Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 15 March 2010

Son iki üç aydır yurtsever kamuoyunda Sayın Kemal Burkay'ın (*) „Anılar“ kitabıyla ilgili dikkat çeken bir tartışma sürüyor.

Şimdiye kadar TKSP'nin üç kurucusu Sayın Faruk Aras, İhsan Aksoy, Mehdi Zana ve iki eski MK üyesi Bedirhan Epözdemir ve Suleyman B.'in de aralarında bulunduğu çok sayıda Kürd yurtsever şahsiyeti kitaba ilişkin görüş belirttiler. Bu makale ve yazılı değerlendirmeler Kürd internet sayfalarında hala asılı duruyor.

Tartışma ve eleştiriler, Burkay'ın rahmetli Zeki Adsız'la ilgili kullandığı siyaset ahlakına ve diline yakışmayan çirkin bir nitelemeye ve kriminal tipleme yakıştırmasına gösterilen haklı tepkilerle başladı. Aslında kitapta başka insanlara da bolca benzer hakaretlerde bulunuluyor.

Daha sonraları bu tartışmalar giderek Kürd siyasetinin dili, üslubu ve de yurtsever harekette görevler üstlenmiş kadroların karakter özelliklerini irdeleme düzeyine sıçrayan bir öz kazanarak gelişti. Konunun böyle bir özellik kazanması, Kürd yurtsever hareketinin yakın geçmişe ilişkin bazı anlayışları ve kavramları tartışmaya açması bakımından yararlı oldu. Aslında bu bir ihtiyaçtı. Önemli olan, bu tartışmayı günümüze ışık tutacak bir içeriğe ve düzeye kavuşturmaktır. Ki bazı makalelerde bu amaca hizmet edecek önemli bilgi ve yorumlar var.

Bu tartışmada 70'li, 80'li, 90'lı yılların siyaset ve örgüt anlayışlarıyla, günümüz ihtiyaç ve beklentileri arasında ortaya çıkan boşluğu tarif edebilirsek, bu çerçevede yeni bir düşünsel, siyasal ve örgütsel atılımın eşiğine gelebilirsek, o zaman yapılan işin Kuzey Kürdistan yurtsever hareketine yararı olur.

Burkay'ın „Anılar“ kitabının iki cildi de kanımızca bu tartışmaya çok önemli bir zemin sunmuş ve bir hayli somut malzemeler sağlamıştır. Bu anlamda Burkay'ın kitaplarını, sadece kendisi ve grubuyla ilgili „anılar“ olarak ele almamak gerekir. Bu kitaplar 70'li ve 80'li yılların “lider tipi ve örgüt tarzı“ konusunda bir önörnek özelliğindedir. Birçok konularda örgütlerin ve liderlerin adlarını rahatlıkla kaldırıp değiştirebilirsiniz. Arada önemli niteliksel farklar yok. Fark niceliktedir, kapsam ve yoğunluktadır. Diğer örgütlerde de benzer bir «lider örgütü» yapılanmasına rastlamak mümkün. Yine bazı farklı özellikler taşısalar da hepsinde liderlerin örgüt içinde bizzat kendilerinin yarattığı „lideri koruyucu-kollayıcı bir statükocu yapılanma ve anlayışı“ bulursunuz. Statükocu yapı ve anlayışla „uyumlu“ olduğunuz sürece, yeriniz korunur, hatta örgütün gözdesi durumunda olabilirsiniz. Statükoculuğu irdelemeye başladığınız andan itibaren „suyunuz ısınmaya“ başlar, size hemen bir yafta hazırlanır. Önce „kazan kaynatılır“, sonra önünüze bir „kişiliksizleştirme itirafnamesi“ konur veya böyle bir duruma zorlanırsınız. Denilenlere uyarsanız bir süre daha gözetlemede tutulursunuz, uymazsanız „örgütün ve halkın mücadelesinin yüksek çıkarları adına“ (siz bunu örgüt liderinin bencil kariyerist şahsiyeti adına olarak okuyun!) yaftanız boynunuza takılır ve „ipiniz çekilir“.

Bu tür yapılanmalara ve tarzlara genellikle hemen leninist-stalinist örgüt modeli adını koruz. Bu niteleme doğrudur, ama eksik. Bu tür yapılanmaları ve yönetme tarzını solculukla ilgisi olmayan yasal örgütlerde de görmek mümkün. Türkiye'deki partilere bir göz atın, hepsi tam bir „Lider sultası“ işgalinde.

Siyasal Partiler ve Sivil Toplum Örgütleri çoğulcu demokrasinin temel siyasal araçları ve toplumsal direkleridir. Örgütler kendileri yapısal olarak demokratik olmazsa, toplum da demokratikleşemez! Kuzey Kürdistan yurtsever hareketi bakımından sorunun özü budur. Örgütlerimiz modern demokratik bir yapıya sahip değiller, bu nedenle toplumda demokrasiyi yerleştirebilmeleri güçtür. Hele „düşük yoğunluklu“ kirli bir savaşla, koruculaştırmayla, zorla göçle adeta iğdiş edilmiş Kürd toplumuna demokrasiyi ve evrensel değerleri taşıyabilmek hiçte kolay değildir! Bu zor iş bugünden yarına gerçekleşemez. Ama hiç olmazsa konuyu medeni tarzda tartışıp ortaklaşa bir bilincin oluşmasına karşılıklı katkıda bulunmak gerekir. Yeni kuşaklara olumlu tecrübe ve bilgiler aktarılmalıdır. Bu tartışmaya ilgimin en önemli nedenlerinden biri bu umut ve arzumdur.

Neden aylar sonra gecikmeyle bu tartışmaya katılıyoruz?

Burkay'ın „Anılar-Belgeler“ kitabının 1. cildini sekiz yıl önce ilk çıktığı sıralarda, bir Newroz şenliğinde edinmiştim. Zevkle okumaya başladım. Özellikle Burkay'ın çocukluk ve gençlik yıllarını büyük bir ilgiyle okuduğumu hatırlıyorum. Yoksul, kendi halinde her Kürd ailesinde yetişen bir gencin acılarla dolu onurlu bir yaşam hikayesi. Bizlerin çoğunun da yaşamı Burkay'ınkinden çok da farklı değil. Arada sadece mekan ve zaman farkı var. 1940'lı yıllar bizde (Lice'de) ve Kürdistan'ın diğer bölgelerinde kıtlık dönemidir. Biz de büyüklerimizden o yılların acılarını „salên xelayê“ (kıtlık yılları) diye çok dinlemişiz. Anılarında yazdıklarından anlaşılıyor ki Burkay'ın ailesi de dramatik bir yaşam hikayesine sahip. Okuduğum bölümden hatırımda kalan, bende iz bırakan bazı bilgiler de Dersim yöresiyle ilgili folklorik bilgiler, gelenek görenekler, inanç tarzı ve insan ilişkileri idi.

Kitabı henüz okuyorken, o arada değerli hemşehrim ve büyüğüm Dr. Tarık Ziya Ekinci'yle bir telefon görüşmemiz oldu. Bana Burkay'ın kitabını sordu. Elimde olduğunu, okuduğumu söyledim. Kitapta kendisiyle ilgili bazı değerlendirmelerde bulunulduğunu belirtti. Bir dostunun kendisine, bilgi verdiğini, ama öncelikle kitabı görmek ve okumak istediğini ekledi. Bana sordu. Kitabın henüz ilk bölümünü okuduğumu, kendisiyle ilgili bilgiye rastlamadığımı söyledim. Tarık Dayı çok dikkatli ve prensipli bir insandır. Hiçbir yorumda bulunmadı, sadece çok nazikçe kendisine bu kitabı bir an önce gönderebilirsem sevineceğini söyledi. Belki cevap yazma gereği olur dedi. Telefon görüşmesinden sonra doğal olarak ilgim bu konuya kaydı. Kitabın içindekiler bölümünden Burkay'ın TİP dönemi anlatımlarının geçtiği bölümleri buldum ve göz gezdirdim. Tarık Ziya Ekinci adının geçtiği sayfaları okumaya çalıştım. TİP'le ilgili hemen her bölümde adı geçiyordu. Okumam pek düzenli olmadı, bazı notlar aldığımı hatırlıyorum. Kitabı geciktirmeden hemen gönderdim. Hatırımda kaldığı kadarıyla Sayın Ekinci'yi üzecek haksız nitelemeler vardı. Üslup o zaman da dikkatimi çekmişti. Ama yapılacak birşey yoktu. Üstelik Tarık Dayı zaten anılarını yazacağını söylemişti, bu konuya da mutlaka açıklık getirirdi. Sonradan “Bir Kürt Aydını'nın Lice'den Paris'e Uzanan Yaşam Serüveni“ adlı iki ciltlik otobiyografik bir çalışmasının olduğunu öğrendim. Orada olaylarla ilgili gerçekleri ve düzeyli tarihi yorumları okuma olanağını bulacağımıza inanıyorum.

