarak gündeme getirecektir. İngilizler tarafından oluşturulan ve sonra Amerika tarafından sürekli desteklenen yapay devletler tarihsel miadını doldurmuş bulunuyor. 21.Yüzyılın ilk çeyreği, Ortadoğu coğrafyasının bütünlüklü olarak yeniden şekillenmesi sürecidir. Bunun merkezinde Kürtler bulunuyor. Bölgede yeni devletler ortaya çıkıyor. Kürtlerin özgürleşmesi, esasen bölge halkların özgürleşmesidir.

http://eu.kurdistan-post.eu/manset/6840-suriyenin-politik-denklemini-kgrtler-ggzgyor-mpekgz.html

Übersetzung anzeigen
· · vor 30 Minuten

Güneybatı Bağımsız Kürdistan - Hüseyin Turhallı Batı Kürdistan’da dört parça Kürdistan’ın kaderini değiştirecek gelişmeler oluyor. İşin gerçeği yerelde yani mikro düzeyde neler oluyor onu tam olarak bilmiyoruz. Ancak uluslararası hukuku, diplomasiyi ve devletler hukukunu ilgilendiren çok ciddi gelişmelerin yaşandığı açık.  Bizim köy eskiden bir ermeni köyü idi. Son dönemlere kadar da iki mahallesi ‘Bav fılle’ dediğimiz Ermeni çocuklarının yaşamakta olduğu mahallelerdi. Köyümüz Riz, yılda üç ürün alınabilen sulak araziden oluşan bir köydür. Dolayısıyla çevre köylere göre ekonomik olarak biraz daha gelişkindir. Bununla beraber Bav Fılleler köyün en yoksul kesimini oluşturuyordu. Oluşturuyordu diyorum, çünkü 1993’te köyün uçaklarla bombalanmasından sonra herkes gibi Bav fılleler de göçtü. Bu nedenle köyün hem demografik yapısı hem de ekonomik çizelgesi değişmiş oldu.  Bizimkiler, Şêx Said isyanından on yıl sonra gelip bu köye yerleşmişler. Bizden öncekiler hazır büyük ve verimli tarlalara konarken bizimkiler de merada tarla açmakla yetinmişler. Tabi bu arada kim nerede sahipsiz bir ağaç, birkaç metrekarelik bir arazi bulmuşsa ona konmuş.  Köy mezarlığına yakın bir dut ağacı vardı. O dut ağacına bir asma dolanmıştı. Asmanın xurmi dediğimiz çok güzel üzümleri vardı. Üzümler kararır kararmaz biz de sahipsizdir diyerek bozuma saldırırdık.  Sanıyorum 7’li yaşlardaydım. Bu üzüm asmasını mezarlıkta “ilk önce biz gördük” diyerek kimselerin dalmaması için arkadaşımla birlikte etrafını dikenle çevirdik. Üzümler olgunlaşınca gelip toplayacaktık….. Her gün üzümleri ve asma ağacını kontrol ediyorduk. Bir gün geldik ki ağaçta tek salkım üzüm kalmamış! Bağırıp çağırmaya ve küfürler savurmaya başladım. Ceviz toplamaya gelen ablam bizi görünce “Ne olmuş? Niye bağırıp çağırıyorsun? O küfürler kime?” dedi. Ben de hikâyeyi anlattım. Gülmekten kırıldı. “O ağaç Dat Sal’ındır. Sen daha doğmadan 35 yıl önce onu sahiplenmişler!” dedi.  İsmail Beşikçi Hoca “Bir ulusun uğrayabileceği en büyük felaket tarihinin bir başkası tarafından yazılmasıdır” diyor. Kürtlerin tarihini başkaları yazmış. Bu yüzden ne tarihi bir arşivleri ne de yeterli düzeyde tarihsel ve toplumsal birikimleri var. Kendi yaşam mücadelelerinde ve bu tecrübelerle sınırlı özel yaşam tarihlerinde ne görmüşlerse hakikatin bundan ibaret olduğunu sanıyorlar. Kısacası benim 7’li yaşlardaki hakikatim neyse Kürtlerin de odur. Kürt siyaseti hala 7’li yaşlarımdadır. Oysaki Kürtler isyanın 200’lü yaşında, ben de 50’ye merdiven dayadım. Şimdi Suriye’de devlet yıkılmış veya yıkılmak üzere. Suriye’nin elinde sömürge olarak tuttuğu Güneybatı Kürdistan’ın Afrin ve Kobani şehirlerinde Kürtler devletin otoritesine son vererek kendi iktidarlarını inşa etmişler.  