Sürekli vurguluyoruz, bir kez daha vurgulamakta yarar var: Bugün Kürt halkının temel sorunu, direnmemek veya az diremek değildir; sözcüğün gerçek anlamında özgürlük istemlerini programatik bir iradeye bağlayan öncülük ve çizgiden yoksun olmasıdır!
Bugüne kadar sayısız taktiksel ve dönemsel hedef ve eylem planları önüne konuldu. Ama bunların mantıki sonucuna götürüleni var mı? Yoksa neden?
Daha öncekileri bir yana koyalım: 2010’un sonlarında yürürlüğe konulan “Çift dilli hayat” kampanyasına ne oldu? Bu kampanyanın seyri ve sonuçları hakkında bir fikri olan var mı? Peki, aynı dönemde ortaya atılan “Özerklik Projesinin” akıbetini bilen var mı?
Bu kampanya ve tasarılar, kendisini “Önderlik Kurumu” olduğunu bir kez daha hatırlatan, bu kurumun kendisinin de üstünde olduğunu vurgulayan Öcalan’ın müdahalesiyle “sessiz sedasız” rafa kaldırıldı.
Peki, bu kampanya ve tasarıları hazırlayanların bu konuda bir açıklaması, bir “özürleri” oldu mu? Ya da kendisini politik bir merkez, karar verici bir mercii konumunda görenlerin, bu, deyim yerindeyse, “açığa düşme” durumları karşısında kendilerine karşı saygıları kaldı mı? Her defasında aynı konumlara düşmek bir alışkanlık mı yarattı, yoksa kendi içlerinde bir vicdan hesaplaşmasının derinlemesine vesile mi oldu?
Soruları uzatmak mümkün, ama yeterlidir! Ortada bir politik irade ve iradesizlik durumu var. Pratik politika yapanların stratejik anlamda bir iradeleri yok, aldıkları ve alacakları kararların yarınlarının ne olacağı konusunda kendilerinin de verebilecekleri bir garanti, bir güvence yok! Bu konuda tam anlamıyla belirsiz, aslında bir bakıma kendilerinin belirleyemediği, başkaları tarafından belirlenen bir “ufka”, daha doğrusu ufuksuzluğa doğru sürüklenmektedirler...
“Önderlik kurumunun” dışındakilerin tümünün durumu budur, bu, bir iradesizlik durumudur! Mücadelenin yükünü, cefasını ve acılarını omuzlayanların mücadelenin seyri, geleceği ve kaderi konusunda bu iradesizlik gerçekleri, ne yazık, çok büyük bir trajik paradoksu anlatmaktadır.
Öte yandan ortada bir “Politik irade” var; ama bu “irade” Kürt halkının stratejik ve programatik çıkarlarıyla tam anlamıyla bir çatışma içindedir. Hiçbir denetime, tartışmaya, eleştiriye tabi olmayan ve tartışmasız, mutlak itaat edilmesi gereken, tek karar mercii olan, aynı zamanda, her türlü karar, tasarruf ve uygulamasından dolayı sorumluluk almayı da kabul etmeyen tek kişilik despotik bir “kurum”, bir sistem olgusuyla karşı karşıyayız. Aslında bu o kadar açık, dolaysız ve pervasızca ifade ediliyor ki, özgürlük, kendine saygı ve kendi emeğine saygı adına karşı çıkmamak, böyle boyun eyişçi bir yaklaşımı “özgürlük mücadelesi” adına meşrulaştırmak ve süreklileştirmek halkın mücadelesinin en büyük çıkmazını ve açmazını anlatmaktadır.
Bir “Sivil itaatsizlik” kampanyası başlatılıyor, coşku ve heyecanla… Devletin her türlü baskısı ve yıldırma hareketi işe yaramıyor ve kampanya genişleyerek büyüyor. Elbette bu halkın içinde heyecan yaratıyor. Bu kampanyayı daha da büyütmenin olanakları, daha yüksek aşamalara ve sonuç alıcı düzeylere çıkarmanın olanakları ve dayanakları da az değil… Ama ne zaman ki bu kampanyalar devleti, sömürgeci sistemi, onun inkâr politikalarını deşifre edici, zorlayıcı boyutlar kazanır kazanmaz, hemen “Önderlik” katında buna müdahale edilir ve onca emek ve fedakârlıkla başlatılan ve sürdürülen kampanyalar, en hafifi deyimle “uykuya bırakılır”. Bu konuda bir eleştiri, bir soru sorma, bir tartışma gereği de duyulmaz; halka saygının bir gereği olarak tatmin edici bir açıklama da yapılmaz…
Bu durum gerçekleştirilen eylemlerin politik gücü ve etkisi, sonuç alıcılığı konusunda derin kuşkular ve kaygılara neden olur. Dostlar, yeni bir hayal kırıklığına kendisini hazırlar, düşman ise sonucunu ve etkisini peşinen bildiği için “bıyık altında” gülmeye devam eder…
Başkalarını açık olmamakla suçlayan Öcalan, İmralı’da devletle yürüttüğünü söylediği görüşmelerin ise açık olduğunu iddia etmektedir. Bu “Açıklık” hakkında ise tek bir söz etmemektedir. Neler görüşülüyor, hangi konular tartışma ve pazarlık konusudur gibi konularda tek bir söz düzeyinde dahi bir açıklık var mı? Mademki İmralı’da “Ciddi devletle” yapılan görüşmelerde önemli bir aşamaya gelindi, o zaman halka yapılan bombalı, biber gazlı ve panzerli bu saldırlar, yasal zeminde siyaset yapan Kürtlere karşı bu bastırma kampanyaları, gerillalara karşı geliştirilen bu imha operasyonları neyin nesi oluyor? Bu saldırıları AKP’ye bağlayıp devleti temize çıkarma çabaları halkla alay etmek değilse nedir?
Soruları uzatmanın bir gereği yok kuşkusuz! Kürt halkı açısından büyük bir açmaz var. Bugün esas olarak mücadelenin, güncel kampanyanın hedefleri, aşamaları, olası etkileri üzerinde tartışmak, elbette çok daha yararlı olurdu. Ancak bunları tartışmanın havanda su dövmekten öte bir anlamının olmayacağı çok açık! Bu kampanyanın yarın veya iki gün sonra kaderinin ne olacağı hakkında bir bilgisi olan var mı, ciddi, tutarlı ve sonuna kadar gitme konusunda güvence verecek bir kişi var mı? İmralı’da verilecek bir işaretle bu kampanyanın da diğerleri gibi sonuçsuz kalmayacağının garantisini kim verebilir?
Dolayısıyla politik kampanya ve eylem süreçlerinde başarılı sonuç elde etmenin birinci koşulu, bağımsız ve özgür iradedir; bunun da halkın demokratik katılımı ve denetimiyle gerçekleşecek tabandan kurumlaşmasıdır!
Kürt halkı bunu başarmadığı sürece, yani iradesini, geleceğini ve kaderini bizzat kendisinin eline almadığı, bunu demokratik süreçleriyle başarmadığı sürece yönetimi kendisinde olmayan eylemlerin her defasında boşa düşmesi kaçınılmazdır!
Bugüne kadar tekrarlanan ve neredeyse son on yılların deneyiminin özeti olan bu gerçekliği kavramadan kendine saygılı bir politik duruş ve yaşamdan söz etmek, kendi kendisini kandırmaktan başka bir şey değildir, kuşkusuz en hafif deyimle…
kurdistan-aktuel.org
her kes bunu da okusun ve bilsin ki...