Burkay'ın “anı“ kitapları geçen yıl ikinci cildin yayınlanmasından yaklaşık dört beş ay sonra güzün yeniden gündemimize girdi. NAVEND'in ekim 2009 da Bonn'daki bir toplantısında arkadaşlarımızdan Sayın Dr. Nebi Kesen kitabı sordu. Henüz görmemiştim. Kitabın 1. cildini İstanbul'a Sayın Ekinci'ye postaladıktan sonra o kitabı da yeniden edinme ve okuma fırsatı bulamamıştım. Ancak bir ay kadar önce Burkay'ın kitaplarını satın aldım. (Evet satın aldım! Birçok eski yol arkadaşına ve elbet bana da, çeşitli şekillerde hakarete varan hafiflikler yapmış olsa da, bu kitabı hazırlarken emek harcamış. Kendisi arkadaşlarınınkine saygılı olmasa da, biz O'nun emeğine saygı duymalıyız. Hakaretlerinin, küçümseyici ve alaycı tavırlarının tam karşılığını tutar mı tutmaz mı bilemem, ama istenen parayı ödedim!)

Gerçek şu ki, aslında ilk başlarda kitap pek ilgimi çekmemişti. Benim için o “eski dosyalar“ kapanmıştı. Politik kulvarımız farklılaşmıştı. Araya on yıllar girmişti. 1985 – 2009 tam 24 yıl olayın üzerinden geçmişti. Burkay'la neyin tartışmasını yapacaktım? Hem sonra bunun Kürd hareketine ne yararı olacaktı? Önceleri böyle düşünüyordum. Ancak bu konu giderek sık konuşulmaya başlandı. Hem Nebi Kesen dostum, hem çok sayıda başka arkadaş, dost ve tanıdık bu konuda dikkatimi çeken görüşler dile getirdiler. Bu arada değerli arkadaşım Faruk Aras'la değerlendirmelerimiz oldu. Sayın Munzur Çem telefonla aradı, bazı konularla ilgili hafızasını yoklayan sorular sordu. Özetle kitabı okuyan tüm arkadaşlar, Burkay'ın kitapta herkese saldırdığını, hakaretlere varan haksızlıklarda bulunduğu görüşündeydiler. Gözlem ve duyumlarım itibariyle, bu kitapla ilgili Kürd yurtsever kamuoyundaki yaygın kanı bu yönde.

Kitapla ilgili dile getirilen görüşler doğru. Gerçekten Burkay'ın salvolarından herkes payını almış. Öyle ki suskunluğun yurtsever kamuoyunda “ikrar“ anlamına gelebileceği uyarısında bulunan dostlarım da oldu, ki bu uyarılar da bence yerinde. Yayınlanan şey, taraftarlarını ikna etmek için yazılmış ajitatif bir “parti iç genelgesi“ değil, bir kitap yazılmış. Bu kitap Kürd Kütüphaneleri'nin Türkçe kitapları arasında yerini alacak. Az veya çok, bazı insanlar ilgi duyacak, okuyacak ve tek taraflı bilgilenecekler.

Hatta böylesi örnekler şimdiden görülmeye başlandı bile. Burkay'ın Dengê Kurdistan adlı web sayfasında Firat Canbekli adında biri “Kemal Burkay ve Anılar“ başlıklı bir yazı yazmış. “Tarih bilmeyenin tarih bilinci, tarih bilinci olmayanların siyasal tarih bilinci olamaz“ diye başlıyor ve Burkay'ın anılarını siyasal tarih bilinci edinmenin önemli bir kaynağı olarak gösteriyor. İnsanın vah deyip dizlerine vurmaması elden değil. Şöyle devam ediyor makalenin yazarı: “Anıların ikinci cildi Türkiye ve Kürdistan'ın son 40 yıllık siyasal dönemine yeniden ışık tutuyor. Bilinmeyen bazı olayları ortaya koyuyor. Bu bağlamda bu dönemde rol alan kişi ve grupsal aktörleri yeniden değerlendiriyorsunuz. Zaman zaman da keşke şöyle olsaydı dediğiniz de oluyor“ Hele bu yazıda bir paragraf var ki, insana parmak ısırtıyor! Şöyle:“Anıların bu cildinde PKK'yı ulusal birliğe çekme çabaları da yer alıyor. Kemal Burkay'ın bu konuda 1982 yılında PSKT MK'ne sunduğu PKK'ne yönelik çağrı girişimi ve o güne dek kabul edilmeyen ilk önerisi. Acaba bu öneri kabul edilip yaşama geçme şansı olsaydı PKK'nin Suriye'nin kontrolüne girmesi önlenebilir miydi? ...“ İşte tam bir çarpıtma! Burkay PKK'yle yakınlaşmayı önermiş, bunu istemiş de TKSP MK'si Burkay'a rağmen bunu reddetmiş! Birkez bu olay doğru değil.

Burkay'ın PKK'yla Diyalog Konusunda Yazdıkları Eksik , Kısmen De Yanlış

F. Canbekli'nin bu satırlarını okurken, aklım birden 1981-1982 yıllarına kaydı. O yıllarda genellikle sınır bölgesinde Qamışlı'da kalıyordum. Diğer gruptan insanlarla ve PKK'lilerle çok iyi diyaloğumuz vardı. Mazlum Doğan'ın Diyarbakir zindanında şehit düşmesinden sonra, PKK'lilerle evimizde geçen bir sohbetimizde “Mazlum Doğan Kürd halkının bir şehididir. Bu anlamda O bizim de şehidimizdir.“ cümlesini kullanmıştım. Bu cümlem üzerine kaynatılan cadı kazanını şimdi bile hatırladığımda sıkılıyor ve utanç duyuyorum. Bu cümlem, “Mazlum Doğan Parti şehidimizdir.“ dediye dönüştürülerek benim için neredeyse bir disiplin olayı haline getirildi. Arkamda neler söylendi, hangi raporlar yazıldı, çizildi bilmiyorum. Ama 1983 MK Toplantısı'nda “meşhur suçlarımdan“ biri de buydu.

Benim o gün de bugün de görüşüm bu yöndedir. Kürd halkının özgürlük mücadelesi için canlarını feda edenler Kürd halkının şehitleridir, bu çerçevede onlar hepimizin şehitleridir. Metin Aksoy, Yilmaz Demir, Necmettin Büyükkaya, Haci Suphi Şık nasıl Kürd halkının ölümsüz şehitleri ise, Mazlum Doğan, Hayri Durmuş, Ferhat Kurtay, Urfan Alpaslan ve daha yüzlerce binlerce fidanımız, oğlumuz, kızımız, kardeşimiz hepsi Kürd halkının özgürlük mücadelesinin şehitleridir, ölümsüz yiğit evlatlarımızdır onlar. Bu yiğitlerin haykırarak şahadete ulaştıklarında hangi Kürd örgütünün adını ve amblemini taşıdığı benim için belirleyici değildir. Onların hangi dava uğruna toprağa düştüğüdür esas olan. Amed zindanında Ferhat Kurtay bedenini ateşe verirken, kemikleri alevler arasında çıtır çıtır yanıyorken bile, son dileği olarak bir başka tutuklu arkadaşı Selim Dindar'dan Kürdçe bir türküyü “sewdaliya min“ı söylemesini istemesi; işte bu olay, halkına, ülkesine, diline olan sonsuz sevgi ve bağlılığın eşi benzeri yaşanmamış asilane bir örnek değil mi? Peki Ferhat'a şehidim demiyeceksin de kime diyeceksin ve ne diyeceksin! Mazlum Doğan da öyle.

Kürd örgütleriyle ilgili görüşlerim de şehit yaklaşımımla benzerlikler içeriyor. Bir yazımda şunları söylemişim: “Kürt örgütleri çağlarken değişik sesler çıkaran ırmaklara benzeseler de, sonuçta hepsi de aynı ’Kürt Okyanusuna' sularını taşırlar. Birimiz Fırat, birimiz Dicle, diğerimiz Zap, öbürümüz Ava Reş'tir. Ama hepsi de Kürdistan'ın kaynak zenginliğini oluştururlar.“ (Hevdem, Sayı 5, Şubat 1994, sayfa 38)

1983'te Sayın Burkay başta olmak üzere MK Üyelerinin çoğunluğunu maalesef “Mazlum Parti şehidimizdir“ demediğime bile inandıramadım! Ad vermek istemiyorum, ama bu konuda en sert tavır takınanların bazıları, bugün, o dönem PKK'yla diyalogdan yana olduklarını söylüyorlar, yazıp çiziyorlar. Yine Burkay'ın bu konuda yazdıkları da gerçeği tam yansıtmıyor. PKK'yla diyalog konusundaki alıntıyı yapalım ve gerçeği yazalım.

