Yahudiler, her şeyden önce bir millettir, bir halktır. Dinleri Museviliktir. İsrail bir din devleti değildir. Laik bir devlettir. Din sadece nikah, defin ve halkın ibadet edilmesinde bir kimliktir. Hukuk ise laiktir.
İsrail, Ortadoğu'nun en demokratik ülkesidir.
İsrail devleti meşrudur. Merşuiyetini varlık nedeninden alır ve hukuken BM tarafından merşuiyetinin kabulüdür.
Yahudilerin devlet olarak tarih sahnesine çıkmasının serüveni; Tevrat'taki vaad, İngilizlerin Balfur Deklerasyonu, Milletler Cemiyeti'nin Balfur Deklerasyonunu kabulü, 1947 Bölünme Planı, 1948 devlet ilanı ve nihayet İsrail'in 1949 yılında BM'ce kabulü ve dünya devletleri tarafından tanınması ile tasdiklenmesi ile son nokta konulmuştur.
Fakat bu meşruiyet çoğu Araplar ve bazı sol ve sağ çevreler tarafından kabul görülmüyor. Yahudi düşmanlığı alabildiğine bu çevrelerce diri tutuluyor.
Bu çevrelere göre, sorun ancak Yahudileri denize dökmekle çözülür. Bu yaklaşımın özlü ifadesini Hizbullah Sözcüsü Hasan İzzettin şu sözlerle dile getirmiştir:
"Bizim amacımız 1948 yılı Filistin sınırlarını özgürlüğe kavuşturmaktır... Yahudiler Almanya'ya veya geldikleri yere dönebilirler."
Bu da biraz zor. Zor olsada Araplar bu sevdadan vaz geçmiyor. İsrail'de kendi bekasının güvencesi için gerekeni yapıyor. Önerilerde bulunuyor. Kendi bekasının güvencesi olan savunulabilir sınırlara sahip olmak istiyor. Arapların kabul etmediğide budur. İsrail kendi bekasına güvence sağlayacak savunulabilir sınırlara kavuşmadıkça ve Araplar tarafından kabul görmedikçe İsrail-Arap savaşı devam edecektir.
İsrail karşıtı devletlerin amacıda zaten budur. Filistin sorununu çözmekten öte hem iç politıkalarında kullandıkları bir nesne, hem de İsrail'e karşı kullandıkları bir gerekçe olmaktadır. Bu nedenle habire Hamas, Hizbullah gibi Arap terörist gruplar silahlandırılmaktadır.
İran, Suriye ve Türkiye Hamas ve Hizbullah'ı silahlandırmaya devam ediyor. İran'ın Lübnan ile askeri yardım anlaşması var. Bundan hareketle İran'dan gelen silahlar Türkiye üzerinde Suriye'ye ve oradan Hamas ve Hizbullah'a ulaştırılıyor. Hamas ve Hizbullah korkunç derecede ağır silahlarla silahlandırılmıştır. İsrail bir bütün olarak Füze tehdidi altındadır. Buna karşın savunma önlemlerini almaktadır. Bu korkuya daha ne zamana kadar tahamül edebilir tartışılan bir meseledir. Bunu aşmanın tek yolu İsrail'in güvenilir sınırlara kavuşmasıdır. Geleceği buna bağlıdır.
Şu an İsrail-Arap savaşı bundan kaynaklanmaktadır. Yoksa sorun Filistin "mazlumiyet"i değildir.
Aslında Araplar samimi olsa Filistin sorununun aşılması o kadar zor değildir.
Filistinliler, başlı başına bir millet olmayıp Arap milletinin bir parçasıdırlar. Yanıbaşlarında Mısır, Suriye ve Ürdün gibi Arap devletleri bulunmaktadır. Onlarla birleşerek sorun çözülebilir. Bunun yanısıra İsrail, uzun bir süreden beri, iki devlet önerisi yapmaktadır. Diğer yanda İsrail devletinin hükümranlık sınırları içinde olan Filistinlilerin kendi kimliklerini koruyarak, kültürlerini geliştirerek yaşamasını Yahudiler kabullenmektedir. Fakat Arap ve islam alemi bunu hazmedememektedir. Yahudileri denize döküp yerine bir Arap devleti kurmayı siyaset edinmişler.
