Merhaba Bra
Yazilarindan cok deneyimli, eski gerilla oldugunu ogrendim, hosuma gitti.Yasar Kaya'nin Kurdistan-Post'ta Durak Kalkan'a yonelik iki yazisi var, okumussundur. Ben yeni okuyabildim daha.
Dikkatimi bir belirleme cekti, kullandigi hitap seklinden; Yasar Kaya, Duran'i itham ediyor, anlasilir ama Murat Karayilan icinse ovucu laflar sarfediyor; simidi, boyle bir sey olabilirmi PKK'nin ozellikle geldigi su asamada, baskanlik konseyinde ? Yani biri ihanet derecesinde yaramaz adam, ama digeri yurtsever ?
Sence Yasar Kaya, burada Duran'a Turk oldugu icin kizip, Murat'a da Kurd oldugundan oturu laf etmek istemiyormu ? Baskanlik konseyinde boylesi farkli iki tiplemenin yer almasi nasil mumkun olabiliyor ?
iyi gunler diliyorum
Canbek
Re: Sorun DNA'da değil
Merhaba
Bu guzel cikis hosuma gitti. Soruyu Delil'e yoneltmemin bir sebebi var sadece; bizler boylesi ozel bir konuya, yani Duran mi daha iyi adam, Murat mi gibi, vakif degiliz. Bu iyi adamlik tabiri elbette kimin daha vatansever veya Apo'cu oldugunada yorumlanabilir. Bu anlamda,baskanlik konseyi uyelerinin demeclerine bakarak hangisinin saygideger, hangisinin degersiz oldugunu anlamak mumkun gorunmuyor acimizdan. Ustelik bence, Yasar Kaya'nin bakisinda, bir ariza sezinliyorum. Sanki Duran'a yuklenmesi, o'nun Turklugunden kaynaklaniyormus izlenimini veriyor.
Sizce bu orgutte, gelinen asamada Murat'in Kurd olmasinin cok matah onemi olabilirmiydi ?
Kafama takilan sorular var, o yuzden belki Delil daha fazla bilgi sunabilir dedim. Ama neticede, siz haklisiniz belki de soruyu foruma yoneltmem lazimdi.
tesekkur ve iyi gunler
Canbek
Çelişki
PKK statü oyunlarında Türk ve Kürd olma çelişkisi yoktur, yoğun olarak bölgecillik,akrabalık klanı vardır.Sanırsam sorunuzun cevabı bu,Yaşar politika yapıyor.
Tıpkı PKK eleştiri rölünde yer alan bazı web sitelerin aslında bize yuturmadan dersimcilik yapmaları gibi.
Evet biz Kürdlerin Duran Kalkana diğerlerine nazaran fazla eleştirme nedenimiz kan davasıdır, hazmedememe sorunudur.Sosyolojik ve Politik hiç bir kanıtımız yok karşı sav için.
İsmail Beşikçi konusundaki o keskin eleştirileri neden bizim DNA aslı Kürd komutanlar değilde, Duran kendini ön plana atı derseniz kusura bakmayın Beşikçi hocayı ne Karayılan nede Bayıkın eleştirecek düzeyleri var.
Bayık APO nun katolik kilisesi rahibidir parti,çizgi...der başka bişey demez, zaten Karayılan dersen bir ara kongre cezası vardı bilmem kaç ayda bu kadar kitap okuyacak diye, yani o bir askerdir.
Eğer bir Ergenekon varsa PKK içinde, bu kişilerde değil daha farklı yerlerde aramak gerek bence.
Nasıl Muhhamed allaha gerçekten inanarak Kuranı Kerimi yazdıysa, PKK deki o yöneticilerde hala bildiklerinin doğru olduğuna inanarak bu yaşa kadar o dağda bekliyorlar.
Onlarda bizim gibi, yani Ergenekon,Gladio konusunda kendilerinin fikirleri bizim bildiklerimiz kadardır.
Apo yumurtalari birbirine tokustururdu..
Bence sorunun yaniti kendi icinde zaten.
Biri cikip bana Hasan Bildiricinin neci oldugunu söyleyebilirmi..?
Yasar Kaya nin yasamina söyle bir bakarsaniz sürekli ortaci olmustur.. Bir dönem Agiza alinmayacak agir hakaretler ettigi KDP ye siginmak durumunda kaldi. ve ilginctir Necirvan ona villa tahsis ettikten sonra Yasar KDP li oldu nerdeyse..
Duran kalkan ona dokundurdu bu kezde Yasarvari bir yaklasimla Karayilan ci oldu..
EE Yasar Kaya bu..
Duran mi karayilanmi sorusuna gelince..
Bu sorunun yaniti PKK nin kendi icindedir..
Bu gün PKK diye ulusalci . bagimsizlik ve özgürlük savasi veren bir Parti varmidir..?
Apo culuk yasam gerekcesi olmustur. Qandil ekibinin tek cikari ne kadar Apo cu olabilirlik üzerinedir..
Bu ekip Apo culuktan vazgectigi an biter.. Hepsinin gerek infazlar , gerek istihbarat örgütleri ile iliskiler.acisindan ipleri Apo nun elinde Apo hepsine onlarca suc isletti ve bunlari arsivledi..
Apo nun taktigi yumurtalari birbirine tokusturmak üzerine olusturulmus bir taktikti.
Apo PKK sinde her yöneticinin bir iki izleyeni vardi neredeyse bütün yapi birbirinin ajani , ihbarcisiydi.
Herkes bir digeri hakkinda rapor yapar ve yukariya gönderirdi.
PKK arsivi Riza nin , Karayilanin , kaytanin , kalkan in isledigi suclarla dolu ve bu arsivin toplandigi tek merkez öcalan in samdaki villasiydi.
öcalan her seyi ele verdi 400 sayfalik itirafta bulundu. kadrolari ihbar etti ama arsivi vermedi. Arsiv ile ilgili Samda degisik yerlerde dedi ve ilginc bir sey daha TC de bu konuda Apo nun üzerine gitmedi.
simdilik bu kadar.
selamlar.
Yaşar Kaya İstesede PKK'li Kurmayı Yiğitçe Eleştiremez
Canbek arkadaşın unuttuğu bir şey var Yaşar Kaya ve nice Yaşar'a benzeyenler özüne bakarsan toplumları işin yaşamayan, toplumlarını sömürmenin kültüründe devşirmiş tilki ''siyasetçidirler'' bana sorarsanız kurnaz çıkarcıdırlar demek daha iyi olur.Hiç bir yerde çıkarlarını tam kapatacak kapıyı kapatmazlar. Yüz dersen tuvalet misali bir örnek taşır. Her şamsiyenin altına koşmaktan ise utanmazlar.Utanç onların soyismine denk gelsede, bunu sorun yapmazlar.
Ama, denilecek ki neden halen rağbet edilirler, işte bende bunu düşünüyorum. Aslında cevabını biliyorum ama, söylersem bütün taşlar üzerime yığılır.
Yazılarım ekrandan kaldırılır. Yani sizlere bu düşüncelerlede ulaşamam. Onun için o benim yanımda saklı kalsın birgün gelir harman olur sözlerimiz.
merhaba xalê canbek
merhaba ser cawan xalê canbek
sordugun soruya cevap vermeden önce soruyu hangi baglamda sorduguna bakmak gerekiyor.
simdi bana duranmi daha cok kürd katili,yada karayilanmi diye sorsaydin elbette jan kurdistanin verdigi cevaba yakin ve daha kapsamli bir cevap verir ve bu kisilerin savas ve pratik tarihlerinide degerlendirmeye katarak,mücadele gecmislerinde hangisi daha cok savas alaninda ,ve pratik alanda yetkindi,kim ne kadar bu islerde yetkiliydi?bunlardan hangisinin dagda yada akademide kaldigi süreclerde yetkili olup olmadigini?bu iki sahsin eliyle yada talimatiyla kac kisiyi infaz ettiklerini degerlendirebiliridim.
jan kurdistan eksik bilgilerle,kulaktan dolma hic bir maddi temeli olmayan bir sekilde olayi kimin daha cok katil olduguna getiriyor ki bunu bu sekilde ele alirsak senin sordugun sorunun farkli yönlere kaydirmak olur.
simdi ilk önce sorunu jan in cevapladigi sekilde cevaplandirirsak dedigim gibi bu sahislarin hangi tarihte,hangi alanda kaldiklarini iyi bilmek gerekeir.
yine bunlarin kaldigi alan ve tarihlerde kac kisinin infaz edildigini,kac köyün korucu oldugunu,kimlerin bu sahislarin kaldigi alanlarda infaz edildiginide tarih tarih,isim,isim orataya koymak gerekir,jan bunu yapabilirmi blmiyorum.
yine pkknin silahli mücadele tarihindeki bütün ynetticilerini,faliyetlerini,bulunduklari alanlari ve bu alanlarda kimlerin,nasil ve hangi sekilde,hangi gerekcelerle hangi tahribatlari yaptiklarini,tahribat derken bunlarin sorumlulugunda kimlerin,nasil?neden ve ne icin infaz edildigini,bunlarin kimliklerini,konumlarinida yazmak gerekir.
örnegin duran kalkan 1980 lerden 1987 kadarki lolan ve güney pratigini cok iyi bir sekilde ele almak gerekir,yine bu sürecte karayilanin nerde ,ne yaptiginida bilmke gerekir.
1987 den sonra duranin avrupa pratigi söz konusudur,salih arasin yazilari bunu acik ve seffaf ortaya koyuyor.
yine burdada karayilanin bulundugu alanlarda ki görev ve yetkisini bilmek ve krasilastirmasini yapmak mümkündür.
duran kalkanin avrupa pratiginde sonra hangi tarihlerde nerde kaldigi?hangi yetkilere sahip oldugunuda bilmek gerekir.
mesela duran kalkanin genel pratigini söyle degerlendirmek mümkündür.
1,grup asamasinda iken pratigi cok karanlik bir pratiktir,bir cok pkknin lider kadrosu bu sürecte karanlik bir sekilde yakalanmis,ve imha olmustur,bütün bu yakalanma ve imhalarin gerceklestigi tarihlerde sadece duranin bilgi sahibi oldugu bazi olaylar yasanmistir,tesadüfe bakin ki yakalanan ve imha edilen bu lider kadrolar bu gün pkk tarafindan yaratilan degerlerin gercek sahipleri ve öcalanin bu gün muhalifi olabilecek kadrolardir.
cezaevlerine 1970 lerin sonu ve 1980 lerde yakalanan bir cok lider kadro sadece duranin bildigi ve isaret ettigi yollardan gectikleri icin yakalanmislardir.
mazlum doganin cezaevinden kacma girisimide duranin sayesinde gerceklesmemistir.
duranin kuryeler araciligiyla gönderdigi silah ve örgütsel dökümanlarin hemen hemen hepsi tc nin eline gecmistir bu yüzden onlarca kadro ve sempatizan yakalanmistir.
nedense duranin kadrolarla kaldigi bir cok eve duran ayrildiktan sonra operasyonlar yapilmistir,ve ordada kadolar ve silah,döküman ele gecirilmistir.
bunuda bir cok cezaevi cikisli insanlar durana sorduklari halde,duran cevap verememistir.
bu sorulari soranlari duran bir yolunu bulup,kürd evlatlarinida kullanarak yok etmek istemistir ve yokta etmistir,kürdü kürde kirdirma politikasi duranin esas taktiklerindndir.
yok edebildigini etmistir,edemediginde öcalani kullanarak yapmistir.
2-gelelim 1980 ler ve lolan pratigine.
duranin lolan pratigide pek parlak degildir,burdaki pratigide pek yukardaki pratiginden farkli degildir.
daha savas baslamadan duran kürd genclerinin infazina baslamistir,lolan pratigi aslinda cok irdelenmeli ve cok iyi yazilmalidir,aslinda lolan pratigi pkkninde aynasidir.
1980dan 15 agostus atilimina kadarki sürec cok önemlidir,savasin 1985 ten önce baslamamasinin en büyük nedenleri duran kalkan,ali haydar kaytan ,ve kismen selahattin celiktir,5 yil boyounca lolan ve güneykurdistana aktarilan yüzlerce kadronun akibetinin ne oldugunu?neden bes yil boyounca bu kadrolar savas disinda tutuldu,ve savasmalari engellendi,bunu kimler yapti?
bunun bir aciklamasi henüz yapilmis degildir.
1985 yilina kadar lolandaki gerillayi savas disi biarakan yine bu durandir,burda köyler kurup,yerlesik yasama gecen yine bu durandir.
buna itiraz eden,esas amaclari savasmak olan kadrolari bunalima sokan,yüzlerce kadronun kacmasina sebep olan,ve ülkeleri icin savamasmaktan baska suclari olmayan yüzlerce kürd evladini infaz eden ve ettiren yine bu durandir.
evet cemilde burdadir,baran orda degildir ama baraninda haberi vardir,buna bu gün pwd yi kuran ve yillar yili pkknin savas komutanligini yapanlarda ordadir.
hüseyin topgider,ve halil atacta ordadir.
ama var olan gercek sudurki bunlarin o süreclerde duran kadar yetkileri yoktur,duran en az öcalan kadar yetkilidir ve ve öcalan tarafindan hep kollanip korunmustur.
baran arkadas komünüstlerin kamplarinda kaliyordu o dönemlerde yanilmiyorsam,gerci bu komünüstlerle olan catismalarai en iyi bilenlerin basinda baran gelir umarim bir gün bununda yazar.
lolanada baktigimizda duranin ne oldugunucok acik ve net görebiliriz.
