tesekkurler!
think_anonymously
Anırdılar!
Evet demiştik! Ne demiştik? Anırtılacaklar! Anıracaklar demiştik.
Abdullah Öcalan'ın atanmış mankurtları daha önce “ptotesto ettik” dedikleri Türk ağırına bugün gittiler.
Ve anırdılar!
Tükürdüklerini yaladılar. Yalatırdılar. Zaten bu tayfa bunun için tayin edildiler.
Evet yanılmadık. Çünkü biz bu mankurtları ve efendilerini iyi tanırız.
Ne yapıp, ne yapmıyacaklarını biliriz. Bildiğimiz bir gerçek var ki, bu tayfanın Kürd milli kurtuluş mücadelesine karşı Türk egemenlik sistemi tarafından memur kılınmış kontra Abdullah Öcalan'ın tayin ettikleridir.
Bu mankurtlar ister Türk ağırına gitsinler, isterse gitmesinler asli bir görevleri vardır. O da Türk devletine hizmettir.
Bunu anlamak zor değildir. Abdullah Öcalan'ın durduğu yere bakın onun tayin ettiklerinin yerini görürsünüz.
Abdullah Öcalan'ın durduğu yer neresi mi?
Onu Nisan'2004 yılında yazdığım “TC Devletinin Yetiştirdiği En Büyük İşbirlikçi” başlıklı makalemde izah etmiştim. Ne demiştim? Uzun bir bölümünü aşağıya alıyorum.
…
…
...
“1960-1970'lı yıllar dünyada ulusal ve sosyal mücadelelerin doruk noktasına vardığı yıllardır. Asya, Afrika ve Latin Amerika'da esen ulusal ve sosyal devrim fırtınası Kürdistan coğrafyasınada vurdu. Kürdistan halkı yüzyıllardır zorunlu kılındığı yaşanmaz ve onursuz koşulların kendisinde yaratığı kin ve öfkeyle dünya da esen devrim fırtinasiyla buluştu. Kürdistan devrimini kendi zemininde ve kendi kanalında örgütlemenin tüm koşulları vardı. Devrimin objektif koşullarının fazlasiyla var olduğu Kürdistan'da subjektif unsurunun iradi müdahalesini bekliyordu. Mevcut potansiyelin örgütlendirilmesi ve mücadele sahasına taşırılması Kürdistan devriminin ve hatta Ortadoğu devriminin zaferine işaret ediyordu.
Bu durum, bölge sömürgeci devletleri ve emperyalist güçler için büyük bir tehlike arzediyordu. Bu görülüyordu. Sözkonusu güçler buna müdahale etmede gecikmediler. Kendi müttefiklerinden icazet ve destek sözü alan TC devleti, bir yandan inkar ve imha politikasını en azgın bir şekilde uygularken, yanısıra gelişen KUKM'ne karşı kendi Kürdünü devreye sokmayı kurtuluş bildi.
Bu yöntem dünya çıkar çevrelerin daima baş vurduğu bir yöntem olmuştur. Bu yöntemin çok yararlarını görmüşlerdir. Dünya devrim tarihi bu tür sayısız dalga kıran truva atları ile doludur. ”Apoculuk” bunun ne ilki, ne de sonu olacaktır.
Yükselen KUKM, salt başına sömürgeci sistemin inkar ve imha politikasiyla önlenemiyordu. Yeni politikaların devreye sokulması gerekliliği ortaya çıkmıştı. Bu da Türk ve Türkiye ile başlayan örgütlenme ve politikalarla olamazdı. Bu, ancak Kürdlük adına yola çıktığını ileri sürecek bir örgütlülükle olabilirdi. Bu nedenle TC, Kürdistan'da kendi resmi “Kürtçü” partisini oluşturma yoluna gitti. Bu iş için aranan kişide bulunmuştu. Bu Abdullah Öcalandı.
“Bunu öyle hazırlayalım ki, tarihimizin en büyük bir işbirlikçisi haline getirelim.” (Abdullah Öcalan. Devrimin Eylem ve Dili))
Bunun gereği yapıldı. Abdullah Öcalan, kontra mezkeze alınarak eğitildi. Burada soru şudur. Neden bir başkası değilde Abdullah Öcalan? Abdullah Öcalan, kendi anlatımiyla hayat hikayesinde bu sorunun cevabını vermektedir.
“Bir çılgın ana'nın”, ”bir silik babanın oğlu”, ”çöl delisi bir velet.” “Anam bana ne söylüyordu? 'Sen namussuzsun.' Nenemde söylüyordu : ´Bunun namus duygulari tehlikelidir.´ “ (Abdullah Öcalan. Age. Sf.2 6)
“Benden daha zavallı kimse yoktu, çocuklukta. Ya da herkes diyordu : ´Allah kimsenin çocuğunu filan adamın çocuğu gibi yapmasın.' Uzun süre hep böyle oldu, hep alayla karşılarlardı.” (Aynı yerde. Sf. 25)
“´Hiç bir babanın oğlu onunki gibi olmasın' derlerdi.” (Aynı yerde. Sf. 29)
“Akrabalar, yanıbaşımdakilere göre, alay edilmesi gereken biriydim.” (Aynı yerde. Sf. 54)
“Nizip'te henüz ortaokuldayken benimle hep dalga geçilirdi … Belki de okulun en zavallı öğrencisi durumundaydım.” (Aynı yerde. Sf. 53)
“İlk şehir toplumuna giriş, benim için hayli zorluklarla dolu bir giriştir … Aylarca yıllarca bekledim. Şehri anlamanın büyük merakına, çabasına karşın, şehri yaşamanın kenarından bile geçmedim. Arkadaşlarım üç ayda kendilerini daldırıp yaşatiyorlardı, ben beceremedim. Ve bana karşı oldukça alaycı bir yaklaşım içindeydiler.” (Aynı yerde. Sf. 53)
”Anama dört metre kumaş almadım. Gözü açık gitti,” diyen bir kişilikle karşı karşıyayız. Bu kişilik ne yapmaz? Satmayacağı hangi değer yargısı olabilir? Bu irdelenmelidir.
Abdullah Öcalan'ın ortaya çıkışı bir tesadüf değildir. Aranmış bulunmuş. Abdullah Öcalanla TC arasında kan bağı var. Her ikiside bu akrabalığı çok iyi kullaniyor. Buna dayı-yeğen dayanışması diyebilirsiniz. TC devleti yeğeni Abdullah Öcalan'a sahipleniyor. Yeğen Abdullah'da devlet dayısına vefasını eksik etmiyor. Dayı devlet, yeğen Abdullah'ı yatılı Tapu Kadasro Lisesine kaydını yaptırıyor. Mezuniyet sonrası memur olarak Diyarbakir'a tayin ettiriliyor. Memur yaşamında TC'nin tipik memur rolünü oynuyor.
”O memur yaşantısında bile köylülere kan kusturdum.” (Abdullah Öcalan. a.g.e,) diyor.
Diyarbakir'da Kürd köylüsüne “kan kusturan” Abdullah Öcalan, aldığı rüşvetlerle cebini dolduruyor. Tayinini İstanbul'a aldırıp, kaydını İstanbul Hukuk Fakültesine yaptırıyor. Bu sürede TC'nin bir Kürd'ü daha İstanbul'da kol geziyor. Bu pilot namiyla Ağrılı Necati'dir. Devlet bu ikiliyi buluşturup tanıştırıyor. Devlette daha yakın olmaları için Ankara'ya taşıniyorlar. Yeğen Abdullah kaydını siyasala yaptırıyor. Devlet kesenin ağzını açiyor. Pilot Necati vasitasiyla evler tutuluyor, düşeniyor. Yeğen Abdullah'ın cebine bolca harçlk konuluyor. Kadınlar devreye sokuluyor.
Abdullah Öcalan'ın kendi değişiyle “paraysa para, imkansa imkan, kadınsa kadın” sunuluyor. ”Kendimi bir paşa gibi yaşatiyorum.” (age.)