Bir devletin hegemonyası altındaki coğrafi parçada iktidara el koyan bir güç objektif olarak egemen devletin hâkimiyetine son verdiğinde apayrı ve farklı bir hükümranlık durumu doğar. Bu hükümranlık kendi otoritesini kurar. Dolayısıyla coğrafi alan üzerinde öncekiyle hiç de alakalı olmayan yeni bir otorite kurulmuş olur. Yani bağımsız bir otorite oluşmuş oluyor.  Bu durumu Uluslararası Hukuk şöyle formüle ediyor: “Bir devletin varlığı üç ana unsura bağlıdır. Birleşmiş Milletler ve/veya diğer devletler tarafından tanınma kurucu bir unsur değildir. “ Nedir bu unsurlar? 1- Fiziki unsur: Bir arazi parçasının varlığı; 2- İktidar: Bu arazi parçası üzerinde inşa edilmiş bir iktidarın mevcudiyeti; 3- Nüfus: Bu iktidara biat eden, uyumlu yerleşik nüfusun olması. Hatırlatmakta yarar var. Uluslararası Adalet Divanı’nın Kosava’ya ilişkin kararı da bu üç temel unsura dayanıyor. Kısacası bu gün itibarıyla Güneybatı Kürdistan uluslararası hukuk çerçevesinde bağımsız bir ülke statüsündedir. Bunu ben söylemiyorum. Uluslararası Adalet Divanı söylüyor.  Ancak bununla birlikte eksik olan bir husus var. İrade beyanı… Daha açık bir ifadeyle, yukarıdaki üç hususun tamamlanması için dördüncü bir hususa daha gerek var. İktidarın ve/veya yerleşik nüfusun bağımsızlık ilanı… Ne yazık ki cahilce bir politika ısrarla sürdürülüyor. Kürt siyasetleri ve özellikle PKK/PYD derhal bu tutumu terk etmelidir. Herkes durumu küresel konjonktür ve uluslararası hukuk çerçevesinde değerlendirmek zorundadır.  Bağımsız ülke koşulları oluşmuşken “Demokratik Özerklik” gibi ne olduğu belirsiz bir söylemde ısrar etmek, aklın mantığın ve siyaset biliminin kabul edemeyeceği durumlardır. Çok daha açık ve yalın bir ifadeyle söylenecek olursa; bağımsızlık ilan etmenin objektif ölçüleri mevcutken sübjektif unsurun (iktidar) irade beyanından kaçınmasının makul hiçbir gerekçesi yoktur/olamaz. Kaldı ki Güneybatı Kürdistan’ın bağımsızlığı için hem ulusal iç unsurlar hem de küresel konjonktür oldukça uygundur. Kürtler, Kürt partileri ve Kürt siyaseti bu konuyu daha hızla tartışmalı ve bir sonuca varmalıdır.  Kürtler 200 yıldır özgürlükleri için savaşıyor, bedel ödüyor. Artık çocukluk çağını geride bırakmak zorundadırlar. Olayı Küresel boyutta, uluslararası hukuk, politik denge boyutuna göre ele alıp değerlendirmek zorundadırlar.  Adım adım Bağımsız Birleşik Kürdistan’a ilerliyoruz. Körler yol göstermekten hicap duymalıdırlar. Hüseyin Turhallı [email protected]  