3-1986 dan sonra duranin avrupa pratigi vardir,onuda dönemi yasayan bir cok arkadasin yazilarinda gördük bunlardan biride salih arastir.
http://turkce.kurdistan-aktuel.org/index.php?option=com_content&view=category&layout=blog&id=46&Itemid=61
bu linkte salih arasin yazilarini okursaniz duranin avrupa pratigi hakkindada cok net bilgilere ulasirsiniz.
4-gelelim duranin öcalandan sonraki pratigine.
duran öcalanin yakalanmasindan sonra yine eski yetkilerini devr alarak görevinin basina dönmüstür.
aslinda bu sürec tam pkknin öcalanin elinden kayip gittigi bir dönemdir,dikkat edilirse öcalanin yakalanmasinin hemen ertesinde duran kalkan imraliya cagrilmistir,ve öcalanin yaninda kalmistir.
bunu bilen bir cok insanda pkkden ayrildiklari halde dile getirememektedirler,neden dile getirmediklerinide cok iyi biliyorum.
bir sabri ok ile muzaffer ayatanin imralida öcalanla görüstügünü benim gibi onlarca insan bildigi halde kimse bunu aciklamamistir.
ben tesadüfen pkk de iken sabri okun imraliya gittigini ögrendim,ve ertesi gün bunu acikladim,benim pkkden ayrilmamin en büyük nedeni sabri okun imraliya gittigini aciklamam oldu,o zamanlar komeldede bu konuyu acikca dile getirdim.
ve oklari üstüme cektim.
mehmet canyüce bu konuyu benden daha iyi bilir,öcalanin imrali sürecine karsi cikan sadece mehmet canyüce degildir,onunla birlikte sabri ok,ve muzaffer ayatada vardir,ama sabri ok ile ayata imralidaki görüsmeden sonra canyüceyi yanliz birakmis aslinda satmislardir demek daha dogru olur.
ok ile ayatanin geri dönüsünden sonra canyüceyide ikna etme cabalarinin oldugunuda canyüce aciklamiyor,neden aciklamadigini kendisi umarim bir gün yazar.
duranin imraliya gidisini bilenlere sordugun zaman cevap vermezler,duran öcalanin yakalandigi tarihte bir ay kayipti.
pkkde bir ay kayip olmak,mümkün degildir.
birak bir ayi iki saat ortalikta görünmese insan,hemen kacti derler ve aramaya baslarlar,bizde bu duranin kayip oldugu bir ayi arkadaslara sordugumuzda,kimse nerde oldugunu tam olarak anlatamamaktadir,bence duran bu kayip oldugu bir ayi nerde gecirdigini kürd milletine belgelerle ispat etmek zorundaddir.
duran kaybolmayana kadar cok kisitli bir yetkiye sahiptir,kimseonu kaale almazdi,sadece yasindan dolayi saygi gösterilir ve bir cok önemli kararda durana hic danisilmamistir,taki kaybolup tekrar ortaya cikana kadar.
kaybolup ortaya ciktiktan sonra duran öcalanin temsilcisi olarak kabul edilmistir ve son süreclerdeki kopuslar,infazlar,komplolar bas göstermistir.
2000 yilindan günümüze kadar pkk icindeki pratigin en etkili ismi duran olmustur,tam yetkili önderligin temsilcisi konumundadir.
ama gel gelelim savas ortamindaki karayilan gibi insanlarin olmasi,bütün olumsuzluklarina ragmen yapi tarafindan sevilmesi,duranin engelleyen bir faktör olmustur.
duran öcalanin verdigi yetkiye ragmen bir cok seyi yapamamaktadir.
örnegin karayilan gibileri olmasaydi pkk her gün pesmerge ile catisacakti bu bir gercek.
yine karayilan gibileri olmasaydi pkk simdi anti emperyalist cephe adi altinda el kaide ile birlikte hareket edecek ve abd ye savas acacakti.
bunun bir cok kürd marksisti olan zavalininda hosuna gidecegini biliyorum.
yine bir cok eski pkklinin infazini isteyen durani engelleyen ve gecmis emeklerine saygidan dolayi engelleyen karayilan gibileridir.
gördügünüz gibi sorun kimin daha cok infazci yada katil oldugu degildir,sorun kimin daha cok emek sahibi oldugu ve kürd oldugudur.
karayilanida degerlendirdikten sonra senin esas soruna cevap verecegim hocam beni mazur görecegini umut ediyorum.
biraz islerim var akasama karayilaninda infazciligini ve pratigini degrelenddirip senin esas soruna cevap vermeye calisacagim.
slaw u hürmet
saglik,sihhat ve afiyetler dilerim.
Delil Dersimi
erhaba Bra
Yazilarindan cok deneyimli, eski gerilla oldugunu ogrendim, hosuma gitti.Yasar Kaya'nin Kurdistan-Post'ta Durak Kalkan'a yonelik iki yazisi var, okumussundur. Ben yeni okuyabildim daha.
Dikkatimi bir belirleme cekti, kullandigi hitap seklinden; Yasar Kaya, Duran'i itham ediyor, anlasilir ama Murat Karayilan icinse ovucu laflar sarfediyor; simidi, boyle bir sey olabilirmi PKK'nin ozellikle geldigi su asamada, baskanlik konseyinde ? Yani biri ihanet derecesinde yaramaz adam, ama digeri yurtsever ?
Sence Yasar Kaya, burada Duran'a Turk oldugu icin kizip, Murat'a da Kurd oldugundan oturu laf etmek istemiyormu ? Baskanlik konseyinde boylesi farkli iki tiplemenin yer almasi nasil mumkun olabiliyor ?
iyi gunler diliyorum
Canbek
Bilgi bazen kör eder
Sayın Delil siz yazınızın devamını yazın sonuçta bu ayrıntılar bir zaman lazım olur.
Sizin kadar olaylara vakıf sahip değilim.
Kulaktan dolma meselesinde ben yukarıdaki 2 yorumumda hiç bir bilgi vermedim kulaktan dolma olsun, benim verdiklerim analizdir.Sadece tek bilgi verdim o da hakkikatı araştırma komisyonu denen bilgi sonuçlarıdır, onuda 1. ağızdan aldım buda kulaktan duyma sınıfına giremez.
Ama size şunu söyleyim, bazen bir bilginin asıl gerçekliğini idrak etmek için bazı şeyleri bilmemekten geçer.
Ortalıkta insanların gözlerine perde rölü oynayan aşırı bilgi ve ayrıntılar var.
Yazınızdan sonra bende bazı acımasız şeyler yazacam.
Re: Bilgi bazen kör eder
degerli jan uyarman neticesinde yazimi bir daha okudum,yanlis anlasilmaya sebebiyet veren su cümleler olodugunu tahmin ediyorum.
(simdi bana duranmi daha cok kürd katili,yada karayilanmi diye sorsaydin elbette jan kurdistanin verdigi cevaba yakin ve daha kapsamli bir cevap verir ve bu kisilerin savas ve pratik tarihlerinide degerlendirmeye katarak,mücadele gecmislerinde hangisi daha cok savas alaninda ,ve pratik alanda yetkindi,kim ne kadar bu islerde yetkiliydi?bunlardan hangisinin dagda yada akademide kaldigi süreclerde yetkili olup olmadigini?bu iki sahsin eliyle yada talimatiyla kac kisiyi infaz ettiklerini degerlendirebiliridim.
jan kurdistan eksik bilgilerle,kulaktan dolma hic bir maddi temeli olmayan bir sekilde olayi kimin daha cok katil olduguna getiriyor ki bunu bu sekilde ele alirsak senin sordugun sorunun farkli yönlere kaydirmak olur.)
degerli jan
inanin bu bahsettigin satirlari sizin anladiginiz tarzda yada kücümseyici bir sekilde size yönellik yazmadim buna inanin.
biraz anlatim eksikliginden kaynaklandi bu onun icin senden ricam bunu bu sekilde algilamamandir.
dikkat edersen basinda su cümleyi kuruyorum.
simdi bana duranmi daha cok kürd katili,yada karayilanmi diye sorsaydin elbette jan kurdistanin verdigi cevaba yakin ve daha kapsamli bir cevap verirdim diyorum.
orda söylemek istedigim canbek dayinin sordugu soru ile senin verdigin cevabin arasinda cok fark oldugunu aciklamaya calisiyorum.
ben sorudan sunu anladim.
acaba duran kalkan türk oldugu icin gerek aydinlar gerek halk,gerekse kadrolar tarafindan karayilan ve diger komuta kademesinden dahami güvenilmezdir,duran kalkana bir cok cepheden saldirinin olmasi türk olmasindan dolayimidir?
bence soru budur,yani soru kimin daha fazla infazci,kimin fazla katil oldugu olmadigina dikkat cekmek istemistim.
elbetteki bastaki ilk belirlemen olan
(ayın Canbeg işte siz nasıl Kürd kamouyunu ilgilendiren bir konuyu forum denilen bir yerde tek kişiye yöneltiyorsanız Yasar Kaya da bireysel olarak hoşuna giden Karayılanı ılıman gösterir.
Bu bir mantalite sorunu.)
dogru belirlemen ile birlikte yazinin geneline bir lafim olmaz,söylediklerinde haklisin ve bu konuda ,senden farkli düsünmüyorum.
aslinda bu belirlemen bile bir cok seyi bilenlerin susukunluklarinada bir cagri olarak degerlendirilmelidir.
kürd kamuoyunu ilgilendiren konularda bir tek sahsa degil bütün olaya vakif olanlara sorular sorulmalidir,en yakininiz bile olsa mutlaka sorulmalidir,israrla sorulmalidir,her gün birlikte yemeke yedigin kardesin bile olsa sorulmalidir,bir tek delilden sorulmasi gercekten yanlistir.
delilden baska onlarca olaya vakif olan insan mevcuttur,onlarada sormak gerekir,
nizamettin tastan,ebubekirden,bilgeden,sari barandan,serhattan,dogandan,celalden,dogandan,azmandan,dr süleymandan,yilmazdan,kücük zekiden,güneyli eminden,aysel cürükkayadan,akliniza gelen bütün olayin sahitlerinden israrla sormak gerkirken ,elbette sadece delilden sormak yetmez.
bu belirlemen yerden ,göge kadar dogrudur.
itiraz edecegim bir iki noktada yok degil,onlarida söyle siralayalim,
1-PKK sistem çarkında, bugün Duran Kalkanın yerinde sen, ben ya da Delil faretmez, hangimiz olsaydık aynı duruşu sergilerdik. Bu bir zorunluluktur. Duran Kalkan bu irasyonel ideoloji ve sistemde en iyi rasyonel hareket edenlerden biridir.
hayir degerli jan burasi cok yanlis.
pkk sistem carkinda,öcalan ve duran kalkan disinda kim suc islediyse,bunlara sistemin kurbani diyebilecegimiz bir cok örnek vardir,bunlarin bir cogu sistemin kurbani olduklari halde ,yine kürd ve kurdistani yüreklerine,kurdistan icin harcadiklari emege kimse dil uzatamaz,onlar bir tarafta kurdistan davasinin kutsalligina inaniup mücadele ede,ede öcalan ve duranin istemlerinin kurbani oldular.
ama duranin kendisi,ayni zamanda sistemin kendisi oldugu icin,duranin sistemin kurbani olduguna hic kimse inanmaz.
duranin parti tarihindeki b+ütün dönemlerdeki pratiklerini ele aldigimiz zaman,sistemin kendisinin duran oldugu aciikca görülecektir.
sunada emin ol ki öcalan hic bir zaman pkk nin gercek lideri olamamistir,onun liderligi 1990,1995 e kadardir.
1990 da pkknin geliesmesi,halkin pkk ye sahip cikmasi,durumu ortaya cikinca öcalan buna güvenerek denetim disina cikmistir,yani duranin denetimi disina cikmistir,yoksa ondan önce pkknin karar verici konumunda duran öcalandan önce gelirdi,pkknin hareket tarzini belirleyen aslinda öcalan degil durandir.
1990 öncesi ipler duranin elindedir,gelisen ve büyüyen mücadeleyi gören öcalan bu sirada durani devre disi birakmis,onu dinlememezlik etmis,ve durani pasiflestirmistir,bu öcalanin üzerindekilerin hic hosuna gitmemistir,öcalani duranin eliyle denetleyen gücler bu siralarda ölcalan kim oldugu,ve nerden geldigini hatirlatmak icin bir kac kez öcalana sukisat düzenlemislerdir.
öcalanin denetim disina ciktigini gören bu üst kuruldaki gücler ,öcalanin türkiyeye götüreülmesine karar vermislerdir,yoksa yakalanmadan iki hafta öncesine kadar bagimsiz kurdistandan vazgecmeyen, imraliya konulduktan sonra neden demikratrik cumhuriyetci oldugunu nasil iazah edebiliriz.
biliyorsun öcalanin duran ile görüstügü ortaya cikti,ve dogrulugu artik tartisma götürmez.
müdürün duran oldugu ortaya cikti.
hadi öcalanin imralida tc görevlileri görüsüp anlasmak istemesini bir an icin dogru kabul edelim,normal karsilayalim.
belirli bazi adimlarin atilmasi icin,karsilikli adimlarin atilmasi icin öcalanin örgüte ulasmasini saglamak icin pkkden bir yetkilinin gitmesinide kabul edelim.
