Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 26 September 2010

M. Kemal ve arkadaşlarının, iktidarı, Osmanlı Padişahlarından ele geçirmelerinden sonra, her ne kadar 1908 Anayasasından sonra yeni bir anayasa 1921 yılında yapılmasına ve 1924 yılında yeniden değiştirilmesinden sonra hep “yeni bir anayasa” hatta “bir anayasa” ihtiyacı var olmaya devam etti. Çünkü anayasalar, birlikte yaşayan aynı milletten unsurların, ya da ayrı milletlerden ve etnik gruplardan birlikte yaşayanların, birlikte yaşama, kendi devletlerinin tanımlanmasını sağlayan, ilişki biçimlerini ve kurumlarını belirleyen kurallar bütünlüğüdür. Bu tanım ve anlam içinde 1921 ve 1924 Anayasaları analize tabi tutuldukları zaman, bu anayasaların Türkiye’de yaşayan ulusların (Kürtlerin ve Türklerin), etnik grupların (Lazların, Çerkezlerin, Süryanilerin, Ermenilerin) ortak ve birlikte yaşama kurallar bütünlüğü olmadığı, hatta Türk unsurlarının, Türk millet fertlerinin tümünün de anayasaları değildir. Belli bir elitin, sivil ve asker ve bürokrasinin, bu elit ile çıkarları yüzde yüz çakışan unsurlarının anayasaları olmuştur.

1961 yılında askeri darbe sonucu yapılan ve göstermelik referandumla kabul edilen anayasa, 12 Mart 1971 Askeri Darbesi ile değiştirilen anayasa, 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü sonrası yapılan ve baskı yoluyla referandumdan yüzde 92 oyla geçirilen anayasa ve sonrasındaki tüm değişikliklerle şekillenen anayasa, son 26 değişikliği ile bir ölçüde özgür iradeye dayalı referandumla yapılan anayasa değişikliği de, “yeni bir anayasa” ve hatta “bir anayasa” ihtiyacını ortadan kaldırmış değildir.

Bundan dolayıdır ki, 1982 Anayasasının 26 maddesinde değişiklik yapan referandumdan önce ve hemen sonra, başbakanın yeni bir anayasa hazırlığı için çalışma içinde olduğunu ve 2011 yılında yapılacak genel seçimlerden sonra yeni anayasa konusunda yapılacak çalışmaların somut ve resmi bir yapı kazanacağını açıklaması da, yeni anayasa ihtiyacının acilliğini ortaya koymaktadır.

Yeni anayasa değişikliğine büyük bir kitlenin “bu anayasa değişikliği yetmez buna rağmen evet” dediği, hatta büyük bir çoğunluğun da yeni bir anayasa için “hayır” dedikleri bilinmektedir.

Yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğu konusunda bir genel uzlaşma ve kabul olduğuna göre, yeni anayasanın yapısı, nasıl olacağı, hangi metodla hazırlanacağı konusunda yıllardır yapılan tartışmaları, önermeleri derinleştirmek gerekiyor.

Bu açılımlar, tartışma ve önermeler Kürtler için daha büyük bir öneme sahip. Çünkü bugüne kadar hazırlanan ve kabul edilen anayasalar da Türklerin dolaylı, ya da Türklerin temsilcilerinin doğrudan taraf oldukları bir gerçek. Kürtler ise yeni anayasaların hazırlanmasında hiçbir tarzda ve oranda taraf olmamıştır. Kürtler yeni anayasaların hazırlanmasında yok sayılmışlardır. Bu yaklaşım, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesine, Türk Devlet- Ulus yapısına, tek ulus üniter devlet konseptine, Türk Devleti’nin sömürgeci karakterine uygunluk taşıdığı gibi, bu yapısallığın doğal sonuçlardan biridir.

Kürtlerin bu yapısallığı gözeterek, yeni bir anayasa için tanım ve önermeler konusunda yoğunlaşmaları, kendi çerçeve anlayışlarını ve tespit ettikleri çerçeve anlayışlarına uygun yeni bir anayasayı teknik ayrıntılanmış bir biçimde projelendirmeleri gerekir.

