Neyin Konfesansı?
Hasan H. YILDIRIM
Hewler'de bir “Konferans“ yapılması düşünülmektedir.
“Konferans“ın Nisan ayı sonlarında veya Mayıs ayının başlarında yapılması düşünüldüğü Celal Talabani tarafından açıklandı.
“Konferans“ın amacı konusunda Kürdistan'ın diğer parçalarındaki Kürd siyasal güçlere henüz bir şey söylenmiş değildir.
İddiaya göre “Konferans“a dünyadaki tüm Kürd parti ve şahsiyetlerin çağrılacağı söyleniliyor. Bir aşağı, bir yukarı tarihte belirlenmiş bulunuyor. Fakat “Konferans“ın gündemi bilinmiyor. Ama ismi, “Kürd Konferansı“ olarak açıklanmaktan bir sakınca görülmüyor.
Sahi çağrılacaklar gidip neyi tartışacaklar? Bakınız çağrılacaklar partilerdir, politıkacılardı. Partiler kendilerine sunulmuş bir gündem olmadan ve bunları kendi yetkili birimlerinden tartışmadan nasıl “Konferans“a katılacaklar? Bunlar düşünüldü mü bilmiyorum, ama bildiğim “Konferans“ örgütliyecilerin, 'sizin yerine biz düşündük“ diye bir yaklaşım sahibi olduklarıdır. Eğer bu değilse kimse pikniğe girmiyor.
Kürdistan sorununun tartışılacağı bir “Konferans“ yapılması düşünülüyorsa buna uygun bir yaklaşımın ortada olması gerekir. “Konferans“a sayılı günler kalmasına karşın hangi Kürd partisinin gündeme ilişkin bilgisi var? Kimsenin bu konu da bir bilgisi yok. Orta da olan, Celal Talabani'in, Kürdleri rencide eden, Türklerin hoşuna giecek bol bol sarfettiği sözleridir.
Kürdistan'ın diğer parçalarındaki siyasi güçlerin “Konferans“tan ne zaman haberdar olduğunu bilmiyoruz, ama Kuzeyli siyasal güçlerin bu girişimi Türk basınından öğrenmesi “Konferans“tan kimin ne beklediğininde işaretlerini ediyor.
Yazılıp-çizilenlere bakıldığında ABD-Türk Hükümeti-Güney Kürd Siyasal Önderliği kendi aralarında anlaştıkları anlaşılıyor. Yine yazılan-çizilenlere bakıldığında bu girişime TC devletinin “yeşil ışık yaktığı“ ve her aşamasında yönlendirici bir rol aldığı açığa çıkıyor.
Celal Talanani'nin her ne kadar “Konferans“ düşüncesinin KFD Başkanı Mesud Barzani'nin fikri olduğunu söylemesine karşın, Mesud Barzani'nin konuya ilişkin henüz resmi bir açıklaması yok. Fakat Celal Talabani'nin İstanbul'da yaptığı açıklamalara karşı sadece 'erken doğuma yol açma' uyarısı var.
Bilindiği gibi Türk Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün bir hafta önce ’Kürt sorununda önümüzdeki dönemde iyi şeyler olacak' sözüne karşılık Irak Devlet Başkanı Celal Talabani;
“Nisan ayı sonunda veya mayıs ayında muhtemelen Erbil'de Irak, İran, Suriye, Avrupa'dakiler ve Türkiye'deki Kürt partileri bir konferans toplayacaklar ve mevcut şartları göz önüne alarak, PKK'ya ’artık silahları bırakması' çağrısını yöneltecekler. Bu fikir, özellikle, Mesut Barzani'ye ait ve söz konusu konferans onun inisiyatifi ile ve Türkiye'nin bilgisi ve hatta ’yeşil ışığı' ile toplanacak.“
Hewler'de yapılması düşünülen “Konferans“a TC devleti tarafından “yeşil ışık yakıldı“ haberlerinin gündeme düşmesi başlı başına bir muama. Gerek Türk Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın yaptığı açıklama, gereksede Genelkurmay Başkanlığı İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak'ın yaptığı haftalık basın bilgilendirme toplantısında;
"Bizim beklentimiz Irak'ın kuzeyindeki bölücü terör örgütü faaliyetlerinin engellenmesi, barınma ve lojistik almasına müsaade edilmemesi ve bu yönde alınacak etkin ve somut tedbirlerin sürekli hale gelmesidir" diye konuşması “Konferans“ ile ne hedeflediklerinin ipuçlarınıda vermektedir.