öcalan üzerinde yapilan anlasmanin iceriginin pkk ye anlatilmasi ve görüslerinin alinmasinida dogal karsilayalim,peki bunun icin en ideal kisi duranmidir?
saibelerin altinda ezilip,büzülen bir kisinin hemde kürd olmayan bir kisinin gidip kürd cocuklari hakkinda karar vermesi nasil izah edilebilir,tabiki bir cok insanin biledigini ben aciklayayim ,duran icin kürd insaninin hic bir degeri yoktur,infaz ettigi kürd genclerinin cesetleri basinda kahkahalardan bogulma durumuna gelen bir duran,kürd milletinin kaderini belirleyen bir görüsmede niye bulunsun,kürdler varken?
malesef degerli jan duran hic bir zaman sisetimin kurbani olmamistir her zaman sistemin kendisi olmustur.
buradanda anlasilcagi gibi,duranin artik denetliyemiyorum,kendisini bir sey zanetmeye basladi diye öcalani ispiyonlamasi sonucu öcalanin ipi artik cekildi.
tabiki öcalanin ipinin cekilmesi ve yakalanmasi ile her sey hal olmuyordu,bu arada pkk halen gercek kürdlerin elindeydi,öcalanin ihaneti anlasilsaydi,pkk tamamen denetimleri disina cikacakti.
pkk daha önce öcalanin denetimindeydi,öcalanda duranin kontrolundeydi,duranin kontrolünden ciktigi anda,yakalandi olay bu kadar basit,ama yakalanmasiyla dedigim gibi denetim tam olarak ellerine gecmiyordu,bunun icin duran tekrar devreye sokuldu ve tekrar duran imrali sayesinde pkk de tek yetkili konumuna geldi.
siz bakmayin yillardir pkkyi öcalanin kontrol ettigine,öcalanin kendisi duranin kontolü altindaydi ve sonunda yine ayni senaryo uygulaniyor.
umudum bir gün bu duranin anlasilcagidir,ve pkk gercek sahiplerinin eline gecegidir,bu sekilde uzun süre kendini yasatamaz duran yeni bir nesil var pkk komutasinda.
yani degerli jan duranin sitemin kendisi olduguna dair binlerce kanit mevcuttur,ama duranin sitemin kurbani oldugu konusunda hic bir kanit yoktur.
yine katilmadigim su cümlelerin..
(Ha kişi olarak eğer tarafsız bir gözlemle kötünün en iyileri kimdir derseniz yine Duran Kalkandır. 2003 te sözde Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulmustu, sonra hemen feshedildi.
O komisyonda görev alan bir arkadaş sonradan bana anlatı, en çok faili meçhul cinayetlerde ilk sıralarda Bayık, Karayılan,Kaytan,Sakık........!!!! Duran Kalkan çok arkalardaydı anlayacağınız.
Yani DNA olarak bizden olan kürdlerdi en büyük katiller, Türk subayı dedikleri Duran Kalkan değil!?.)
degerli jan elbetteki cemilinde,karailaninda semdininde,dr baraninda ebubeklirinde,serhadinda,doganinda ,botaninda bilgeninde,dr süleymaninda,hata sehit olan onlarca komutanin infaz ettikleri dogal olaraK duraninkinden daha fazladir,buna itirazim yok,peki neden daha fazladir?
bu saydiklarim ve niceleri durandan fazla ve cok cok fazla savasmislardir,duranin attigi tek bir kursun yoktur,duran kalkan pkknin kurucusu oldugu halde bu güne kadar tü+rk askeri ile karsilamamistir,ve t+rk askerinin ne taktigini bilir,ne konumlanma bicimini bilir,ne araziye ciktiginda nasil bir darbe vurulacagini bilir.
peki sormazlarmi adama kurucusu oldugun örgütün icinde insan tek bir catismaya girmezmi?
insan bir kerde olsa,uazkatanda olsa düsmaninin askeri karakolunu görmezmi?
sormazlarmi adama,34 senedir mücadele ediyorsun eski arkadaslarinin büyük cogunlugu sehit düstü,sen bu güne kadar tek bir mermi niye yemedin,tek bir asker niye vurmadin demezlermi?adama.
dogrudur duran kalkan cok arkalardaydi ama arkalarda kürd evlatlarina cekilen tetiklerin hepside onun siteminin eseridir.
hakikatlari arastiram komisoyunu kurduranda duranin kendisidir,bununda sebepleri vardi.
duran tasfiye edemedigi,söz gecirmedigi bir cok merkezi arkadasi bu sayede yargilayip tasfiye etmenin hesabindaydi bu taktigide biz cok iyi taniyoruz,cinayet islet,bunu tehdit unsuru olarak yillarca kisiye karsi kullan,bu taktiok bayatladi artik,hep sitem diyoruz,iste sitemin kendisi durandir.
duranin komisyonu ise baslar,baslamaz bu savasin gercek emektarlarini uygulamaya almaya basladi,bütün cinayetleri,infazlari gerilla komutanlarina yükleyip,kendisi gibi düsünmeyen,insnlari sindirmek icin kurdu bu komisyounu.
cünkü duranin aciktan infaz ettigi insan sayisi cok azdir,ancak onun sitemi sayesinde cok insan infaz edildi,hemde tetigi cekenler bu tetigi duran icin cektiklerini bile anlamadan.
yillarca siz pkyi anlayamiyorsunuz diye diye aslinda bize siz durani anlamyiosrunuz demek istediklerini zamaninda farkedemedik.
ve malesef,halende bu zibidi kendini konusturabiliyor.
pkknin basindaki belayi sadece calan olarak algilamiyorum,öcalandan büyük bela duranin kendisidr.
bir ara genc subaylarin sizmasi dedikleri bir durum ortaya cikti bunu basite almayin,aslinda su anda sadece pkk nin degil büsbütün olarak kürdlerin kaderini eline almis duran kalkan.
degerli jan biliyorum uzadi,tekrar belirtiyorum benim benim kulaktan dolma bilgi dedigim,sizin belirlemelerinize yönellik degildir.
genele yazacagim bir kac satiri,devamini getirmeden yazinca kulaktan dolma cümlem size yönellik yazilmis oldu.
dikkatsizlik sonucu oldu gercekten özür dilerim.
duranin bu güne kadar kendisini saklayabilmeside zaten bu infazci kürd komutanlarinin pratikleridir.
duranin gercekligini,kürd komutanlarinin isledigi infazlarin fazlaligiyla izah edersek duranin gercek kimligini göremeyiz diye düsünüyorum.
durani her zaman diger pkkli komutanlardan ayri degerlendirmek gerekiyor.
umarim patavatsizligimiz seni kirmamistir.
not yazimdan sonrayi bekleme degerli jan,yazacagin ne varsa yaz,acimasizmi olmus?acimalimi olmus hic takma,bildigin ne varsa yaz,yazki bu millet kimlerin ne oldugunu görüsn.
sana kolay gelsin
Başka zamana
Merhaba
Sayın Delil evet sizi anlamaya çalıştım, ama inanın belkide bir zamanlar sizinle bir dağın vadisinde aynı tasta yemek yedik, aynı nehirde yıkandık belki beraber nöbette tutuk.
Ama şimdi hayatı algılama ve yorumlama yöntemlerimiz yıldızlar kadar birbirinden uzak.
PKK totemini kafanızda yıkmışsınız ama yeni bir Anti-PKK ekseninde yeniden bir toteme saplanmışsınız.
Saygısızlık etmek istemiyorum ama kurdistanı Apo PKKsinden kurtarmak için önce kendimizi apo nun yıllarca ruhumuza nakşettiği kabuğu kırmamız gerekir.
Yazacaktım ama, belki ilerki bir zamanda başka başlık altında fikir alışverişine katılırım. Çünkü forumda daha yeniyim, sırıtmak istemiyorum.
Yanlış anlamayın.
Sevbaş
duran kalkanin basi ne ise kicida odur
"Dikkatimi bir belirleme cekti,kullandigi hitap seklinde;Yasar Kaya,Durani itham ediyor,anlasilir ama Murat Karayilan icinse övucu laflar sarfediyor;simdi,böyle bir sey olabilirmi PKK nin özellikle geldigi su asamada,baskanlik konseyinde?Yani biri ihanet derecesinde yaramaz adam,ama digeri yurtsever?Sence Yasar Kaya,burda Duran`â Turk oldugu icin kizip,Murata da Kurd oldugundan oturu laf etmek istemiyor?Baskanlik konseyinde boylesi farkli iki tiplemenin yer almasi nasil mumkun olabiliyor"
sayin canbek;sayin delil dersimiye ozel konumundan dolayi vede gercektende donalimli,pratikten gelen biri olarak yönelttiginiz sorunuz dikkat cekici.sayin delil dersimide aciklayici bilgilerlen sorunuza aydinlatici cevap getirirken,bir okur olarak yonelttiginiz soruyu, bende mantigimin pratiginde sorgularken söyle bir durum dikkatimi cekiyor;duran kalkanin pkk de isi ne,misyonu ne?turk kokeninden gelen biri olarak,kurdistani bir yapida almis oldugu "hizmetlerlen" ne kadar hizmet etmistir kurdistan ulusal davasina.Öcalan ile birlikte yola bas koyunca,bas simdi imrarlida,kemalist sevdalarinda,digeri ise bas olma sevdalarinda,kemalist uygulamalarinda.ben bir yurtsever kurd olarak benim davamin "basi" öcalan simdi imrarlidayken, duran ne cekiyor, neye kalkan oluyor onu anlamak gerek derken,öcalan"esir dusunce"hemen neden annesinin turk oldugunu algiladi ve soyleme geregi duydu.olaki duraninda kalkani bir gun duserse oda annem kurdmudur diyecek.duran kalkanin pkk oncesi siyasi durusunu bilmiyorum,olaki farkli bir sol fraksiyondan gelmis de olabilir.onu ulusal davaya kazandiran,etkileyen,sempati duymasini gerektiren gerceklilikler nedir onuda bilemiyecegim.ama duranin bir kurdistan davasina kalkan olamiyacagida bir gercekliliktir.basin hapsirdigi yerde duranin....sini cokta garipsememek gerek.kaldiki pkk nin enternasyonalist bir cizgisi,muttefikleri,itifaklarida yoktur.duran daglarda kurd dilini ögrenmis olabilir.ama kurdistan realitesini asla anlayamaz,algilayamaz.bu anlamda DNA tesbitini cokta yansimamak,kucumsememek gerekir.öcalanin annesini turk oldugunu isbati beni ilgilendirmez,babasi belli(öcalan turk oldugunu teyit ediyor,annesi bilecek elbette)ama oglunun ne olmadigini rahatliklan soyleye biliriz.Öclanin annesi turk.asla bir kurd olamadi,dolayisiylan öcalan bir melez cocuk.karekteristlik sekillenmesi aygandan cok geri.bugun hizmete hazirim derken,annesini kimligini on plana cikarmasi manidar degilmi.belki kaba bir benzetme,ornek olacak su an jitemin bir elamani olarak itiraflarda buluna ayganin agir basan yani kurt kimligi degilmi.hizmete devam etseydi rahatliklan devam eder yasamini surdururdu.ama rahatsizlik duymasindaki gercek kurd olusu,kimligi gercekliligidir.ulusuna,halkina zarar verdigi yerde,yine kendi aslina donunce halkindan ozur diler.ya duran boylesi bir durum yasamis olsaydi gercekliligini nasil ifade ederdi.oysa duranin gorevi halen en aktif sekilde devam etmekte.Yasar Kayayi begenelim, begenmeyelim.elestirelim,yerelim ama kimligi belli.Duran kalkana turk oldugu icin kiziyorsa hakli,ne isi var derken hakli.karayilanda bir ulusal yan goruyorsa,kimlik goruyorsa ve ondan oturu laf etmiyorsa buda garipsenecek bir durum yok.sayin delil dersimi karayilan olmasaydi neler olurdu,yada nelere engel oldugunu siralarken,goruluyorki kurd kendine ihanet etsede ozur dilemesini bildigi gibi,kardesin kardesi vurmasinada seyirci kalamaz.bugun karayilani, kurdistanin her bir parcasi benim gercegimdir diye kabullenirken,durani hangi gercegimiz diye bagrimiza basacagiz ve hangi gercegi biz gercegi yapiyor.bugun kalkanin nelere kalkan oldugu artik asikar degilmi.bu baglamda benim kendi ihanetcim olsada benim gercegim diye uzlurken,diger gercegin benim gercegim iddasinda olmasinida elestiririm elbette.pkk nin yapisal durumunu bilemem,baskanlik konseyi nasil tesekkul etmis,olusmus onuda bilemem.ama sunu bilirimki öcalan ve kalkan etkinligi kirilmadigi surece,basi imrali kici kalkan olmus ne fark eder.kalkan basa kic,basta kicina kalkan.kisacasi bir turk asla kurdistan davasina onderlik edemez.edersede annem ilkin turktur der.babalar her nedense unutuluyor.
horse hesinger.
madem uyle.kurd miliyetciligi iyi yoldadir.ape yasar her zaman positif dusunur.onun ongurusu her zaman on acicidir.
saygilar
balyoza
murat dagdelenin canyüce ile yaptigi röportaji okudunmu bilmiyorum,okumadiysan ikisinide okumani isterim ayrica devaminida takip et.
1-Murat Dağdelen - M. Can Yüce
Okuyacağınız bu röportaj, kısa geçmişimizde yaşanmış fakat etki ve sonuçları bakımından bütün yoğunluğuyla yaşamaya devam eden bir süreci, başka bir pencereden kamuoyuna aktarmayı esas alıyor.
Bu sürecin adına “İmralı Süreci“ deniyor. Öcalan'ın Suriye'den çıkması, yakalanıp İmralı'ya getirilmesi, mahkemede ileriye sürdüğü görüşler ve bu görüşlere göre PKK'nin “Yeniden Dizayn“ edilmesi, o sürecin ana hatlarını oluşturuyor.
