Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 7 April 2013

Öcalan neden Kürd ulusal birliğine karşı bir duruş sergiliyor ?

Seve Evin Çiçek

Bir gerilanın anlatımlarıyla PKK’nin Saddam Hüseyinle işbirliği, İç mülteci olan Kürdler ve Kürd ulusu mensuplarının bilmeleri gereken gerçekler….

Aptullah Öcalan niye bütün pratigiyle Kürd ulusal birliğine karşı bir duruş sergiliyor ?
Büyük güneyi yöneyen ve devamlılık arz eden soykırımlar uygulayan Saddam Hüseyin’le işbirliği yapan, küçük güneyde hapishanelere doldurduğu Kürd ulusunun evlatlarını hapishaneleri yakmak suretiyle boğduran Esad ailesiyle dost olduğunu tekrarlayan, baba Esad öldüğünde Özgür Politika adlı gazetenin ilk sayfasının yarısını simsiyah çıkartıp, yas tutan bu anlayış kürd ulusal birliği söz konusu olduğunda niye farklı adresleri gösteriyor ? Niye Kürd ulusunu başarısızlığa doğru sürükleyecek « suriye solu » adresini kitlelere gidilecek adres olarak gösterme geregi duyuyor ?

Peki Kürdler niye bu duruşu sorgulamıyorlar yada sorgulayamıyorlar?

Kürdler niye gerçekleri öğrenme zahmetine katlanmıyorlar, katlanamıyorlar?
Kürdler « suriye solu »yla mı birleşmeli, güney Kürdistan hükümetiyle mi ? Kürd halkının geleceği, özgürlüğü, kurtuluşu konularında Kürdle mi, Kürd olmayanlarlamı planlamalar yapmalı?

Bir halkla, bir halkın geleceğiyle bu kadar oynanılır mı? Oynayanlar bu hakkı nereden aldılar? Zaaflar neler?

PKK basınında “Ertoş kampı KDP’liler tarafından yakıldı” haberini okumuştum. Aylar sonraysa bulunduğum ülkede siyasal sığımacı olarak yaşamaya başlayan bir gerilaya o konuyu sordum.

Kendisi bana “Ertoş’da biz petrol dökerek çadırları yaktık, Ninova’da da aynen öyle ve baskı uygulayarak, zorla o insanları Saddam’ın denetim alanına götürdük. Onların KDP’yle ilişki içinde olmalarını istemedik.”cevabını verdi.
Kendisine, halkın güneye göç etme sürecini, yaşanılanları, yapılanları anlatmanızı istiyorum. Bizi doğru bilgilendirmeniz gerekiyor. Ulusal, tarihsel, insani sorumluluğunuz böyle emrediyor istemim, uyarılarım üzerine O konuşmayı, anlatmayı kabul etti.

Yado: Kürdistan’da köyler bombalanıyor, top atışları yapılıyor, yakılıyor, yerleşim birimleri boşaltılıyorlardı. Yaylalara gidiş yasaklanmıştı. Hayvancılık bitişe doğru sürükleniyordu. Halk bağlara bakılamıyor, bostanlar ekilemiyor, tarlalar sürülemiyordu. Köylere ambargo uygulanıyordu. Giriş-çıkışlar tümüyle kontrol altındaydılar. Bölge insanı üretemiyor, tükemiyor ve kendi toprağı üzerinde esir muamelesi görüyordu.

T.C. bir taraftı, biz de bir taraftık. T.C. yöneticilerinin boşaltma, sürme, göçertme projesi uzun süredir devreye konmuştu. Kürdistan’da çok geniş boyutlu göçertme, insansızlaştırma uygulaması her çeşit şiddet eşliğinde yürütülüyordu. Biz PKK olarak halkımızın T.C. yöneticilerine “Siz bizi göçertiyorsunuz. Batı’ya gitmemizi hedefliyorsunuz. Bizi asimile etmeyi proğramlıyorsunuz.. Dilenci, ucuz işçi sınıfına koyacaksınız. İnsanı değerlerimizi, törelerimizi, kültürümüzü terk etmemizi bekliyorsunuz. Ulusal birliğimizi parçalamayı, bizi bölmeyi ve tek tek avlamak yı sürece yayacaksınız. Biz de sizin bu projenizi, kararınızı boşa çıkaracağız, Batı’ya değil, Güney’e yöneleceğiz. Kendi topraklarımızda, kendi halkımızın içinde yaşamaya devam edeceğiz.”cevabını vermelerini istedik.