“Bu konuyu MK toplantısında konuştuk. Arkadaşlara, PKK'dan dörtbaşı mamur bir özeleştiri beklemenin yanlış olduğunu, bu tür örgütlerin niteliğinin bunu yapmaya elvermediğini, böyle bir tavrın onları iteceğini, oysa birlik çalışmaları içinde onları etkilememizin daha kolay olduğunu söyledim. Ne var ki, Faruk'un dışında öteki arkadaşlar önerimi benimsemediler. Bu benim o güne dek MK'da reddedilen ilk önerimdi. Arkadaşlarım PKK konusunda bu denli sert ve uzlaşmazdılar...“ (age. S.223)

Hemen şunu söyleyeyim: TKSP'nin tarihinde Burkay'a rağmen, Onun gerçekte istemediği, karşı olduğu bir kararın alındığını kimse gösteremez! TKSP'nin tarihinde böyle bir olayı bilmiyorum, yoktur! TKSP'de Burkay'a rağmen asla ve asla bir iş yapılamazdı, yapılsa da Partiyi bağlayan bir karar veya faaliyete dönüşmesine asla izin verilmezdi. Burkay bu gerçeği bizzat yukarıdaki alıntıda “O güne kadar MK'da reddedilen ilk önerimdi“ diye dile getiriyor. Ama bu sözleri de gerçeği tam yansıtmıyor. Açıklayalım.

O dönem özeleştiri yapma koşulunu öne sürmeksizin içtenlikle inanarak PKK'yla diyalogtan yana olan iki isim vardı: Bunlar Faruk Aras ve Bayram Ayaz idi. Şahsen benim görüşlerimin böyle biçimlenmesinde Suriye'deki Kürd dostlarımızın da etkisi olmuştu. Ayrıca bu konuları Faruk arkadaşla hep ortak değerlendirirdik, görüşlerimiz hemen hemen aynıydı.

Ben bu konunun tartışıldığı MK toplantısının sadece birinci gününe katılabildim. Çünkü o MK Toplantısı (1981) sürerken, bizden aldığı altı aylık toplu kiranın üzerine oturacağı ümidiyle ev sahibi olan kişi ihbar ettiği için yeni tuttuğumuz evin kapısının tam önünde yakalandım. Toplantı halindeki MK Üyesi arkadaşlarımıza yönelik bir operasyon olmasın ve zaman kazanıp oradan uzaklaşsınlar diye gözaltında tam iki gün ağzımı açmadım. Bu sürede yediğim birkaç cop ve kalın kablodan yapılmış kamçıların darbelerinden söz edemeyeceğim. Çünkü o dönem insanlarımız Türkiye zindanlarında öyle ağır işkenceler gördüler ki, birkaç cop ve kablo darbesinden söz etmek abes ve ayıp kaçar. Evet tam 17 gün Şam'da Müslüman Kardeşler Örgütü yanlısı tutukluların bulunduğu nerede olduğunu hala bilmediğim yeraltı hücrelerinde kaldım. Aynı günlerde rahmetli Necmettin Büyükkaya ve başka Türkiyeli birkaç politik göçmen de yakalanmışlardı. Yani ben Burkay'ın sözünü ettiği kararın tartışmasına katılamadım. Öyle bir kararın altında benim imzam yoktur.

İkinci nokta, Burkay bu konuda bizzat kendi kendisini tekzip ediyor.

Şöyle, MK toplantısı için Şam'da bulundukları dönemde, kuzeyli diğer Kürt örgütleriyle ve bu arada başka dost şahsiyetlerin de hazır bulunduğu ortamlarda Abdullah Öcalan ile de görüşmeleri olduğunu yazıyor. (age. Sayfa 221)

Burkay, A. Öcalan'a aynen şunları söylediğini belirtiyor:

“Sözü ben aldım. .... Bütün bunlardan dolayı ciddi bir özeleştiri yapmaları gerektiğini, bu özeleştirinin, en çok da bize ve diğer yurtsever örgütlere karşı düşmanca duygularla şartlandırılmış olan kendi tabanları için gerekli olduğunu; ayrıca, bundan böyle aynı tutumun sürmeyeceği konusunda güven vermeleri gerektiğini söyledim. ....“

Burkay'ın inandığı gerçek görüşleri bunlardı. Bu sözlerin sarfedildiği Öcalan'la görüşme günleriyle MK toplantısı arasında ancak bir iki gün geçmiştir. Söylenenlerden hangisine inanacaksınız? Hele Sayın Burkay'ın şu cümlesi o günkü olayların tanıklarıyla ve bugün de okuyucunun muhakeme gücüyle adeta alay eder cinstendir. MK'nın güya reddettiği önerisiyle ilgili şöyle diyor Anılar kitabının yazarı:

„Ama öyle sanıyorum ki o günkü önerim, PKK'yı birliğe çekme, etkileme, belki de yeni ve çok daha büyük yanlışlardan koruma yönünde bir fırsattı. Bu fırsatı kullanamadık ve PKK, bir serseri mayın gibi yuvarlanıp gitti, kolayca Suriye'nin güdümüne girdi. İlişkilerimiz ise iyileşeceğine yeniden koptu, önce tartışmalara, sonra çatışmalara vardı...“ (age. Sayfa 223)

İnsaf doğrusu! Burkay gerçek düşüncelerini gizliyor, aslında isteseydi öyle bir karar alınmazdı. Bunları yazarken sayın Burkay bir gerçeği daha unutuyor. Örneğin: 1983 yılı baharında yazdığı „Devrimcilik mi, Terörizm mi? PKK Üzerine“ adlı 208 sayfalık kitabına „PKK'yla diyalog“u tartıştığı kitabının bölümünde hiç değinmiyor. O kitabın PKK'yla ilişkilerin bozulmasındaki etkileri adeta gizleniyor! Kitaptan Anılarının 324. sayfasında başka bir başlık altında söz ediyor, adeta araya sıkıştırarak geçiştirmek istemiş. Gerçeği açıkça yazmak gerekir. PKK'yla ilişkilerin kopup sertleşmesi ve ardından da çatışmalara dönüşmesi adı geçen kitabın yayınlanmasından (Mart –1983) sonra başladı. Sayın Burkay böylesi tarihi bir konuda suçu MK üyesi arkadaşlarının omuzuna atıyor ve kendisini ince biçimde bu siyasi vebalin uzağında tutmaya çalışıyor. Arkadaşlarınıza haksızlık ediyorsunuz. Ama bu zaten onun yöntemi: „Güzel şeyleri o yapmış, kötü şeyleri beceriksiz, siyasi öngörüden yoksun arkadaşları“!

Bu konuyla ilgili bir anı-anekdotu da okuyucuya sunalım.

1983 yılı başında Parti kararı gereği Türkiye'ye geçmek üzere Şam'dan Berlin'e geldim. Burada yolculuğum için gerekli evraklarımı bekliyordum. Bu arada merhum Osman Sebri'nin oğlu sayın H. S.'nin Berlin Üniversitesi'ne bağlı Oskar-Helene-Heim Durağındaki öğrenci yurdundaki odasında kalıyordum. Sayın Burkay Isveç'ten geldi, Ziya Abê ve rahmetli Apê Selim (Mustafa Budak) de geldiler. Yanlış hatırlamıyorsam Apê Selim rahatsızlığından dolayı Avrupa'ya geçmişti. Burkay bize PKK Üzerine yazdığı çalışmanın daktiloyla yazılmış ilk metnini verdi. Okuyup görüşlerimizi belirtmemizi istedi. Ben de okudum. Metinde PKK kadrolarıyla ilgili bazı nitelemeler dikkatimi çekmişti. «İşsiz, cahil, yarım-yamalak eğitim görmüş devşirme insanlar» gibi nitelemeler kullanılmıştı. Ben bu tür nitelemelerin kullanılmasının doğru olmadığını, PKK'lilerden tepki alacağını ve kitapta tartışılmak istenen görüşlere gölge düşüreceği yönünde bir itirazda bulundum. Bu kelimelerin yerine başka ifadeler kullanılmasının yararlı olacağını söylemeye çalıştım. Hay söylemez olaydım! Sayın Burkay birden sinirlendi, kağıdı fırlattı, «Ben bu kadar yazabildim, alın siz yazın!» diye kükredi. Doğrusu ben neye uğradığımı şaşırdım. Çok saygılı biçimde «Görüşümüzü sordunuz, ben de önerimi söyledim.» diyebildim. Ortam gereksiz biçimde birden gerginleşti. Sustum. Hepimiz sustuk. Ama olayın çok zoruma gittiğini, çok incindiğimi şimdi gibi iyi hatırlıyorum. Rahmetli Apê Selim mütevazi bir insandı. Birkaç dakika geçtikten sonra dışarı çıkmamız için bana işaret etti. O bıçakların ağızları açamadığı buz gibi odanın sessizliğini bozmadan usulce dışarı çıktık. Okuyucunun tahmin edebileceği gibi gezinirken Apê Selim gönlümü almaya çalıştı. Her zaman karşılıklı yaptığımız gibi dönemin zorluklarından söz ettik, „Abênin yükünün ağırlığından“ dem vurduk, devrimci mücadelenin çetin bir iş olduğunu birbirimize söyleyerek avunduk. Sayın Burkay anılarında birçok yerde arkadaşlarının Ona olan saygısında zamanla azalma olduğundan söz ediyor, yakınıyor. Bir Hint atasözü var, der ki: „Başkalarına gönderdiğiniz gülümseme, size tatlı gülücük olarak döner.“ Çok doğaldır ki, başkalarının üzerine yerli yersiz bağırıp çağırırsak, bunu kendimize bir hak sayarsak, karşımızdakiler de bizden zamanla soğur, ve onurlarını çiğnetmemenin uygun davranış biçimlerini geliştirirler. Biri boğazlaşmayı tercih etmez sessizce istifa eder yanınızdan uzaklaşır, bir diğeri sessizliğe gömülür geminin uygun bir limana yanaşmasını bekler, bir başkası dayanabildiği kadar birşeyler anlatmaya çabalar iyi niyet havuzunda çırpınmaya çalışır. Ama birgün gelir herkes vicdanının sesine kulak verir, onurunu çiğnetmemeye çalışır ve yollarını ayırır. Sayın Burkay bütün bunları göremedi, görmek istemedi, hatayı ve hatalıyı hep kendi dışında aradı. Bunun en açık kanıtı bizzat kendisinin kaleme aldığı anılarıdır. Her MK toplantısında bir MK üyesi ayrılma noktasına gelmiş, ya da ayrılmış. TKSP tarihinin akışı işte böyle olmuş.