Bütün bu olup bitenler PKK içinde nasıl karşılandı? PKK kadroları ne düşündüler? Neyi tartıştılar? PKK'nin çıkış ve varlık nedeni olan ilkelerden tümüyle kopuş diyebileceğimiz İmralı söylemleri, parti stratejisine nasıl dönüştü?
Bu röportajla bunları anlamayı, cevaplar bulmayı ve size aktarmayı esas aldım.
Böyle bir röportajlar dizisi yapmayı tasarlamıştım.
İlk planda sayın M. Can Yüce en uygun isim olacaktı. Kendisine isteğimi ilettim. Olumlu cevap verdi.
Kendisine teşekkür ediyorum. Hem emeği, hem de gösterdiği dostluk için.
M. Can Yüce genel olarak tanınan bir isim, ama biz yine de, tanımayanlar olabilir düşüncesiyle kendisini bir kaç cümle ile tanıtalım.
M. Can Yüce, PKK'nin ilk kadrolarından. PKK Merkez Komite üyesiyken 1980 yılında yakalanıp cezaevine konuldu. Diyarbakır 5. Nolu cezaevi başta olmak üzere çeşitli cezaevlerinde yirmi yıl kaldı.
Cezaevindeyken Öcalan'ın İmralı söylemlerine karşı çıktı. PKK-MK üyeliği ve Cezaevleri Koordinesi gibi görevlerini bıraktı. Bir süre sonra cezası bittiği için cezaevinden tahliye oldu. Avrupa'ya çıkmak zorunda kaldı. Halen Avrupa'da siyasi mülteci statüsünde yaşıyor. M. Can Yüce'nin çeşitli zamanlarda yayınlanmış kitapları bulunuyor. Halen Kürdsitan Aktuel ve sosyalist-kurd.net internet sitelerinde görüşlerini yazmaya devam ediyor.
Not: Bu röportajı, son olarak yazdığım ve artık yazmak istemediğimi ifade eden “Hoşça kalın“ isimli makalemden önce tasarlamıştım. Soruları Sayın Yüce'ye o zaman yollamıştım. Röportajın bugüne sarkması elimizde olmayan nedenlerden ötürüdür. Bilinsin istedim.
Bu röportaj, yüz yüze yapılmamış olduğundan, bazı teknik sorunlar olabilir. Bazı sorular tekrar gibi gelebilir, bunun için anlayış göstermenizi rica ediyorum.
Sevgi ve selamlarımla
Şubat 2009
Murat Dağdelen
1- ÖCALAN'IN SURİYE'DEN ÇIKMASIYLA BAŞLAYAN VE İMRALIYA GETİRİLMESİNE KADAR GEÇEN SÜREÇTE NEREDEYDİNİZ?
Çanakkale Cezaevinde tutsaktım. Tahliye olmama henüz bir yıldan fazla bir zaman vardı.
2- PKK'DE GÖREVİNİZ NEYDİ?
1976 yılından itibaren PKK içinde bulunuyordum. 1999 yılında Öcalan'ın yakalanmasından sonra Öcalan'ın teslimiyeti üzerinden PKK de teslim alındı ve bu “yeni“ PKK, bizim PKK'miz değildi. Bu teslimiyete ve tersine dönüşe bir grup arkadaşla birlikte tavır aldık ve “PKK-Devrimci Çizgi Savaşçıları“ adıyla bir grup hareketi geliştirmeye çalıştık. PKK içindeyken çeşitli düzeylerde görev aldım. Tavır aldığım dönemde PKK-MK üyeliği ve Cezaevleri Koordinasyonu içinde sorumluydum.
3- ÖCALAN'IN SURİYEDEN ÇIKACAĞINDAN HABERİNİZ OLDU MU?
Hayır. Ben de Öcalan'ın MED TV'ye telefonda katıldığı bir programdan öğrendim.
4- ÇIKIŞI, BULUNDUĞUNUZ PARTİ BİRİMİNDE TARTIŞTINIZ MI?
Hayır. Daha çok gelişmeleri anlamaya, sonuçlarını, bundan sonraki gelişmelerin yönünü tartışmaya ve değerlendirmeye çalıştık. Bu konuda birçok değerlendirme toplantımız oldu. Bu toplantılarda yapılan değerlendirmeler somut bilgilere dayanmıyordu. Daha çok gelişmelerin genel teorik-politik okunması ve olası gelişmeleri kapsıyordu. Tehlikenin ciddiyetini kavrıyorduk. Öcalan iktidar sistemi hakkında henüz taslak düzeyinde bile bir bilgimiz ve değerlendirmemiz yoktu.
5- GELİŞMELERİ NASIL YORUMLADINIZ?
Gelişmelerin ciddiyetini kavramıştık. TC ve diğer güçlerin bir plan çerçevesinde işbirliği yaptığını, bunun da PKK'nin devrimci mücadelesi ve Kürdistan devriminin kendi bölgesel politikalarıyla var olan karşıtlığından kaynaklandığını değerlendiriyorduk. Bunun PKK ve Kürdistan devrimini tasfiye hareketi olduğunu ve işe de “baş“tan başladıklarını değerlendiriyorduk. Tehlikenin öneminin ve büyüklüğünün farkında olmakla birlikte, yine Öcalan'ın konumunun öneminin bilincinde olmakla birlikte, onun yakalanmasının, bir biçimiyle tasfiye edilmesinin “Dünyanın sonu“ olmadığını da biliyor ve inanıyordum. Bu konuda doğrusunu söylemek gerekirse yıllarını partiye vermiş arkadaşlara, kendimize güveniyordum. Bir dönem belli bir boşluk doğsa da bunun büyük bir krize ve yönetim boşluğuna dönüşmeyeceğini düşünüyordum. Hatta o dönemde yaptığım bir değerlendirmede, bundan sonra gerçek partililere sorumluluk düştüğünü, bunu yerine getirme zorunluluğu ile karşı karşıya olduklarını ve kendimi de içine katarak bunu başarabilecek birikim, deneyim ve bilinçte olduğumuzu vurguluyordum. Buna içtenlikle inanıyordum. Bu umut ve inancım, Öcalan'ın durumu İmralı'da çok net olduktan sonra da devam etti. PKK “yönetiminin“ buna tavır alabileceğine inanıyordum. Teorik ve politik olarak bu düşünsel ve ruhsal duruş doğruydu, İmralı teslimiyetine kafa tutuşumuzda da bu ruhsal ve politik duruşun, temel etkenlerden biri olduğunu düşünüyorum. Bugünden düne baktığımda, eksik olan Öcalan iktidar sistemi ve bunun kadrolar üzerinde yarattığı bitirici, iradesizleştirici etkiyi bilmeme gerçekliğidir.
Bu eksikliğin, ruhsal ve politik iki yönü var. Öcalan iktidar sitemini, mekanizmalarını ve kadrolarını tam bilsen, yukarda vurguladığım umudu taşımazsın. Bilerek bu sistemin bir eklentisi haline geldiğin için umut ve tavır alma cesaretin de olmaz. Ama Partiyi ve iç işleyişini genel devrimci bir parti ölçülerinde bilmen, daha doğrusu sanman, bu umudunu ve devrimci duruşunu koşullayan önemli bir itici güç oluyor. Bu, aynı zamanda henüz o sistem tarafından teslim alınamaman anlamına da geliyor ve sen devrimci kişiliğin ve birikiminle umutla geleceğe ve gelişmelere bakabiliyorsun, bunu partiden göremeyince tek başına kafa tutma gücünü ve cesaretini kendinde görüyorsun. Burada sistem tarafından yutulmaman, sistem hakkındaki eksik veya kendi “tasavvurun“ olan bilgiler, senin için önemli bir avantaya dönüşebiliyor.
5- SİYASAL DENGELER DEĞİŞİYOR MUYDU?
Aslında siyasal dengelerin köklü ve dramatik değişiminden çok Kürdistan devrimine düşman olan güçlerin “eyleme geçen“ bir yeni işbirliğinden söz etmek gerekiyordu. Yani saldırılarda ve tasfiye stratejisinde yeni bir “aşama“ olarak değerlendiriyordum. Bu yeni aşamanın yeni unsurları vardı. Suriye'nin zorunluluklar ve başka bir nedenle de olsa tavır alması, bu yeni unsurların başında geliyordu. Yine Avrupa'da bütün kapıların kapanması, AB ülkelerinin inisiyatif alma çabasının kısa süre sonra ABD tarafından boşa çıkarılması, Almanya'nın Öcalan'ın tutukluluk halini kaldırması, ABD'nin bu operasyondaki kararlılığını gösteriyordu.
Buna karşılık Avrupa'da Kürt halkının gösterdiği direniş de önemliydi ve umut vericiydi. Bundan dolayı ben her şeye rağmen umutluydum. Halka dayanan bir direnişin esas alınmasının gereğine inanıyordum. O dönemde Öcalan'ın TV programlarını izleme olanağım vardı ve 6. Kongreye gönderdiği konuşma metinlerini de izliyordum. Bunlarda çelişkiler görüyordum. Örneğin 7 maddelik bir paket sunmuştu. Doğrusu bunu stratejik olarak eksik ve hatalı görüyordum, ama 6. Kongreye dönük konuşmalarına baktığımda bunun bir taktik olduğu yönünde kendimi ikna etmeye çalışıyordum. Kuşkusuz kafamda oluşan soruları açıktan dile getirmiyordum, ama devrimci direniş çizgisine vurguları yapmaktan da geri durmuyordum.
9 Ekimden başlayıp 15 Şubatta yeni bir aşamaya gelen süreç, kapsamlı bir operasyondu, şiddete dayalı bir müdahaleydi, Kürdistan'daki devrimci gelişmeleri teslim alma, saptırma ve en genel anlamda kontrol altına alma stratejisiydi. İmralı ve çizgisi bu sürecin sonucudur!
6- YENİ BİR SİYASAL SÜREÇ Mİ BAŞLIYORDU?
Sanırım bu sorunun yanıtı, ana çizgileriyle de olsa bir önceki sorunun yanıtında var.
7- YENİ SİYASAL KONSEPTİ KİMLER DÜZENLEMİŞ VE UYGULAMAYA KOYMUŞTU?
AMAÇLARI NEYDİ?
Öcalan, İmralı'da yaptığı açıklama ve savunmalarda, özellikle ilk savunmalarda, buna Yargıtay Savunması da dahildir, TC'nin rolünü gözden kaçırtmaya özen gösterir. Hatta TC'yi de bu operasyonun hedefi, kurbanı olarak görür. Yine diğer önemli aktörler olan ABD ve İsrail'in konumunu ve rollerini gözlerden kaçırtır. Gözlerden kaçırtılan bu üç güç de aslında operasyonun esas aktörleridir. Yunanistan, Rusya ve AB bu sürecin destekleyici konumundadırlar. Bu operasyonda baş aktör ABD'dir. ABD bu rolünü hem TC için, hem de kendisi için, bölge politikaları için yerine getirmiştir. ABD'nin dayatıcı tutumu olmazsa, Rusya, AB ve diğer irili ufaklı güçlerin somutlaşan düzeyde bir tutum almaları son derece güç görünüyor. Hatırlanırsa Almanya, İtalya ve Fransa bu konuda bir inisiyatif geliştirmek istedi, ama ABD hemen devreye girdi ve bu inisiyatifi henüz girişim aşamasındayken engelledi. ABD etkin bir konumda olmakla birlikte bu, TC'nin etkisiz olduğu anlamına gelmez, o dönemde ayağa kaldırılan ırkçı şoven dalgayı hatırlayınız. Kısacası bu, TC'nin stratejik olarak içinde olduğu ve herkesten daha fazla istediği bir ABD-TC-İsrail operasyonuydu. Bugünden bakıldığında bu değerlendirmenin doğru olduğuna inanıyorum.
ABD'nin bölge politikasında PKK'ye yer yoktu, olamazdı. PKK'nin denetlenmesi hem TC'ye sunulmuş bir destek, hem TC'nin daha fazla kendisine bağlanması, hem de İsrail ile var olan ilişkilerinin daha da derinleştirilmesi anlamına geliyor, bunun önünü sonuna kadar açıyordu. Suriye denetiminde bir Öcalan ve Kürt hareketinin İsrail'in de stratejik çıkarlarına olmadığı açıktır. Bu temel noktaların altını açmak mümkün, ama bir röportaj kapsamında bunu yapmak zor. Şu kadarı vurgulamak gerekirse; bu operasyon ortak stratejik çıkarların, bunların karmaşık birleşiminin sonucu ortak bir operasyondur.
Şu da çok açık: TC-ABD-İsrail, Öcalan'ın kişilik yapısını, ruhsal durumunu ve zor karşısında neler yapabileceğini kesine yakın kavramışlardır. Bu kavrayış, onların operasyondaki sonuna kadar gitme kararlılıklarını önemli ölçüde koşullayan bir etken olmuştur. Daha açık bir ifadeyle: Öcalan'ın yakalanmasıyla birlikte teslim olacağını ve kendilerinin hizmetine gireceğini ve onun teslimiyeti üzerinden PKK ve Kuzey Kürdistan hareketinin teslim alınacağını, en azından büyük ölçüde denetim altına alınabileceğini hesaplamış ve planlarını bu varsayım üzerine kurmuşlardır. Bundan dolayı 9 Ekim 1988'den 15 Şubat 1999'a kadar ona soluk aldırmamış ve soluğu ancak İmralı'da aldırmışlardır.