Amaçlarının PKK ile Güneyli güçleri karşı karşıya getirmek olduğu net olarak ortaya konulmaktadır.
TC devletinin PKK ile bir sorunları yoktur. İsteseler PKK'yi bir hafta içinde silahsızlandırıp dağdan indirebilirler. Fakat bu onların işine gelmiyor. Ama diğer yanda sanki PKK ile bir problemleri varmış havası verilerek Kürdistan sorununa ilişkin her meseleyi PKK ile izah edip müdahil konuma girmeleri ise anlaşılmıyacak bir mesele değildir.
ABD, Ortadoğu'da izliyeceği politıka konusunda TC devletinin desteğini aldığı, buna karşılık Güneyli Kürdlerden Irak dahil dört sömürgeci devletin “toprak ve siyasi birliği“ni savunacağı garantisini TC devletine verdiği görünüyor.
Bu, sözü edilen “Konferans“la Kürdistan'ın diğer parçalarındaki siyasi güçlere kabullendirilmeye çalışılacağı düşünülüyor.
İşin tuhaf yanı Güneyli kimi siyasi gücün bunu kanıksayıp kabullendiğidir. Kuzeyli kimi siyasi gücünde ne oluyor deme refleksini bile göstermeden peşinen kabullendikleridir.
Doğru ya! Onlar, sömürgeci devletlerin sınırlarına dünden beri “saygılı“lar.
Celal Talabani, İstanbul'da “Konferas“ta onaylanmak istenen sonucu gayet açık bir ifade ile dile getirdi.
Bu açıklamaların iki önemli amacı vardır. Bir taraftan sömürgeci devletlere rahat olun mesajı verilirken, diğer yandan da, Kürdistan'ın diğer üç parçasındaki Kürd siyasal güçlerinin buna alıştırmaya yöneliktir.
Irak Devlet Başkanı Celal Talabani'ye değilde, ömrünü KUKM'e adamış YNK Sekreteri Mam Celal'a saygısızlık etmek hadim değildir. Fakat ilgili-ilgisiz açıklamalarıyla Kürd millet haklarını boşa çıkaran yaklaşımlarını onaylamak mümkün değildir. Dahası açıklamaları gerçekleride ifade etmemektedir.
Yok efendim;
“Büyük Kürdistan hayali şiirlerdeki bir rüyadır...Birleşik Kürdistan için şiirlerimiz olduğunu inkâr etmiyorum. Ama hayal etmeye devam edemeyiz... Gerçekçi olalım. Irak Kürdistan'ı Irak'ın bir parçasıdır. Kürtler referanduma sunulan yeni anayasanın ilk maddesinde "Irak Federatif demokratik bağımsız bir ülkedir" diyor. Iraklı Kürtler yüzde 95 oranında anayasaya evet dediler. Hepsi hür iradeleriyle Irak'ın birliği için oy verdiler“ şeklindeki açıklamaları gerçekleri tersyüz etmektir.
Bunu dostta, düşmanda görmektedir. Bu açıklamalarıyla Mam Celal, dost ve düşman karşısında gülünç duruma düşmektedir. Eğer bu dil ile düşmanı kandıracağını sanıyorsa, büyük aldanıyor demektir. Çünkü gerçekler ortadadır.
Ne demek? Güney Kürd halkının %95'i Irak'ın birliğini savundu açıklamaları. Bu doğru değildir. Güney Kürd halkının önüne iki sandık konuldu. Birincisi, Irak Anayasasının onaylayıp onaylanmaması, ikincisi; Kürd halkına Araplar ile birlikte yaşamak isteyip istemedikleri soruldu. Kürd halkı Anayasayı onaylarken, %98'ı Araplar ile birlikte yaşamak istemediklerini, bağımsız Kürdistan'dan yana olduklarını sandığa serbestçe iradelerini yansıttılar.
Celal Talabani'nin bu %98'in mi, yoksa %2'nin içinde mi olduğunu bilmiyoruz, ama bildiğimiz Güney Kürd halkının bağımsız Kürdistan yönünden iradelerini ortaya koymalarıdır. Resmi olmasada bu bir referandumdu ve herkesin Kürd halkının iradesine saygı göstermesini zorunlu kılıyordu.
Fakat gel gör ki, dünya Kürd halkının ortaya koyduğu iradesine karşı üç maymunu oynadı. Onlardan öte Güney Kürd Siyasal Önderliği bunu görmemezlikten geldi. Bu iradenin gücünü görmedi ve kullanmadı. Aslında bu irade beyanı bağımsız devlet ilanın gerekçesiydi.