Bir döneme damgasını vuracak olan TC tarihinin en büyük işbirlikçi ikilisinin mecaraları başlıyor. Pilot'a bir Kürd'ür. TC Ordusunda pilotluk yapmıştır. Kendi değişiyle “solcu ve Kürtçü” olduğu için orduyla ilişkisi kesilmiştir. Oysa mesele hiçte böyle olmadığı gelişmeler göstermistir. Özel Harp Dairesinin KUKM içinde “truva at'ı” rolünü oynaması için yetiştirilen bir eleman olduğu ortaya çıkmıştır.
1960'ların sonu ve 1970'lerin başında İstanbul'da dolaşıp durdu. O dönemin İstanbul'da okuyan yurtsever Kürd gençleri tarafından MİT elemanı olduğu biliniyordu. Onun tüm çabalarına rağmen yurtsever Kürdistanlı öğrenci gençlik ondan uzak duruyordu. Anlaşılan odur ki, düşürdüğüde olmuştur. Bunların başında Abdullah Öcalan gelmektedir.
1970'lerde Pilot ve Abdullah Öcalan artık ayrılmaz bir ikilidir. Her provakasyonun arkasında bu ikiliyi bulmak günün konusuydu. Herkes hafizasını bir zorlasın. 1970'in başına gitsin. O dönemde olup-bitenleri bir hatırlamaya çalışsın. O dönemde “Apocu” çetenin Kürdistan ve Türkiyeli devrimci hareketlere karşı saldırılarının nedenlerini kavramakta zorluk çekilmiyecektir.
Pilot ve Öcalan, ”Apocu” çeteyi TC devletinin güdümü, yönlendirmesi ve her türlü desteği ile oluşturdular. Sokaga saldılar. Kürd ulus direnişçilerini “gerici ve ihanetçi” ilan ederek, dönemin yurtsever ve devrimci politik güçleri “Genelkurmayın uzantıları” olarak değerlendirerek ve bu gerekçelerine dayanarak bunlara karşı silahlı mücadele başlatarak işe başladılar. Kürdistan değerlerini karalayarak, gözden düşürerek kendilerine yol açmaya koyuldular. TC'nin tüm imkanlarını kullanarak o dönem yüzlerce provakasyona damgalarını vurdular. Yüzlerce yurtsever ve devrimci gencin ölümüne yol açtılar.
“Kendimi dört dörtlük devlete bağlamış oluyorum. Uğur Mumcu'nun dile getirmek istediği olay biraz da budur. 'Apo'yu MİT mi besledi?' diye soruyor. İşte biz kendimizi MİT'e böyle besletirdik. Güvenliğimizi sağladık, parasıyla grubumuzu finanse ettirdik, evlerinde en önemli toplantılarımızı yaptırdık ve o entekletüel gücünü de biraz kullandık.” (Abdullah Öcalan. Age. Sf. 97-98)
Yeğen Abdullah kendisini dayısı devlete “dört dörtlük bağlamış”, sırtını emin yere dayamış, ”güvenligini sağlamış”, ”sağına özel hap dairesi elemani pilotu, soluna MİT elemanı Kesire Yıldırım'ı almış”, kendini maaşa bağlamış, çetesini “MİT´in parasiyla finanse etmiş”, ”MİT´in evlerinde oturmuş ve önemli toplantılarını yapmış”, ”birazda entekletüel biriminden yararlanmış” olan Abdullah Öcalan, ”Kürt için başka türlü çıkış yapılır mı? Bana göre imkansız.” (Aynı yerde. Sf. 99,) diyerek kendi ihanetine “masum” bir gerekçede bulmuş.
Şimdi düşünmek lazım. Bunları Abdullah Öcalan değil de, bir başkası söyleseydi başına ne gelmazdi? Kesinlikle “Apocu” çetenin hışmına uğrardı. Bir komplo teorinin kurbanı olurdu. Fakat işin ilginç yanı bunları başkaları değil, Abdullah Öcalan'ın kendisi söylüyor. O, söylediği için de “Apocu” çete üç maymunu oynuyor ve bilinen yalakalıklarını sergiliyorlar. İşin garibi öz kaçırılarak, unuturularak Abdullah Öcalan'ın “ne büyük kabiliyet, büyük taktiklerin adamı” olduğu sonucunu çıkarıyorlar. Buna kendileri inaniyorlar mi bilmiyoruz, ama bunu başkalarına inandırmaya çalıştıkları biliniyor. Ne büyük gaflet, ne büyük aymazlık!
Anlaşılan KUKM'ni vermek için TC devletinden “icazet almak” mı gerekiyor!!?(!) Abdullah Öcala'n'a göre TC devleti ile birlikte çalışmak gerekiyormuş(!) KUKM verirken TC'nin tüm imkanlarını tepe tepe kullanmak gerekiyormuş(!) TC devletininde bunu paşa paşa kabul etmesi gerekiyormuş(!)
Burada soru sudur: Peki neden? Bunun karşılığı ne? Bu sorunun cevabı PKK'nin teori ve pratiğinde yeteri kadar vardır. Getiri ve götürü hanesine bakıldığında yüzyıllardan beri süzülüp gelen KUKM'nin potansiyelinin elbirliğiyle tasviye edildiği bir sır değildir.
TC devleti, o kadar aptal, o kadar tecrübesiz midirki; kendisine “sosyalist”, ”Kürt ulusal kurtuluşçusu” ve önüne “bağımsız bir Kürdistan” hedefi koyan bir gücü koynunda beslesin, tüm imkanlariyla desteklesin, palazlandırsın ve ondan sonra gel beni vur desin. Buna kim inanır? İnanan aptallarda yok değildir.
Kimi aptallığında, kimi bilinçli olarak yapmasından olsa gerek, Abdullah Öcalan, bu senaryoyu izah edebiliyor. Birilerine savundurabiliyor.
Abdullah Öcalan, buna; “yönetmek için bir tarz” demektedir. Kendi dışındaki “sıfır adamları”nı hiçleşerek “Tek kişilik orduyum”, ”Örgüt diye tutunacak hiç bir yanımız yoktu. Bu bir çalışma tarzıdır aslında ve hala da onu sürdürüyorum. Şimdi çok daha gelişmiştir. Kimsenin bizden öyle fazla anlayamaması da bu yüzdendir.” (Abdullah Öcalan. Age. Sf. 93)
…
…
...
Namusluların namusuzlar kadar cesaretli konuşmadığı müddetçe “Apocu” çete halkımıza kan kusturmaya devam edeceği gibi, tüm değer yargılarımızıda kirletmeye devam edeceklerdir. Bunun önünün almanın yolu “Apoculuk” üstündeki giz perdesini kaldırmayı gerektirir. Bu görevde Kürd politik güçlere düşer. Kürd politik güçlerin kaçak oynama lüksleri yoktur. Bu görev dünün göreviydi. Dün bu görev, şu veya bu nedenle yerine getirilmedi. Fakat bu, bugün mutlaka yapılmalıdır. Bu yapılmadan KUKM gerçek zeminine oturtulamaz.
Abdullah Öcalan, başından beri TC tarafından eğitilen ve Kürdlere karşı savaştırılan Türk Özel Harp Dairesinin özel bir elemanıdır. Bu konuda üçüncü bir kişiye başvurmayada gerek yoktur. Abdullah Öcalan'ın teori ve pratiği bu konuda yeteri kadar veri sunmaktadır. Yeterki Kürdler, Abdullah Öcalan'ın kendisi için söylediklerini yüksek sesle seslendirme cesaretini gösterebilsinler. Yoksa hiç kimse Abdullah Öcalan'ın Türk egemenlik sisteminin kimlikli bir elemanı olduğunu belgeleyen belge arayışına kalkışmasın. Abdullah Öcalan'a ait olduğu iddia edilen kitapları okusun ve denilenleri tekrarlasın. Başkada bir şey yapmalarına gerek yoktur. Kendisine saygısı olan her namuslu Kürd bu konuda üstüne düşeni yapmalıdır. Kendilerine yabancılaşmak isremeyenler kaçak göreşemezler. Bilinmelidir ki, Kürdlerin kaçak oynama lüksleri yoktur.