İnsanlarımızın T.C. metropollerine gidip perişan olmalarını istemiyorduk. Halkımızı kendi topraklarımızda tutmak, kendilerine destek olmak, göç olayının sıkıntılarını en aza indirgemek için Güney Kürdistan’a gelmelerini istedik. Parti olarak bu yönlü bir karar aldık. Bu kararımız Kuzey Kürdistan’ı tümüyle kapsıyordu, sadece Botan bölgesiyle sınırlı değildi. Ağrıdan, Doğubeyazıt’dan, Dêrsim’den, yani her yerden aileler güneye geldiler. Diğer bölgelerden fazla bir katılım yaşanmadı. Botan bölgesinden çok sayıda aile bu karara uydu ve Marmara, Ege, Kilikya bölgelerine gitmektense 1923 Uluslarası paylaşım anlaşmasıyla coğrafyamız üzerinde oluşturulan yapay sınırları aşarak Güney Kürdistan’a gelmeye başladılar.

Gelişlerde hangi yollar kullanıldı?
Yado: Güneye göç sırasında da çok sıkıntı yaşandı. T.C.Ordusu mensupları köylerini yaktıkları insanlara saldırmayı sürdürdüler. Bu insanlarımız soğuktan, açlıktan, doğal koşullardan ve T.C.nin saldırılarından dolayı göç sırasında da öldüler. Bu insanlar kendilerini gizliye gizleye. T.C. ordusunun top atışları, uçak-helikopter bombardımanları altında Güney’e kadar yürüdüler, ilerlediler. Kamyonlarla, araçlarla gelmiyorlardı. Yürüyerek, dağları, suları, karları aşıyorlardı. Çok sayıda çocuk yol güzergahında öldüler. Hamile bayanlar bebeklerini düşürdüler.

Biz bu insanlarımızı Behêrê’de korumaya almayı kararlaştırdık. T.C. silahlı güçleri mensuplarıysa kendilerinin çizdikleri sınırı geçerek havadan ve karadan bu insanlara saldırmayı, öldürmeyi, yaralamayı sürdürdüler. Top atışları durdurulmadı.

Kürdistan Demokrat Partisi(KDP) yöneticilerinin, taraftarlarlarının yaklaşımı nasıldı?

Yado: KDP’liler yapay sınırı aşan insanlardan kendilerinden yardım isteyenleri kendi araçlarına bindirerek kamp yerine kadar getiriyorlardı.

T.C. ordusu mensuplarının saldırıları devam etti mi?

Yado: T.C. ordusu mensuplarının saldırıları devam etti. Ölümler devam etti. Biz çare olarak insanlarımızı Selahaddin ve Dıhok yerleşim birimleri arasında bulunan, Çiyay Garê’nin alt kesimi olan Ertoş’a taşımaya, yerleştirmeye karar verdik.

Nasıl karar verdiniz? Niye Ertoş?

Yado: O bölge Saddam’ın denetiminde değildi. Güney Kürdleri hakimdiler. Biz KDP yetkilileriyle oturduk, durumu değerlendirdik ve KDP-PKK fikir birliğiyle insanlarımızı Ertoş’a taşıma kararını aldık. Biz insanlarımızı Ertoş’a yerleştirince Birleşmiş Milletler yetkilileri de kampa geldiler. Kampta kendileri için ev yaptırdılar ve kampda kalmaya başladılar. Kamp BM’nin denetimi altındaydı.

Kaç bin kişiyi Ertoş’a taşıdınız?
Yado: Bir anda geliş gerçekleşmedi. 1993’den itibaren insanlarımız güneye geçmeye başladılar. Hekkari’den, Şırnak’dan Ertoş’a geliş günlerce devam etti. Bu göçme aylarca sürdü. 20.000-30.000 arası kişiydiler. Yürüyerek Ertoş’a kadar geldiler. KDP’nin bölge yetkilileri kendilerine ulaşanları araçlarla taşıdılar. Ertoş’da halk BM’nin verdiği çadırlarda kaldı. İnsanlarımız kendi olanaklarıyla, becerileriyle kendilerine ufacık evler yapmaya başladılar. BM yetkilileri de bu insanlarımıza kişi başına belirli oranda yiyecek veriyorlardı. Ne PKK, ne de KDP yiyecek verdi. PKK kendi bütçesinde çok cüzi bir miktar ayırdı.

Ölümlerden bahseder misiniz?
Yado: Yaşlılar ve çocuklar öldüler. T.C.nin kullandığı öldürücü kimyasal maddeler-silahlar, yapılanlar, yaşanılanlar, doğa ve halk üzerindeki politikalar ölümlere neden oldular.