Bu bir yana Celal Talabani'nin bu iradeyi boşa çıkaran açıklamaları karşısında çoğu Kürd şoke olmaktadır. Onu sustaracak birileri yok mu diye birbirlerine soru sormaktadır. Gerçi bu kez bu soru sorulmadan YNK Pilotbüro üyesi İmad Ahmet;
“Sayın Talabani daha önce böyle bir görüşü YNK Politbüro Merkezi'nde dile getirdiğini hiç duymadım. Bu konu hakkında daha fazla konuşmak istemiyorum'' derken, Süleymaniye Üniversitesi Siyasi Bilimler Koleji Öğretim Görevlisi Salar Basire;
“Açıklama, Talabani'nin Türkiye'ye yaptığı ziyaretle ilgilidir. Bu şekilde Türkiye'ye sıcak mesajlar göndermek istiyor. Aslında sayın Talabani'nin bu tür bir açıklamada bulunmaması gerekirdi. Onun yerine ’Kürdistan halkı bir referandumla geleceğini belirlemelidir' demeliydi“ şeklinde açıklamalarda bulunmaları olumludur.
Fakat Celal Talabani, hangi akla hizmet ettiğini bilmediğimiz açıklamaları sürdü. NTV adına kendisiyle roportaj yapan Mete Çubukçu;
“Türk halkının çok merak ettiği bir soru da, bağımsız bir Kürt devleti olup olmayacağı...“ sorusuna Celal Talabani;
“Her zaman bunun imkânsız olduğunu söylüyorum. Kürtlerin hareketi, demokratiktir. Kürt hareketi, Irak'ta demokrasi için mücadele veriyor. Aynı şekilde anayasanın uygulanması için. Irak anayasasının ilk maddesi, Irak'ın demokratik, parlamento ile yönetilen, federe ve bağımsız bir devlet olduğunu söyler. Kürtlerin yüzde 95'inden fazlası bu anayasanın lehinde oy kullandı. Yani Irak'ın bütünlüğü için oy verdiler, Kürdistan'ın bağımsızlığı için değil. Bence Kürt hareketinin artık vadesi doldu. Bağımsızlığın imkânsız olduğunu anladılar.“
Bu isabetsiz açıklamalar, gerçeği ifade etmediği gibi, Kürd millet düşmanlarınında işitmek istediği konuşmalardır. Bir Kürd lideri, 'Kürt hareketinin artık vadesi doldu. Bağımsızlığın imkânsız olduğunu anladılar' diyorsa oturup düşünmek gerekiyor.
Şu an bir Kürd devletinin kurulması koşullar olmıyabilir. Bunlar izah edilebilir. Fakat bunun 'imkansız ve gereksiz' olduğunu söylenmesi Kürd liderlerin işi olmamalıdır. Bunu düşman zaten söylüyor. Bu düşünceyi Kürdlerin kafasına nakşetmeye çalışıyor. Bu konu da ellerinde geleni yapıyor. Bu, bir yerde normal. Düşmandır, der geçersiniz. Fakat düşman minderinde onun dediğini bir Kürd lideri kalkar söylerse bu işte bir terslik vardır demektir.
Şu an Kürd devletinin kurulup kurulmamasının koşulları olup olmaması tartışılabilinir, ama her çağdaş millet gibi Kürdlerinde bağımsız devlet kurma hakkının olduğu, bunun savunulması Kürdlerin birinci öncelikleri arasında olması gerektiği tartışılmazdır. Bu, bir haktır, savunulması ne ayıptır, ne de suçtur. Bunun “imkansız ve gereksiz“ sayanlar bu hakkı hiçe sayanlardır.
Birçok engelin yanısıra, bağımsız Kürd devletinin “imkansız ve gereksiz“liğini savunanların kafalarında kurdukları korku karakolları, kendi gücünü küçümseme, kendilerine güvenmemekten kaynaklanmaktadır.
Kürdler, kendi içinde bir konsessus yaratıp milli bir siyaset ortaya çıkaracaklarına düşmanın “kırmızı çizgileri“ni göz önünde bulundurarak yol almaya çalışıyorlar. Bunun sonucu Celal Talabani'nin kime hizmet ettiği belli malum açıklamaları gündeme damgasını vuruyor.