Devletler düzeyinde bütün kapıların kapanması, kapatılması süreci ancak tek bir çizgi ve ruh haliyle işlemez kılınabilirdi. Halka dayalı bir direniş çizgisi ve ruhu! Bunlar ise hiçbir zaman Öcalan'ın defterinde yazılı kavramlar değildi... Halkın gücü ve direnişler ancak bireysel olarak kendisine ve iktidar sistemine güç verdiği zaman “yüceltilmiş“, bu yüceltmeler, iktidar sistemini derinleştirmede bir araç olarak kullanılmıştır. Ancak 9 Ekim – 15 Şubat ve İmralı sürecinde ise halk gücü ve direniş, kendi yaşamını tehdit eden bir unsur olarak görülmüş, dolayısıyla bütün direniş değerlerinin altın tepside TC ve ortaklarına sunulması Öcalan için sıradan bir işten öte bir anlamı olmamıştır.
Bu operasyonun temel hedefi, her açıdan PKK ve öncülük ettiği, denetlediği ulusal kurtuluş ve halk güçlerinin çok yönlü silahsızlandırılması, teslimiyeti ve denetimi, bütün devrimci “unsurların“ tasfiyesidir. İmralı süreci, bunu her açıdan gerçekleştirme sürecidir. İdeolojik ve politik teslimiyet ve çürüme, bütün devrimci unsurların tasfiyesi ve yeniden harekete geçme olanak ve koşullarının son derece sınırlandırılması hemen hemen tamamlanmış gibidir.
Kimi görüşler, “Öcalan zaten onların adamıydı, değişen bir şey yok“ biçiminde özetlenebilir. Öcalan'ın daha o zaman onların adamı olduğu iddiası doğru olsa bile, her açıdan denetlenemeyen, denetlenmesi güç dinamikler, etkenler ve unsurlar vardı. Anılan operasyon Öcalan'ın her açıdan açık, resmi ve net teslimiyeti ve denetlenmesi üzerinden anılan devrimci dinamikler ve unsurlar, hem denetlenmiş, hem de tasfiye süreci süreklileştirilmiştir.
Geçmeden vurgulamalıyım ki, “Komplo teorileri“, toplumsal olayların karmaşıklığını, çelişik unsurlarını ve derinlerdeki dinamikleri kavrama güç ve olanağından kesin olarak yoksundurlar!
8- ÖCALAN VE PARTİ BİRİMLERİNİN YENİ KONSEPTEN HABERLERİ VAR MIYDI?
Parti birimlerinin bu konseptten haberdar olduğunu sanmıyorum. Ama Öcalan'ın ufukta toplanmaya başlayan fırtına öncesi bulutları sezdiğini düşünüyorum. Somut bilgileri de olmuştur belki, ancak politik olarak tehlikeyi yıllar öncesinden sezdiğini düşünüyorum. 1988 yılında M. Ali Birand ile yaptığı röportajda bunun açık işaretlerini ve mesajını veriyor. Verdiği mesaj şu: “Düzene kabul edilme ve bazı kırıntılar karşılığında programımızdan ve silahtan vazgeçmeye hazırız!“ Ama TC ve onunla birlikte hareket eden bölgesel ve uluslar arası güçler bu mesajı ciddiye almadılar, tersine bir zaaf, teslim olmaya aday bir figür olarak algıladılar. Öcalan ise özünde bu mesajının içerdiği teslimiyetçi stratejik ve ruhsal duruşundan vazgeçmedi, tersine bunu derinleştirdi ve sürdürdü. Aslında İmralı bunun biraz da şiddetle gerçekleştirilmiş zirvesidir.
9- BU YÖNDE SİYASAL ÖRGÜTSEL HAZIRLIKLAR VAR MIYDI?
Çok somut, net ve ayrıntılı bilgilerim olmamakla birlikte böyle bir örgütsel ve politik hazırlığın olduğunu sanmıyorum. Daha sonra ortaya çıkan bilgi ve değerlendirmeler de bunu doğrulamaktadır. Öcalan iktidar sisteminde modern anlamda bir kurumlaşma ve işleyiş, çalışma tarzının olmadığını daha sonra yaptığımız değerlendirmelerde net olarak ortaya konulmaktadır. Bundan daha önemlisi düşünsel ve stratejik olarak bu tür olasılıklara karşı olması gereken düşünce açıklığı ve ruhsal hazırlıktır. Bunlar yok. Tersine Eylül 1988'de ilan edilen ateşkes, aslında Öcalan'ın kafasındaki karşılığın “Onlar ne isterlerse veririm ve bu zemin üzerinde anlaşırım. Bunu reddedemezler, çünkü arkamda silahlı bir güç ve geniş halk desteği var“! Bu düşünsel ve ruhsal duruşun dışında başka bir politik, örgütsel ve ruhsal bir hazırlığın olmadığı, bunun da İmralı ile taçlandığını ve sürdüğünü söylemek sadece yalın bir gerçeğin altını çizmekten başka bir şey değildir.
10- ÖCALAN'IN AVRUPAYA GİTMESİNİ NASIL DEĞERLENDİRDİNİZ?
O dönemdeki kavrayışım şuydu. En genel anlamda devrimci bir parti ve halk önderi, onun mücadele içindeki rolü ve önemi; bunun düşman güçler tarafından bilinmesi ve bundan dolayı tasfiye operasyonunun başlatılmasıdır. Burada önemli olan stratejik duruştur. Bulunan mekân buna bağlı olarak ikinci planda önem kazanır. Öcalan hakkındaki değerlendirmem de bu genel teorik çerçevedeydi. Dolayısıyla Suriye, Kürdistan ve Avrupa bu anılan bağlamda çok önemli bir sorun olarak kafama takılmadı. Bu durumu ciddi ve stratejik bir kayma olarak da değerlendirmedim. Hatta Roma'ya çıkış ve halkın gösterdiği büyük destek, bu çıkışın olumlu olabileceğini düşünüyordum. Dünyaya açılım anlamında... Tabii gelişmeleri devrimci bir bakış açısıyla değerlendirdiğinde bu böyledir. Ama gerçeklikle bilgiden yoksun teorik yaklaşımların örtüşmediğini birkaç ay sonra bütün çıplaklığı ile anlayacaktık.
röportaj 2
Murat Dağdelen - M. Can Yüce
11- ÖCALAN NEDEN ÜLKEYE, MÜCADELE ALANLARINA GİTMEDİ?
Aslında bu sorunun yanıtı önceki soruların yanıtında var. Kısaca yeniden özetlemek gerekirse; ülke ve mücadele alanlarına yönelme, bir taktik sorun değil, ideolojik ve stratejik tercih sorunudur. Öcalan'ın kafasında halka dayalı ve sonuna kadar bu çizgide yürüme gibi bir durum yoktu. O, düzenle uzlaşmak, daha doğrusu kendisinden istenen her şeyi verme ve kendisini düzen güçleri için kabul edilebilir hale getirme derdindeydi. Roma'da açıklanan 7 maddelik deklarasyon da bunun zemini niteliğindedir. Kısacası, Öcalan'ın kafasında ülke ve mücadele alanlarına gitme diye bir sorun yoktu...
12- AVRUPA ÜLKELERİ ÖCALAN'A NEDEN SİYASAL SIĞINMA STATÜSÜ TANIMADILAR? KÜRTLERİN GERÇEKTEN DOSTLARI YOK MU? ÖCALAN'A KAPILARIN KAPANMASINI BUNA BAĞLAYABİLİR MİYİZ?
Aslında Öcalan, Avrupa'da halka dayalı bir direniş çizgisi izleseydi gelişmelerin yönü farklı olurdu. O zaman İtalya iltica hakkı tanımak durumunda kalırdı. Belki resmi bir oturum hakkını hemen vermeyebilirlerdi, ama bir yerlere iade etme durumları da olmazdı. Ama bunun için devrimci ve bağımsız bir iradenin, bunun belirlenmiş bir stratejisinin olması gerekirdi. Öcalan'da olmayan da tamı tamına budur! Dikkat edilirse Suriye çıkışında sonra inisiyatif ve iradesini yitirmiştir. Gerçek anlamda zorunlulukların oraya buraya sürüklemesi söz konusudur! Yeniden Rusya ve Yunanistan, oradan Kenya'ya gerçekleşen yolculuklar da bu iradesiz sürüklenmelerinin çok net göstergeleridir... Bu çıkarlar dünyasında dostluklar görece bir kavram ve durumdur. Bu noktada belirleyici olan siz ve duruşunuzdur. Öncelikle kim dost, kim değil, neye göre? Bu konuda beklentileriniz nedir? Bu sorulara sağlıklı bir yanıtınız olmadan sorulacak sorular ve yanıtlarının da havada kalacağını düşünüyorum. Ben Kürtlerin dostlarının olmadığına inanmıyorum. Eğer devletler düzeyinde dostluk beklentisi içinde olursanız bu, yanıltıcı bir beklenti olur. Ama devletlerin politikasını etkileyen toplumsal ve demokratik çevreler var. Bunların gücünü kazanmak harekete geçirmek mümkündür. Bunun için tutarlı ve sağlıklı bir çizginiz ve güven veren bir pratiğiniz olması gerekir.
13- ÖCALAN'IN KENYA'DA YAKALANMASI SİZİN İÇİN SÜRPİRİZ OLDU MU? NE İŞİ VARMIŞ KENYA'DA DİYE DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?
Olup bitenlerin ayrıntılarını bilmiyorduk. Bir gün öncesinde Avrupa ile telefonla konuşmuştum. Durumların pekiyi gitmediğini söylemişlerdi, hata tehlikeli olduğunu söylemişlerdi, ama bundan başka bir ayrıntı yoktu. Aynı gün akşama yeniden görüştüğümüzde Öcalan'ın kayıplarda olduğunu, kaçırıldığını söylemişlerdi. O gün resmi bir açıklama yapmadılar. Gece yarısından itibaren Öcalan'ın kaçırıldığına dair TV yayınını yaptılar. Ertesi gün Ecevit'in yaptığı basın açıklamasıyla Öcalan'ın Türkiye'ye getirildiğini duyduk. Önceden iyi gitmeyen bir şeylerin olduğunu sezmeye başlamıştım. Ama ayrıntılarını bilmediğim için bunu çözemiyordum. Gelişmelerin hızı ve kurulan baskının şiddeti nedeniyle, “Ne işi var Kenya'da“ gibi bir soru sormadım kendime. Daha çok nelerin olup biteceği konusu üzerinde yoğunlaşıyordum. Her kritik ve zor süreçte hep iyimser olmaya, bu konuda ruhsal olarak kendimi güçlü tutmaya çalıştım. Düşünsel olarak Öcalan'ın da yakalanıp tutuklanabileceğini, öldürülebileceğini biliyor ve ruhsal olarak buna hazırlıklıydım. Daha da önemlisi Öcalan'ın tümden tasfiye edilmesinin dünyanın sonu olmayacağını biliyor ve buna içtenlikle inanıyordum. Bunu o süreçte yazdığım birçok yazı ve makalede belirtmiş, partililerin bu doğrultuda hazırlıklı olmalarını vurgulamıştım...
14- YAKALANDIĞINI ÖĞRENDİĞİNİZDE NE DÜŞÜNDÜNÜZ? TELEVİZYONDA YAYINLANAN İLK GÖRÜNTÜLERİ İZLEDİNİZ Mİ? “ANNEM TÜRKTÜR, YUKARIDAKİLERE SÖYLEYİN GÖREVE HAZIRIM'' DİYEN SÖZLERİNİ DUYUNCA SİZ VE BİRLİKTE KALDIĞINIZ PARTİLİLERİN TEPKİLERİ NE OLDU?
Öcalan'ın kaçırıldığını öğrenmiştim. Ancak akıbetini ertesi gün, yapılan açıklamalarla öğrenmiştim. Bu, benim için şok edici bir durum yaratmadı. Olan olmuştu, artık bundan sonrasına bakmak gerekir, diye düşünüyordum. Bir devrimci öndere yakışır bir direniş pratiğini bekliyordum. Bu, hemen hemen her arkadaşın ve her çevrenin beklentisiydi. Ancak yayınlanan ilk görüntüler, “Annem de Türk, fırsat verilirse hizmete hazırım“ sözleri beklentilerime gölge düşürdü. Bunu arkadaşlarla paylaşmadık, bunun ne yeri ve ne de zamanıydı. Ancak bu konuda her arkadaş hoşnutsuzdu. Bunu gözlerden okumak mümkündü. Ama olayın duygusal ortamında bunu kimse telaffuz etmiyordu. O zaman bu tutumunu son derece olumsuz olarak değerlendirmiştim, ancak bundan hareket ederek kesin bir yargı belirtmeyi erken buldum. Bu tutumunu not etmiştim, daha sonraki davranışlarına daha eleştirel bakmakta önemli bir not oldu. Bayrak önünde çektirilen bir fotoğrafı var. Bu fotoğraftaki duruşu, aslında moral çöküntünün, bitişin resmi gibiydi. Bunlara rağmen iyimser olmayı, eleştirel iyimser olmayı yeğledim. Ancak 3 Nisanda savcılığa verdiği bir ifade var. Bu ifadesi Star gazetesine yansımıştı, tam metin olarak. Onu okuduktan sonra Mahmut Şakar'a “Başkana bir sor, bu ifade kendisine mi ait“ diye söylemiştim. Mahmut Şakar da bir hafta sonra geldiğinde Öcalan'a sorduğunu, bu ifadenin bir iki kelime dışında tümüyle kendisine ait olduğunu söylemişti. Bu noktadan sonra benim kafamdaki İmralı'daki Öcalan resminin ana çizgileri netleşmişti: “Bizim adam teslim olmuş, bakalım bunun ayrıntıları nedir?“
15- ÖCALAN İMRALIYA GETİRİLDİKTEN SONRA SİZİNLE İLİŞKİSİ OLDU MU?