Genç kuşaktan insanlarımız söylenilenleri ve yazılanları daha dikkatli değerlendirmeli. Burkay'ın „Anıları“ da dikkatlice ve eleştirel bir bakışla okunması gereken bir kitaptır. Yazılanları hemencecik doğru olarak algılamamak gerekir. Yaşını başını bilmediğim, tanımadığım okuyucu F. Canbekli'nin içine düştüğü durum bu olmuştur. Burkay'ın “Anıları“nı kaynak gösterirseniz, böyle çarpık bir tarih öğretmeye kalkışırsanız, bilinciniz yanlış biçimlenir, bakışınız şaşı olur.

“Türkiye ve Kürdistan'ın son 40 yıllık siyasal dönemine ışık tutan“ bir kaynak! Bu cümleleri okuduğum zaman bazı insanların ne kadar çabuk kanabileceğini üzüntüyle gördüm. Bu nedenle, olup bitenleri mutlaka gerçeğe uygun ayaklarının üzerine düzgün oturtmak gerekir. Böylece olayların mümkün olduğunca objektif kavranması, ve bu dönemde tek tek kişilerin ve grupların rollerinin mümkün olduğunca doğru anlaşılmasına katkıda bulunmalıyız. Bu kaçınılmaz bir görev haline gelmiştir.

İşte bütün bu gelişmeler adı geçen kitabı inceleme ihtiyacını bende de yarattı. Yorum ve değerlendirmelerim daha çok kitabın 2. Cildiyle ilgili olacak. Benim de canlı tanıklarından biri olduğum olayların anlatıldığı kitap 2. cilttir. Kitabı okuduktan sonra, Burkay'ın yazdıklarına cevap yazmanın ahlakî ve vicdanî bir zorunluluk olduğu kanısına vardım. Gerçekten de yaşınız, geçmişteki hizmetleriniz, ünvanınız ve “devrimcilik terfileriniz“ ne olursa olsun, hatta mücadelede ne kadar fazla acı çekmişseniz çekin, dışınızdaki insanları direk veya dolaylı aşağılama, onlarla alay etme, insanların mücadelesini sıradanlaştırma, bir dönemin gerçeklerini karartma hiç kimsenin hakkı da, haddi de değildir. Ne acı ki, Burkay'ın kitabının dili ve üslubu bu. Birçok gerçek gizlenmiş, yarım sunulmuş, ince ince çarpıtılan olaylar da çok.

Süpermen ve Hatasız Lider Kemal Burkay

Burkay'ın kitabında hemen ilk okumada çok kaba biçimde göze çarpan iki önemli özelliğe işaret etmekte yarar var.

Birincisi: Burkay TKSP'nin yazdığı on yıllık mücadelesinde yukarıda da vurguladığımız gibi, olumlu ne varsa herşeyi kendisine mal etmiş. Olumsuzlukları da hep arkadaşlarına yüklemiş. Kendisi hiçbir hata yapmamış. Hatasız Lider (!). Sadece, yer yer “bütün bu atıl, bozguncu, disipline gelmeyen eski arkadaşlarının“ güya tahribatlarını önlemekte yetersiz kaldığını, bazen “eksiklik ve hayıflanma“ olarak yazdığı cümleler var. Değilse o hiç hata yapmamış. Hatasız kul, hatasız lider! Yorumu okuyucuya bırakıyorum.

Bu satırları yazarken şunları da özellikle belirtmeliyim. TKSP'nin kuruluşunda ve sonraki faaliyetlerinde Burkay'ın elbette büyük ve belirleyici payı var. Yine çalışkan, üretken, dünya malında gözü olmayan, gösterişten uzak, lükste gözü olmayan ve azla yetinmesini bilen bir insandı. Ben O'nu 70'li yıllarda bu özellikleriyle tanıdım ve bu yanlarını kendime hep örnek de almışımdır. O yıllarda, yirmili yaşlarda biz gençler için O bir “idol“du. Bizler yüce davamız, partimiz ve liderimiz için ölüme hazır olan duygulara sahiptik. Burkay, kitabında “benim O'na her zaman saygılı biri olduğumu“ (sayfa: 213) yazıyor. Doğrudur, eksik bile yazmış. Büyüğüne saygı duymak, önemli bir Kürd ahlak değeridir, hem de evrensel sosyal bir normdur. Biz ailemizden büyüğe saygılı olmayı öğrendik. Bu bakımdan benden yaşça büyük bütün arkadaşlarımıza saygılıydım, kuşkusuz Burkay'a herkesten daha çok saygı duyuyordum. Kendisinin “hatırlamadığı“, veya belki de şimdi artık hatırlamak istemediği; benim kanıma göre ise anılarının gölgesinde onlarca başka olay gibi karartmaya çalıştığı çokça beraberliklerimiz ve ortak anılarımız var.

Örneğin Ankara Keçiören'deki aile evini terk edip Maltepe'ye geldiği yer. (Sayfa 98. - Burada da ilgisini pek kuramadığım ve kavrayamadığım nedenle, Avşar ailesinden söz ederken parantez içinde ’Hülya Avşar'ın ailesi' ifadesi kullanılmış. Bu da nereden çıktı? Burkay'ın gelişinden çok önce bize o evi kiralayan kişi arkadaşımız Sayın Yüksel Avşar'dır. Kendisi Kürd yurtsever hareketinde o gün de bugün de tanınan biri. Acaba neden Hülya Avşar adı geçirilmiş, ilgisi yok. Yoksa Yüksel Avşar da TKSP'den ayrılanlardan biri olduğu için mi, adı hatırlanmamış?)

Maltepe'de Özveren Sokak'taki sözü edilen ev, rahmetli Mustafa Aydın, ben, Mahmut Çeşme ve sınavlar için Ankara'ya geldiğinde Sıddık Bozarslan'ın ve zaman zaman taşradan gelen diğer arkadaşlarımızın da yanımızda kaldığı ortak bir evimizdi. Iki odadan birini, camekanla ayrılan bölümü Burkay için düzenledik. Birkaç ay yanımızda kaldı. Umarım o zamanlar rahat etmiş ve daha sonra birçokları gibi Burkay'dan uzaklaşan o üç Liceli genç (Mahmut, Sıddık, Bayram) kendisine saygıda kusur etmemişlerdir! Bu örneği niçin verdim? Burkay anılarında hesabına gelmeyen birçok olayı gerçekten yamultmuş. Kitapta onlarca örnek var. Yazının ileriki bölümünde ihtiyaç olursa, belki önemli bazı Parti faaliyetlerinin öznelerini de bir miktar adlandırırız. Gerçi 70'li 80'li yıllarda kimlerin neler yaptığını o dönem değişik hareketlerde yer alan kadrolar bilirler. Burkay'ın insanların hizmetlerini gizleme çabasının fazla bir değeri yoktur. Güneş balçıkla sıvanamaz.

Burkay'ın kurucu MK üyeleri ve diğer arkadaşlarının mücadelesini değersizleştiren, herşeyi sadece kendisinin kaleme aldığı yazıların yüksek kerametine bağlayan şu cümleleri ibretliktir.