Hewler'de yapılacak “Konferans“ bu mantığın sonucu olarak gündeme geldiği izlenimini vermektedir. “Konferans“ta Kürdistan'ın diğer parçalarındaki siyasal güçler, önlerine ne sürüleceği konusunda bir bilinmezlik emrivakisiyle karşı karşıya getirilmek isteniliyor.
Kürdistan'ın diğer parçalarındaki siyasi güçler, bir emrivakiye gelmemeleri için “Konferans“ gündemini net olarak bilmek hakkına sahiptir. Eğer sorunun sahipleri olarak çağrılıyorlarsa gündemi bilme hakları vardır. Bu gerçekleşmediği koşullarda katılmanın yaradan çok zarar getireceği açıktır.
Kimsenin Kürd siyasi güçlerine üçlünün, -ABD-Türk Hükümeti-Güney Kürd Siyasal Önderliğ- kendi arasında pişirip sonuçlandırdığı Kürd karşıtı düşünceleri onaylatma hak, yetki ve gücüne sahip değildir.
Yazılıp-çizilenlere bakılırsa tek bir tek gündemin olduğudur. Bu gündeminde; “PKK'nin silahsızlandırılması“ meselesidir. Kamuoyuna yansıyan budur.
Bunun dışında bir gündemin olup olmadığını “Konferans“ı hazırlıyanların dışında hiç kimse bir şey bilmemektedir.
“Konferans“a sözde dört parçadaki Kürd örgüt ve kurumların temsilcileri çağrılacakmış. “Konfesans“ın ismide “Kürd Konferansı“ olacakmış(!!!?)
El insaf yani!
Burada sözü geçen “Konferans“ı kim ileri sürdü, böylesi bir düşünce nasıl oluştu sorusu gündeme geliyor. Sahi bu “Konferans“ın isim babası kim?
Ev sahibliğini Kürd Federe Devlet Başkanı Mesud Barzani'nin yapması, “Konferans“ üzerinde tek yetkili-etkili kişi olduğu anlamına gelmiyor.
Ortalıkta dolaşan iddialara göre “Konferans“ın yapılmasını ABD-Türk Hükümeti-Güney Kürd Siyasal Önderliği ortaklaşa öngörmüştür.
Eveliyatı var. Bu düşüncenin TC'den çıktığıdır.
Bu biraz tuhaf değil midir?
Bana tuhaf geliyor.
Yapılmak istenen “Kürd Konferansı“, ama öngören güçlerden biri TC devleti.
Peki bu nasıl oluyor?
Bilen varsa bir-iki adım beriye gelsin.
Güneyli Kürd Siyasal Önderliğinin işin içinde olması kaygılarımı gidermiyor.
TC devletinin gölgesinde olacak bir etkinliğin nasıl “Kürd Konferansı“ olacağı aklım almıyor.
Hele Celal Talabani'nin İstanbul'da Türk “kardeşlerine“ dağıttığı mavi boncuklarıda görünce sahi biz Kuzeylileri ne pahasına satacakları sorusu aklıma geliyor.
Bir al-ver gülüm ticareti yapıldığı açık. Ama üzerinde pazarlık yapılan öznelerin başında Kürdistan'ın Kuzey'i gelmektedir.. Fakat işin garibi Kuzeyli politik güçlerin bu işin dışında tutulmasıdır.
Güneyliler şunu bilmeli. Kuzeyliler, Güneylilerin pazarlık konusu yapacakları bir nesne değildir. Güney'in çıkarı adına Kuzey satılamaz. Böyle bir hesapları varsa ki, ben var olduğuna inaniyorum; bu ters teper. Kimse yanlışlık yapmasın.
Güney'in sıkıntılarını biliyoruz. İhanet güçleri dışında Kuzeyliler olarak her koşulda yanlarında da olduk.
Kimse, Güneylilerin Türk Hükümeti ile Kuzeylerden habersiz yaptıkları pazarlık sonucunu sözde bir “Kürt Konferans“ adı altında Kuzeylilere onaylatma hak ve yetkisini Güneylilere vermiş değildir.
Mesele PKK'nin silahsızlandırılmasının çok ötesindedir.
PKK, dünden bu güne TC devleti tarafından Kürd milletine karşı savaştırıldığını söyliyenlerden biriyim. Bu nedenle PKK'nin silahsızlandırılmasını canı gönülden isterim. PKK'nin silahsızlandırılması demek, Kürd milletine karşı on yılları alan danışıklı-döğüşlü kirli bir savaşın sonu olur ki, her sağ duyulu Kürd'ün desteklemesi gereken bir projedir. Ama mesele bu değildir.