Siz nasıl bir sonuca vardınız?
Yado: Güneyde hesap; T.C. özel savaş görevlileri tarafından yerleşim birimlerinden çıkarılan, zulmün değişik uygulamalarına tabi tutulan ve mecburen güneye geçene, kitleyi parti tabanı yapmak. Kürd halkı üzerinde hem KDP, hem de PKK hesap yapıyordu. Halk bu yerli güçlerin kurbanı oluyordu.

T.C.nin görevlendirilmiş psikolojik savaş uzamanları, ajanları sürekli görev yapıyorlardı!!! Ortama, alana göre yeniliklere gidiyorlardı. Kürd partileri, Kürd aşiretleri, kürd sınıfları, farklı Kürd bölgelerinin insanları arasında birliği oluşturmama, kavgaya tutuşturma, çarpıştırma projelerinin görevlileri sürekli hareket halindeydiler. Her iki parti mensuplarını birbirleriyle çatıştırmayı başarıyorlardı. Gerilim, sevgisizlik, tahamülsüzlük, hoşnutsuzluk hep canlı tutuluyordu ve kendileri açısından sonuçlarda alınıyordu.

KDP-PKK arasında sorunlar oluştukça, boyutlandıkça KDP’liler iç mültecilerin kaldıkları bu kampa yönelik zorluklar çıkarıyorlardı. Kuzey de mağdur olan halk, Güneyde de iki ateş arasında kalmıştı. KDP “Burası benim denetimim altında olan bir bölge, ben kampta hakimiyet kuracağım” hesabı içindeydi, PKK’yse “Bunlar Kuzeyli Kürdler, çocuğunun yakınları gerilalarımızdılar, milislerimizdirler. Bu kitle benim tabanım. Bu kitleyi KDP’ye kaptırmam, hakimiyeti vermem, KDP’ye taban yapmam.”diyordu.

Halksa kamptan çıkamıyordu. Bu insanlar BM veya KDP’nin verdikleri izin belgeleriyle kamp dışına çıkabiliyorlardı. Kamp içindeyse PKK’nin hakimiyeti vardı. Kampta güvenlik-asayis, milis gücü, diplomasi tümüyle PKK’ye bağlıydı. PKK karar alıyordu ve halkı uymaya mecbur ediyordu. Kampta görevlendirilen, sürekli kendilerine emir verilen PKK yöneticilerinin emirleri-talimatları... halk “hayır” diyemiyordu. Onlar talimatlara uymak zorundaydılar. İnsanlar mecbur ediliyorlardı, tercihsiz bırakılıyorlardı. Bu uygulamaları halk istememişti, halk karar almamıştı. Bu tarz yaşam PKK yöneticileri tarafından halka dayatılıyordu. Bu dayatmaları, zorlamaları kabul etmeyen ailelerden bazıları kampı terk ettiler, gittiler.

Nasıl terk edebildiler?
Yado: Ertoş’dan Ninova’ya taşınırken 20 aile dayatmaları, istekleri red ettiler ve Ninova’ya gelmediler. “Biz buradaki sistemi, askeri dayatmaları kaldıramıyoruz. Bir yandan KDP üzerimizde hakimiyet kurmak istiyor, bir yandan PKK. Biz gerila değil siviliz. Bu ortamı, bu ilişkileri kaldıramıyoruz. Bu ilişkiler içinde, denetiminiz altında yaşamak istemiyoruz yaşayamayız. Sizlerle birlikte gelmiyoruz., yeter.”dediler.

Ertoş’da 200 çadır nasıl yandı?
Yado: Halk göçetmek, bir başka yere gitmek istemiyordu. PKK’nin milisleri ve oradaki yönetim gücü o çadırları yaktılar. Amaç: iç mülteciler göç etsinler ve PKK’nin istediği yere gitsinler, taşınsınlar. Çadırları yaktılar ve insanları gitmeye mecbur ettiler. İstediklerini başardılar.

Halka yer değiştirtenler niye ciddiye alınan, dinlenilen, bilen halkın deyimiyle “rûsıpi”lerden oluşturulacak tecrübeli, öngörülü insanlardan oluşturulacak bir heyetle birlikte KDP yöneticileriyle görüşüp, sorunları birlikte konuşup, birlikte rahatlatacak, bütün ihtiyaçları giderecek çözüm üretmediler. T.C. ajanlarının provakasyonlarını sıfırlamak, etkisiz kılmak varken niye taşınmak istediler? Yer değiştirmek sıkıntıları bitirecek miydi? Hedef neydi?