“MK olarak, hiç de iç açıcı olmayan bu manzaramıza rağmen, örgütümüzün nasıl olup da o dönemde öylesine hızla geliştiği, insanların çevremizde toplandığı ilginçtir, okuru şaşırtabilir. Ama Özgürlük Yolu'nu, Roja Welat'ı alıp inceleyen, o dönemde çıkan kitaplarımıza bakan biri, bunu anlayacaktır. (abç) Evet, bu araçlarla kitleye götürdüğümüz mesaj sağlamdı, sesimiz gürdü. Bu MK üyeleri ve daha başkaları, tüm amatörlüklerine, zaaflarına, kusurlarına rağmen bu sesin dağılmasına, kitlelere ulaşmasına şu ya da bu ölçüde katkıda bulundular. Tabanda kısa sürede bir dizi inançlı, çalışkan, fedakar militan oluştu. ..... Kaldı ki, sonradan ortaya çıkan, güven veren, gelecek vadeden kadroları da denedik. Öyle durumlar oldu ki gelenler gidenleri arattılar!“ (Sayfa: 86)

Yukarıda yazılanlara ne demeli, bu sözleri nasıl yorumlamalı? İnsanın okuduklarına inanası gelmiyor! Besbelli ki Sayın Burkay iki eşiyle ilişkisi de dahil olmak üzere, insanlarla, özellikle de siyasi kadrolarla ilişki bakımından çok “talihsiz“ bir insanmış! Bütün “sorunlu insanlar“ hep O'na rastlamış, baksanıza “gelen gideni aratmamış“! Bir tek kendisinin güçlü kalemi, dillendirdiği gür ses ve yazılarından yayılan sağlam mesajlar, okuru da şaşırtacak derecede güçlü, koca bir hareketi yaratmışmış! Doğrusu pes...

Bir söz vardır, denir ki “Tevazunun fazlası zillettir, azı kibir“. Bizler Sayın Burkay'ın Kürd halkının özgürlük mücadelesinde hizmetlerini ve fedakarlıklarını görmezlikten gelmeyiz, buna saygı duyarız. Ama kendisinin, bir dönem beraber çalıştığı dava arkadaşlarının hizmetlerine yaklaşımı, saygısı ve sunumu nedir, nasıldır? Anılar kitabını okuduğumuzda, maalesef, sağlam muhakeme sahibi herkesi hayretler içinde bırakacak bir tutum sergiliyor. Kendisi dışında adeta herkes bir hiç, en yumuşak ifadesi “zaaflı, kusurlu insan“; ya da Onun görüşlerinin taşıyıcısı “evet abemci“ sıradan iyi huylu insanlar! Doğrusu insan sormadan edemiyor. Acaba Sayın Burkay bu kitabındaki üslubuyle kendini anlatmakta çok fazla tevazu mu göstermiş, yoksa biz okuyucuları, yazdıklarında tevazu bulmak için mercekle tevazu arama durumuna mı düşürmüş? Olayların bir bölümünün canlı tanığı olarak kitabı okuduğumda Sayın Burkay için üzüldüm. Ve sık sık Robert Schumann'ın şu sözleri zihnimde karıncalandı: “Hayatta zor iki şey vardır: Biri iyi bir isim yapmak, diğeriyse bu ismi korumaktır.“ (*) Burkay iyi kötü bir isim yapmıştı. Acaba şu anda Schumann'ın “ikinci zoru“yla yüz yüze gelmiş durumda mı?

Bir siyasi hareketin gelişmesi için düşünce üretmek elbet önemlidir. Ama onun kadar önemli olan diğer yan da düşünceleri kitlelere taşımak, pratik mücadele içinde olmaktır. Bu da insanlarla olur. Siyasi ve örgütsel pratik faaliyet, kollektif bir fenomendir. Katılanların birbirlerini tamamlayıcı faaliyetleriyle yürüyen süreçlerdir. Siyasi ve toplumsal örgütsel mücadelelerde kollektif katılımcılık ve görev bayrağını birbirine devretme esastır, süpermenlik yoktur. Bu gerçeği hepimiz bilincimize kazımalıyız. Bu, sadece geçmiş için değil, günümüz mücadelesi için de geçerli bir anlayış ve çerçevedir. Anılar kitabında Burkay kendisi için neredeyse bir süpermen profili çizmiş!

Sayın Burkay'ın Anı kitabında dikkati çeken ikinci bir konu da, TKSP'den ayrılan insanları birbirine karşı hassaslaştırma, becerebilirse onları birbirine düşürme çabasıdır. Burkay 12 Eylül öncesi dönemde ve sonraları örgüt içi sorunlardan dolayı insanlar arasında ortaya çıkan sorunları yeniden kaşıyor. Artık geçmişte kalmış, zamanın gündemden düşürdüğü, hatta anı değeri bile olmayan birçok gereksiz bilgileri eksik, yanlış aktarıyor. Şu insan falan hakkında “tembelin biri demiş“, öbürü diğeri hakkında “tutarsız“ , “lünpen“ demiş, filan öbürünün canına kast etmek istemiş, “beş parasız çömezin biri“ köy satın almak istemiş vb. Yine falan ihanet etti, öbürü komplo kurdu, bir diğeri “parayı iç etti“. Filankes “duygularına yenildi“, öbürü “dürüst davranmadı“. Bu tür yakışıksız nitelemeleri çoğaltmak mümkün. Çok sık kullanılan bu nitelemeler aslında o insanın vefa duygusunun düzeyini gösterir.

Zeki Adsız'la ilgili ikiyüzlü, yakışıksız bir tavır

Burkay'ın eski arkadaşlarıyla ilgili vefasızlık örneği karalamalarını değinmek istediğim bu bölümde, çok tehlikeli bulduğum ve amacının ne olduğunu, bununla nereye varmak istendiğini pek kestiremediğim bir olaya işaret etmeyi görev sayıyorum. Bunlar rahmetli Zeki Adsız'la ilgili dile getirilen bazı düşüncelerdir.

Kitabın 263. ve 264. sayfalarında Zeki Adsız'la ilgili “lümpen geçmişli, katil ruhlu, şiddet özendiricisi, komplocu bir kişi“ tiplemesi yapılıyor. Artık aramızda olmayan bir insanımızla ilgili bunlar yazılırken, iğrenç bir de “anı“ anlatılıyor. Güya Zeki kendisiyle bir sohbette genç yaşlarında bir adamı nasıl bıçakladığını ona zevkle anlatmış!

Bu paragrafın hemen ardından, yani okuyucu rahmetli Zeki'yle ilgili olumsuz şartlandırıldıktan sonra, korkunç bir iftirada bulunuluyor. Cümleyi aynen aktarıyorum: “Diyarbakır olayı da onun maceracı tutumunun ürünüydü.“ diyor! İnsanın havsalası almıyor, dili tutuluyor. Bu açık bir bêbextlik ve ikiyüzlülüktür. TKSP saflarında ilk olarak böyle bir değerlendirme yapılıyor. Zeki Adsız'ı hiç sevmeyen insanlardan bile böyle bir görüş hiç duymadım. Gerek Diyarbakır olayı, gerek Zeki Adsız'ın tavırları değerlendirilirken, Zeki'nin ne yüzünde ne arkasında herhangi bir Parti organında böyle bir değerlendirme yapılmamıştır. Partinin herhangi bir belgesinde de böyle bir belirleme yoktur. Aksine bu olayın tamamen bir raslantı olduğu, ne TKSP'nin ne de başka bir örgütün veya kişinin bir kararına dayanmadığı, yine bu olaya asıl sebebiyet verenin ölen kişinin bizzat kendisi olduğu görüşü var. Doğru olan, gerçek olan budur. Yapılan çirkin yakıştırmaları güçlendirmek için olayın „özendiricisi olarak“ rahmetli Zeki Adsız'a yönelik böyle bir iddiada bulunmak, ahlakî değildir. Yine böyle bir değerlendirme o dönem kontr-gerilla diye adlandırılan gizli odakların yarattığı şiddet sarmalının gerçek faillerini saptırmak olur. Kaldı ki Diyarbakır olayı planlanmış provakatif bir olayın parçası, dişlisi durumuna düşmek de değildir. Gerçekten eşi benzeri olmayan raslantısal bir olaydı. Bu olayın o dönemde toplumun ve siyasetin terörize edilmesiyle belki çok çok dolaylı bir ilişkisi kurulabilir. Ama hiçbir insaf sahibi insan bu olayı ne TKSP'nin şiddet kullanmaya özenmiş olduğuna, ne de Zeki Adsız'ın radikal-militan eğilimlerinin olaya sebebiyet verdiğine yorumlayabilir.

Bu bölümde hiç ahlakî bulmadığım bir yan daha var. Şu „anı“ adı altında güya Zeki'nin anlattığı iddia edilen adam yaralama olayı. Ne zaman anlatmış, kimse bilmiyor, Burkay da zamanı belirtmiyor. Sayın Burkay'ın bugün böyle bir olayı ifşa türünde yazmaya hakkı yok. Eğer anlatılanlar onu rahatsız etmiş ve korkutmuşsa, zamanında tavrını koymalıydı. Olayı ilgili organlara getirip, gereğini yapmalıydı. Bu insanla yolunu ayırabilirdi. Bunu yapmamış. Aksine rahmetli Zeki Adsız önceleri Burkay'ın gözdelerinden biriydi. İşte size çok önemli bir kanıt: 1. Kongre'de yönetim listesini K. Burkay, Ziya Acar ve Zeki Adsız birlikte hazırlamışlar. Tarih 31.12.1979. (Anılar, Cilt 2, Sayfa 178) Burkay'ın şimdiki karalamalarının tersine, Zeki Adsız'ın Burkay'a yakınlığı ve Burkay'ın rahmetli Zeki'nin gözüpek militan mücadeleci kişiliğine övgüleriyle ilgili her birimizin yazabileceği çokça anılarımız var.