24 Arap devletinin yanına bir tanesi daha kurmanın kime ne faydaları var? Bunu kimse sorgulamiyor. Ama Araplar, bundan vaz geçmedikleri gibi kendi öz anavatanlarında milli devletini kuran Yahudilere bunu çok görüyorlar. Mesele bu olunca sorun çözülmüyor.
Kim kimi anavatanında kovuyor? İsrail, Yahudilerin anavatanıdır. Hiçbir dönem topraklarından kopmadılar. Gerek Asurlular, gerek Romalılar ve gerekse Haçlılar büyük Yahudi katliamını gerçekleştirmişlerdir. Bir kısmını yurtlarından sürmüşlerdir. Bir kısmıda kendi ülkelerinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Mecburi göçe zorlanan Yahudilerinde ülkeleriyle hiçbir zaman bağı kopmamıştır.
1897 yılında Yahudi önderleri, dünyadaki Yahudileri anavatanlarına dönmesini sağlamak ve kendi toprakları üzerinde devletlerini kurmak için "Siyonist Hareketi" kurmuşlardır.
Siyonizm; Yahudi milletinin, atalarının topraklarında bir devlet kurma ülküsünün adıdır.
Siyonist Hareketi, günümüz İsrail toprakları üzerinde "Yahudi Ulusal Vatanı"nın kurulmasını öngörmüştür.
19. yüzyılın sonlarına doğru dini ve ırkçı anti-semitizm Rusya'da ve Doğu Avrupa'da pogromlara (toplu kıyım) yol açtı. Pogromlar İsrail'e olan Yahudi göçünü arttırdı. Bu göç sadece Rusya ve Doğu Avrupa ile sınırlı kalmadı. Yemen, Fas, Irak ve Türkiye'den de Yahudiler İsrail'e göç etti.
Bu bir yerde bir mecburiyet haline gelmişti. Yahudilerin kendilerini yaşatmak için başka bir çare bırakılmamıştı. Dünyanın dörtbir tarafından kendilerine karşı bir düşmanlık geliştiriliyor, mal ve can güvenlikleri ortadan kaldırılıyordu.
Anti-semitizm(Yahudi düşmanlığı) yeni bir olay değildir. Yüzyıllardır var olan bir olgudur. İsrail devletinin izlediği politıka sonucu çıkmış değildir. İsrail devleti kurulmadan önce de, Yahudilere karşı aynı düşmanlık vardı.
Gerek İspanya, Rusya, Almanya ve gerek Doğu Avrupa ülkelerinde Yahudilerin soykırımdan geçirilmesi, mal ve mülklerine el konulması ve dünyanın dörtbir tarafından Yahudilere karşı girişilen insanlıkdışı girişimler İsrail devletinin kuruluşundan çok önceleri vuku bulmuştur.
Bugünde dünyada geniş çevrelerce güçlü bir Yahudi düşmanlığı vardır. Hele müslüman ülkelerde bu düşmanlık ayuka çıkmıştır. Her olumsuzluğun altında Yahudi parmağı arama genel bir kanı olmuştur. Düşmanlık öylesine derin ki, siysallaşmış islami çevrelere göre "tüm Yahudiler denize atılması" fikri rağbet görmektedir. Bunun gizli saklı bir tarafıda yoktur. Bunun ismi ırkçılıktan başka bir şey değildir.
Bu durumu Kanada Adalet Bakanı ve Başsavcı Irwin Cotler, "Yahudiler bugün aralarında hükümetlerin, dini grupların ve terörist örgütlerin imha listesinde olan dünyadaki yegane ulustur. En sinir bozucu olan ise anti-semitizme, sessizlik, umursamazlık ve hatta bazen müsamaha gösterilmesidir" diye özetlemektedir.
Türkiye'de de, Yahudi düşmanlığı güçlüdür. Sağ ve sol çevrelerde ortak bir paydadır.
Sağ ve sol çevrelerin ortak çabasıyla Türk toplumunda anti-semitizm güçlü bir akım haline gelmiştir. Her olumsuz siyasal-toplumsal gelişmenin arkasında, "Yahudi komplosu" arama baş vurulan politıka olagelmiştir.