Abdullah Öcalan, ”Benim anlaşılmam, parti tarihi ile sıkı sıkıya ilişkilidir,” derken TC'nin Abdullah Öcalan'a üslendiği misyona dikkat çekiyordu. İşe buradan başlanılmalıdır. Kimdir bu Öcalan? Abdullah Öcalan gerçek kimliği ile açığa çıkarılmalıdır. Kürdler, bu konuda ortak bir tespitte buluşmalıdır. Bunun dışında söylenecek her sözün bir anlamı olmayacaktır. Bu nedenle Kürdler, kaçak göreşmekten kendilerini kurtarmalıdırlar.
Abdullah Öcalan, 7 Nisan 1972 tarihinde “devlet sırrı”nı bilmeyen bir polis tarafından yakalanır. 7 ay cezaevinde kalır.
“Tutukluluk yıllarında zaman zaman polis muhabiri olarak kullanılmak istenmiş, Bu nedenle de içerden çıkartılmasında 'devlet' çokça yardımcı olmuş.” (Tuncay Özkan)
Abdullah Öcalan tahliye edilir. Bu tahliye üstündeki giz perdesi bugüne kadar kendini koruyor. Bu konudaki iddialar ciddidir. Zaman zaman Abdullah Öcalan'da bu iddialari doğrular şeyler söylediğide bilinir. Tahliye olur olmaz çokça sözü geçen Anıtkabir'in dibindeki meşhur eve yerleştirilir.
“Çıkar çıkmaz Anıtkabirin dibindeki evde kaldım. Sıkça Anıtkabir'i ziyaret ediyordum. Bu çok ilginçtir … Kemalizmin merkezinde ve Anıtkabir'in dibinde karagah kurmuşum. Çok serseri bir arkadaşımın eviydi. Babası Astsubaydı, anası da galiba Muş'luydu. İsmini hatırlıyorum. Attila miydi? Attila koyduğuna göre babası Kemalist bir Astsubay … Ben bu çizgiyi, PKK'nin bu çizgisinin ilk belirlemelerini işte bu Anıtkabir'in dibindeki evde yaptım. İşin ilginç yanı, hergün gidip kabiri ziyaret edişim de neyin nesidir? Herhalde kendim de yoğunlaştığım çelişkileri yakinen görmeme yol açıyor.” (Abdullah Öcalan. Age. Sf. 66-67).
Sanki Hz. Muhammed mübarek. Hz.Muhammed'in hergün Hıra dağına çıkıp ilham alıp bir vahiyle döndüğü gibi, Abdullah Öcalan'da hergün Anıtkabir'e gidip patronlarından talimat alıp, elinde bir “çözümlenme” ile dönüyor. Bunlarla “PKK'nin çizgisi”ni oluşturuyor. Bu “çizgi” Kürdistan'da var olan güncel, diri, dinamik ulusal ve sosyal devrimci potansiyeli tasviye etmenin teorisi oluyor. Ve buna “Apoculuk” deniliyor.
Abdullah Öcalan, TC devleti ile olan ilişkisini inkar etmiyor. Bu ilişkiyi en güçlü olduğu bir dönemde açıklıyor. Ve o bildik “onları kullandım” hikayesiyle izah ediyor. Bu meşhur hikayeyi herkese kabullendirmeye ve savundurmaya çalışıyor. ”Onları kullandım” önemli bir noktadır. Sorgulanması gerekir. Kim kimi kullanmistır? Kazanan kim, kaybeden kim? Bunlar bir netliğe kavuşturulmalıdır. Bu mutlaka yapılmalıdır. Çünkü bir dönem üstündeki sis perdesinin kaldırılması ancak bu görevin yerine getirilmesiyle mümkündür.
“Aileden, Kürtlükten, zordan zaten hep kaçmak istiyordum. Bu anlamda benim kadar korkak birisi yoktu … Ama şimdi savaş tanrısı gibiyim. Bu iş olacak. Nereye kadar? ...”
“Tanrısal hesap yapılmıştır. Ve çok büyük oynamamız gerekiyor … Ve bizim bu mücadelemizde kaybetmenin adı yoktur. Sadece kazanmak vardır. Gerçek asker, gerçek PKK komutanı özelikle her şeyiyle kazanmalıdır. Onun kitabında, onun yürüyüşünde kaybetme sözcüğüne yer yoktur.” (Abdullah Öcalan. Age. 50-51)
Abdullah Öcalan, kendisine üslendirilen misyonu yerine getirme mücadelesinde gerçektende yenilmemiştir. Üslendiği KUKM'ni tasviye etme görevini “büyük ve muazzam” yerine getirmiştir. Bugün de bu görevini “gerçek asker, gercek PKK komutanı” olarak İmralı Karargahında da başarı ile sürdürmektedir. Osmanlının İdris-i Birlis'liye oynatığı rolü, TC de Abdullah Öcalan'a oynatmaktadır. Böylelikle TC “tarihinin en büyük işbirlikçisi” ünvanını almayıda hak etmiştir.
Üç maymunu oynayanlar bunu görmek istemeyebilirler. Bunu dille getirmek işlerine gelmiyebilir. Fakat Abdullah Öcalan'ın sokağa salınmasiyla sergilenen teori ve pratik bu konuda yeteri veri sunmakatadır. Ne yazik ki, bireylerin, örgütlerin bir bütün olarak politik çevrelerin kaygıları bunu izah etmeyi engelemiştir. ”Apocu” çeteden çekinilmiş ve korkulmuştur. Bana dokunmayan yılan çok yaşasın sorumsuzluğu politika edinilmiştir. Bundan öte birçok birey, çevre ve örgüt politika yapıyorum adı altında TC devletinin gelmiş geçmiş en büyük işbirlikçisinin yedeğine düşmüşlerdir.
Sonuç olarak 30 seneye yakın halkımıza karşı sürdürülen bir kirli savaşın kazananı ve kaybedenleri irdelendiğinde kaydedenlerin Kürdistan halkı ve politik güçleri; kazananların ise TC devleti ve onun Kürdistan'daki resmi “Kürtçü” partisi olmuştur. Bu acı da olsa bir gerçektir
“Anıtkabir'in dibindeki evden sonra oturduğum bir ev vardı. Özelikle Pilot'un (Ağrılı Necati) yoğun devreye girdiği evdi. Oraya da bazı kadınlar gelmişti. 1975 sanıyorum, hatta 1976 da olabilir.” (Abdullah Öcalan. Age. Sf. 78).
“Pilot özel savaşa bağliydi.” (Abdullah Öcalan. Age. Sf. 112)
“1977 Ocak toplantısını evinde yapmıştık ki, bizim en büyük toplantımızdı. İşin ilginç yanı, pilot her şeyi hazırladı ve biz de gittik ve yaptık. Tabii belgesi yok, hiçbir şeyi yok, adı yok. Soba kapısı açık, yazdığımız notları eğer polis basarsa sobanın içine atacağız. Bayan da var. Polis gelirse, yılbaşı töreni var diyeceğiz. Çok ilginç devletin iki yanını nasıl kullaniyoruz.” (Abdullah Öcalan. Age. Sf. 114)
“1977 1 Ocak tarihinde toplantısında denilebilir ki, en kapsamlı tartışma bu bazı görevlere daha da netlik getirildi.” (Abdullah Öcalan. Age. Sf. 100)
Tüm bunlar devletin bilgisi ve denetiminde oluyor. Pilot ve “bayan”ın polis olduğunu söyleyenler kendileri. Yok tutukları notları sobaya atacaklarmış(!) Kendi değişiyle “özel harp dairesinin elemanı Pilot”un her şeyi organize ettiği bu toplantı yerine dinleme cihazlarının yerleştirilmediğine kimi inandıracaklar?