Sayın Burkay'ın hem Zeki Adsız'la hem diğer ayrılan arkadaşlarla (bizlerle) ilgili çifte standartlı tavırlarını okudukça bizzat onun bir değerlendirmesi gözlerimin önüne geliyor. DDKD'lilerin Sayın Mehdi Zana'yla ilgili tavrını değerlendirirken, “Mehdi'yi önceleri yerin dibine batırırken, bizden ayrıldıktan sonra birden bire ilişkileri düzeldi“ diyor ve şöyle tepki gösteriyor:

“Bu da siyasetin iğrenç, tiksindirici bir başka yüzü...“ (age. Sayfa 95)

Evet, gerçekten ironik bir durum!

Sayın Burkay da, beraber aynı saflarda olduğu zamanlar toz kondurmadığı arkadaşlarını ayrılıktan 25-30 yıl sonra olmadık nitelemelerle, hakaretlerle suçlayabiliyor. Yetmiş yıllık ömrü, en az elli yıllık siyasi deneyimleri, böylesi bir konuda düzeyli, derleyici, toparlayıcı bir dil ve üslup kullanmasına yetmemiş, tam tersine oldukça hırçın, kindar, saldırgan bir dille insanları kırmaktan, küllenmiş yaraları yeniden deşmekten geri kalmamış. Bu dil ve üslubun ne Burkay'a ne de Kürd hareketine bir yararı var. Söyleyeceğimiz şu :

Ne yapalım, Burkay'ın kendi deyişiyle «ã€€Bu da siyasetin iğrenç, tiksindirici bir başka yüzü...“ Yalnız bir farkla, bu kez bu iğrençliğin ve tiksindiriciliğin öznesi ne yazık ki Sayın Burkay'ın kendisi.

Tehlikeli ve iğrendirici bir başka konu da «ã€€Zeki'nin Parti'den habersiz Mehdi'yi vurdurmak için kimi hazırlıklar yaptığı » iddiası. (age. Sayfa 94) Bu yazılanlar kışkırtıcı provakativ görüşlerdir. Bu tür ifadeler olgun bir insana, kendisine lider diyen bir siyasetçiye yakışmaz. Zeki Adsız artık aramızda bulunmuyor, yazılanlara cevap verecek durumda değil. Ayrıca bu iddia yazıldığı biçimiyle doğru da değildir. Zeki Adsız'ın «Parti'den habersiz böyle bir şeyi yapmak istediği» gerçeği yansıtmıyor. 1980 yazında Partiye yönelik tutuklamalar konuşulduğunda böylesi tepkici görüşlerin dile getirildiği olmuştur. Ama her defasında yurt içindeki arkadaşların hepsi ilkesel olarak dile gelen bu tür tepkisel düşüncelere karşı çıktılar. Mehdi Zana'yla var olan sorunların ancak Genel Sekreter'in de katıldığı tam üyeli bir Merkez Komitesi toplantısında konuşulabilineceğini belirttiler. Konu öylece kapanmıştı. Sonradan 12 Eylül Darbesi oldu. Sayın Mehdi Zana da tutuklandı. Hapiste onurlu bir direniş gösterdi. Mehdi Zana'nın zindan direnişi, Zeki Adsız'da ve hepimizde Ona karşı büyük bir saygı ve sempati uyandırdı. Rahmetli Zeki Adsız'ın darbe öncesi Mehdi Zana'yla yaşanan gerginliklerle ilgili pişmanlık duyduğuna ben tanığım. Sayın Burkay darbe öncesindeki bu talihsiz tepkileri yazıyorsa, doğru yazmalı, o zaman Mehdi Zana'yla yaşanan gerginlikten dolayı duyulan pişmanlığı da belirtmeli. Amacı bu olsun veya olmasın, Burkay'ın bu olayı sunuş biçimiyle, daha çok gammazlık yapan ve insanları birbirine karşı kışkırtmaya hizmet eden bir dil ve üslup kullanmış oluyor. Bu çok yakışıksız çirkin bir tavırdır.

TKSP tarihinin en talihsiz olaylarından biri Sayın Mehdi Zana'ın ayrılmasıdır. Bu ayrılık TKSP'nin halk kitleleriyle bütünleşmesine büyük bir darbe vurdu. Aynı zamanda Diyarbakır Belediyesi'nin etkinliğini de kırdı. Bu talihsiz olayın içinde daha talihsiz olay Mehdi Zana'yla karşılıklı şiddet kullanmaya varan gerginliklerin yaşanmasıdır. Bu olay da tek yanlı değil. İki tarafın da ciddi yetmezlikleri ve ağır hataları oldu. İşte asıl değerlendirilmesi gereken ve kötü bir mirastan dersler çıkarmak bakımından bu tür olayların serinkanlılıkla analizinin yapılması gerek. İşimize yarıyacak ve bugünkü kuşaklara aktarılması gereken bilgiler bunlardır. Bu konuda açık bir görüşe sahip olmalıyız. Benim şu anki düşüncem, bırakın bir Kürd yurtseverine karşı şiddet kullanmayı, böyle bir şeyi düşünmek ve bir Kürd örgütünün herhangi bir organınında konuşmak, telafüz etmek bile büyük bir hatadır. Bunu hepimiz iyice içselleştirmeli ve tam bir «kırmızı hatımız» haline getirmeliyiz. Günümüz için değeri olan bakış açısı budur.

Siyasal ve örgütsel mücadelede kuşaklar arasında ilişki ve deneyim aktarımı

Burkay'ın kitabına cevap yazma konusundaki gecikmemle ilgili siz değerli okuyucularla samimi bir duygumu ve son yıllarda bende tavır haline dönüşen bir tutumumu da paylaşmak istiyorum. Özellikle genç kuşaklara yöneliktir bu satırlar. O da kuşaklar arası saygı ve sevgi ilişkisidir. Bu konunun tartışılmasında kanımca yarar vardır.

Siyasal ve örgütsel mücadele, değişim halinde olan ve devamlılık arzeden süreçlerdir. Mücadelede kuşaklar birbirlerine bilgi ve birikimlerini aktararak toplumun ve örgütlerin devamlı biçimde ileri hedeflere doğru yol almasını sağlarlar. Bu bakımdan kuşaklar arası ilişkilerin düzgün ilerlemesi, mümkün olduğunca az sorunlu olması önemlidir. „Anılar“ın önemi burada ortaya çıkar. „Anılar“ kuşaklar arası köprülerin önemli ayaklarıdır. Bu ayaklar gerçeklere dayanmalı ve sağlam olmalıdır. Elbet „Anılar“ın subjektif yanı var. Ama anılarını yazanlar bu köprülerin ayaklarını kurduklarının farkında olmalı ve yaptıkları işin içine özellikle kin, hile, nefret katmamalıdırlar.

Diğer yandan kuşaklar arası ilişki, insani bir ilişkidir. Yıllarını yurtsever mücadeleye vermiş insanların, çevrelerinden ve yeni kuşaklardan saygı beklemeleri, hizmetlerinin görmezlikten gelinmemesi ve unutulmamasını arzu etmeleri de doğal ve haklı bir beklentidir.

Yurtsever mücadele, elbet her bireyin toplumuna ve insanlığa karşı vicdanî sorumluluğunu yerine getirme tatmin duygusudur. Tamamen ahlaki ve vicdani bir duygudur. Olayın felsefi açıklaması budur. Yoksa yurtseverlik duygularına sahip olmayan „düz sıradan“ bir insana uygalayacağınız bir yaptırım yoktur. Sadece O'nun halkının durumuna karşı ahlakî ve vicdanî görevlerini yerine getirmediğinden söz edebilirsiniz. O kadar... Zaten insanî değer yargıları, ahlakî kriterler, fazilet prensipleri diye adlandırdığımız normlar da insanlık tarihi boyunca iyi-kötü düzleminde ortaya çıkmış, insan davranışlarını değerlendirmelerimizde bize yardımcı olan subjektif ölçülerdir. Görevimiz insanlara iyi ve doğru olanı anlatıp, bu yönde tercih koymalarını ve öyle davranmalarını sağlamaktır.

Halkının mücadelesine emek vermiş bir insana saygı duymak, hakkını teslim etmek gerekir. Bunun için o insanın ölümünü beklemeye ve ardından övücü sözler söylemeye gerek yok. Daha yaşıyorken O'nu onurlandırmak, hakkını vermek çok daha doğru bir tutumdur. Bireylerin konum ve etkilerine göre, elbette eksik ve hataları varsa bunları da dile getirmek, hatta yarar görülüyorsa yazmak da gerekir.