BULUNDUĞUNUZ CEZAEVİNDE SİZ VE SABRİ OK'LA TELEFONLA GÖRÜŞTÜĞÜ BİLGİSİ DOĞRUMUDUR?
Hayır, benim doğrudan bir ilişkisi olmadı. Yanına gidip gelen avukatlar düzenli bizim yanımıza gelip gidiyorlardı. Bu nedenle Öcalan'ın dışarıya gönderdiği bilgi ve belgelerin hemen hemen tümü bana da ulaştı. Ulaşan her bilgi Öcalan portresinin içini dolduruyor ve düşüncelerimi netleştiriyordu.
Öcalan'ın benimle telefonla görüştüğü yönündeki bilgiler tam anlamıyla uydurmadır. Böyle bir şey olmadı.
Sabri Ok ile telefon görüşmesinin olup olmadığını kesin ve resmi düzeyde bilmiyorum. Bu yönde bilgiler vardı.
İlk görüşme notlarında belli ki Öcalan'dan şunu istiyorlardı: “Tamam, senin bize hizmet etmeye hazır olduğunu söylüyor ve sorgu ve diğer tavırlarınla bunu kanıtlıyorsun. Sorun şu: Örgütü ikna etme gücün ve olanağın var mı?“ Öcalan bu dayatma karşısında seçenekler düşünüyordu. Devleti ikna etmek için neler yapmalıyım? İlk başlarda “Merkezi burada toplasak nasıl olur“ diye avukatlara soruyordu. Bu bağlamda cezaevi Koordinasyonunda bulunan üç kişinin İmralı'ya götürülmesi düşüncesi ve önerisi ortaya atıldı. Sabri bu konudaki düşünceyi ve öneriyi bana ilettiğinde ben, kesin ve net bir biçimde reddettim. Kendisinin ve Muzaffer Ayata'nın da gitmemesi gerektiğini, eğer birileri gidecekse başka arkadaşların gidebileceğini belirttim. Daha sonra bu seçenek ortadan kalktı. Daha sonra Mahmut Şakar'ın Kandil'e gitmesi ve merkezi net bir biçimde İmralı'ya biat etme sözü ve bildirisiyle dönmesi sonucu örgütün de İmralı çizgisine geldiği ve bu konuda esasta bir sorunun kalmadığı anlaşıldı. Bu anılan geziden sonra Başkanlık Konseyi “Kıblemiz İmralı'dır“ biçimimde bir açıklama yaptı, tek taraflı ateşkes ilan etti ve Öcalan'ın gönderdiği savunma taslağını doğru bulacaklarını açıkladılar.
16- ÖCALAN İMRALI'DA TÜRK DEVLETİYLE YENİ BİR KONSEPT ÜZERİNDE ANLAŞTI MI? BÖYLE BİR ANLAŞMA VAR MI?
BÖYLE BİR ANLAŞMA/KONSEPT VARSA, NE OLDUĞUNU ANA HATLARIYLA ANLATIRMISINIZ?
Teslimiyet mi, bir ortak çerçeve üzerinde anlaşmak mı?
Ben sorunun böyle konulmasını bile doğru bulmuyorum. Öcalan, kendi konumunu ve tutumunu birçok belgede açıkça ve hiçbir tartışmaya yer vermeyecek kadar açıklıkla ortaya koymuştur. Kaldı ki bu ifadeleri olmasa bile İmralı duruşu ve tutumu çok nettir. Bu, mutlak ve her açıdan teslimiyettir. Kendisine dayatılan her şeyi harfiyen ve eksiksiz kabul etmiş, en sıradan ve bayağı itirafçıdan farksız bir pratik sergilemiştir. Devlete hizmet etmeye ve ona bağlı kalacağına dair söz vermiş ve bunun gereğini dünden bu yana eksiksiz yapmıştır. Başka bir ifadeyle kendinden başka bağlı olduğu bir düşüncesi, bir değeri ve ahlakı olmayan Öcalan, en bayağı can telaşı ve ruh haliyle davranmıştır. Ancak kendisinin denetlediği hareketin ve Kürt sorununun karmaşık ve kapsamlı boyutları bu bayağı ve basit itirafçılığın gelişme seyrini ve ayrıntılarını karmaşık, çelişkili ve çok boyutlu olmasını koşullamıştır. Bunun nasıl ve neden olduğunu birçok çalışmamızda ele aldık. Bir Yanılsamanın Sonu ve KUKM'ni Toparlama ve Yeniden İnşa Bildirgesi adlı kitaplarla, başka yazı ve makalelerde belgeli ve ayrıntılıca değerlendirilmiştir. İlgilenen okuyucu www.sosyalist-kurd.net sitesine bakabilir.
Kısaca ortak üzerinde anlaşılmış bir konsept yok. Anlaşma veya uzlaşma politik olarak görece de olsa belli bağımsız iradeli tarafları gerektirir. İradesiz ve kendisine dayatılan her şeyi fazlasıyla kabul eden, sorguda “iliklerine kadar“ çözülen birinin anlaşma veya uzlaşma yaptığına inanmak, insanın en sıradan politika kurallarından ve gerçekliğinden bihaber olması gerekir!
17- İMRALI'DA YAPILAN MAHKEMEDE ÖCALAN'IN SAVUNDUKLARINI DEĞERLENDİRİR MİSİNİZ?
İmralı mahkemesi açılmadan önce Öcalan'ın talimatları ve savunma taslağını okuma, inceleme ve değerlendirme yapma olanağım olmuştu. Bu konuda mahkemeden önce PKK yönetimine raporlar gönderdim. Mahkemeler açıldıktan sonra da raporlar gönderdim. Bu raporlardan yapacağım birkaç aktarmanın bu ve başka sorularınıza yanıt olacağını düşünüyorum. Bir de bu raporların tarihsel bir önemi var. Yani iş işten geçtikten sonra değil, zamanında ve hiçbir bireysel kaygı ve endişe içine girmeden, bu raporlarda her şey bütün açıklığı ve kesin tanımlamalarla ortaya konulmuştur. Şimdi bu raporlardan birkaç aktarma:
“Hiç kuşkusuz savunmaya birazcık eleştirel ve bilimsel bir gözle bakıldığında, her açıdan bizim inkârımız, reddimiz ve mahkûmiyetimizden başka bir şey olmadığı anlaşılacaktır. Devlete hizmet etme isteği ve kararlılığı nedir? Bunun her taraftaki ve herkes için, yani evrensel anlamı nedir? Peki, her şey bu kadar açık olmasına rağmen takınılan tavrı nasıl tanımlamak gerekir? Son savunmada da her şey çok açık konuluyor. 25 yıllık mücadele değerleri ve emeğin, sonuçta bir af ve bazı kültürel kırıntılara takas edilmesi öneriliyor. Bizim tasfiyemizin karşılığı bu kadar.
Devlete PKK'nin bir tehlike olmaktan çıkarılıp devlete bağlanması için sayısız kanıt ileri sürülüyor. Buna karşılık ise istenen basit ve bugüne dek sayısız kez reddettiğimiz kırıntılardır. Bu o kadar açık ve tartışmasız konuluyor ki, anlamamakta ayak diretmenin hiçbir açıklaması yoktur. Kürt sorununun “çözümü“ sıradan bir af ve kültürel kırıntılar sorununa indirgediği için “Demokratik cumhuriyet“, “Demokratik birlik“, “barış, kardeşlik ve özgürlük“ sözleri içi boş sözcükler olarak kalıyor. Daha doğrusu inkâr ve reddimizin teorize edilmesi işlevinden başka bir anlama gelmiyorlar.
Örneğin son savunmasında, “Karşılığında fazla bir taviz söz konusu değildir. Bazı yasal düzenlemelerle demokratik yolları bütünleşme ve dönüşme için açık bırakmaktır. Devletin bu siyasi duyarlığı göstermesi her halde bu kadar olup-bitenden sonra anlaşılır ve uygulanır olmalıdır. Bu temelde PKK'nin olumlu karşılık vermesi zor olmayacaktır,“ diyor.
Son savunmasının başka bir yerinde ise, “2- PKK'nin askeri sorun olmaktan çıkması, Kürt sorununun siyasal yolunu açacak ve beraberinde siyasi sorun olmaktan çıkması da gelecektir. Devletin bütünlüğünü birliğini zorlamaktan, ona güç verme sürecine girilecektir. Devletle demokratik bütünleşme yolu açıldıkça devlete karşıt konum aşılacaktır. Yasal sürecin gerekleri demokratik tarz açık tutuldukça PKK'nin tüm iç ve dış merkezleri, kurumları anlamsız hale gelecek, tehlike olmaktan çıkacaktır. Bu da gerçekten devlet açısından kendini aşırı kilitlenmeden kurtaracak, maddi manevi güç kaybını önleyecektir,“ biçiminde değerlendirmede bulunuyor.
Başka bir yerde ise yine net belirtiyor: “Karşılığında, artık dünyanın her tarafından verilen ve verilmesi kaçınılmaz olan, bir taviz olarak da görülemeyecek olan, doğal demokratik ve kültürel haklardır. Kolay ve en masrafsız çözüm derken bunu kastediyorum.“
Son savunmasının başka bir yerinde çözümden ne anladığını biraz daha net ortaya koyuyor. “Demokratik ve kültürel kimlik iyi anlaşılmalıdır. Siyasi kimlikten farklıdır. Daha çok devletle özgür yurttaş ve özgür toplum temelinde demokratik birliği ifade eder. Kültürel kimlik tarihten gelen varlığına sahiplenmeyi ifade eder.“
Bundan sonra yaşamımda yapabileceğim güçlü ve bağlı halkla birlikte yeni barış ve kardeşlik sürecini yaratmaktır. Demokratik Cumhuriyete kararlılık sözünü bu temelde değerlendirmek, tarihi önem taşır. Fırsat buldukça gereklerini şüphesiz yerine getireceğim. Sözümde samimiyet pratiğimle ancak kanıtlanarak kendini gösterecektir. Bu temelde devletin duyarlılığı şüphesiz belirleyici önem taşır.
Yargılamanın ilk günden sonra Emniyet Genel Müdürlüğü, Terör ve İstihbarat Dairesinin konuya ilişkin açıklamasını önemli buluyorum. Aynen almakta yarar görüyorum: Cumhuriyet gazetesi 2 Haziran 1999. ’Güneydoğu Sorununun çözülmesi için bir takım adımların atılması PKK'ye taviz anlamına gelmez. Buna kamuoyunu hazırlamak gerekir. Bunda medyaya büyük görevler düşüyor. Devlet eğer olumlu adım atar ve olaylar yüzde 50 azalırsa bile bu çok büyük bir gelişmedir... Devlet soruna intikamcı ve feodal duygularla değil bilimsel yaklaşır. Soruna köklü bir çözüm yolu açıksa inatlaşmaya gitmez, bu davadan çıkarılacak sonuçlara göre, devlet de bir takım demokratik ve kültürel adımlar atıp, bu işe artık son verecektir. Türk halkının terörle yaşamaya daha fazla dayanacak hali kalmamıştır.'
Gerçek devletin olgun ve duyarlı yaklaşımının seçkin bir örneği ile karşı karşıyayız.“
“Bizim köklü tasfiyemizi devletin en yetkili organlarına öneren polis örgütünün ilgili bir birimin bu planı, Başkan tarafından “seçkin bir örnek“ olarak değerlendiriliyor. Burada “çözüm“ konusundaki örtüşme ilginç değil mi? Böyle bir övgülü yaklaşım, “Demokratik birlik“, “Özgürlük“ ve diğer kavramların hiçbir siyasal pratik değerinin olmadığını tartışmaya yer bırakmayacak kadar kanıtlamıyor mu?
Her şey çok açık değil mi?
Aslında bütün ayrıntılar ve öğeler birbirini tamamlıyor. Örneğin özür dileme olayı es geçildi, daha doğrusu “büyüklük“ olarak değerlendirildi. Gerçekten öyle mi? Bütünden koparıldığında bir ölçüde öğle değerlendirilebilir. Ancak gerçeklik öyle değildir. Bu tutumu bütünlüğünden koparmadan değerlendirmek durumundayız. Özür, işlenen bir hatanın, kabahatin kabulüdür. Bu tutumda hata olarak kabul edilen savaşta yaşanan şu veya bu hata değil, savaşın tümüdür. “Şehit aileleri“ kavramı nedir? Şehitlik, kutsal bir dava uğruna yaşamını yitirmedir. Bütün ideoloji ve dinlerde böyledir. Burada savaşta ölen askerleri “şehit“ ilan ettin mi onu bir dava savaşçısı kabul etmek, kendi davanı ise mahkûm etmek durumundasın. Bir savaşta aynı anda iki tarafın ikisi de haklı olamaz. Bir tarafın ölülerini “şehit“ ilan ettin mi, kaçınılmaz olarak diğer tarafı haksız savaş yürütücüsü olarak değerlendirmek zorundasın. Bu, nesnel bir sonuçtur. Bu gerçekliği görmek gerekir. Bu, sergilenen tutumun küçük bir ayrıntısı. Savunma boyunca verilen ifadeler, resmi tezleri ve politikayı doğrulamaya dönük değil mi? Bunlar devlete hizmet etmenin somut pratikleri olmadı mı?