Yado: PKK bu halkı KDP’nin denetim bölgesinden çıkarmak istedi. Ertoş’da huzur yoktu. PKK-KDP mensupları dağ da, diğer yerlerde çarpışıyorlardı. KDP’de iç mülteciler üzerinde baskı uyguluyordu. Hıncını, öfkesini halktan alıyordu. Dağ da gerilayla çarpışıyor. Onlara güç yettiremiyor. Ova da halktan intikam alınıyor, mülteciye bedel ödetiliyordu. KDP mensupları: “Bunlarda PKK lıdırlar”diyorlardı, saldırıyorlardı.

Ben 1986’dan itibaren Bohtan’da yaşamaya başladım. Bohtan bölgesi Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) mensubu, sempatizanı insanların beşigiydi. İnsanlarımız kürdi, taviz vermeyen duruşlarıyla dikkatimi çekmişlerdi. Bohtanlılar, iç mültecileştirilenler PKK’limiydiler?

Yado: 1984’de kuzeyde başlatılan “ulusal kurtuluş mücadelesi” sonucu T.C.nin özel uygulamalara tabi tuttuğu bu bölgenin insanı, göçertilenlen bu insanların yakınları kurtuluş, özgürlük, birlik amacıyla PKK’nin askeri, siyasi ortamına gelmişlerdi. Zemin KDP’nin zeminiydi. Ulusal hisler canlıydı. Kuzeyde PKK “özgürlük, bağımsızlık, ulusal birlik” şiarlarıyla yürümeye başlayınca insanlar kendilerini orada ifade edeceklerini, bir an önce amaçlarına kavuşacaklarını düşünerek yapıda yer aldılar. KDP hazırlamıştı, PKK’yse hazır malzemeyi kullanmaya başladı.

Bunlar, Güney’e kaçanlar sivil ve yurtsever insanlardılar. Geçmiş itibarıyla PKK’nin tabanı, kitlesi değildiler. Bunların yakınları gerilaydılar, milistiler. Bu insanlar içinde PKK’ye milislik yapmış olanlarda varlardı. Bu insanlar T.C.ye ya da Saddam yönetimine milislik yapmamışlardı, çocukları, yakınları Kürdistan’ın kurtuluşu için askeri, siyasi faliyetler içindeydiler, çarpışıyorlardı. Bu insanlar bu tarz yaklaşımı, uygulamaları, zulumleri hak etmemişlerdi. Bu insanlar T.C.nin hava bombardımanlarından, top atışlarından, kimyasal silahlarından kurtulmak, gözaltında, hapislerde ölmemek, yakınlarını korumak, yaşatmak için Güney’e gelmişlerdi.

Yani niye yurtseversin, niye işbirlikçi olmadın uygulamasına mı tabi tutuldular? Yurtsever oldukları, teslim olmadıkları için mi cezalandırılıyorlardı?

Yado: Ne yazık ki yağmurdan kaçarlarken doluya yakalanmışlardı. İç mülteciler üzerinde denetim kurma, eğemenlik savaşı devam ediyordu.....

Saddamla ilişki?
Yado: Ninova tam Kürdistan ve Irak sınırdaydı. Bir yandan Saddam askerleri, diğer yanda çöl ve mayınlar. Ninova bölgesi mayınlıydı. Elimizde mayın tarayıcılar yoktu. Mayınlara basılıyordu. Daha önce yerleştirilmiş olan mayınlardan dolayı insanlarımız öldüler, sakat kaldılar.

Bir yanda KDP’nin yiyecek ambargosu, bir yanda PKK’nin askeri uygulamaları. PKK, KDP’ye ve T.C.devletine karşı bu halkı araç yerine koydu ve amaçları için kullandı. KDP’de, PKK’ye karşı kullandı. Güneylilerin halka yiyecek ambargosu uygulamaları, aç bırakmaları, ateş açmaları normal bir durum değildi. Bu ortam Ertoş’dan farklı değildi. Yeni bir taşınma kararı verildi. Bu kararı verenlerde PKK yöneticileriydiler, oradaki halk değildi. Halk Ninova’dan taşınmak, gitmek istemedi. PKK görevlileri orada da çadırları yaktılar. Ninova’dan gitmek istemeyenlerden 60 aile PKK görevlilerinin istemlerini red ettiler, karşı durdular, tavır aldılar ve gelmediler. PKK mensupları da çadırları yaktılarki halk barınaksız kalsın ve yer değiştirmeye mecbur kalsın.

Geçmiş bir yana 1983’den itibaren T.C. yöneticileri tarafından en ağır yaptırımlara tabi tutulan, günlerce yürüyerek o dağları, vadileri, suları aşan ve Güney’e varan, Güney’de de sürekli yer değiştirmek zorunda kalan insanlar ne durumdaydılar?