Bu bir yana zaten toplantının raporunu devlete verdiği kendi itirafı. Bu nasıl bir tezgah diyen olabilir. Bunada cevapları var. Abdullah Öcalan, buna; “devleti kullanma tarzı” diyor. Eh ne diyelim. Kim kimi kullunmışsa. Bu konu da yeteri kadar veri var.
Sözü edilen toplantıda Kürdistan'a gitme kararı çıkıyor. Bu karar gereği Abdullah Öcalan, Ağrı, Kars, Dersim, Elaziğ, Diyarbakir, Urfa ve Antep'ı dolaşıyor. Bu dönemde “Apocularıin devletle ilişkisi olduğu devrimci çevrelerce dile getirildiği gibi, ”Apocular” içindeki devrimcilerde bunu kendi içinde tartışıyor. Abdullah Öcalan'la birlikte pilot'a dolaşiyor. Ağrı'da “Apocular”ın sorumlularından birisi Pilot'u taniyor ve polis olduğunu biliyor. Bunu Ağrı'da yapılan toplantıda açıkliyor. Bu açıklama onun imhasına yol açıyor. Öcalan ve pilot Ağrı'dan kaçıyor. Son durak Antep oluyor.
Hakkı Karer, ”Apocular”ın Antep sorumlusudur. O da birçok devrimci gibi Pilot ile olan ilişkilerden rahatsızdır ve bu konuda Öcalan'la arasında sert tartışmalar oluyor. Abdullah Öcalan ve Pilot soluğu Ankara'da alıyor. Üç gün sonrada Hakkı Karer öldürülüyor. PKK kuruyucularından Baki Karer, kardeşinin ölümünden Abdullah Öcalan'ı sorumlu tutuyor.
Bu süreçte Ankara Tuzlucayirda Mustafa Karasu ve Elaziğ'da Şahin Dönmez'inde içinde olduğu bir grup “Apocu” yakalanır. Bu tutuklamalar Abdullah Öcalan'ı rahatlatır. Bu operasyonların yaratığı hava neticesinde örgüt içindeki “devletle ilişkiler” konusundaki iddialar tartışılmaz olur.
Sözde bu operasyonun hedefi Öcalanmış(!) gibi bir senaryo tartışma gündemine sokulur. Öcalan, bu operasyonlardan niye “yakalanılmadığını” “tesedüf”lere bağlarken, çetesi bunu; “önderlik bazı sınırlı tedbirlerle kurtulmaktan kurtuldu” şeklinde izah eder. Düşürülmüşlerin izah tarzı böyle olur. Öcalan ve çetesi bu izah tarzını seslendire dursun, bu tutuklamaların baş rol oyuncusu Abdullah Öcalan'ın kendisiydi.
”Halk adına işbirliğine yöneliyorum” diyen, devleten maaş alan, devletin uçaklariyla ilişkilere giden, Pilot ile ayrılmaz ikili oluşturan ve “anı anına devlete rapor sunan“, “bağlılığını” ileten“ Abdullah Öcalan'ı devlet niye yakalasın. Sorun bu kadar açıken Abdullah Öcalan, niye yakanılmadı sorusu saçmadır.
TC devleti, Abdullah Öcalan'dan kurban istiyor. Öcalan, sözde önemli bir toplantı senaryosunu hazırliyor. Evi pilot ayarliyor ve kirli silahlar bırakiyor. Söz konusu 3 Haziran 1977'deki toplantı örgütün “önemli bir toplantısı”(!)
Başta Abdullah Öcalan olmak üzere üst düzeydeki kadroların katılması gerekiyor. Mustafa Karasu gidiyor ve yakalaniyor. Uzun bir süre cezaevinde kaliyor. Abdullah Öcalan, eve gitmesi gerekirken gitmiyor. Gitmedigini “tesedüf”e bağliyor. “Tesedüf” kelimesi daima Öcalan'ın can simidi oluyor.
Öngörülen bir kahve veya bir piknik toplantısı değil, örgütün “önemli bir toplantısı”(!) Hergün bir yerlere uğrarsın, fakat birgün uğramasın ve o gün olumlu veya olumsuz bir olay olurda bunu görmemeyi tesedüflere bağlayabilirsiniz. Fakat söz konusu toplantıya daha evvel karar verilmiş, orgenize edilmiş “örgütün önemli bir toplantısı”(!) Ve Abdullah Öcalan'ın bu toplantıya gitmesi lazım ve gitmiyor. Bunu da “tesedüf”e bağliyor. Şimdi bu oldu mu yani? Buna kim inanır. Ama anlaşılan inananlar var ve bunlar Abdullah Öcalan'ın düşürdükleri oluyor.
Burada soru sudur: Peki niye tefedüfler hep Abdullah Öcalan'ı buluyor? Sorunun üzerine gidildiğinde işin canalıcı noktası bu “tesedüfler” de saklı olduğu görülür. Çünkü bu “tesedüfler”in hepsi planlıdır ve mimarida Abdullah Öcalan'ın kendisidir. Kuşkusuz bu işte Abdullah Öcalan yalnız başına değildir. Yanında kendi değimleriyle “özel hap dairesinin elemanı pilot” vardır . Onların üstünde de özel harp dairesinin kendisi vardır.
Gerek PKK içi ve gerekse dışındaki gelişmeler incelendiğinde hiçbir olayın “tesedüf” olmadığı, bilakis programlı-planlı bir karşı-devrim hareketi olduğu görülür. Bunun tersi bir iddia sahibi olmak, aslında eğer gizli bir emelin dışa vurumu değilse, siyasi bir körlüğe denk düştüğü açıktır.
Bu konudaki “Apocular”ın yaklaşımı anlamak mümkün. Fakat devrimci güçlerin bu konudaki yaklaşımlarını anlamak mümkün değildir. Bu niye böyle oluyor demeninde bir anlamı yoktur. Bunun sebebi “Apocu” çetenin sopası karşısında suspus olmayi kendine yedirmedir. Bana dokunmayan yılan çok yaşasını politika edinmedir.
Fakat bu öyle bir yılan ki, dokunmadığı hiçbir Kürdistanlı birey ve örgüt bırakmadı. Kürdistan tabiatiyla, ekonomisiyle, kültürüyle, tüm değer yargilariyla ve her şeyden önemli insaniyla büyük bir tahribata uğratıldı.
Buna dur demek yurtserverlik görevi değil miydi? Yurtseverlikten öte bir insanlık görevi değil midir? Anlaşılan yurtseverliğimizde , insanlığımızda bir gün daha fazla onursuzca yaşamaya tercih edilmiştir. Eğer bu değilde bunca her şeyin açıkta olduğu bir zeminde insanlar susmayi yeğliyorsa bunun bir izahatı olmalıdır. Fakat gelgörkü bunun haklı hiçbir izahati yoktur. O halde mesele nedir? Mesele açık ve nettir. Eşkiya'ya teslim olunmuştur. Eşkiyanın daha fazla suç işlemesine yol verilmiştir. Dolayisiyla işlenen insanlık suçuna ortak olunmuştur. Bu konuda herkesin kendi vicdanında bir durum değerlendirmesi yaptığına inaniyorum. Fakat bununla kalınmamalı. Bunu herkesle paylaşmalıdır. Ortak bilinç yaratılmalıdır. Bu şarttır.
Başından beri TC'nin çekirdek kadrosunun bir elemanı olduğunu söyleyen Abdullah Öcalan'a kendi gerçek kimliğine uygun bir tanımlama ile isimlendirmeyi yapmayacaksak peki neyin mücadelesini veriyoruz? Sadede gelelim. Herkes başkalarından öte kendisine karşı samimi olmak zorundadır. Kişi kendisine yabancılaşmak istemiyorsa bunu yapmak zorundadır.