Ortadoğu'da jeopolitik hızla değişiyor, Suriye'de Baas diktasının son demleri yaşanıyor. Kürdistan'ın bölündüğü Lozan Anlaşması'nın 90. yıldönümünde Batı parçasının bağlandığı ve tarihsel arka planı olmayan bu yapay devletin de son kullanım tarihi yaklaşıyor. Avrupalı siyasi mühendislerin dört benzemeyeni (Dürzi, Süni, Hırıstiyan, Kürd) bir araya getirip oluşturdukları ve 1970 yılındaki Baas'ın kanad liderlerinden Hafız Esad darbesine kadar, rakiplerinden daha erken uyanan generalin ihtilal yaptığı bu ülkenin siyasi tarihinde hiçbir zaman barış ve istikrar olmadı. Ortadoğu'da „Suriyesiz savaş olmaz" deyimine özne olacak kadar agresif ve provakatif bir iç ve dış siyaset üzerinden şekillenen bu dikta devletin politik varlığı orta vadede „istikrar ve barış" istenen Ortadoğu için artık bir fazlalık haline gelmiştir. Esad Suriye'si sonlanacak, ancak „Suriye'siz Esad ve Esad'sız Suriye ne olacak" sorularının yanıtları hala orta yerde duruyor!  Batı Kürdistan nereye? Batı Kürdistan'da bir süredir fiili olarak kendilerini yönetme antremanı yapan Kürd siyaseti, Şam'daki „big bang" ile ipi çekilen ve geriye sayım sürecine giren Baas rejiminin varlığına son veriyor. Bu parçada kolonyal halkanın kırılması Kürdistan'ın özgürlüğüne kavuşması sürecinde yeni bir aşamadır. Batı Kürdistan'da siyasi yönetim aşamalı olarak, meşru ve şimdiye dek şiddet içermeyen halk ayaklanması/müdahelesi yöntemi ile seçimlerle ve anlaşmalarla oluşturulmuş meclislere devrediliyor. Anlaşıldığı kadarı ile Baas rejiminin çok fazla direnmeden Qamişlo, Heseke gibi yönetim merkezlerinin idaresini de Kürdistan halkına devretmekten başka bir seçeneği yoktur. Önümüzdeki günlerde Kürdistan'ın tüm kentlerinde kurtuluş süreci tamamlanacaktır. Baas rejimi, Irak'ta olduğu gibi Suriye'de de işgal altındaki Kürdistan'da tarihe karışacaktır. Halkımız, sömürgeci devlet idaresinin boşluğunu kendilerince seçilen yöneticiler vasıtası ile sürdürecek, Irak'ta yaptıkları gibi Suriye'nin diğer bölgeleri için de örnek olacak bir demokratik yönetim kuracaktır. Bunu yapacak iradesi ve siyasi tecrübesi vardır. Ancak... Kürdleri bekleyen tehlikeler Kadim Çinli stratejler „bir savaşın nasıl biteceğini önceden bilmek imkansızdır" der. Ancak günümüzde bir politik kazanımın, iç birlik üzerinden şekillenen askeri, hukuksal ve uluslararası destek ve garantilerle taçlandırılmadığı sürece labil olmaya ve kaybedilme riski ile karşı karşıya olduğunu da hayat der! Kolay kazanılan zaferler kolayca da yenilgiye dönüşebilir. Zaferlerin „kolaylığı" muzaferlerin „zaferlerini" yeterince tahkim etmemesi ile de bağlantılıdır. Kürdistan'da bir zaferin kendisinden daha çok, o zaferin kazanımlarının garantiye alınması daha da önemlidir. Bu nedenle Batı Kürdistan'da halkımızın zaferini ve özgürlüğünü tehlikeye atabilecek kimi açık noktalara dikkat etemeye özen göstermeliyiz. Kurtuluşun sahoş edici atmosferinde zafer naraları atılan bir dönemde, prim yapıcı ve duyulmak istenen şeylerin aksine bir takım tehlikelere dikkat çekmenin, bir takım uyarılar yapmanın pek sempatik olmadığını ancak gerekli ve zorunlu olduğunun da farkındayım!.. Ülkemizin yakın hafızasında bu tehlikeyi hatırlatan bolca deneyim vardır. 