Türkiye'de gerek sağ ve gerek sol çevrelerde "İsrail karşıtlığı" üzerinde prim toplama daima baş vurulan bir yöntem olmuştur.
Sağ çevreler de, anti-İsrailcilik, "Orta Doğu Liderliği", "Ümet Dayanışması" ve "Halifelik Hayalleri" ekseni etrafında vücut bulurken, sol çevrelerde; "Filistin Halkının Ezilmişliği", "Halkların Kardeşliği" ve "Enternasyonalizm" teması işlenerek yapılır.
Aslında iki cenahında amacı aynıdır. Irkçı-faşist TC devletinin çıkarlarını korumaya endekslidir. Bunun en bariz örneği, Gazze'ye sözde "insani yardım" operasyonu konusundaki ortak eylem ve söylemleridir.
Aslında bu Türk devlet politıkasıdır. Türkiye, İsrail'in izlediği politıkadan çok rahatsızdır. Özelikle ABD'nin Irak işgaliyle bu ayuka çıktı. Bu defalarca dilede getirildi. Türkiye'nin İsrail ile pek çok ekonomik ve askeri antlaşması bulunuyor. İlişkilerini bütünüyle koparması mümkün değil; fakat Türkiye Filistin sorununu kullanarak bir taraftan Arap ve müslüman aleminde sempati toplamaya çalışırken, diğer yandan İsrail'i köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. AKP'nin son dönemlerde izlediği politıkaya bakılınca bundan emin olduğu anlaşılıyor. Buradan hareketle kendilerine islam alemin öncü rolü biçtikleri görülüyor. Aç tavuğun rüyasında kendini buğday ambarında görmesi gibi bir olay olsa gerek. Bu politıkanın başlarına büyük belalar açacağını tahminimden hareketle umalım ki, Türkiye bu tutumundan vazgeçmesin. Bana kalırsa bu parmağını prize sokma gibi bir şeydir.
Anlaşıldığı kadarıyla bu politıkalarından vazgeçmeyecekleridir. Geçmişten beri süre gelen Türk toplumundaki anti-semitizm'i canlı tutarak İsrail'e mesaj verilmek istenmektedir.
Gazze'ye sözde "insani yardım" adı altında tırmandırılan söylem ve eylemlerin amacı da buydu. Kitleler belli bir merkez tarafından sokağa döktürülerek Yahudi düşmanlığı ayuka çıkarılmıştır. Bu düşmanlık yeni değildir. TC devletinin kuruluşundan beri süregelen bir durumdur.
Trakya katliamı, 2. Dünya savaşı döneminde katliamdan kurtulmak için Romanya'dan gelip İsrail'e gitmek isteyen gemiye geçiş izni verilmediği gibi karadenizde batırılarak yüzlerce insanın ölümüne yol açılması bunun somut delilidir. Daha sonra 1948’de İsrail devletinin kurulması; 1967 ve 1973’de Arap-İsrail savaşları; 1969'da Mescid-i Aksa'nın yakılması ile Türkiye'de anti-semitizm ayuka çıkmıştır.
Geçmiş Türk hükümetleri gibi AKP hükümetide anti-semitizmdir.
Türk devleti, sadece AKP hükümeti döneminde değil, eskiden beri "Filistin hamiliği"ne soyunduğu bir sır değildir. İsrail ile kurduğu ilşkilerlere parelel olarak bu politıkayı sürdürdü. İsrail'e karşı bir koz olarak Filistin sorununu elinin altında tuttu. Fakat tepki almamak içinde bunu "Ortadoğu barış sürecine katkı" olarak kılıfladı.
Dikkat edin. AKP hükümetinin son İsrail karşıtı politıkasının örtüsüde yine bu anlayış oldu. Bu polkitıkanın ikiyüzlülüğü ayrıca iyot gibi ortada.
Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan: ''Ortadoğu Barış Süreci'nin tüm kanallarına canlılık kazandırılmasını destekliyor ve teşvik ediyoruz" derken ikiyüzlü bir politıka izlediğinin farkında olmaması mümkün değil. Türk egemenlik sahiplerine göre Ortadoğu barış süreci bilinçli olarak çarptılıyor. Ortadoğu barışı sadece İsrail-Filistin sorunuyla sınırlı değildir. Bu sorun Ortadoğu sorununun sadece küçük bir parçasıdır. En büyük parçasının ise Kürdistan sorunu olduğu tartışmaya yer vermeyecek kadar açıktır. Soruna taraf olan aktörlerin bunu görmemezlikten gelmesi sorunu ortadan kaldırmaktan öte dahada derinleştirmektedir.
Türk yetkilileri Filistin hamiliğine soyunup barış güvercini kesileceklerine kapıları önündeki Kürdistan sorununa baksınlar. Ne kadar barış düşmanı olduklarını görürler.
Dikkat edin. Dafur'da 300.000 insanı katleden rejime destek veren AKP'dir. Sudan diktatörü Ömer el Beşir soykırımdan suçlanıyor. Fakat Türk Başbakanı Erdoğan; "Ona eleştiri yok, çünkü müslümanlar soykırım yapmaz" diyerek savunabiliyor.
Taş attı diye yüzlerce Kürd çocuğunu işkencelerden geçirip tutuklayan, Kürd gerilla cesetlerine işkence yapan Türk ordusunun tavrını, "onlarda bizimkilerine yapıyor" deyip onaylayan AKP'dir.
25 milyon Kürd'ün varlığını inkar edip Türk uluslaşması içinde erimesi politıkasını sürdüren AKP'dir.
Ama aynı AKP, "Gazze katliami"ni telin için okullarda saygı duruşunu düzenlemek geri kalmamaktadır.
Bu neyin nesidir? Irkçılık ve anti-semitizm değilse nedir?
Sorun "Gazze katliamı"nı, "Gazze'ye uygulanan ambargo"yu kınamak mıdır? Elbette değildir. Bu olsaydı; İsrail nasıl telin edildiyse Mısır'ında telin edilmesi gerekirdi. Bilinen şu ki, Mısır, Gazze ile olan sınırını çelik duvarla kapatmıştır. AKP hükümeti bunu görmemezlikten geliyor. Sesini çıkarmıyor. Vur abalıya dercesine İsrail düşmanlığını ayuka çıkarıyor. İşte anti-semiztizm veya Yahudi düşmanlığı dediğimiz budur.
Bunun inkar edilecek bir yanıda yoktur. Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın dedikleri nurtopu gibi ortadadır.
"Biz ecdadınız kovulduğu zaman, sizi bu topraklarda misafir eden Osmanlı’nın torunları olarak konuşuyoruz.", "Bugün Yahudi imajının Nazi imajından hiç farkı yoktur.", "Netanyahu ile o kadar rahat konuşamam ama Beşir ile rahatlıkla konuşurum."
"Niye?"sorusunu soruyor ve kendisi; "çünkü müslümanlar soykırım yapmaz" diye cevaplıyor. Bozacının yalancı şahidi şıracıdır dedikleri bu olsa gerek.
Bu söylenenler anti-semitizmdir, yani Yahudi düşmanlığıdır.
İsrail, bunu görüyor, ama Türk devleti ile varolan derin ilişkileri ve ortak çıkarları nedeniyle tansiyonu düşüren bir politıka izlemeyi uygun görüyor. Fakat Türkiye kendini ağırdan alıyor. Ortaya çıkan şu ki, ilişkiler sürecektir. Ama eski sıcaklık olmayacaktır.
Her iki tarafın sesizce dile getirdikleri, 'onlarla da, onlarsız da olmuyor.'
Aslında İsrail'e karşı son dönemlerde izlenen düşmanca politıka salt başına Erdoğan veya AKP hükümetinin siyaseti olmayıp Türk devlet politıkasıdır. İsrail'in ABD ile birlikte izledikleri Orta Doğu politıkalarına karşı ortaya koydukları Türk devletinin alternatif politıkasıdır. Bazı çekinceleri olsada İsrail'in bölgede yanlızlaştığı, en zayıf bir dönemini yaşadığı ve köşeye sıkıştırabildiğim kadar sıkıştırıp kendi devlet çıkarlarına uygun bir politik zemine çekmeyi öngörmektedir.