“1977'nin ortalarındayiz. Ankara'da kalacaksam okulu bitirmek durumundayim. Aynı diğer sol gruplar gibi solculuk yap, dergisinide çıkar, ama Ankara'da kal … İşte hazırlık bunadır. 'Allahın serserisi, ne istiyorsun?´ Kadın desen kadın, para desen para! Apartman desen apartman al; ye, içinde yat! Ben de bu noktada tam bir paşaoğlu gibi davraniyorum. Daha fazla para! Kendimizi daha fazla çalıştırın! Çok ilginç, ayarlama çok önemli. Burjuvaziyi nasıl çalıştırıyorum? Sonradan o Uğur Mumcu'nun başını götüren, işte açmaya çalıştığım bu ilişki tarzıdır. 1976, 1977 ve 1978 döneminde onları, devleti çalıştırıyorum ve hareket yürüyor.“ (Abdullah Öcalan. Age. Sf. 110-111)
TC devletine bu kadar sıkı-fıkı bağlanmış Abdullah Öcalan'ı devlet niye yakalasın? Yanısıra Abdullah Öcalan'ın TC ile ilişkisini bu tarzda izah etmesine ne demeli? Bu ilişki tarzı ajan ilişkisi değilse, peki nedir? Bu ilişki tarzı Abdullah Öcalan'ın “devleti kullandım“la izah edilebilinir mi? Hangi aklıevel bu iddiaya inanabilir? Ki Abdullah Öcalan, önüne gelen herkese ajan yaftası taktığı ayan-beyanken ve bunların hiçbirisi ajan değilken buna ne demeli? Birilerinin bir şeyler söylemesi lazım. Bu, Kürd ulusu için, Kürdistan halkı için, Kürdistan yurtseverliği ve milliyetçiliği için şarttır.
Gerçi daha 1970'lerden beri Abdullah Öcalan için ajan denildi. Fakat o günün politik atmosferinde işitilmek istenmedi. Diyenlerin bir kısmı ya PKK, ya da direk olarak TC tarafından ya imha edildi, ya da susturuldu. Diyenlerin büyük bir kesimide daha sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi, Abdullah Öcalan'n önünde secdeye varıp biat ettiler. Kontra bozuntusu Abdullah Öcalan şahsında “Kürt ulusal önderi” keşfine varıldı. Kimi Kürd aydını, siyasetcisi ve özeliklede Türkiye sol hareketleri bu rolü çok kötü oynadı. “Taktiktir”, “bir bildiği vardır”, “devrimcilik”, “yurtseverlik”, ”sosyalizm”, ”enternasyonalizm” adına Abdullah Öcalan ve PKK dalkavukçuluğu yapıldı. PKK gücü arkalanarak Kürdistanlı milli güçlere karşı bir “haçlı seferi” başlatıldı. Bununla PKK'ye karşı varolan günahlarından sıyrılma ve onun gölgesinde güç olma hedeflendi. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Kazanırım derken eldekinide kaybetiler. Siyasi olarak kirlendiler. Çünkü niyet ne olursa olsun, Abdullah Öcalan'ın yedeğine düşüldü. Bu iyiye alamet değildir. Belki bu dün görülmedi, ama bugün herşey ayan-beyan ortadadır. Bu rolü oynayanlar bilinir ve kirli geçmişin bir muhasebesini yapmak zorunlulukları orta yerdedir. Bu, ”dün dündü, bugün bugündür” politikasiyla geçistirilemez. Hiç kimse sanki hiçbir şey olmamış gibi davranamaz. Günü kurtarmanın, kücük hesaplar yapmanın kimseyi kurtarmayacağı bilinmelidir. Çünkü ortada işlenmis bir suç var ve birileri bu suçun ortaklarıdır.
“Düşünün, devlette Kürt partisi kurduruyorum. Uğur Mumcu (ki o çok etkili bir MİT ajanı veya o çevrelerle ilişkili uzman birisiydi) dedi. Doğrudur, bu da doğrudur.” (A. Öcalan. Age. Sf. 117)
“Başka türlü hiçbir Kürt hareketi, Kürt partisi oluşamaz. Sosyalist parti de (Türkiye´de de) olusamaz. Mahirler, Denizler gibi Ordu da, Parti de, Cephe de oluşturdular, ama ömrü iki aylık oldu. Ben yapmaya kalkışsam iki ay değil, ömrüm 24 saattır.” (A. Öcalan. Age. Sf. 116)
Kimin kime “Kürt partisi kurdurduğu” bir sır değildir. Bu da TC devletinin Abdullah Öcalan'a “Kürt partisi” kurdurduğudur. Ona göre devletin haberi ve desteği olmadan ne bir Kürt partisi, ne de Türkiye´de sosyalist bir parti oluşamaz ve yaşayamaz. PKK'nin oluşturulması ve güçlenmesinide TC'nin himayesinde kurulmasına bağliyor. Bundan daha açık bir izah tarzı olabilir mi?
Burada soru şudur: TC tarafından kurulmasına icazet verilen ve desteklenen bir parti, hangi rolü oynayacaktır? Ki PKK´ye oynatılan rolün ne olduğunu her aklıselim Kürdistanlı bilir. Üç maymunu oynayanlar varsada bunlar, Abdullah Öcalan tarafından düşürülen kişiler olduklarıda bilinir.
“Bende bir ilişkiye el atış nasıl oluyor? Ben hem solculuk, hem Kürtçülük ve hem de iyi bir sosyal yaşam düzenlemek istiyorum. Hem de bunlar birbirini beslesin, güclendirsin, diyorum. Fakat mümkün mü? Düzenin etkilediği bir ilişki seni rahatlatabilir mi? Benim çıkardığm en önemli sonuç, ister doğrudan ister dolaylı olsun düzenin yetiştirmediği bir ilişki kolay kolay halka mal olmaz.” (Abdullah Öcalan. Age. Sf. 121)
Abdullah Öcalan tezgahini kurmus. “Solculuk yapiyor”, “Kürtçülük yapiyor”, “Sosyal yaşamını düzenlemiş” ve bunlar “birbirlerini beslesin ve güçlerdirsin” yaklaşımıyla “ büyük ve muazzam” oynamış. Bu konuda epey mesafe aldığıda bilinmektedir. Bu mesafe ve başarısınıda devletle olan ilişkisine bağlamaktadır. TC devleti Kürdünü bulmuş. Kendisine Kürtçülük tezgahını kurdurtmuş. Yeğen Abdullah'a solculuk, Kürtçülük yaptırıyor. Yüksek düzeyde bir sosyal yaşamda kendisine saglamış. Para, kadın ve her şeyden öte toplumda tartışılan bir mertebeye eriştirilmiş. Yeğen Abdullah'ta yediği ekmeğin hakkını hakıyla vermenin teori ve pratiğin sahibi olmuş. Kürdü Kürde kırdıran ve 20 seneyi aşkın kirli bir savaşın içine çekmiştir. KUKM potansiyelini bu yöntemlerle tasviye etmeye çalışmıştır. Kürdistan'da tamiri zor yaralar açmıştır. Abdullah Öcalan'in TC devleti ile olan ilişkisi nedeniyle böylesine olumsuzluklara yol açmıştır. Ve süreç derinleşerek sürüyor.
“Kendimi bağlamışım, örgüte çıkış yaptırıyorum. Benim yaşantım böyle. Elbette bunların beklentisi vardı. Kendimi onlara öyle dayatmışım ve öyle kabul ettirmişim ki, 'iste bu önderdir, kontrol ediyor. Biz bunu tutarsak, Kürdistan'ı tutmuş oluruz' diyorlardı ki, doğrudur.“ (A. Öcalan. Age. Sf. 123)
“Burada bir olay var. Öncelikle ben halktanım ve hatta önderlik sıfatları yavaş yavaş oluşuyor. Halk adına işbirlikçi bir ilişkiye yöneliyorum … Bu adamlar da öyle bildiğiniz gibi değil, sana bu kadar masraf yapacaklar, hiç peşimi bırakırlar mı?“ (A. Öcalan. Age. Sf. 122)
Peşini bırakmadıkları doğrudur. Her rol de oynatıkları bir başka doğrudur. Bu rol'de KUKM potansiyelini tasviye etmekti. Bunu gerçekleştirmek için korkunç bir cinayet şebekesi oluşturuldu. Her yol ve yöntem mübah sayıldı. Güzele olumluya, tüm insani değer yargılara karşı kirli bir savaşın vereni oldular. Kürdistan bir yangın yerine dönüştürüldü. Korkunç tahrifatlar yaratıldı. Ve birileride buna olumluluklar yüklemeyi politika edindi. KUKM'ni tasviye etmek için TC devleti tarafından kontra merkezinde eğitilip halkımıza musalet edilen bir “çöl delisi“nin şahsında “Kürt ulusal önderi“ keşfi gibi bir betbahlığın mimari oldular.