1979-1986 yılları arasında Doğu Kürdistan'ın tamamına yakınını askeri güçle ele geçiren Kürd direnişi, yine 1970-1975 yılları arasında Bağdat sınırlarına dayanan Güney Kürdistan'daki Kürd otonomisi ve askeri direnişi bölgesel politik iklimin değişmesi ile kısa sürede birer askeri yenilgiye ve siyasi trajediye dönüşmüştür. Daha uzağa gidip Kürd imaratları ve ardından geçen yüzyılın ortalarındaki Ararat ve Mahabad deneyimlerini hatırlatmaya gerek bile yoktur. Güney Kürdistan'daki kazanımların bile hala benzer bir tehlike altında olduğu da vakıadır. Hewler Anlaşması; Ulusal Kongre'nin prototipi? Batı Kürdistan'da uzun zamandır iç çekişmeler yaşayan Kürd güçleri 11 Temmuz'da Güney Kürdistan Lideri Mesud Barzani'nin gözetiminde Hewler Anlaşması'na vardı. Bu anlaşmanın bağıtlanması sürecinde Kürd siyaseti olgun bir tavır gösterdi. PYD dışındaki grupların ciddi bir askeri ve kitle gücü olmamasına rağmen, bir anlaşmaya taraf olduklarında ona katacakları „ulusal ve demokratik meşruiyet" en az bir ordunun ateş gücü kadar etkili ve Kürdistan'daki çok renkli demokratik yaşamın vazgeçilmez unsurudur. Hewler Anlaşması ile varılan Kürd Yüksek Konseyi'nin kurulması maddesinin bir an önce hayata geçmesi ve özgür Kürdistan'ın idaresini ele alması Kürdlerin Güney'de olduğu gibi Batı Kürdistan'da da demokratik bir sistem kurarak Suriye'nin diğer halklarına ve bölgelerine örnek teşkil etmeleri gündemdedir. „Kürdistan Ulusal Kongresi" son yıllarda Kürd siyasetinin ajandasında tartışılan esas konulardan biri olmasına rağmen, dış güçlerin müdahil olması ve iç çelişkilerin aşılamaması nedeni ile bir türlü yaşama geçirilememiştir. Ancak umutların kesilmediği„ulusal kongre süreci" Hewler Anlaşması ile Kürdistan'ın en küçük parçasındaki siyasi hareketin ortak iradesi ile fiilen başlamıştır. Hewler Anlaşması, PKK-PDK'yi aşarak diğer örgütleri de kapsayacak şekilde bir „ulusal kongre" prototipi olarak benimsenirse, Kürd siyaseti de bunun altyapısını şimdiden döşemeye başlayabilir. İkinci aşamada eğer Doğu Kürdistan'daki Kürd güçlerinin biraraya gelmesi sağlanabilirse, ardından ulusal kongrenin hazırlanması süreci hızlanacaktır. Özellikle PKK-PYD hattının şimdiye dek mesafeli durduğu diğer Kürd örgütleri ile bu anlaşma bağlamında bir işbirliği deneyimi geliştirmesi Kürd siyaseti açısından ciddi bir aşama olacaktır. Bu nedenle bile olsa Hewlêr Anlaşması'nı zinde tutup eksiksiz uygulamak, farklı politik çevrelerden Kürdlerin ortak hareket etme kültürünün gelişmesine ciddi bir katkı sunacaktır. Batı Kürdistan'daki kazanımlarımızın temel garantisi herşeyden önce toplumumuz ve siyasetimiz arasındaki birliktir. Ortak semboller, ortak hareket Ülkemizde ortak davranma kültürü ve bir anlaşmaya riayet edilmesinin koşullarının olgunlaşmasında öncelikle kimi ortak sembollerin benimsenmesi önemlidir. Ancak Batı Kürdistan'da görüldüğü kadarı ile Hewler Anlaşması'na konulmasına rağmen siyasi partiler