Yado:1993’den itibaren yollarda olan, gelecekleri belirsizleşen bu insanlar yorgundular, bıkkındılar, bitkin düşmüşlerdi. Ambargodan dolayı tahıl yok ki yesin, süt yok ki bebeğini beslesin. Gıdasız kaldığı yetmiyor, hangi dakika atılan mermiye hedef olacağını da bilemiyor!

Ninova’dan sonra Maxmur’mu kamp alanı yapıldı? Maxmur nasıl bir yerdi?
Yado: Çadırlar yakıldı. Ninova’dan çıkıldı. İnsanlarımız bir aydan fazla bir süre tümüyle zehirli akreplerle dolu olan bir alan da bekletildiler. Akrep sokması sonucu çok kişi öldü. İnsanlarımız insanlıktan çıktılar. Tam bir dramdı, felaketti.

Niye bekletildiler? Hedef neydi?
Yado: Saddam Hüseyin’den izin istendi. İzin vermesi, müsade etmesi için beklendi. Saddam’ın kontrolu altında olan bir çölde kalma hakkı etmek için bazıları devreye konmuşlardı. İzin alındı ve halk Maxmur’a götürüldü. Bir yıldan fazla bir süre akreplere karşı mücadele verildi. Halk akreplerden kurtuldu ama PKK ve güneylilerden kurtulamadı.

İnsanlarımız o çöl de çadırlarda 45-50 derece sıcak altında yaşama savaşı verdiler. Temizlik maddeleri yoktu, su sıkıntısı ayrı bir sorun. Bebeklerin, çocukların durumu!!! Ben çocukların acı çekmelerine, hastalıktan dolayı kıvranmalarına tahamül edemiyordum.

Kürd direnişçi bir halk. Çölün, doğanın zorluklarına teslim olmadı. Bedenen zayıf düşmüş ve o ortama uyum sağlayamayan çok sayıda insanımız Maxmur’da öldü. O kadar bedel ödendi ve orada yeni bir yaşam başlatıldı. BM yetkilileri tankerlerle su taşıdılar. Kuyular kazıldı, derme-çatma evler yapıldı.

1994 Bihêrê –Şeranış, 1995-96 Ertoş, 1997 Ninova, 1998 Maxmur Kürd iç mülteci kampları.....Denetim altına alma, tutma, kullanma hedefiyle bir yerden diğerine itilen, sürüklenen insanlarımız ve sonuçlar...Şırnex (Şırnak) aşiretler konfederasyonu başkanı olan ağalarımızdan sayın Uysal’la Brüksel’de sohbet ederken kendisi PKK’nin Saddam’la işbirliği içine girdiğini bana anlattı. Ben şaşkınlık geçirdim. Uysal’sa, Şırnaklı bir bayan gerilanın kendisine anlattıklarını bana aktardı. Siz o alanda bulunan biri olarak Saddam’a bağlı güçlerle, birimlerle ilişkiyi anlatır mısınız?

Yado: Maxmur’a (Mahmur) taşınma, yerleşme süreciyle birlikte Saddam yönetimiyle ilişki başladı. KDP mensupları, PKK’nin Ninova’da Saddamla ilişki kurduğunu haber aldılar. Bu gelişmeden rahatsız oldular. Bu durum açıkça da belirtildi ve bizlere “Siz nasıl Saddam’la ilişki geliştirirsiniz?”sorusunu sordular.

İç mülteci olan insanlarımız Kürd ulusuna hiç bir gelecek vaad etmeyen, ulusal birliğimizi parçalayan, bizleri zayıf düşüren, birbirimizden uzaklaştıran, yabancılaştıran özel bir uygulamanın, politikanın kobayları olmuşlardı. İç mültecilere imkan sunulması gerekirken, tam tersi yapıldı. İç mülteciler iktidar kurma siyasetine alet edildiler.

İnsanımız T.C.nin özel görevlilerinin her türlü şiddetinden, zulmunden kaçmış, köyünden uzaklaşmış, güneye gelmiş, sığınmışlardı. Ellerinden tutulması, dayanışmaya girilmesi, yaralarının sarılması, ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyordu. Yaklaşım, yapılanlar, yaşanılanlar acı veren şeyler. Bu gün o pratikle ilgili olarak konuşmakda beni rahatsız ediyor.

Biz ARGK gerilaları, PKK siyasal çalışanları olarak, Kürdistan’ın bağımsızlaşması, kurtuluş için aktif faliyet yürütenler, Saddam’ın siyasal sistemine tümden karşıydık. Halepçe’de yapılanlar, 180.000 Kürd insanının seçilerek götürülüp, öldürülüp, kaybedilmeleri, Kürdün sürülmesi, köyünün yakılması, işkenceler, zindanlar... Saddam’a ve Saddam’ın anlayışına düşmandık. O sistemi ayakta tutanlardan hesap sormak istiyorduk.