Abdullah Öcalan, TC devleti ile olan ilişkilerinde yol arkadaşlarının rahatsız olduklarını yazdığı “Devrimin Dili ve Eylemi“ adlı kitabında izah ediyor. Aralarinda sert tartışmalar oluyor. Abdullah Öcalan, devlet ilişkisine “baglıyım“, “mecburum“ diyor. Öldürülmekten, imha olmaktan korkuyor. Tavır koyması halinde başına gelecekleri görüyor, biliyor. Sonuçta da kendi yol arkadaşlarına da bu “bağlılığa“, “mecburiyete“ boyun eğdiriyor. Süreç içinde de bu çirkin ilişkiler içinde hiçleşiyorlar. Abdullah Öcalan'ın kendileriyle oynadığı birer piyon olup çıkıyorlar. Yaşamlariı bile Abdullah Öcalan'ın iki dudağı arasında çıkacak bir cümleye bağımlı hale geliyor.
“1978´de arkadaşların tasviye etme kararlılığı ortaya çıktı. Şimdi benim de o zaman bir tavrım vardı. Hatta kaldığım evden bile kaçmıştım. Ama yinede kendimi adeta bu ilişkiye mecbur hissediyordum. Duygusal mecburiyet miydi, cinsel mecburiyet miydi? Pek sanmiyorum. Öyle bir his varki, sen bu ilişkiye muhtacsın. Şu anda bu ilişki sana gerekli, bunu atamasın diyordu.“ (Abdullah Öcalan. Age. Sf. 139)
Abdullah Öcalan'n devletle olan ilişkisi “Apocu“ hareket içinde daima sorun olmuştur. Kimi bunu tartışma masasına getirdiği için imha olmuştur. Kimide kabullenerek Abdullah Öcalan karşısında hiçleşmiştir. Bu tartışmaların biriside Diyarbakir'da devletin parası ile kiralanan ve döşenen evde Abdullah Öcalan ve Cemil Bayık arasında geçiyor. Tartışmalar sertleşiyor ve Abdullah Öcalan korkarak evden kaçıyor. Devletin kendisi denilen ilişkiye sığınıyor. “Buna mecburum“ diyor.
Burada soru sudur: Devrimcileri, KUKM verenleri sömürgeci TC devletine “mecbur“ kılan ne olabilir? Bu sorunun cevabı “Apocu“ teori ve pratiğin kendisidir. Bu teori ve pratiğinde KUKM potansiyelini tasviye etmeye çalıştığı bugün gelinen aşamada herkesin kabul ettiği bir gerçektir. Bunun tersini iddia edenlerde vardır. Bunlar, kontra Abdullah Öcalan şahsında “Kürt ulusal önderi” keşfeden ve Abdullah Öcalan'ın başından beri TC ilişkisini “mecburiyet“en kabullenen ve bugünde kendilerini bu “mecburiyet“en kurtaramayan düşürülmüş zevattır.
“Çok önemli bir taktiktir. O zamana kadar bu devletten maaş alıyorduk. Biz o parayla grubu götürüyoruz. Hemde beni izliyorlar. Onları kullanarak birçok ilişkiyi sürdürüyorum, onlar ise beni mal gibi tuttuklarını saniyorlar ´Elimizde, her an devletin yanında, getirebilirler´ düşüncesi hakim.”
“Beni 1978 kışının sonunda Ankara'da bekliyorlar. Verdiğim bütün izlenimler, Ankara'ya dönme yönündedir. Hatta Diyarbakir'da ev tutulmuş, evin öteberisi bile alıniyor.”
“Şimdi bütün bunları söylerken, aslında da son derece dürüst bir ilişkiyle yola çıkıyorum.” (Abdullah Öcalan. Age. Sf. 141)
Abdullah Öcalan'n TC devleti ile girdiği ilişkide “dürüst” davrandığına şüphemiz yok. Gerçektende tüm “dürüst”lüğüyle TC devletinin kendisine verdiği KUKM'ni tasviye görevini yerine getirmeye çalışmış ve şu anda konuçlandırıldığı İmralı karargahında da sürdürüyor. Bu tezgah Abdullah Öcalan'ın sokağa salınmasından bugüne çalışıyor.
Bu nedenle İmralı öncesi ve sonrası karşımıza çıkarılan iki farklı Abdullah Öcalan tiplemesi gerçeği ifade etmiyor. Tezgah başından kurulmuş. Sağına özel harp dairesi elemanı dediği Pilot'u. soluna “MİT ajanı“ dediği karısı Kesire Yıldırım'ı aliyor.
Aslında bunlar birer eşantiyon. Abdullah Öcalan'ı perdeleyen, gizleyen birer maske. Bunlari çekip aldığınızda Abdullah Öcalan çıplak kimliği ile açığa çıkıyor. Kendi mekanizmasını kurana kadar bu makyaja ihtiyaç duyuyor. Fakat kendi mekanizmasını kurduktan sonra artık makyaj yapma ihtiyacını duymadığı gibi kendi gerçek kimliğini açıklamayida kendisi açısında bir sakınca görmüyor. Dahası bu ilişkiyi açıklamayı kendi sigortası olarak görüyor. Ve bunu yıllar sonra yaptı.
Açıkladığı dönemde de hiç kimse sessini çıkarma cesaretini gösteremedi. Elinin altında korkunç bir cinayet sebekesi vardı. Sınırsız imkana sahipti. Dört sömürgeci devletin gücü vardı arkasında. İşte böylesi bir ortamda Abdullah Öcalan kendisiyle TC arasından baştan beri varolan ilişkilerini açıkladı.
O açıkladı, ama onun dışında hiç kimse bunu telefuz etme cesaretini gösteremedi. Üstüne üstlük “Kürt ulusal önder“liğinden “Kürt halk önderligi“ne terfi ettirildi.
“1979'un başları oluyor. Çok dikkatli hareket etmemiz gerekiyor, ne olur ne olmaz. Adamların yüzde yüz kontrolü altındayım. Kontrolden çıktığımı anladıkları anda derhal öldürebilirler. Sonuna kadar bağlı olduğumu anı anına tekrarlamam lazım.“ (Abdullah Öcalan. Age. Sf. 155)
Herkes, hafizasını zorlasın. 1979'un başlarına kadar TC'nin kontrolü altında ve anı anna bağlılığını bildiren Abdullah Öcalan'ın ismine atfen adlandırılan “Apocu“ hareket, Hilvan, Siverek, Nuseybin, Batman vs. Kürdistan'ın bir çok yerinde korkunç katliamlar, provakasyonlar yapiyor. Kürdler arası süren kirli bir savaşın mimari oluyor. Kürdler kutuplaştırılarak vuruşturuluyor. Kürdistan tam bir kaos ortamına sürükleniyor. TC ve Abdullah Öcalan bu işin planlayıcısı ve uygulayıcılarıdır. Halk, TC ile “Apocular“ arasında tercihe sürüklenir. Hangisini tercih ederse bu pek önemli görülmüyor. Bir kesim, “Apocu“luk belasından kurtarılma adına TC ile bütünleşmeye zorlanırken, diğer kesimde “Apocu“lara yönlendirilmeye çalışılır. “Apocular“a yol verilerek palazlanmasına büyük önem verilir.