Uluslar arası komplonun esas unsurları, bunu gerçekleştiren güçler neden açıklanmadı? ABD, İsrail ve TC, bu güçler, komplonun esas unsurları değil mi, peki neden bunlardan tek bir sözcük dahi söz edilmedi? Başta Yunanistan olmak üzere diğer devletler üzerine bu kadar gitmenin anlamı neydi, hangi politik yaklaşıma oturuyordu, bunun gelecekteki olası sonuçları nelerdir? Mahkeme boyunca bu kadar ayrıntılı ifade vermenin, sorgudaki ifadeleri bu kadar ayrıntılı tekrarlamanın bir anlamı var mıydı? Bununla ne yapılmak, ne kanıtlanmak isteniyordu? Bunlar gerçekten ilk konuşmada ifade edildiği gibi devlete hizmet etmenin bir gereği midir? Yoksa bütün bu yapılanlar rastlantı mıydı, bir şeyleri kurtarmaya dönük bir tavır mıydı? Peki, kurtarılmak istenen neydi? İdeolojimiz, programımız gidiyor, o güne dek yaratılan değerlerin en sıradan savunması yapılmıyor, ama resmi çizgi ve politikayı doğrulayan, savunan bir mahkeme çizgisi ve pratiği izleniyor? Bununla istenilen çözüm nedir, kurtarılmak istenen nedir? Gerçekten bu kadar açıklama, ifade ve resmi çizgiyi doğrulayan ve savunan tutumdan sonra bizden geriye ne kalıyor? Son savunmadaki ortaya konulan tutum ile her şeyimiz tasfiye edilip devletle bütünleştirilmek istenmiyor mu? Yine son savunmada kendisinin geçirdiği değişim dönüşümün savcılıkça samimi bulunmaması tutumu üzerinde bu kadar durulması, samimiyetin kanıtlanmaya çalışılmasını nasıl açıklamak gerekir? Sorular çoğaltabilir, ama yazarken bile sınırsız acı veren bu soruları sormanın ve gerçekliği bütün derinliği ile bilince çıkarmanın, karşı karşıya bulunduğumuz bu vahim tehlikeyi kavramanın kaçınılmazlığı da ortadadır.
Bugün Başkanın durumunu ve konumunu bilimsel ve soğukkanlı bir biçimde değerlendirmek zorundayız. Gelinen noktada 25 yıllık parti çizgisi ve mücadelesinin dışında bir yerdedir. Aslında parti şu anda bir ikilem ve çıkmazla karşı karşıyadır. Bu durumda Başkanı her açıdan desteklemek, yarattığı “yeni“ zemine kaymak ciddi bir sorundur; bu, partiyi hızla tasfiyeye götürür. Ama politik olarak düşman karşısında yalnız bırakmanın da tarihsel, siyasal ve ahlaki sorumluluğu var. Siyasal açıdan yanlış olur, olumsuz sonuçları olur. İşte tam da çıkmaz dediğim durum budur.
Ama BK'nin böyle değerlendirmediği anlaşılıyor. Yansıyanlara bakılırsa bütünüyle kendisini Başkanın geliştirdiği zemine bağlamış, başka konularda da var olan ciddi tehlike ve kaymayı teorileştirme çabasını sergiliyor izlenimini veriyor. Daha önceki raporumda da belirttiğim gibi partiyi kim yönetiyor ve hangi çizgi temelinde? Kendimizin inkârı ve köklü bir reddinden başka bir anlamı olmayan “yeni“ çizgiyi mi, yoksa en son 6. Kongrede onaylanan 25 yıllık çizgiyi mi esas alacağız? Bu sorulara zaman yitirmeden yanıt vermek durumundayız. Elbette bunun yanıtını her partili ve her parti organı vermek, en üst düzeyde de kararlaştırmak durumundadır.
Şimdi yapılan şudur: Savunma harıl harıl yayınlanıyor; bu, bir destektir. En önemlisi parti ve halk gerçeklerden kopartılıp sanal bir ortama çekiliyor. Unutmayalım ki yarın, bugün yapılanları telafi etmenin olanağı olmayabilir. Bu sanal sürecin sonuçları topyekûn tasfiyedir. Önümüzde iki yol var. Biri, “Savunma“ çizgisi doğrultusunda partiyi yönetmek ve gelişmeleri yönlendirmek. Bu, ne Başkanı ne de Partiyi kurtarır. Tersine çıkmazı derinleştirir. Bu, her açıdan kendini bağlamak, hareket inisiyatifini tümden yitirmektir. İkinci yol ise şu: Bu çok kolay ve risksiz değildir. Ama en az zarar ve tahribatla kurtulmanın yolu budur diye düşünüyorum. Politik ve taktik olarak Başkanı desteklemeliyiz, ama mahkeme boyunca ortaya koyduğu ideolojik-politik çizgiyi kesin reddetmeliyiz. Bu iki yön arasında dengeyi korumak ve her zaman sürdürmek zordur. Bu nedenle bu dengeli tutum, doğası gereği geçici ve göreli olmak durumundadır. Ama öyle de olsa bu ikili yön arasındaki dengeli tutumu götürülebildiği kadar götürmeliyiz. Bu iki yön arasındaki denge şöyle formüle edilebilir: “Biz Başkanımızın barış girişimlerini destekliyoruz. Savunmasında dile getirdiği görüşler ise ancak kongremizin kararlaştırabileceği görüşlerdir. O nedenle bunların tartışılmasını kongre platformumuza bırakıyoruz.“ Böyle bir açıklama partinin hareket özgürlüğünü epey genişletirdi, ancak bu olanak da büyük ölçüde ortadan kaldırılmış bulunuyor, Osman arkadaşın açıklamaları hareket yeteneğimizi alabildiğine daraltmıştır. Bu konuşma bir biçimiyle düzeltilerek yeniden inisiyatif kazanılabilir.“
Bu raporun sonucunda çok net değerlendirmeler ve öneriler var. Kısaca aktaralım:
“Yukarda anlatmaya çalıştığım gibi durum çok ciddi, vahim ve yaşamsaldır. Yaşamsal bir kavşaktayız. Vereceğimiz karar, kaderimizi, varlığımızı ve geleceğimizi belirleyecektir. Bu nedenle bir an önce karşı karşıya bulunduğumuz tehlikeli ikilem karşısında doğru bir karar vermek zorundayız. Her arkadaşımızın tehlikenin büyüklüğü ve bir an önce doğru karar verme zorunluluğunu iliklerine kadar yaşadığına inanıyorum.
Aslında tam anlamıyla bir çıkmazla karşı karşıyayız. Başkanın yarattığı yeni durum ve çizgiyi kabul etmek, bu, kendi kendimizin ipini çekmekten başka bir şey değildir. Ama öte yandan Başkanı politik açıdan düşman karşısında yalnız bırakmanın da sorumluluğu var. Burada Partiyle Başkan karşı karşıya getirilmiş bulunuluyor. Objektif durum budur. Başkanın mahkeme süreciyle birlikte partiye ve devrimimize dayattığı çizgi, kabul ettirmeye çalıştığı platform, tam anlamıyla tasfiye ve devletle bütünleştirme platformudur. Bunu yazılı savunmalarında çok net, tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkta ortaya koyuyor. Ne yazık ki, BK'miz de Başkanın bu “yeni“ platformuna onay ve destek vermiş bulunuyor. Bunun bir sonucu olarak parti ve halk gerçeklerden kopuk, ya da gözlerini gerçeklere kapatarak bir bilinmeze doğru sürükleniyor. Bilinmez değil, tümden silahsızlanmaya, donanımsızlaştırılmaya doğru götürülüyor. Bunda BK'nin tutumu belirleyicidir. Savunmalar ve Başkanın tutumu hakkında partide ve halkta bir hayali dünya yaratılmıştır. Bunu çok tehlikeli buluyorum.
BK tehlikenin ne kadar bilincindedir, bilemiyorum. Gelinen noktada sorun ideolojik-politik dönüşüm, başkalaşım sorunu da değildir. Son savunmasıyla birlikte dayatılanın pratik tasfiye olduğu çok açıktır. Mahkemeye sunulan birinci yazılı savunma, partinin ve pratiğinin ideolojik, politik ve moral inkârı, reddi ve mahkûmiyetinin ideolojik platformu; son savunma ise pratik-politik tasfiyemizin uygulama planı niteliğindedir. Mahkeme süreci boyunca yapılan sözlü savunmalar ise bu iki boyutu tamamlayan unsurlar olmuştur.
Bu noktaya neden gelindi, bu durumun çok yönlü nedenleri nedir? Bunlar çok önemli ve ileride genişçe tartışılacaktır. Şimdi bizim için yaşamsal önemde olan durum, Başkanın geldiği çizgi ve platformu doğru tanımlamak, bizi nereye götüreceğini doğru kavramaktır.
Bu noktada devletin tavrı ne olur, bilemiyorum. Ama eğer Başkanın platformuna “evet“ derse ve bunu da BK onaylarsa bu, bizim parti ve devrim olarak idam fermanımızın imzalanmasından başka bir şey olmayacaktır. Şu andaki tavırları, büyük olasılıkla bu “yeni“ platformu bize yedirme, buna bizi alıştırma, bizi daha iyi bir kıvama getirme, hatta “samimiyetimizi“ test etmek için bir grup arkadaşın teslim oluşunu dayatma ve kabul ettirme ve sonuçta bütün partiyi –fazla fire verdirmeden- istedikleri noktaya getirme biçiminde olabilir. Bu bir olasılık, güçlü bir olasılık. Burada partinin tavrı çok önemli ve onların planlarının gidişini belirleyecektir. Daha şimdiden İmralı'da BK üyeleri için hücre inşa ettiklerini ve kimin hangi hücreye konulacağını bile basına yansıttılar. Bu, bir psikolojik savaş oyunu olduğu gibi üzerinde durulması gereken bir noktadır.
BK'nin bütün bu vahim süreci görmemesi, hala kendisini Başkana kilitleyerek politika belirlemesi gerçekten inanılır gibi değil. Aslında gizli saklı hiçbir şey yok. Bari bundan sonra bir şeyler yapmak gerekir. Acilen yapılması gereken şudur:
Her şeyden önce yapılması gereken, Başkanın durumunu ve bize dayattığı “yeni“ ideolojik-politik çizgiyi doğru değerlendirmek; kendimizin yarattığı sanal, hayali dünyadan çıkıp gerçekler dünyasına dönmektir. Gerçekler olduğu gibi görülmek istenmiyor. Kürtlerin neredeyse ulusal özelliği haline gelmiş kendi kendini kandırmayı şimdi bir siyaset tarzı haline getirmiş gibiyiz. Unutulmasın ki, kabul edilmesi çok zor gelse de, sınırsız acı verse de Başkan artık 15 Şubattan önceki Başkan değildir. Bu görülmeden doğru politika yapmak ve izlemek mümkün değildir“
Gönderdiğim son raporda da önemli değerlendirmeler var. Aktarmakta yarar görüyorum:
“Gelinen noktada önümüzde iki net yol var.
Bir: Bu tasfiye, ölüm ve bitiş planına onay vermek, kendi kendimizin, tarihimizin, varlığımızın ve geleceğimizin ipini çekmek!
İki: Bu kendi ellerimizle gerçekleştirilmek istenen ve dünya tarihinde başka bir benzeri olmayan topyekûn tasfiye planını bütün olanak ve gücümüzü, bütün yeteneklerimizi ayaklandırarak boşa çıkarmak; bunun için de tasfiye sürecinin hızını aşan bir tempoyla harekete geçmek!
Bu iki yolun dışında bir yol yok, bu ikisini birleştirmek ise TC ile PKK'yi aynı kişilikte birleştirmek kadar olanaksız ve akıl almaz bir şey olur. Sessiz kalmak ise en büyük gaflet olur ki, bu da boynumuzdaki ipin çekilme anını beklemekten başka bir anlama gelmez.
Başkanın 7.7.1999 tarihli BK'ye yazdığı talimat sanırım size ulaşmıştır. Yine son dönem avukatlarla yapılan görüşme tutanaklarını da incelemişsinizdir.
Çok anlatmaya çalıştık, kaygılarımızı, sorularımızı, korkularımızı, kuşkularımızı dile getirmeye çalıştık. Gücümüz ölçüsünde tehlikenin yaşamsallığını anlatmaya çalıştık. Ama etkili olamadık. Ne var ki bu son talimat, kaygılarımızın ne kadar haklı ve yerinde olduğunu gösterdi, doğruladı. Eğer bugün etkili bir tavır alınmazsa parti olarak birkaç aylık ömrümüzün kaldığını büyük bir acı ve öfkeyle belirtmek istiyorum. Şunu çok net vurgulamak istiyorum: Binlerce kez yanılmak isterim, bugüne kadar yazdığım raporlarda belirttiğim kaygı ve korkuların yersiz olduğunu görmek kadar beni hiçbir şey mutlu edemez. Yine yaptığım değerlendirmelerin yersizliğini görmek de benim en büyük dileğimdir. Kesinlikle sabit fikirli değilim, olamam, olmam düşünülemez. Hiçbir şey her şeyimizi verdiğimiz partimiz ve halkımızın kutsal davasının üstünde olamaz. Deyim uygunsa bütün çırpınışlarımın temelinde bu var. Kısacası bu yazdıklarımdan dolayı doğrulanmayı değil, yalanlanmayı isterim.
