Türkiye ve Kürdistan’ın Kuzeyinde insanı şaşırtıcı gelişmeler ve olaylar gündeme geliyor. Ortaya çıkan her gelişme ve olay, bir önceki gelişme ve olayı gerilere iten, gündemden düşüren niteliktedir. Bu gelişme ve olayların hızına ayak uydurmak, olayların tümüyle ilgili yorum yazmak, olay ve gelişmelerle ilgili pratik tutum geliştirmek olanaklı değildir.
Kemal Burkay’a tehditi: PKK’nın Kürt aydınlarına ve siyasetçilerine yönelik tekil değil, sistematik bir uygulamasıdır…
PKK’nın birinci derecedeki adamı Murat Karayılan, son günlerde, Kemal Burkay’a, Meclis’te ve televizyonlarda kendileri hakkında dile getirdiği görüşlerden dolayı, hakaret ve tehdit etti. Murat Karayılan’ın açıklamalarında bana da yönelik hakaretler ve tehditler. Ama kamuoyunda Kemal Burkay’a yönelik hakaret ve tehditler öne çıktı ve güncelleşti.
Kemal Burkay’a karşı yapılan hakaret ve tehditlere sessiz kalınamaz. PKK’nın bu hakaret ve tehditlerine sessiz kalmak, düşünce ve ifade özgürlüğünü öldürmek; PKK’nın düşünce farklılıklarına sahip olan ve PKK’yı eleştiren; Kürt ulusal hareketinin, ulusal düşüncelerin geliştirilmesinde kararlı ve üretken olan Kürt siyasetçilerine, aydınlarına yönelik sistematik olarak sürdürdüğü imha edici uygulamalarına peyandelik yapmak anlamına gelir.
PKK, kuruluş manifestosunda, tek ideoloji Apoizm, tek parti PKK, tek lider/şef Abdullah Öcalan’ın egemenliğini savunan, otoriter bir kuruluş olarak yapılandı. Bu yapısından dolayı, Kürt toplumsal öncü güçleri devletin işbirlikçileri, PKK dışındaki Kürdistan örgütlerini reformist ve revizyonist olarak nitelendirip devlet yandaşı; PKK’lı olmayan ve PKK’yı eleştiren Kürt aydınlarını da tehlikeli görerek, düşman ilan etmiştir. Bu toplumsal güç ve dinamiklerin yok edilmesi, Kürdistan örgütlerinin ortadan kaldırılması ve tasfiye edilmesi, ayrı düşünen aydınların sinmesi ve ortadan kaldırması için pervasız bir saldırı ve yok etme eylemi içine girdi.
Bu nedenle, binlerce toplumsal kanat önderini, toplumsal temsilciler ağaları, aşiret reislerini, Kürdistan partilerinin lider, yönetici ve üyelerini, Kürt köylülerini, kadın ve çocuklarını, Kürt aydınını, Türk sosyalisti ve devrimcisini, kendi örgüt muhaliflerini sindirdi ve katletti.
PKK bu uygulamalarını sadece Kürdistan’ın Kuzeyinde değil, Kürdistan’ın diğer parçalarında da sürdürdü.
PKK bu uygulamalarıyla, kendi dışındaki tüm yapıları tasfiye etme konusunda başarılı oldu. PKK’nın yaptıkları, sömürgeci Kemalist Devletin yapmak istedikleridir. Bana göre ve ortaya çıkan verilere göre, PKK’nın bu yapısının devletin bir projesi olarak yapılandırıldığını ortaya koyuyor. Birilerine göre de, PKK’nın otoriter ve tekçi düşüncesi bu sonuçlara yol açmaktadır. Sonuç olarak ortaya çıkan ürün, Kürt ulusal hareketlerini, farklı düşünceleri yok etmek ve ortadan kaldırmaktır.
PKK, otoriter ve faşizan yapısından dolayı, demokrasiye, örgütlenme, düşünce ve ifade özgürlükleri başta olmak üzere bütün hak ve özgürlüklere karşıdır.
PKK’nın bu özelliğine ve tarihsel arka plânına bakıldığı zaman, PKK’nın Kemal Burkay’a hakaret ve tehdit etmesi, tekil bir olay değildir, sistematik bir olaydır.