Bu arada bu gelişmelerden rahatsız olanlar oluyor. “Yurtseverlik“ adına Kürdler katlediliyor. Bu işte bir yanlışlık var, bilinçli bir yönlendirme var düşüncesine kapılanlar oluyor. TC ve “Apocular“, bu konuda çok hassas davraniyorlar. Programlı-planlı devreye sokulan ihanet politikasının farkına varanlar, denetim dışına çıkma ihtimali olanlar ya TC, ya da “Apocular” tarafından imha ediliyor. Bozan Aslan, Ali Yaylacık, Salih Kangal, Celal Aydın, Gazi Şahin, Enver Ata, Saime Aşkın, Dilaver Yıldırım, Mehmet Şener, Mehmet Çimen vs. bunlardan sadece bir kaçıdır.
Bu cinayetler o dönemin kaos ortamında yerli yerine oturtulamiyordu. Bazı çatlak sesler çıksada anında susturuluyordu. Bir trajedi yaşanıyordu. Fakat ne ilginçtir ki, yaşanan bu ihaneti anı anına yaşayanların birisi ortaya çıkıp tüm verileriyle ortaya koymuş değildir.Yaşanan trajedi kadar bu da bir trajedidir. Bu da yaratılan kaos ortamının ne kadar karanlık olduğununda ifadesidir. Yaşanan bir başka trajedi daha var. O da Kürdistanlı politik hareketlerin bu ihanet karşısında çaresiz duruma düşmeleriydi.
TC, “Apocu“ çetenin eliyle Kürdistan'da kirli bir savaş yürüyordu. Bir kaos ortamı yaratılmıştı. Öcalan, bu dönemde Kürdistandadır ve Ankara'ya çağrılmaktadır.
“Ankara'da bekleniyordum. Düşman raporu parelelinde hesaplı bir beklenti var.“ (Abdullah Öcalan. Age. Sf. 161)
“Hesaplı bir beklenti“ olduğuna kuşku yok. Gerçi Kürdistan'da sıkıyönetim ilan edilmiş, Malatya ve Maraş katliamları gerçeklestirilmiş, ama bunlar Ordunun müdahalesi için yeterli değil. “Apocu“ çeteye daha da iş düşmektedir. Daha çok provakasyon, daha çok katliam.
Bu ortamda TC Ordusu “kurtarıcı“ olarak devreye girecek. Hesap budur.Abdullah Öcalan'n “tanrısal hesap yapılmıştır“ dediği budur. Bu plan gereği öngörülen Türkiye ve Kürdistanlı devrimci örgütlenmeler ve devrimci potansiyeli tasviye edebilmeleri için zemin hazırlanacaktı. Bu ortamıda TC devleti icazetli “solcu“, “Kürtçü“ ve faşist örgürlenmeleri hazırlayacaktı. “Ankara merkezi daha değişik planlıyor“ dediği olay budur. Bu nedele Abdullah Öcalan'a ihtiyaç vardı. Kendi değişiyle “Ondan 'daha iyi bir eşek'te bulunamazd.“
Abdullah Öcalan'ın Kürdistan veya Ankara dışı bir yerde olması güvenlikli değildi. Her hangi bir yol aramasında “devlet sırrı”nı bilmeyen bir polis veya asker kazara Abdullah Öcalan'ı yakalayabilir ve plan altüst olabilirdi. TC devleti işi tesedüflere bırakamazdı ve Abdullah Öcalan'ı Ankara'ya çağırarak güvenliğini almak istedi.
“Elazığ tutuklanması başlamış, Şahin Dönmez itirafa baslamış ve hatta valiye mi, emniyet müdürüne mi 'gidelim, o Apo'yu olduğu yerde yakalayalım. Elimle koyduğum gibi bulup çıkarabilirim, yeter ki emret“ demişti. Karar yok, olsa aslında bana da uzanacaklar. Fakat Ankara merkezi daha değişik planlıyor.“ (Abdullah Öcalan. Age. Sf. 158)
Şahin Dönmez, Elazığ sorgulanmasında Abdullah Öcalan'ın Diyarbakır´da olduğunu, evini bildiğini, isteniyorsa yakalanılabileceğini söylemiş. Fakat TC devletinin bu bilgiye ihtiyacı yok. Çünkü Abdullah Öcalan için Diyarbakir'daki evi devletin kendisi kıralamış, dayayıp düşemiş ve Abdullah Öcalan'ı oraya yerleştirmiştir. Abdullah Öcalan'da devlete “bağlılığını anı anına bildirmektedir.“ Devlet, Abdullah Öcalan'ı niye yakalamiyor demenin bir anlamı var mıdr?
Askeri cuntanın ayak sesleri geliyor. Korkunç bir gericilik yılları arifesi yaşanıyor. Abdullah Öcalan, kendisine verilen rolü iyi oynamıştır. Görevini başarıyla yerine getirmiştir. Yeni bir dönem başliyor. Ordu yönetime el koymaya hazırlaniyor. Bu ortamda Abdullah Öcalan'a fazla bir iş düsmeyecektir. Bu nedenle onun bu dönemde emniyetli bir yere gönderilmesi gerekiyor. Çünkü gelecekte kendisine yine rol biçilecek. Oynatılacak rol vardır. Bunun için Suriye en uygun yer olarak öngörülür. Ve Suriye'ye çıkarılır.
Bunu da; “Bizim o dönemi atlayış tarzımız olarak“ değerlendirir. Bu “atlayışın“ tanığı “Apoculuk“ sistemi içinde öğütülerek ortadan kaldırılır ve bu ”atlayış”ın sırları onunla toprağa gümülür.
“Hiç kimsenin aklına böyle bir çıkış gelmiyor. PKK topluluğundan, devlet topluluğundan çok habersizdir. Bu da bir isyandır ve çok ciddi bir taktiktir. Aniden düşündüm, sanırım iki günde. Eğer uzatsaydım, yani bizimkilerle böyle tartışılmasına bıraksaydım, tehlike büyüyecekti.“ (Abdullah Öcalan. Age. Sf. 163)
Adam PKK sekreteri. Ki sekreteri olduğu parti, Kürdistan'da yaratığı provakasyonlarla kirli bir savaş ortamı yaratılmış. Bunun sorumlusu “tek kişilik orduyum“ diyen Abdullah Öcalan'ın kendisi. Kendi yol arkadaşlarını adamdan saymayıp bu kirli savaş ortamiyla başbaşa bırakarak sıvışıp kaçıyor.
Yol arkadaşlarına güvenmiyor. Onlara söylemeyi tehlikeli buluyor. Buna “isyan“ ve “büyük taktik“ diyor. Abdullah Öcalan'ın yol arkadaşlarına “isyan“ ettiği, onlara “büyük taktik“ yaptığı doğrudur. Bunu her zaman yapmıştır. “Sıfır adamlar“ıda bunu daima yutmuştur. Üstüne üstlük buna “derin anlamlar“ yükleyerek kendi hiçliklerini daima teslim etmişlerdir.
Abdullah Öcalan, Suriye'e çıkmadan evvel TC'nin kendisini Kesire Yıldırım ve Pilot vasıtasiyla denetim altına alındığını, bunlar vasitasiyla devlete “bağlılığını anı anına” iletiğini, bunuda imha olmaması için yaptığını izah etmektedir. Bu denetimden kurtulmak için Suriye'ye çıkma kararını aldığını ve Suriye'ye çıkmakla devletin denetiminden çıktığını söylemektedir.
Fakat Suriye'ye çıkmasıyla hiçte öyle davranmıyor. “MİT ajanı”`olduğu iddia ettiği karısı Kesire Yıldırım'ı yanına çağırarak tüm iddialarını kendisi çürütüyor. Bu anlaşılır bir durum değildir. Ki zaten kendiside bunun cevabını verememektedir. Bundan özelikle kaçınmıştır.