Kuşakları on yıllık aralıklarla sınıflandırırsak, günümüzde Kürd yurtsever hareketinde aktif durumda olan genellikle 70'li ve sonraki genç kuşaklardır. Az sayıda da olsa 50'li ve 60'li kuşaklardan Kürd yurtsever kadroları ve şahsiyetleri de hala halkımızın özgürlük ve demokrasi mücadelesine çeşitli düzeylerde hizmete devam ediyorlar. Bunlar, saptıyabildiğim kadarıyla yaş sırasına göre Canip Yıldırım, Tarık Ziya Ekinci, Naci Kutlay, M. Emin Bozarslan, Şerafettin Elçi, Kemal Burkay, Ziya Acar, Mehdi Zana, Yaşar Kaya, M. Ali Arslan, Yılmaz Çamlıbel, Derwêş Akgül, Şakir Epözdemir, Osman Aydın, Mümtaz Kotan gibi şahsiyetlerdir. Bu isimlere belki on onbeş kişi daha eklenebilir, ancak toplamı elliyi bulmaz. Kürd hareketi hemen hepsi 60'lı kuşağa ait bu elli kadar insanımızı ahlaki açıdan bağrına basmalı, bilgi ve tecrübelerinden yararlanmalıdır. Bu insanlarımız da artık kendilerini günlük sıradan çekişmelerin içinden çekerek, ilgi alanlarına göre Kürd hareketinin „akîl insanları“ rolüne adamalıdırlar. Elbette görüşlerini Kürd hareketiyle özgürce paylaşsınlar. Bunu yapanlar var ve Kürd yurtseverleri de Onlara gereken özel değeri veriyor. Örneğin M. Emin Bozarslan Kürd dili ve edebiyatı çalışmalarının itirazsız otoritelerinden biri. Herkes kendisine saygı gösteriyor.

Bu insanlarımız halkımızın bağrından çıkmış, herbiri kendi olanakları ve yetenekleri ölçüsünde Kürd halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesine hizmetlerde bulunmuş değerlerimizdir. Onlara saygı duymak Onlardan sonraki kuşakların önemli bir görevidir. Herhangi birimiz, eğer şimdi ve gelecekte unutulmak istenmiyorsak, gelecek kuşakların mücadeledeki hizmetlerimizi yad etmelerini bekliyorsak –ki bu beklenti tamamen haklı ve insanidir- o zaman bizler de aramızda olanı ve olmayanlarıyla bizden önceki kuşakların hizmetine saygı duymalıyız. Geçmişini bilmeyen ve geçmişine saygı duymayanın sağlıklı bir geleceği olamaz. Tam da burada rahmetli şehit Apê Musa Anter'in hepimizin duyduğu şu meşhur sözünü hep beraber tekrar hatırlıyalım: „Biz de bu mücadeleyi sıfırın altında eksi bilmem kaçlardan sıfıra çıkardık. Bu da pek kolay olmadı!“. Elbet, bu sözler birilerine ve bizlere ironik bir hatırlatmadır. Kürd halkının özgürlük mücadelesi hiçbir zaman sıfırlanamadı. Düşmanların O'nu yok ettiğini sandığı zamanlarda bile her defasında bu halkın yiğit evlatları kavganın geride kalan küllerinden yeniden yeniden düşmana karşı tam bir tufan estirdiler. Bugünlere böyle gelindi. O nedenle tekrar tekrar şu vurguyu yapmak isterim: Kimsenin hizmetini sıradanlaştırmayın, önemsiz göstermeyin, yapılan işlerde ve yaratılan değerlerde payınız büyük olsa da kendinizi herşeye kadir ve herşeyin yaratıcısı göstermeyin. Bu sizi sandığınız gibi büyütmez. Hep hatırda tutun ki, kendinizin yarattığını düşündüğünüz „tufan“ sizden öncekilerin kemiklerinin geride kalan küllerinden oluşuyor. Kimse evvelden var olmayandan yeni bir şey yaratamaz.

Sizlerle paylaştığım bu görüş ve düşünceler doğrultusunda, 2000 yılından itibaren bende yaşlı kuşakla ilişkiler konusunda ciddi bir duyarlılık oluştu. Bu tutumun bende bir uyarıcı “kırmızı çizgi“ haline dönüştüğünü söyleyebilirim. Daha sonraları özellikle yaşlı kuşaktan insanlarımıza karşı çok daha dikkatli davrandım. Herhangi bir yerde ve anda benden yaşlı bir yurtsever şahsiyetimize hizmet etme durumu ortaya çıkmışsa, gücüm yetmişse olanaklarımı sunmaya, hizmet etmeye çaba göstermişimdir. Bir vesileyle ilişkim olmuş bizden yaşlı değerli insanlarımız bu sözlerimize tanıklık ederler herhalde. Yirmi yılı aşkın süre önce iç tartışmalar döneminde aramızda ortaya çıkan karşılıklı kırgınlık ve küskünlüklere rağmen Sayın Kemal Burkay'a bakışım ve tutumum da bu çizdiğim çerçevede olmuştur. Hatta ilişkilerimizin iyileşmesi için özellikle çaba da gösterdiğimi söyleyebilirim. Buna özellikle de yurtsever partiler arasındaki ilişkiler daha çok güçlensin amacıyla özel önem verdim. Bu tavrımla uyumlu tanıkları da olan birkaç çabamı siz değerli okuyucularla aşağıda paylaşmak istiyorum.

Burkay'ı Halkımızın Mücadelesine Emeği Geçmiş Bir Büyüğümüz, Bir “Rûspî“miz Olarak Görüyor ve Öyle Davranıyordum

Bu bölümde, başlıkta Burkay'la ilgili belirttiğim görüşümle uyumlu anlatabileceğim çok sayıda anılarım var. Sadece 2006-2008 yılına ait üç anıyı aktaracağım.

Tarih: Haziran 2006. Sayın Şerafettin Elçi, ABD'de yaşayan sayın Prof. Şêrko Abbas'ın çağrıcısı olduğu bir Kürd Konferansı'na katılmak üzere Almanya'ya gelmişti. Aachen şehri yakınlarında düzenlenen Konferans'a katıldık. Birkaç gün sonra da sayın Elçi KADEP kuruluş çalışmaları öncesi bazı dostlarıyla görüşmek için Stockholm'e geçmek istedi. Birlikte Köln'den uçakla Stockholm'e gittik. Yolculuk sohbetimizde kurulacak yeni parti (Kadep) ile Hak-Par'ın ilişkileri çerçevesinde Sayın K. Burkay'dan da söz açıldı. Elçi'ye Stockholm'de Burkay'la da görüşmesinde birçok bakımdan yarar gördüğümü belirttim. Sağolsun, Sayın Elçi önerimi ve gerekçelerimi önemsedi, olur dedi. Sohbetimizin bu bölümünde rahmetli Nazif Kaleli'den söz açıldı. O'nunla uyumlu bir çalışma yürüttüklerini, ölümünün kendisini çok üzdüğünü ve çalışmalarda yokluğunun boşluk yarattığını söyledi ve şunu ekledi: „Seni tanıyorum, Nazif'le birkaç yıl yakın çalıştım. Eskiden Özgürlük Yolu'nda beraber çalışan sizlerin bir özelliği dikkatimi çekti. Birbirinizin aleyhinde konuşmuyorsunuz, eski arkadaşlarınızla ilişkileriniz de saygılı bir ilişkidir.“ Bu intibasından dolayı teşekkür ettim. Elçi, Stockholm'de Burkay'a sanıyorum telefonla ulaştı. Ben fazla kalamadım, Köln'e döndüm.

Tarih: Aralık 2006. Altı ay sonra bazı işlerimiz nedeniyle yeniden Stockholm'e gitmiştim. Arkadaşımız sayın Cemal Batun'la Burkay'dan söz ettik. O'nunla görüşme isteğimi belirttim. Cemal arkadaş, Burkay'la ilişkisinin iyi olduğunu, bir süre önce kendisiyle bir televizyon programı da yaptığını belirtti, arayacağını söyledi. 27.12.2006 günü Cemal, ben ve Sayın Keya Izol Stockholm'deki derneklerine gittik. Ben nezaket ziyaretinde bulundum. Sağolsunlar Cemal ve Keya Arkadaşlar da bu ziyarette bulundular, sanıyorum Onlar da memnun kaldılar. Kanımca çok iyi bir iş yaptık. İyi bir sohbetimiz oldu. Burkay mutevazilik gösterip bize „Gav bi gav Kurdistana Azad“ adlı kitabını da imzaladı, verdi. Sanıyorum kendisi de, yanındaki arkadaşı (Salih) da memnun oldu. Kitabına yazdığı cümleyi aynen buraya alıyorum. „ Ji bo hêja Bayram Ayaz bi daxwazên herî baş... 27.12.2006 Kemal Burkay“. Sayın Burkay'ın kitap imzalamasını ve yazdığı bu cümleyi önemsedim. İlişkiler böyle karşılıklı iyileştirilir. Bizler siyasi insanlarız. Siyasi ilişkilerimizde engel oluşturan „kırmızı hatlar“ımız yoksa, birbirimize „küs ve kırgın“ olmamız için anlaşılır bir neden yoktur. Hatta bazen mücadelenin çıkarları gereği „kırmızı hatlarımız“ bile pembeleşebilir.