PKK, 1989 yılında Ben, Burkay, Orehan Kotan başta olmak üzere birçok Kürt aydını ve siyasetçisine yönelik tetikçiler harekete geçidi, 2005 yılında benim de içinde bulunduğum onlarca Kürt aydını ve siyasetçisini; yakın tarihte de Ümit Fırat, Orhan Miroğlu, Şivan, Muhsin Kızılkaya, Emre Uslu’yu ölümle tehdit etti.
PKK, önümüzdeki günlerde de kendisi için engel gördüğü ve düşüncelerinden korktuğu Kürt aydınlarını ve siyasetçilerini tehdit etmeye devam edecektir. PKK, içinden geçtiğimiz bugünlerde Suriye rejimiyle ittifak halinde Kürt ulusal muhalefeti, Kürt örgütlerinin yönetici ve taraftarları, muhalif Kürt gençleri üzerinde büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Son dönemde 4 Kürdün öldürülmesi bu uygulamanın somut sonuçlarından biridir.
PKK’nın, Kemal Burkay ve diğer Kürt aydınlarını tehdit etmesi, onların sadece düşünce açıklamalarıyla ilişkili değildir. PKK’nın dönemlere göre farklı Kürt aydınlarını tehdit etmesi, o aydının o dönemde yaptığı özgün işler ve açıklamalarla da bir bağlantısı var.
Ama PKK’nın Kürt aydınlarını ve siyasetçilerini tehdit etmesinin daha köklü ideolojik, siyasi, tarihi, yapısal nedenleri var.
Kemalist Devlet, çoğu zaman yazdığım, sözlü olarak değişik platformlarda ve son olarak daha kapsamlı bir biçimde Meclis Komisyonunda yaptığım açıklamalardan ifade ettiğim gibi, 1970’lardan sonra Kürt milletini asimilasyon, Türkleştirme, ret ve inkâr politikalarıyla; liderlerini öldürmelerle ve cezalandırmalarla; toplu katliamlarla; köy-kent boşaltmalarla; Kürtleri toplu sürgünlere göndermekle ortadan kaldıramayacağını anladı. Bu aşamadan sonra, Kürt ulusal hareketine karşı yeni bir strateji belirledi. O strateji de, Kürt ulusal hareketini içerden kuşatmak, ana doğrultusundan, Kürtleri kendi kaderlerini demokratik bir tarzda tayin etme çizgisinden saptırmaktı. Bu nedenle, PKK’yı örgütledi. PKK da devletin bu amacınaa uygun olarak, Kürt ulusal hareketinin dinamikleri olan toplumsal güçleri, Kürt liderlerini, Kürt örgütlenmelerini, kendi dışındaki Kürt siyasetçi ve aydınları, kendi bünyesindeki muhalif siyasetçileri düşman ilân etti.
Bu paradigmasına ve kuruluş felsefesine uygun olarak binlerce Kürt siyasetçisini, liderini, muhalifini katletti.
PKK bu stratejisini sadece Türkiye’de uygulamadı, Kürdistan’ın diğer parçalarında da uyguladı.
PKK, Kürtler için tekçi, otoriter ve faşizan bir toplum tahayyül etmektedir.
PKK’nın Kürt aydın, siyasetçilerini tehdit etmesinin ve öldürmesinin nedeni: Derin Devletin yönetemeyeceği sağlıklı ve demokratik Kürt ulusal örgütü ya da örgütlerinin oluşmaması/olmaması; Kürt meselesinde PKK’nın tekelinin devam etmesi içindir. Bu amaçla, 1974 yılında sağlıklı, demokratik, Kürt kitlesiyle uyumlu, bilimsel parametreleri benimseyen, kitlesel Kürt örgütleri 12 Eylül rejimi tarafından tasfiye edildiler. PKK geliştirilen örgüt oldu.
Kemal Burkay tecrübeli bir Kürt aydını ve siyasetçisi olarak PKK gerçeğine uygun inandırıcı açıklamalar yapıyor. Bu açıklamalar, PKK’nın iç yüzünü deşifre etmeye yönelik açıklamalardır. PKK, kendi gerçeğinin ve gerçek yüzünün ortaya çıkmaması için Burkay’ı tehdit ediyor.