Ne serden ne yardan vazgeçerim halk değişi gibi, Abdullah Öcalan'da MİT ajanı dediği karısı Kesire Yıldırım'dan vazgeçmiyor. Bu arada ülkede gruplar geliyor, gruplar gidiyor, Lübnan'da kamp kuruluyor. Bu esnada Kesire çağrılıyor. Bu bir çelişki değil midir?
Eğer Kesire MİT ajanı ise Abdullah Öcalan, onu niye yanına çağırıyor? Hesap sorması için mi? Kuşkusuz hayır! Hiçte hesap sorduğu yoktur. Hesap sormaktan öte Kesire'ye önemli görevler veriliyor. Arkasında işi velveleye vererek “yaptığım tüm olumlu işleri Kesire bozuyor“ çığırtkanlığını yapiyor.
Kuşkusuz bunun sebebi vardır. Yoksa hem birine MİT ajanı diyeceksiniz, arkasında örgütünüzde hayati görevler vereceksiniz. Devrimci örgütlerde bunun yeri yoktur. Fakat sözkonusu PKK olunca durum değişiyor. Bu da PKK'nin varoluş nedenine ilişkindir.
Abdullah Öcalan yönlerdirmesinde PKK içinde anormal şeyler oluyordu. Bunlar PKK yapılamasında ters tepiyordu. Bu durumda Abdullah Öcalan'a bu işlerde sorumlu tutacağı biri veya birileri lazımdı. Bu iş içinde en uygun olanıda yakın korumasına aldığı karısı Kesire oluyordu. Kesire bu rolü bilinçli mi, bilinçsiz mi oynadı bilemiyoruz. Bu konuda Kesire'nin konuşması lazım. Fakat Kesire bugüne kadar konuşmadı. Oysa bu ikili birbirlerini kendi gerçek kimlikleri ile biliyorlar. Abdullah Öcalan'ın seslendirdiği senaryo gerçeği ifade etmiyor. Bazı şeylerin daha netlik kazanması için Kesire'nin konuşması gerekiyor.
Abdullah Öcalan,oynanan oyunda kendisine, Kesire'ye ve diğerlerine farklı roller biçiyor. Abdullah Öcalan iyi oğlanı, Kesire kötü kadını oynuyor. Bu durum PKK yapılanmasına kabullendiriliyor ve savunduruluyor. Böylelikle Abdullah Öcalan kendi gerçek kimliğini gizleyebilecek. Kurgu böyle kurulmuş. Oyuncular çok iyi seçilmiş. Roller çok iyi oynanmış. Bu konuda Abdullah Öcalan'n “sıfır adamlari“ “büyük ve muazzam“ oynamıştır.
Bunu yapma “mecburiyet“leri vardır. Çünkü bunlara altında kalkamıyacakları iğrenç
suçlar işletilmiştir. Herkesten bunun yazılı belgesi alınmış, arşivlenmiştir. İnsanlar düşürülmüş, kendilerine yabancılaştırılmış ve dalkavukçu kişilikler haline getirilmiştir. O günden sonra da Abdullah Öcalan'a bu kişilikleri istediği yer ve alanda istediği rolde oynatması kalıyor. Abdullah Öcalan'da onlarla çok kötü oynuyor.
Bu da TC'nin Abdullah Öcalan'a yüklediği misyonun doğal sonucudur. Bu misyonunda başından beri Abdullah Öcalan'ın KUKM'ni tasviye etmek için yetiştirildiği ve sokağa salındığıdır. Bunun tersini iddia edeceklerin şu soruya cevap vermesi gerekir. TC denetiminden “çıkmış“ Abdullah Öcalan, başından beri “MİT ajanı“ dediği karısı Kesire Yıldırım'ı niye yanına çağırıyor? Bu sorunun cevabı “Apocular“ın “kullandık“ demenin ötesinde olmalıdır.
Abdullah Öcalan, daha Türkiye'de iken diyelim canını çok seviyordu, imha olmamak için “MİT ajanı“ dediği Kesire'ye “mecbur“du. Buna “çok büyük bir taktik“ diyebilir. Eh ne diyelim. Bu burda kalsın…
Abdullah Öcalan, kendi yol arkadaşlarını yüzüstü bırakarak onlardan habersiz Suriye'ye kaçıyor. Akibinde “MİT ajanı“ dediği karısı Kesire Yıldırım'ı yanına çağırıyor. Kendisine “önemli görevler“ veriyor. Kesire, PKK ile kesin ayrılığını ortaya koyduğu ana kadar PKK'ye önemli imkanlar sağlıyor. Bunlar biliniyor.
Eğer PKK, KUKM veren bir parti ise “MİT ajanı“ Kesire bunu niye yapsın? Ki bu da aynı kapıya çıkıyor. Abdullah Öcalan'ın kendisi başından beri TC'in adamı olduğunada işaret ediyor. Abdullah Öcalan, Kesire'nin “MİT ajanı“ olduğunu izah ederken, aslında kendi gerçek kimliğini deşifre ediyor. Bunun herkesin bilmesini istiyor. “Yarın kimse yanlış anlamasın, taktik yapiyor denmesin“ diye bunu yapmayı uygun görüyor.
“Bütün hassasiyetimizle biz, bağlı kalmaya çalışarak onu bir kez daha çağırdık“ demekle sorunu anlaşılır kılıyor. Sahi Abdullah Öcalan, “bütün hassasiyeti“yle neye bağlı kalmaya çalışıyor? Bunun Kesire Yıldırım olmadığı, TC'nin kendisi olduğu açık. Yok eğer birileri Abdullah Öcalan'ın dediği Kesire'dir dese bile sonuçta Abdullah Öcalan'ın Kesire için söyledikleriyle birleştirildiğinde bu “hassasiyet“le bağlılık yine TC devlet katına çıkıyor.
Abdullah Öcalan, ister açık konuşsun, isterse ezop diliyle konuşsun, bu pek önemli değildir. Ona göre; “Kesire TC'nin yetiştirdiği on parmağında on marifet olan bir kabiliyet ... Kesire'den aileye, aileden CHP'ye, oradan devlete ve devleten kontr-gerillaya gidilir.“
Abdullah Öcalan'ın izahati budur. Burada soru şudur:
Peki Abdullah Öcalan, “bütün hassasiyetimizle biz, bağlı kalmaya çalışarak” demekle Kesire ilişkisi üzeri kontr-gerilaya bağlı olduğunu izah etmiş olmuyor mu? ...
Bunlar bir yana, bugün Abdullah Öcalan'ın başından beri TC devleti tarafından KUKM'ni tasviye etmek için yetiştirdiği en büyük işbirlikçi olduğuna şüphe var mıdır?”
...
...
...
Bu anlaşılmadığı müddetçe Abdullah Öcalan ve onun güdümündeki yapılanmaların durduğu yer anlaşılamaz. Bundan soyut yapılacak tüm tahliller gerçeği ifade edemez.
Bunu ister süren kirli savaş boyutuyla, isterseniz güdümlü sivil siyaset alanını ile ele alın bir oyunla karşı karşıya olunduğu görülecektir. Bu oyun Kürdlere karşı oynanılıyor.
Şu artık anlaşılmalıdır. TC ve Apocu tayfa karşıt güçler değildir. Apocu zevat ile TC birlikte Kürdlere karşı savaşıyor. Apocu tayfa TC devletinin emir kullarıdır. Apocu tayfanın eylemlerinden tutun söylemlerine kadar TC damgalıdır.
Bu süreçte bunca yanılsamalı oyunun oynanmasının nedeni ister silahlı, ister kravatlı Apocu tayfayı barış düşmanı, Abdullah Öcalan'ı “barış güvercini” olarak Türk halkına empoze etmeye yöneliktir. Ona dayanılarak Kürdleri rehin tutmaya devam edebilmektir.
Bu bir komplo teorisi değildir.
Abdullah Öcalan'ın efendilerinin dediği gibi “kale içten fethedilmiştir” sonucudur.
Bu anlaşılmadan son dönemlerde tırmanan eylemlilik ve Apocu atanmışların Türk ağırına gidip anırması anlaşılamaz.
1 Ekim 2011