*****

Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1876 ve 1908 yılında hazırlanan anayasalar doğal olarak Osmanlı İmparatorluğundaki toplulukların ilişkilerinden derinden etkilenen anayasalardı. Osmanlı İmparatorluğunda etnik ve ulusal topluluklar, merkezle otonom bir ilişki içindeydiler. Toplulukların merkezle olan otonom ilişkileri, her ne kadar yapılan anayasalar, yukarıdan aşağıya dikte ettirilen, dışarıdan ithal edilen hukuk metinleri olmasına rağmen, bu hukuk metinlerini etkileme durumundaydı. Bu nedenle, 1876 ve 1908 anayasalarında çoğulcu etkilenmeler ve esinlemeler vardı. Ayrıca M. Kemal ve arkadaşlarının iktidar dönemlerinde hazırlanan 1921 Anayasasında, Osmanlı İmparatorluğunun mirasından dolayı, bir ölçüde çoğulcu etkilenmelere rastlanılmaktadır. Ama M. Kemal ve arkadaşlarının iktidarı Osmanlı referansından uzaklaştıkça, özellikle de M. Kemal ve arkadaşlarının iktidarı ayakları üzerinde durmaya ve kendisine güvenmeye, Kürtleri yok saymasından sonra hazırlanan 1924 Anayasası tümden tekçi, otoriter, anti—demokratik bir anayasa yapısı kazanma durumunda kaldı. Halefi anayasalar da daha katı tekçi, otoriter ve faşist bir yapı kazandılar.

Türkiye Cumhuriyeti Döneminde hazırlanan anayasalar, tek ulusu ve etnik grubu (Türk ulusunu), tek ideolojiyi (Kemalizm’i), tek dini (İslam’ı), tek mezhebi (suni mezhebi), tek bir eliti (asker ve sivil bürokrasiyi) gözeterek hazırlanmış anayasalardır. Başka bir ifadeyle, bu anayasalar, üniter, otoriter, faşist, sömürgeci devlet tanımını ve yapılanmasını ortaya çıkarmıştır. Kürt ulusunu ve etnik grupları, İslam dışındaki dinleri, suni mezhep dışındaki mezhepleri, Kemalizm dışındaki düşünceleri (komünizmi, sosyalizmi, Kürtçülüğü, İslamcılığı) yok saymış, ya da açıkça görmezlikten gelmişlerdir.

Egemenlerin çıkarlarını koruyan anayasalar olmuşlardır.

*****

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, verili olarak çok uluslu, çok etnikli, çok sınıflı, çok dinli ve mezhepli, çok kültürlü, çok dilli bir devlettir.

Türkiye’de, Türk ulusu dışında Kürt ulusu, Laz, Çerkez, Ermeni, Süryani ve diğer etnik gruplar, sivil ve asker bürokrasi dışında burjuvazi, iççiler, köylüler ve diğer toplumsal kesimler, farklı düşünce grupları, İslam dini dışında Musevi, Êzidi, Hıristiyanlık dini, suni mezhebi dışında alevi ve Bektaşi mezhepleri yaşamaktadır.

Yeni anayasa yapılırken, bu gerçeklerden hareket etmelidir. Yeni anayasanın hazırlanmasında bu çoğulculuğa göre bir taraflılığın benimsenmesi gerekir. Kürtlerin yeni anayasanın hazırlanmasında taraf kabul edilmesi, çok taraflılığın benimsenmesi ve kabulünde önemli bir ayıraç olacaktır.

Türkiye’nin çoğulcu yapısına uygun yapılacak yeni bir anayasa, bütün tarafların iradesini benimseyen, bireysel ve kolektif hak ve özgürlükleri tanımlayan demokratik bir anayasa olmak zorundadır.

*****

Yeni anayasanın ulusal, etnik, dinsel, mezhepsel, sınıfsal, fikirsel çoğulculuğa göre hazırlanması halinde, üniter devletin değişmesi, devletin bütün ulusların, etnik grupların, dinlerin, mezheplerin, sınıfsal ve fikirsel grupların devleti karakterini kazanması gerekir.

Devletin, ulus-üstü, dinler ve mezhepler üstü, ideolojiler ve fikirler, sınıflar üstü bir devlet olması yapısına kavuşması gerekir.

Bu devlet yapısının da, dünyadaki modeller ve gerçekler gözetildiği zaman, üniter devlet olmayacağı, federal bir devlet olacağı tartışmasızdır. Federal Devlet dışındaki bir devlet yapısının, Türkiye’deki çoğulculuğun yükünü kaldırması olanaklı değildir.

Federal Devlet yapısının ortaya çıkarılması ve yapılandırılması için egemen ve sömürgeci olan Türk ulusunun devlet yöneticilerinin bu gerçeği kabul etmesi ve benimsemesi gerekir. Türklerin egemen ulus olarak, eski tarz sömürgeci, hak gasp edici yapının yanlış olduğunu kabul etmesi, Kürtlerin de Türkler kadar hak sahibi olacağına evet demesi gerekir.

Yoksa Kürtlerin kendi ulusal haklarını kazanması, Kürdistan’da egemen ve iktidar olması için mücadelesi, karşılıklı yüz yıllık çatışma sürmeye devam edecektir.

([email protected])

Ankara, 21 Eylül 2010

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.