Çünkü yazılan-izilenlere bakılırsa bu “Konferans“ın örgütlenmesinde TC devleti söz sahibidir. Bu bağlam da, TC devletinin amacı açıktır. Bir yandan tüm parçalardaki Kürd siyasal güçlere sömürgeci devletlerin “toprak ve siyasi birliği“ni onaylatmaktır.
Türk Genelkurmayın gönülü basın sözcüleri Yalçın Küçük ve Abdullah Öcalan'ın ikidebir hele son günlerde 'Lozan'ı gündemleştirmek' çığlıkları boşuna değildir. TC'nin “Konferans“a “yeşil ışık yakması' bu düşüncenin sonucudur. Yapılmak istenilen bunu Kürdlerede onaylatmaktır. Zaten Kürd çevrelerinde “devlet sınırlarına saygılıyız“ diyen geniş bir yelpaze var. Buna karşı aykırı seslerde vardır. Bu “Konferans“ ile bu aykırı sesler susturulmak isteniliyor. Onları Lozan kölelik anlaşması sürecinde Erzincanlı aşiretlere oynatılan rol dayatılmak isteniliyor.
Haşim Haşimi'nin;
“Birçok sıkıntıya rağmen hem devletin Kürt meselesine yaklaşımında hem de yine tüm sıkıntılara rağmen Kürt muhalefetinde değişim yaşanmaktadır. Devlet aleni inkár siyasetinden uzaklaştığı gibi, Kürt muhalefeti de ayrılıkçı bir çizgiden uzaklaşmıştır“ söylemi bu düşüncenin sonucudur.
Diğer yandan TC devletinin direk olarak müdahale edemediği Kürdistan'ın Güneyine PKK'yi saldırtmaktır. Bu “Konferans“ın TC açısındaki bir amacı da budur.
Bu plan ne kadar tutar tahmin etmek zor, ama TC devletinin uygulamak istediği bunlardır.
Üçlü arasında bir anlaşmanın sağlandığı kesin. Fakat işin gizemli tarafı gündeme taşıdıkları bunlar değilde, “PKK'nin silahsızlandırılması“ meselesi olmaktadır.
Bu, göz boyamaktan öte gerçekliği olmayan içi boş bir iddiadır.
TC devletinin “PKK'yi silahsızlandırmak“ için Kürdlere bir konferans yaptırma ihtiyacı yoktur. Bu iş için Türk Genelkurmayın A. Öcalan'ın kulağına üflemesi yeterlidir. Bu nedenle PKK'nin silahsızlandırılması meselesi için TC tarafından Kürdlerın bir “Konferans“ yapmasına “yeşil ışık yakması“nın bir anlamı olmalı.
Öcalan ve adamlarının daha önceleri 'istenilirse silahları bırakırız' gibi sayısız açıklamaları oldu. Fakat Türk ordusu daha erken dediği ve geri çevirdiği de bilinmektedir. Peki ne oldu da sadece salt PKK'nin silahsızlandırılması için “Kürt Konferansı“na gerek duyuldu? Bu sorunun cevabı bulunursa TC devletinin bu “Konferans“a niye “yeşil ışık yaktığı“da daha net olarak anlaşılır.
TC ordusu, PKK'nin tasviyesini istemediği gibi silahsız bir PKK'de istemez. Aksini iddia edenler, PKK-TC ilişkisini bilmiyenler, ya da hafife alanlardır. Dahası gerçeğin dilendirilmesi işine gelmiyenlerdir.
A. Öcalan ve emir subayı Duran Kalkan'ın söyledikleri yabana atılacak şeyler değildir. Mesele bu olunca ki, sonuç olarakta “Konferans“ta çıkartılmak istenen “PKK'nin silahsızlandırılması“ meselesi şimdiden bir hayal olduğunu söylemek kahin olmayı gerektirmiyor.
Abdullah Öcalan, Qandildeki adamlarına;
“Ulusal Konferans adı altında ABD'nin politikaları dayatılacaksa biz bu konferansta yokuz, katılmasınlar...Eğer Konferansa katılacaklarsa, silah bırakmayı değil, çatışmasızlığı tartışsınlar.“
Duran Kalkan;
“Silahsızlandırma değil de, yeni görevler üstlenmesinden söz edilebilir. Bu çerçevede gerillanın yeniden organizasyonu gündeme gelebilir.“
A. Öcalan ve emir subayının, PKK ve ona endeksli odakların, “Konferans“a katılıp katılmıyacağı, katılsalar bile takınacakları tavır belli olmuştur.