Hesap sormadınız, o çarkın içine girdiniz, ilişki geliştirdiniz. Kürdistan Demokrat Partisi mensuplarıyla oturup çözüm bulma yerine Kürd ulusunun sistematik olarak öldüren, sürekli nüfusumuzu azaltan siyasal yapının mensuplarıyla el sıkıştınız. Niye, niçin bu gelişme yaşandı?

Yado: 1996 sürecindeyse Saddam’la PKK arasındaki ilişki gelişti. Bize emir verenler böyle olmasını istediler de ondan. Biz de verilen emirlere göre davrandık, itiraz etmedik.

Nasıl, kimler aracılığıyla ilişki geliştirdiniz?

Yado: Bir kaç arkadaşımız Baas kadrolarınca yakalanmış, tutuklanmışlardı. O arkadaşlar aracılığıyla Saddam’a bağlı güçlerle ilişki geliştirildi. O güçlerden, Ninova’da kalan Kürd mültecilerin kalacakları, yaşayacakları bir yer istendi. Bu isteğe olumlu cevap verildi ve Maxmur uygun görüldü.

Güneylilerin öngörüden, ulusal tavırdan uzak olan, sömürgecilerin psikolojik savaş yöntemlerinin farkında olmayan bir kesim insanının uyguladığı ambargoyu Maxmur’da delebildiniz mi?

Yado: İç mülteciler Maxmur’da yiyecek ambargosundan kurtuldular. Kendilerine gerekli olan herşeyi, bütün malzemeleri kampa getirebiliyorlardı. Kendilerine ihtiyaç maddelerini satacakları dükkanlar açtılar. Kamptan çıkıp, diğer yerleşim birimlerine gidip, geliyorlardı, belediyelerini oluşturdular.

Bu insanları Ninova’dan göçerten PKK kadroları kampda hakimdiler. Sürekli iç mültecileri talimatlara uymaya zorluyorlardı. Yaşam tümüyle PKK kadrolarının denetimi altındaydı. Yetenekli, değişik alanlarda öğrenim görmüş, kendilerini geliştirmiş olan ARGK gerilaları Maxmur’a gönderildiler. Maxmur’da sivil yaşama geçtiler. Okullarda halka eğitmen oldular. Öğretmenlik yaptılar.

Siz bütün gelişmelerden haberdarsınız. Sizin göreviniz neydi? Siz her iki güneyde mi görevliydiniz?

Yado: Tespitiniz doğru. Ben Maxmur’da değil, büyük Güney’de görevliydim. Hemen her gün kamplara uğradım. Günlük yaşamı gözlemledim. Bütün olup bitenleri gördüm, izledim, acıları derinden his ettim. Yıllardır baskı altında yaşayan o insanlar sadece Maxmur’da rahat nefes alabildiler. PKK’nın bütün gazileri de oradaydılar. Orada görevlendirilmişlerdi. Dağ koşullarını, gerila olma şartlarını, kurallarını kaldıramayanlar da orada kalıyorlardı, iç mültecilere hizmet sunuyorlardı.

PKK oradakileri tümüyle kendi tabanı yapma projesini hayata geçirmişti. Kitle, kendi kitlesi olacak. Çocuk 18 yaşına geldiğinde el konulacak, savaşçı, siyasal çalışan yapılacak. Herkes parti için çalışacak....PKK kendi kadrolarını bu siviller içinde gizliyordu.

KDP’nin beşiği olan Bohtan bölgesinin Kürdlerinin Kürdistan Demokrat Partisi mensuplarıyla bütün bağları kopmuş muydu?

Yado: PKK mensupları, KDP’yle savaşmaya başladıkları andan itibaren, KDP’yi düşman konumuna, düşman listesine koymuşlardı. Böyle olması istenmişti!! KDP mensupları bu gelişmeyi öğrenmişlerdi, ayrıca yaklaşımı, değerlendirmeyi, anlatılanları biliyorlardı. Kürdistan Demokrat Partisi’nin bu mülteci kampında taraftarları varlardı. KDP mensupları kampta yaşanılanlarla ilgili olarak istihbarat topluyorlardı. Kampta kalıpta KDP’ye bilgi taşıyan Kuzeyli eski KDP’li yurtsever Kürdlerden günlük bilgi alıyordu. PKK mensupları tarafından KDP’ye bilgi taşıdıkları tespit edilenler kamptan kovuldular.