7.7.1999 tarihli talimatta bütün temel çizgileri ve ana öğeleri çizilen PKK'yi tasfiye planına, komplonun final sahnesine birden bire gelmedik. Bunun ipuçları daha ilk günlerde ortaya çıkmıştı. Ama bu görülmedi, ya da görülmek istenmedi. Görüldüyse de etkili tavır geliştirilmedi. Mahkeme sürecinde, savunmalarda bu tasfiye planının bütün çizgileri tüm açıklığıyla vardı. Ama bu görülmedi, daha da kötüsü “Demokratik Cumhuriyet“, “barış“, “özgürlük“, “kardeşlik“ ve “demokratik birlik“ sözcükleriyle gizletilen bu tasfiye planı hakkında halkımız ve partimizin bilinci çarpıtıldı, belleği silinmeye çalışıldı. Yaratılan sanal dünyada bizi var eden, bizi biz yapan bütün ilkelerimiz, amaçlarımız, değerlerimiz ve her şeyimiz ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Bu süreç katlanarak devam ediyor. Hatta daha tehlikeli boyutlar kazanarak sürüyor. Bir Özgür Politika'da yayınlanan yazılara bakmak bile bellekleri silme, bilinçleri saptırma çabalarının hangi boyutta sürdüğünü göstermeye yeter. Aynı durum buradaki gazete ve dergilerde de yapılıyor. Gerçekler ve aklın sınırları o kadar zorlanıyor ki anlam vermek çok güç, kimi zaman “biz böyle miydik, 25 yıllık bilinç böyle bir çırpıda bir kenara atılacak kadar güçsüz müydü“ diyesi geliyor... Ve bütün bu bilinç ve ruhsal operasyonun gerekli sonucu yarattığını, yapımızın ve halkın istenilen kıvama getirildiğini düşünmüş olmalılar ki, topyekûn tasfiyenin final sahnesini yürürlüğe koymuş bulunuyorlar. Ortada korkunç bir plan var. Dünyada eşi benzeri bulunmayan bu tasfiye planını adım adım gerçekleştiriyorlar. Biz bunu bütün boyutlarıyla anlayacak ve buna karşı tavır geliştirecek yerde bu planın köprüsü, zemini ve aktörleri haline gelmiş bulunuyoruz. Esas kahreden budur. Peki, olup biteni anlamak çok mu zor? Plan çok mu karmaşık, karmaşıklaştıran ne ve kim?
Bana göre plan çok basit ve net. Barış sözü ile bize yedirilen zehrin tadı ilk günde ortaya çıkmıştı. Ama BK inisiyatifi kaçırdı. Hep sorduk: Partiyi kim yönetiyor? Soruyu daha net ve açık tekrarlıyorum: Partiyi Genelkurmay mı, biz mi yönetiyoruz? Bunun mekanizmaları nelerdir?
Başkandan gelen tüm sözleri, istemleri, mesaj ve talimatları, savunma ve mahkeme sürecini, en son 7 Temmuz talimatını bir sistematik içinde incelediğimizde ve değerlendirdiğimizde partiyi kimin yönettiği, nereye götürmek istediği gayet iyi anlaşılır: Bunların hiç birinde Başkan APO yok, Partiyi, parti yönetmiyor.
Devletin başından beri dayattığı mutlak teslimiyet ve tasfiyedir. Bu planın ardında ABD ve diğer uluslar arası güçler var. Ama biz komployu bütün boyutlarıyla deşifre edip halkımızı, partimizi, kendimizi aydınlatmadık, buna göre kendimizi donanımlı kılıp konumlandırmadık. Neden? Şu soru da yaşamsaldır: 15 Şubattan bu yana, bir aylık eylemler sürecini dışta tutarsak, komployu boşa çıkarıcı bir planımız oldu mu, yoksa komplocuların işini kolaylaştıran, ona zemin sunan, köprü olan bir tutum içinde mi olduk? Elbette bunlar tartışılır, hesaplar sorulur. Hiç kimse on binlerce şehidin manevi yargı gücünden kurtulamaz.
Ama bugün daha acil yapılması gerekenler var, öncelikle bunun üzerinde yoğunlaşmak ve tasfiye planını boşa çıkaracak, düşmana pirim vermeyecek bir duyarlılık içinde olmak zorundayız. Çok acil olarak tavır almak, topyekûn ve mutlak tasfiye, imha planının son aşamasını, final aşamasını boşa çıkarmak zorundayız.“ (Anılan Raporların tümü Bir Yanılsamanın Sonu adlı kitabımızda var.)
Bu rapor da somut öneriler ve eylem plan taslağıyla noktalanıyor. Sanırım sorduğunuz soruların birçoğunun yanıtı bu belgelerden yaptığım aktarmalarda var.
Devam edecek...
Re: Başka zamana
merhaba jan bu sayinli hitabi hic bir zaman sevmedim,bana cok itici geliyor,ama senin icinden öyle geliyorsa öyle yaz.
ama su satirlarina bir aciklik getirecegini umut ediyorum..
Ama şimdi hayatı algılama ve yorumlama yöntemlerimiz yıldızlar kadar birbirinden uzak.
PKK totemini kafanızda yıkmışsınız ama yeni bir Anti-PKK ekseninde yeniden bir toteme saplanmışsınız.
Saygısızlık etmek istemiyorum ama kurdistanı Apo PKKsinden kurtarmak için önce kendimizi apo nun yıllarca ruhumuza nakşettiği kabuğu kırmamız gerekir.
hayati algilama,ve yorumnlama yöntemlerimizin farkli olmasi kadar dogal bir sey olamaz,önemli olan bu farkliliklar bir arada olabiliyormu?olamiyormu?bu önemlidir.
kurdistani apo pkksinden kurtarmak icin önce kimlerin aponun ruhlarina naksettigi kabugu kirmasi gerektigini kimler icin kullandin bilmiyorum ama bildigim bir sey varsa bu benim icin gecersizdir.
sen bilmezsende bir cok insan ne oldugumuzu,kim oldugumuzu cok iyi bilir.
kurdistani apo pkksinden kurtarmak icin,her kesin bildiklerini aciklamasi gerekirki biz yillardir bunu yazariz ve söyleriz.
nedense canbeke yazdigin cevap ile kendin bu gün yazdiklarinla celisiyorsun.
kürdkamuoyunu ilgilendiren bir konuda canbekin bana sordugu bir soruya elestiri getirirken,canbekin neden delile sordugu üzerinde biraz düsünmen gerekirdi.
simdi anlayamadiysan bir daha anlatayim.
sen bana yazdigin cevapta cok öneli aciklamalar yapacagini söyledin,acimasizda olsa yazacagini söyledin,yillardir birileri bir seyler aciklayacagiz diye bu milleti habiore oyalayip durdular,bir seyler yazdiklarini zanettiler,aslinda kendilerini yazdilar,sirlari cözdük dediler birde baktikki cözdükleri kendi sirlari oldu.
iste canbekin kürd kamuoyunu ilgilendiren bir soruyu,neden bir kisiye sordugunun cevabida burda yatiyor.
ben cok sey biliyorum,aciklarsam bilmem depremler olur,yer yerinden oynar demekle olmuyor,herkes ne zaman bildiklerini aciklarsa ,o zaman kimsenin koca bir forumda kürd kamuyoyunu ilgilendirne bir soruyu sadece delile yöneltmesinin geregide kalmaz.
sahi bildiklerini niye aciklamaktan vazgecti,?forumda yeni olman buna engel degildir,tam aksine kürd kamuyoyunu ilgiulendiren konularda bu forum cok isteklidir ve aciga cikmasini isteyen insanlarin cogunlukta oldugunu bilmem söylememe gerek varmi?
apoculuk kabugunu hic bir zaman giymedim,cok taviz verdim,sessiz kaldim ama hic bir zaman apocu olmadim.
ben hep kurdistani idim,ve hep kurdistani kalacagim.
sev gelek bash
ek olarak
canbek dayimin sordugu soru ile senin verdigin cevabin bir alakasi olmadigini daha önceki yazimda belirtmistim,bizim tartistigimiz duran türk oldugu icinmi sevilmiyor ve tepki duyuluyordu,sen bunu irkcilikkokan bir baslikla getirip kimin daha cok infazci olduguna getirdin,bunu yaparken soru baska mecralara kaydi,duranin durumunu,neden sevilmedigini,yasar kaaa gibi birinin cemali överken durana neden sövdügünü bunun nedenlerini hic bir sekilde deginmedin.
sen ise durumu geitirip kimin daha cok infazci olduguna getirmek istedin bununlada soru gercek mecrasindan cikip,duranmi daha cok infazci,yoksa cemalmi daha cok infazci tartismasina cektin,bunu yaparkende yine bilcaltinda durani savunup,onu mazlum göstermeye calistin hemde duran seni hic zorlamdan durani savundun,iste duranin sistemi budur.
dedigim gibi bir cok insan duran icin tetik cekmistir ama duran icin tetik cektiklerini hic bir zaman anlayamamistir.
yasar kayanin cemali sevmesini,durani sövmesini getirip duranin türk olmasina bagladin,bu yanlistir.
durani sevmeyenlerin büyük cogunlugu onun kürd düsmani bir ajan oldugunu bildigi icin onu sevmiyordur,onun kürdkiran oldugunu,kürd kaninin dökülmesinden hayvanlar gibi zevk aldigini bilenler elbette durani sevmeyeceklerdir.
kürd insaninin durani sevmemesi icin binlerce nedeni vardir.
yine bu kürd milletinin durandan nefret etmesi,ve onun alcakligini aciklamasi icin binlerce nedenler vardir.
sev bash
Re: ek olarak
Siz beni yanlış anladınız. Ben bir şeyleri biliyorum diye atılmadım sadece yöntemi eleştirdim o kadar.
Gerçekten emin olun bir şey bilmiyorum, o kastetiğiniz anlamda.
Bir şeyleri bilmiyor olmamıda kendim için çok avantaj olarak görüyorum.
Şundan eminim 100 yılda geçse Apo'nun,Duran'ın T.C. sisteminde yer aldığı ortaya çıkmaz ve kanıtlanamaz, bunun bu sekilde kritize etme boş bir uğraştır ve zaman kaybıdır.
Önemli olan Aponun Kurdistan üzerinde gelinen aşamada zararlarını ve yanlışlığını kaliteli yazınsal, felsefi ve sosyolojik belirlemelerle açığa çıkarmak ve taraf olmaktır.
Ben kendimde bu gücü bulamadım.
Ama birileri çıkaracaksada yaşadıklarımızı,analizlerimi biraz nesnel yapalım.Bunu sizin için söylemiyorum,ama gerçekten muhalefet pusulasını kaybetmiş.Günübirlik yaşıyor, bir tarafta T.C. cevab yetiştiriyor bir taraftanda PKK cevab yetiştiriyor.
Sevbaş
degerli jan
umarim tartismamizdan rahatsizlik duymuyorsun,bunu hisettigim anda tartismayi keserim,seni kirmakyada incitmek gibi bir istemim söz konusu olamaz,genelde kürd olduguna inandigim insanlara karsi sevgi ve saygida kusur etmem.
eski gerilla arkadaslarimlada karsilastigim zaman cok büyük bir onur ve sevinc duyarim.
gecenlerde zinar arkadasla yazisirken tesadüfen gazi bir arkadasimin,kanser hastaliginin pencesinde oldugunu ve sayili günlerinin kaldigini ögrendim,bu arkadas yanilmyiorsam bir mayinin patlamasindan sonra iki gözünü kaybetmisti.
bu arkadas silopili bir arkadasti ve bu arkadasimi görmeyi cok istememe ragmen bir türlü karsisina cikma cesareti gösteremedim.
ilginctirki daha önce almanyanin kuzey ren eyaletinde benim bulundugum bir eve geldi bu arkadas,ben onu tanidim ama ona kim oldugunu bir türlü aciklama cesareti gösterememistim,ve onunla oturup sohbet edememistim.
o bulundugum evin salonunda yarim saaten fazla oturdu.
oturdugu sürec zarfinda ona hosgeldin den baska tek kelime etmedim,bu arkadasin banyo ihtiyaci oldugundan dolayi oraya geldigini,elbiselerinin bu evde yikandigini ögrendim,arkadasi banyoya götürdükleri anda ben hizla o evden ciktim.
halbuki o arkadasin banyosunu yaptirmak,sirtini keselemek,ona arkadasligimi tekrar hisetirmek icin o an canimi bile verebilirdim,ve gerillada birlikte kaldigim birlikte ayni mangada yattigim,onlarca kez birlikte göreve gittigim,birlikte depolar yaptigim bir arkadasimdi.
muhtemelen seninde taniyor olabilcegein bir arkadastir.
ne yazik ki bu arkadasimin banyosunu yaptirmak,onun sirtini keselemek,ona kendimi tanitip eski arkadaslarinin her zaman yaninda oldugunu hisetirmek icin duran kalkanin sistemini delmemiz gerekiyordu,bu sistemi delmek benim icin bir tehlike arz etmesede bu arkadas icin gazi olduguna bakilmaksizin hayatini tehlikeye atabilirdi,cünkü daha önce iskence edilerek yakilarak öldürülen gazilerimizin varligindan haberim vardi.
gazi arkadasimi delil dersimi adindaki kackin ve ajan ile iliskisi var diye,hedef yapmamak icin duranin sistemine bir kez daha teslim oldum ve bu sistemi delemedim,eski arkadasima kendimi tanitamadim.
bunun acisini halen yasiyorum ve seninle paylasmak istedim.
bu arkadas ya dün bu gün hayata gözlerini yummustur,yada bir iki gün sonra ebediyete ugurlanacaktir.
Sorun DNA'da değil