Bu tavrın Türk Genelkurmayın tavrı olduğuna şüphe yoktur.
A. Öcalan'ın başından beri TC devleti tarafından Kürd millet kökünü kazımak için memur kılındığı, kendisine örgüt kurdurulduğu, desteklediği ve yanınada Türk İstihbarat Subayı Duran Kalkan'ı tayin ettiğine en ufak bir şüphem yoktur.
Birçok birey ve çevre de benim gibi düşündüğünü biliyorum.
A. Öcalan ve emir subayı, bunları söylerken aslında bağlı olduğu güçlerin daha hala PKK'nin silahlı güçlerini dağıtma niyetinde olmadığının işaretini vermektedirler.
Bir kere Türk ordusu, denetimine aldığı PKK'nin silahlı güçlerini dağıtmak istemez. Dağıtılması halinde PKK'nin Kürd milleti üzerindeki hakimiyetini sürdüremiyeceğini bilir. Bu nedenle PKK'nin askeri güçlerinin dağıtılmasını ordu istemiyecektir.
TC devleti, öngörülen “Konferans“ öncesi dilendiren, “PKK'nin silahsızlandırılması“ şartını dayatmiyacaktır. Bu konu da, ABD'ye baskı yapmıyacaktır. Bu bağlamda Mesud Barzani'nin Celal Talabani'ye; “erken doğuma yol açma' uyarısı“ yerindedir.
Aslında PKK'nin ipinin kimin elinde olduğunu hepimizden fazla ABD bilir.
ABD'nin şu an izlediği Ortadoğu politıkası gereği TC devletine el mecburdur. Bu nedenle bildiğini bilmemezlikten gelecektir. Bu güne kadar geldiği gibi.
A. Öcalan ve emir subayının açıklamalarıyla TC devletinin ABD'ye yapacağı en büyük kıyak ABD politıkalarını uygularken PKK'nin “silahsızlandırılması“ değilde, “çatışmasızlığı“ noktasında teminat verecekleridir.
Ortaya çıkan yorum ve tahmini iddialara bakılırsa ABD ve Güney Kürd siyasi önderliğininde TC devletinden istemleri olmuştur. Bu istemlerin başında Güney Hükümeti ile diyalog kurmak ve Kuzeyde kimsenin bilemediği kimi açılımlar yapacağı sözünün verilmesidir.
Bu sözün sınırı nedir, nerede başlıyor, nerede bittiyor bu iki güç dışında bilen yoktur. Belki Güney Kürd siyasal önderliği bilebilir, ama onun da bildiği sınırlı olabilir. Fakat onlarında bildiğini biz Kuzeylilerle paylaşma geleneği yoktur.
Gelişmeler gösteriyor ki, Kürdlerin istemlerine cevap verilmiyecektir.
Kimse Türk Cumhurbaşkanı A. Gül'ün, “Kürt meselesinde önemli gelişmeler beklediği“ açıklamasından fazla bir şey umutlanmasın. Fakat bu söz öyle yorumlandı ki, sanki çok gelişmelerin olacağı izlenimi verildi. Sonradan anlaşıldıki, çok gelişme dedikleri sınırı belli olmayan “af“ olduğudur.
Eyvah ki eyvah!
Sahi 30 senedir süren kirli bir savaş doğura doğura “af“ mı doğurdu?
Sanki çok büyük bir şey lütfediyorlar havasına kapılan Türk kesim aslında af'ın bir çözüm olmıyacağını çok iyi biliyorlar.
Anlaşılan Kuzey'in kaderi üzerinde plan ve hesaplar yapılırken Kuzeyli politik güçler bunun dışında bırakılmıştır.
Şimdi bu nokta da öngörülen “Kürt Konferansı“n neyi amaçladığıda anlaşılmaktadır.
Kuzey Kürd siyasi güçlerine ABD-Türk Hükümeti-Güney Kürd Önderliğinin üzerinde anlaştığı projeyi onaylatmaktır. Bu projeninde sömürgeci devletlerin “toprak ve siyasi birliği“nin kendisidir.
Kürdistanlı bağımsızlıkçı güçler, bu dayatmayı onaylar mı, onaylamaz mı bilemem, ama Kürd reformist hareketin buna bayağı ısındığı görülmektedir.
23 Mart 2009
Cok güzel bir analiz, mutlaka okuyunuz!