Yani karşılıklı inatlaşma, düşmanlaşma, birbirine acı çektirme......Kuzeyden gelenler çöl de, akrepli, yılanlı, susuz, 50 derece sıcaklık altında yaşıyorlardı. Bu insanların yaralarının sarılmaları, bu insanlara gelecek hazırlanması proğramlanmıyordu. Ölümlerin gerçekleşmemesi için tedbirler düşünülmüyordu. Mülteciler üzerinden iktidar savaşı yürütülüyordu.

Ertoş-Ninova-Maxmur küçük birer T.C. veya Irak mıydılar? Baskı, dayatma, mecbur etme, halk yerine karar verme, şiddet uygulama......Orada demokrasi mi, diktatorya mı vardı? Siz durumu nasıl yorumluyordunuz, yorumluyorsunuz?

Yado: Bir gün orada görevli olan üst düzey bir PKK’lı kamptaki insanları bana gösterdi ve “İşte halk yönetimi, halk demokrasisi.”dedi. Ben de kendisine cevaben, burada halk demokrasisi yok. Diktatorya var. Bizim PKK olarak burada hayata geçirdiğimiz diktatoryal yapıdır, demokrasi değildir, dedim.

Eline silah alan emir veriyor, itaat edilmesini istiyor “Emirdir, yapılacak. Soru sorma, karşı çıkma, ittat et”.....O insanları bu tarz yaşama mecbur ettiniz. Siz gözlemliyordunuz, yaşıyordunuz ve bireysel hakların dahi kullanılamadığı o ortam sizi rahatsız etmiyor muydu?

Yado: Demokrasi bir kültürdür, terbiyedir, ahlaktır, yaşam biçimidir. Ben bunu siyasal sıgınmacı olarak yaşamaya başladığım bu ülkede gördüm, algıladım, yaşıyorum. Bireyi özellikleriyle ele almak gerekir.

Güneyde bu kültür, eğitim yoktu. Sivile, “Ben sana rehberim”diyor. Kardeşim baskıyla, dayatmayla rehber olma. Tek tipi, seçeneksiz yaşamı dayatma, rahat bırak. Bireyi doğal haliyle kabul et, anla, istemlerine cevap ver. Düşün o kampta kalan bayan evlenemiyor, çocuğunu evlendiremiyor!!!

Askeri ortamda bayan hakları, 8 martlar....

Niye, nasıl oluyor?
Yado: Çünkü “yasak” Kamp PKK’nin kadro yetiştirme bahçesi olarak düşünülüyor, ele alınıyor ya, orada doğan veya büyüyen çocuk 18 yaşına gelince gerila olacak. Seçeneksiz bırakılıyor. Özgür istem, irade yok. Çocuğun veya gencin karar verme hakkı yok. Orada yüzlerce dul bayan vardı. Eşleri köyleri yakılırken, bombalanırken, gözaltındayken veya ARGK milisi, gerilasıyken T.C. güçleri tarafından öldürülmüş.

Bayanın eşi yok, dul, yalnız. Bayan bir canlı olarak aylar süren o yalnızlığı kaldıramıyor. Bir bayan olarak bayan gibi yaşamak, vucudunun ihtiyaçlarını gidermek istiyor. Yalnız kalmayı, yalnız yaşamayı tercih etmiyor, benimsemiyor. Kendisini yalnızlığa mahkum etmeyi, vucuduna ambargo uygulamayı doğru bulmuyor. Kendi yaşamını paylaşarak garantiye almak istiyor. O dul bayan o haliyle kendi yerleşim biriminde kalmış olsaydı bir evlilik gerçekleştirmiş olacaktı. PKK’nın kampta kurduğu düzen içinde bu sivil bayanlara sanki askermişler, ARGK mensuplarıymışlar gibi evlenme yasağı konmuştu.

Kadın: “Eşim öldürüldü ve ben yalnızım. Evlenmek istiyorum.
Cevap: “Heval, siz evlenemezsiniz
Kadın: “Niye?”
Cevap: “Şehit eşisiniz. Biz de evlilik, cinsel ilişki yasak.

O kampta yaşayan halk tümüyle kırsal kökenli, köylü. Köyünden kalkıp gelmiş. Kürd ulusunda evlilik, cinsellik, üreme yasak değil ki. Bu bayan sivil, gerilla değil. Dul bayana ARGK yasalarını uygulayamazsın. O sivili askeri muameleye tabi tutamazsın. Askeri yaşamı, şartları dayatamazsın. Sivilin yaşamını çerçeve içine koyamazsın. “Yasak. Evlenemzsin” Zorla, yasaklamayla insan vucudunun ihtiyaçlarını, istemlerini yok edeceğine, istemleri sıfırlayacağına inanan, halka ne verebilir? Halkın sorunlarına yönelik olarak nasıl çözüm üretebilir? Hangi ulusal kurtuluş mücadelesinde sivil bayanlara evlilik yasağı kondu?