henüz bu konuda yeterli olgunluğu göstermemektedir. Tüm ulusun benimsediği semboleri olmayan bir ulusal hareket olmaz. Bu konuda PYD çevrelerinin farklı davranma, Kürd halkı arasında „ulusal bayrak" olarak kabul edilen, tarihsel bir anlamı olan, günümüz siyasi partilerinin kuruluşundan önce kullanılmaya başlanan bayrağa mesafeli davranma ısrarı, çeşitli kuşkulara neden olmaktadır. Her partinin, grubun zaten bayrakları, sembolleri vardır ve kitlelerine yönelik çalışmalarda bunları kullanmaktadır. Ancak Kürdistan bayrağı konusunda bir ortak davranışın olmaması ciddi bir eksikliktir. Bu konudaki çekimser, ikircikli davranışın bir an önce terkedilmesi halkımız arasında güvenin gelişmesi ve birlikte hareket edilmesine yarayacaktır. Bir diğer hassas konu da dünya kamuoyunun hassasiyetlerini gözardı etmemektir. Bir diktatörlüğün sembolleriyle birlikte alaşağı edildiği bir halk ayaklanması aşamasında, person kültüne vurgu yapan, dünyayı Kürdlerin amaçları ve siyasi hedefleri ile ilgili kuşkuya sevkedecek davranışlar konusunda hassasiyet gösterilmesinde özenli davranmaları Kürdlerin lehinedir. Kapalı yüzler; Negatif resim! Batı Kürdistan'da şu anda dünyanın algısında „bir Kürd resmi" oluşmaktadır. Halkımızın ayaklanmanın ve statü oluşturmanın ilk evresinde verdikleri resim, dünyanın hakkımızda vereceği kararı bir bütün olarak belirlemezse de önemli olacaktır. Batı Kürdistan'da son zamanlarda Kürd direnişçileri ve Halk Savunma Birlikleri üyesi savaşçıların medyaya düşen resimleri ürkütücüdür. Yüzleri kapalı, belirsiz üniformalı, ortalıkta ellerinde silahla dolaşan savaşçıların nasıl bir Kürd imajı oluşturduğu düşünülmektedir? Batı Kürdistanlı direnişçilerin varlığı meşrudur ve dünyanın devirmeye çalıştığı bir diktaya karşı direnmek de meşru bir eylemdir. Kürdistan ulusal hareketi yüzü ve alnı açık bir gelenektir. Yüz kapatmak, marjinal ve kriminel örgütlerin genellikle Arap ülkelerindeki geleneklerinden kaynaklanmaktadır. Yüz kapatan bir güç, hakimi olduğu coğrafyada, yasadışı ve güvenliği tehdit eden unsurlar olarak da algılanmaktadır. Kürdler, Halk Savunma Birlikleri adında bir savunma gücünün kuruluşunu ilan etmişlerdir. Bu gücün açık, resmi davranması ve Cenevre Savaş Hukukuna bağlılığını ifade etmesi büyük bir önem arzetmektedir. Batı Kürdistan kurtuluş güçleri, Amed'de polis kameralarından yüzlerini saklayan direnişçi çocuklarımız ile karıştırılmamalıdır. Neden „Demokratik Özerklik?" Batı Kürdistan'da statü tanımı yapılırken „demokratik özerklik" gibi uluslararası hukuk literatöründe yeri olmayan, esasında pratik bir anlamı da olmayan kavramlar, söylemler kullanmak Kürd hareketinin lehine midir? Gerek uluslararası hukukta, gerekse iç hukukta bir karşılığı olmayan bu kavramı dillendirmekle Kürdler nasıl bir talepte bulunduklarını düşüyor? Batı Kürdistan'da gelinen aşamada Kürd siyaseti, talebini net, belirgin ve kararlı ifade etmelidir. Geçmişte kullanılan retorik geçmişte kalmıştır, yeni koşulların