Üçüncüsü 2008 Şubat. – K. Burkay - Z. Acar -Y. Çamlıbel'in 70. Yıl Yaşgünleri kutlaması. Almanya'nın Solingen kentinde kutlanmıştı. Bu şenliğe de önem verdik. İki üst düzey yetkili arkadaşımızla birlikte bu geceye katıldık. Bu üç yetmişlik yurtsever „rûspî“mize değer verdiğimizi göstermekti amaç. Diğer ortak etkinliklerden fazlaca söz etmeye gerek yok.

Bu örnekleri neden yazıyoruz? Bizler yıllarca öncesinin haksızlıklarına ve kadroları biçme tutumlarına takılıp kalmadık, belki bir dönem kırgınlık oldu ama kin ve nefret asla duymadık. 12 Eylül sonrası örgütsel krizlerin yarattığı ayrılıkların siyasi çalışmalarımızı gölgelemesine, aramıza yeni gerginlikler koymasına mümkün olduğunca izin vermedik. Doğru olan bu tutumdu. Ne ki, Burkay'ın Anılar 2. cildini okuyunca, -2008 yılına kadar kitap üzerinde çalışması sürmüş- görüyoruz ki bu insan kendisini hiç gerginlikten, öfkeden kurtaramamış, eski arkadaşlarına karşı hep kin ve garazla dolu olmuş. İlginç ve acı bir durum!

Aradan Geçen On Yıllar Bile Örgüt İçi Sorunların Burkay'da Yarattığı Kin ve Nefret Duygularını Dindirememiş

Burkay'ın Anılar kitabındaki dili, üslubu, yazımında kullandığı sıradanlaştırıcı, aşağılayıcı ve alaycı anlatım metodları doğrusu beni çok şaşırttı. Bunu bazen direk yapmış, bazen dolaylı. İtaraf etmeliyim bu düzeyde bir yaklaşımı ondan hiç beklemiyordum. Özellikle altını çizmek istiyorum, burada sadece kendimden söz etmiyorum. Geçmişte beraber çalıştığı ve fakat bir dönem sonra çeşitli nedenlerle yolları ayrılan hemen tüm insanlara vermiş veriştirmiş. Bununla da kalmamış diğer örgütlerden insanlara da aynı şeyi yapmış. TKSP süreciyle ilgili veya genel olarak aktardığı bilgiler ve yaptığı değerlendirmelerin hepsi yanlıştır, demiyorum. Ama özellikle eski arkadaşlarıyla ilgili o kadar tek yanlı bir bilgi aktarımı var ki, arada yazdığı bazı doğruların değerini bile adeta sıfırlamış. Dikkatimi çeken bir iki önemli nokta da şu: En son anlattığı, bizlerin taraf olduğu olayların üzerinden 25 yıl geçmiş. Rahmetli Zeki Adsız ve arkadaşların ayrışması üzerinden 28 yıl, Sayın Mehdi Zana'inkinin üzerinden ise yaklaşık 32 yıl zaman geçmiş. Araya girmiş bu kadar uzun yıllar bile, Burkay'ın eski arkadaşlarına karşı duyduğu kin ve nefret duygusunu dindirememiş. Bu çok ürkütücü bir psikolojik durum! Herhalde bu ayrılıkları „ego“suna karşı çok büyük saldırı olarak değerlendiriyor, adeta egosunu dinamitlemiş, parçalamış sayıyor. Bu hınçla, kin ve nefretle TKSP'nin 1984'e kadarki tarihini adeta iğdiş etmiş.

Burkay'ın „Anılar“ Kitabı Nedir? Otobiyografî Midir? TKSP'nin Tarihi Midir? Yoksa Tipik Bir Resmi Tarih Midir?

Temel sakatlık işte burada başlıyor. Gerçekten sormak gerekir, Burkay'ın „Anılar 2. Cild“ kitabı ne tür bir çalışmadır? Salt otobiyografik bir çalışma değil. Anıların 1. cildi daha çok bir otobiyografik çalışma olarak adlandırılabilir. Ama 2. Cild bir otobiyografî değil, tam bir TKSP tarihi de değil. Kitapta otobiyografik bilgiler de var. Yazar'ın özel hayatından kesitler ve bireysel bazı politik faaliyetleri bu özellikte. Onun dışında TKSP'nin «ã€€tarihi » gibi yazılmış. Ama bu bir tarih yazımı asla değildir. Böyle bir tarih yazımı olamaz. Eğer bir tarih yazımı denemesi olarak adlandırmaya kalkışırsak, bunu olsa olsa bir klikin, omurgasını Genel Sekreter'in oluşturduğu klikin tarihi olarak adlandırabiliriz. Hatta klikten de öte şöyle tarif etmek daha doğru olur: çerçevesi Kemal Burkay'ın faaliyetlerine indirgenmiş bir «TKSP Resmi Tarihi»ni yazma denemesi. Bu yazının başlığını da uygun şekilde «Burkay'ın TKSP Resmi Tarihini Yazma Çabası ve Bazı Gerçekler» koyduk.

Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Tarihçi Dr. Cemil Koçak'ın bir televizyon programında güzel bir «ã€€Resmi Tarih » tanımlaması vardı. Sayın Koçak, resmi tarihi, «ã€€olayları oldukları gibi değil, yazanın veya yazdıranın çıkarları ve istekleri doğrultusunda anlatma, yazma ve aktarma sistematiği» olarak açıklamıştı. Biliyorsunuz, Türkiye resmi tarih yazımı konusunda yaman bir devlettir. Kemalistler bu işin ustasıdır. Sosyalist devletler de aynı şeyi çok başarılı yapmışlar. Komünist Partilerin tarihi ilginçtir. Stalin döneminde parti tarihi Onun tarihiydi. Krusçev ve Onu izleyen Brejnev döneminde Stalin tuzla buz oldu. Şimdi hepsi buhar olup uçtular.

Evet, Anılar 2. Cilt kitabı kuruluşundan 1985 yılı başına kadarki Burkay'ın TKSP adı altında Kürd kamuoyuna sunduğu on yıllık faaliyetleridir. Yazılanların başında, ortasında, sonunda özetle her yerinde Kemal Burkay vardır. O'nun yaratıcılığı vardır. Gerisi Burkay'ı üzen bozguncuların, kaçkınların, oyun bozuculuğu gibi sunuluyor. Beraber çalıştığı arkadaşlarının ortaklaşa gerçekleştirdikleri faaliyetler, yaratılan ortak değerler, bunlara pek yer verilmemiş. İç tartışmalar, Komünist Partileri'nin ahım şahım resmi tarihleri gibi tümüyle tek taraflı sunulmuş. “Haklı“ ve “haksız“ da her zaman önceden bellidir. Burkay kendisini hep partiyle özdeşleştirmiştir. Dolayısıyla kim kendisiyle görüş ayrılığına düşmüşse, veya O birilerini istememişse, sonuçta bir yolu bulunmuş ve o kişiler „Partiyle“ karşı karşıya düşmüş veya düşürülmüştür. Burkay 2. Ciltte bu olayları tamamen tek taraflı, muhatab insanların en ufak bir görüşüne yer vermeden anlatıyor. Bu nedenle önemli haksızlık ve çarpıtmalar var. Dört dörtlük ve oldukça berbat bir resmi tarih yazma denemesinde bulunmuş. Muhatap insanların hepsinin cevap hakkı vardır. TKSP Tarihinin eksikleri mutlaka tamamlanmalıdır.

***

Yazının bundan sonraki bölümünde Sayın Burkay'ın bana yönelik sık sık tekrarladığı „hizipçilik ve hemşehricilik“ suçlamalarına belgelerle yanıt vereceğim. Belgelerin orjinalleri yok etmemişlerse TKSP'nin arşivinde de vardır. Okuyucu görecek ki, bugün dile getirdiğimiz „lider örgütü“ eleştirisini o zaman da tartışmışım ve Sayın Burkay'a yönelik güvensizliğimin asıl kaynağını bu gerçek oluşturuyor. Yani olay öyle Burkay'ın sunmaya çalıştığı gibi onun bunun peşinden gitmek, „duygularımıza yenilmek“ filan değil. Bunlar çok hafif meşreb ifadeler. Doğrusu bu ifadeleri Burkay'a yakıştırmıyordum. Ancak Burkay'ın kitabındaki bu berbat düzeyi gördükten sonra artık suçlamaları doğrusu hiç ciddiye bile almıyorum. Özel yaşamımla da orta yerdeyim. Halkımızın davasının sıradan bir neferi olarak gücümüz oranında hizmete devam ediyoruz. Bu yazıyı yazmamın nedeni, tarihe ve halkıma karşı sorumluluğumu yerine getirmektir. Bu arada ayrılık dönemini, Bergeh çevresindeki çalışmalarımızı da okuyucularla paylaşacağım.

Bayram Ayaz

14.03.2009 – Almanya

Bu konu için haberleşme ve ilişki adresi: [email protected]

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.