Peki yasakları koyanlar başarılı oldular mı?

Yado: Ben orada gözlemledim ve şu gerçeği gördüm: dağdan oraya gelen ARGK gerilaları o halk gibi oldular, dönüşüme uğradılar. Halk askerleşmedi, gerilayı kendisine benzetti, kendisi gibi yaptı.

Doğa her organı gerektiği için, gereksinme için insan bedenine yerleştirmiş, gerekli olmayan organ yok. İnsan vucuduna, canlıların istemlerine yasak uygulanamayacağını, sınır konamayacağını herşeyin doğallığı içinde yaşanması gerektiğine inanıyorsunuz, biliyorsunuz. Bayan bedenini tanıyorsunuz. Yanılıyor muyum?

Yado: Ben ARGK’ye katıldığımda evli ve iki çocuk babasıydım. Bayan bedenini iyi tanıyorum. Özel günlerdeki ruhsal değişimlerden, hormonsal iniş-çıkışlardan haberdarım. Kadın bedenini tanımayan, cinsel ilişki yaşamayan bir ARGK’liyle benim bayana bakışım, bayanı değerlendirişim bir değildi, bir olamazdı. Bayanları tanımayanların yetersiz kaldıkları noktalarda kendilerine açıklama yapıyordum, anlayışlı davranmaları gerektigini belirtiyordum.

Kamptan, o yaşamdan bıkıpda yeter artık deyip Kuzeye dönebilenler oldu mu?
Yado: PKK ve T.C. yöneticileri arasında görüşmeler oldu. PKK’nin uygulamalarından bıkan bazı aileler kaçtılar ve Kuzeye döndüler. T.C. görevlileri de bu insanları “teslim oldular”şeklinde TV proğramlarında kullandılar. Oysa halk PKK ve güneylilerin uygulamalarından bıkmış ve kendi toprağı üzerinde özgürce yaşamak istiyordu. Bazı aileler de Kuzeye dönmeyip KDP’nin denetimi altındaki köylere gittiler ve oralarda yaşamaya başladılar. T.C. yetilileri, güneyliler ve PKK yöneticileri o insanları mahvettiler. Ben yapılanların, yaşanılanların yüzde beşini bile anlatmadım. Siz Maxmur’a gidip doğrudan o insanlarla görüşürseniz, insanlar yaşadıklarını ayrıntılı olarak size anlatırlar.

Siz o günlerde o ortamdaydınız. Şimdi bir tanık gibi anlatıyorsunuz. Belki de o uygulamalarda, yaptırımlarda bulunanlardan, şiddet uygulayıcılarından biriydiniz. Bu gün bir kaç yıldır bu ülkede yaşayan biri olarak geriye doğru baktığınızda ne hisediyorsunuz?

Yado: Bu gün ben bir süredir bu ülkede yaşayan, Avrupa’dan bakan birisiyim. Demokrasi kültürünü içselleştiren, bireysel hakları, kendisini ifade etme özgürlüğünü pratigiyle birlikte yaşayanları gördükçe gözlerim açıldı. Farklı ortamları, ilişkileri görmek, yaşamak gerekiyor. Buradaki pencereden güneyde yaşanılanlara, yapılanlara bakarak o günleri anlatırken rahatsız oluyorum. O koşulları hatırlamak, düşünmek bile beni huzursuz ediyor. PKK mensuplarının uygulamaları, iç mültecilerin içine itildikleri atmosfer, partiler arası çekişme, kavga, insani, ulusal açıdan acı sonuçlar verdi.

Niye mantık, öngörü, yurtseverlik değilde intikam hisleri karar kılıcı oluyorlar?

Yado: Ortadoğu’da demokrasi değil, şiddet, zulum var. Şiddetin, zorun dili karar kılıcı. Birey hakları sıfır. O durumda bize normal geliyor, çünkü farklıyı bilmiyoruz, yaşamamışız, haberdar degiliz. Saddamın, Esad’ın, Kemal’in, diktatörlüklerin, monarşinin demir yumrukları altında, şiddet ortamında şekillenenler için şiddet sıradan bir olay. Çünkü günlük olarak yaşanılıyor, süreç içinde sıradanlaşıyor, benimseniyor, yadırganmıyor. Yaşayanlar ortam bulduklarında da, kurban bulduklarında da uygulayıcı oluyorlar, yaşatıyorlar.”

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.