Bunun için elinin altında sayısız kozu var. İran, Suriye, Lübnan, Hamas, Hizbullah vs. Hepsinide gözükara olarak kullanıyor. Zaten bugüne kadar İsrail'in Türkiye'yi sırtında taşıması bu handikaplarından ileri geliyordu. Dün bu kozlarını saklı tutan Türkiye bugün masaya sürmüş bulunmaktadır.
İsrail, bunlara bakıp Türkler karşısında geri adım atar mı, kendini Türklerin kollarına bırakır mı? Böylesi bir tavır İsrail'in Türkiye'ye teslimidir.
İsrail'in Türkiye'ye teslim olması geleceğini sorgular. Bu biraz eşyanın doğasına aykırı. Türkiye'ye elini verenin kolunu kaptırdığını en çok İsrail bilir. Bu nedenle Türklerin blöfüne restini çekeceği kesin.
Fakat Türkiye'yi aynı yöntemlerle hangi kozla vuracağı ortada, ama bunu göze alır mı, alamaz mı bekleyip göreceğiz. Bu kozu kullanıp kullanmaması birazda dünya konjoktörü ve ABD'nin tavrına bağlıdır.
Bakalım yarınlar bize ne getirir.
Yahudiler, şunu görmek zorundadırlar. İsrail, Arap ve islam alemi ile sarılmış küçük bir ada durumdadırlar. Şu an bu alemin parçalı durumundan kendini yaşatabiliyor. Yarın bu alemin kendi iç birliğini sağlamayacağı ve topyekün anti-Yahudi cephede birleşmeyeceğinin garantisini kim verebilir? ABD ve Batı İsrail'i ne zamana kadar sırtında taşıyabilir? Bunlar hep birer soru işaretleridir.
Buradan hareketle İsrail tarihsel olarak kendine düşman olmayan bölge müttefik güçlerini bulmak zorundadır. Coğrafyaya baktığımızda da, Yahudilerle aynı kaderi paylaşan Kürdleri görüyoruz. Kürd ve Yahudilerin düşmanları ortaktır. Bunu heriki milletin siyasal güçleri görmeli ve buna uygun stratejik bir işbirliğine gitmeleri heriki milletin çıkarınadır.
Kürdlerinde dost ve düşmanlarını artık tanıma zamanıdır. Türk, Arap ve Fars Kürdlerin ezeli düşmanlarıdır. Uluslararası konjoktör Kürdlerin en büyük handikapı olsada, bunun yanısıra Kürdlerin ezeli düşmanlarına sevdalanması, kardeşlik atfetmesi kurtuluşlarının önünde en büyük engellerden biridir. Artık bu deli gömlekten kendilerini kurtarma zamanıdır. Bunun yoluda millet olmadan doğan doğal haklarının takipcisi olmaktan geçer.
Kürd ve Yahudilerin kendilerini geleceğe taşıması ve güven içinde yaşamaları için birbirleriyle ete kemiğe bürünen bir birliktenlik sağlama mecburiyetleri olduğu zamanıdır.
Kürd ve Yahudilerin geleceği ortak bir stratejide buluşmakla garanti altına alınabilir.
Bunun zemini vardır. Düşmanları ortaktır. Tarihte aralarında her hangi olumsuz bir olay yaşanmamıştır. Bunun ötesi şu an İsrail'de yerleşik ve Kürdistan ile bağını koparmamış politize olmuş bir Kürd Yahudi nüfus vardır.
Kim ne derse desin yarınlara umutla bakıyoruz, çünkü yarınların bizim olacağından kuşku duymuyoruz.
Fakat bir şartla.
Kürd milletini bağımsız birleşik Kürdistan'a taşıyacak önderliğiyle buluşmasına bağlıdır.
Kürd milleti, düşmanına düşman, dostuna dost, bağımsız birleşik Kürdistan'ı hedefleyen, ya şimdi ya hiçbir zaman diyen Ben Gurion'unu beklemektedir.
15 Ocak 2015