retoriği yaratılmalı ve bu siyasete, siyaset de pratiğe dönüşürülmelidir. Keza her parçanın özgün koşulları farklıdır ve toptancı - merkezi söylemler gerçekçi değildir. Kürd siyaseti kendi ülkesinde artık muhalefet veya direniş gücü değil, iktidardadır. İktidarda iken, sahip olduğumuzun gerisinde taleplerde bulunmak anlaşılır bir durum değildir. Batı Kürdistan'da ortaya çıkan bir ulusal irade vardır. Kürdlerin ne istediği, nasıl yaşamak istediği, Baas'ın kovulma, işgalin sona ermesi ardından yapılacak bir referandumla neden yine halka sorulmasın? Kürd siyaseti bu parçada bağımsızlık seçeneğini elinde tutmayı, bunu referanumla güvenceye almayı ve gerektiğinde Esad sonrası süreçte kullanma marjına sahip olmayı hesaplamalıdır. Batı Kürdistan'da halkımızın kazanımını herhangi bir şekilde Şam'a ipotek edecek bir siyasetten uzak durulması, bunun şimdiden ifade edilmesi hayati önemdedir. Kaldı ki Suriye'nin bu saatten sonra uniter bir devlet olarak kalacağını varsaymak ve hatta siyasi sınırlarının korunacağını düşünmek zamanın ruhunu anlamamaktır. Herkesin hesabını bunun üzerinden yaptığı bir aşamada „demokratik özerklik" söylemini dile getirmek eldeki cılız kartları oyun başlamadan açmak anlamına gelmektedir. Suriye şimdiden fiili olarak en az üç parçalıdır. Batı Kürdistan için öngörülecek siyasi statü asgari olarak Güney Kürdistan statüsünde olmalıdır. Bunun aşağısına razı olacak Kürd siyaseti bu yanlış hesabın altından kalkabilir mi? Uluslararası ilişki Batı Kürdistan'ın kurtuluş süreci tamamlandıktan sonra Kürd Ulusal Konseyi'nin, Suriyeli güçlere, uluslararası kuruluşlara ve BM'ye haklarının tanınmasına, garanti altına alınmasına dair bir çağrıda bulunması önemlidir. Batı Kürdistan ile dayanışma komiteleri, diplomatik girişimler ve dünya kamuoyu ile dolaysız ilişki kurma, Kürdistan'ı basına açma olanakları yaşamsal önemdedir. Ülkemizdeki durumun şimdiye dek dünya basınında yer bulmaması endişe vermektedir. Dünya basınının ilgisinin çekilmesi, politik destek anlamına gelmektedir. Dünyanın görmediği kör bir nokta olmak, ciddi bir tehlikeye işaret etmektedir. Bu nedenle dünyanın politik merkezlerinde ve Kürdistan'da çok dilli basın bilgilendirme merkezleri gereklidir. Yanısıra aktif diplomasi için girişimde bulunulmalı, Güney Kürdistan hükümetinin olanaklarından faydalanılmaldır. Tam bu bağlamda Kürdistan'daki Hrıstiyan halkımızla ilişkiler önem kazanmaktadır. Gerici tehdid altındaki bu insanlarımızın Kürdistan'da özgür ve güven içinde yaşaması, ülkenin yönetimine katılımının sağlanmasına azami dikkat gösterilmesi Kürd siyasetinin demokratik perspektifini yansıtacaktır. Hrıstiyan nüfusun Kürd Ulusal Konseyi'ne katılımı uluslararası güçlerin burdaki statüyü sahiplenmeleri için de önemli bir gerekçedir. Unutulmalıdır ki, Kürdistan'ın statüsünün belirlenmesinde uluslararası güçlerin söyleyeceği söz de ülkemiz ve halkımzın kaderinde etkili olacaktır. 

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.