Bunun yanında, Burkay’ın AK Parti desteğini alarak PKK dışında bir örgütlenmeye gideceği ve bu örgütlenmenin, PKK’nın egemenlik alanını, gücünü sınırlayacağı; giderek yeni başka Kürt örgütlenmelerin PKK’nın varlığını tehlikeye düşüreceğini düşünüyor. Bundan dolayı Burkay’a hakaret yapıyor, tehdit ediyor.
PKK, Kürt ulusal hareketinin çoğulculaşmasına, demokratikleşmesine karşı olduğu için, Kürt aydınlarına, siyasetçilerine saldırıyor ve tehdit ediyor. Ama bilinmeli ki, korkunun ecele faydası yok. Dünyada ve bölgemizde son 20-25 yılda ne büyük diktatörler yıkıldı, ne otoriter ve faşizan rejimler yerle-bir oldu, buna tanık olundu.
PKK’nın Kürt aydın ve siyasetçilerine yönelik somut saldırılara girişeceği endişesi var. Ben bu görüşü, bulunduğumuz aşamanın koşullarını analiz ettiğim zaman paylaşmıyorum.
PKK’nın Kürt siyasetçilerine ve aydınlarına karşı çılgın bir örgüt olduğu tartışmasızdır. Bu nedenle PKK, her alanda (Türkiye’de, Kürdistan’ın Kuzeyinde, Avrupa, Kürdistan’ın diğer parçalarında) Kürt aydınlarını, siyasetçilerini yaralamışlar ve öldürmüşlerdir.
PKK’nın bulunduğumuz aşamada böyle bir çılgınlık yapmasının, toplumsal, siyasal, psikolojik koşulları yok. Ayrıca PKK kendisinden ayrılan ve muhalefet edenlere karşı daha pervasız ve çılgındır. Çünkü kendi muhaliflerini önce itibarsızlaştırıyor, meşruiyet temelini ortadan kaldırıyor, sonra da katlediyor.
Burkay ve diğer Kürt aydınları, PKK dışındaki siyaset aktörleridirler. Bunların öldürülmesi, PKK için fay hattı niteliğindedir. Bu fay hatlarının harekete geçmesi, PKK’nın başına büyük belalar getireceğini düşünüyorum. Bunu PKK de iyi biliyor, buna göre hareket etmesi gerekiyor.
Burkay’a hakaret ve tehdide karşı tüm Kürt aydınlarının, siyasetçilerinin, siyasal yapıların şiddetle karşı çıkması; PKK’yı teşhir etmesi ve eleştirmesi gerekir.
Ne yazık ki, PKK Burkay’ı tehdit etmesine rağmen; onun HAK-PAR’da çalışmalar yürüten arkadaşları, PKK’nın legal yapısı ile ittifak yapmaya devam ediyor. Bunun bir çelişki yarattığı, PKK’yı fazlasıyla cesaretlendireceği bilinmelidir.
Aydoğmuş, Kılıç, Günçekti’ye yanıtlar…
Ben ve Kemal Burkay, Meclis’te görüşlerimizi ifade etmemizden sonra, PKK içindeki ve dışındaki fay hatları harekete geçmeye başladılar. Bana ve Kemal Burkay’a yönelik olumlu ve olumsuz içerikli eleştiriler yapıldı. Bunu doğal karşılıyorum. Böyle de olması gerekir.
Bu eleştir yazılarının tümünde: Ortak eleştiri konularının yanında, farklı eleştiri konuları var. Ama bu eleştiri yazılarının tümüne cevap vermemin olanağı yok. Ama benim de yazarı olduğum Rizgarî’de yazılan üç yazı: Sait Aydoğmuş, Mahmut Kılıç, Sedat Günçekti’nin yazıları prototip niteliğini taşıyor. Elbette bu üç yazıdan, Sedat Günçekti’nin yazısı bir kategoriyi, diğer iki dostun yazısı farklı bir kategoriyi oluşturuyor.
Sedast Günçekti, benim görüşlerime içerik olarak karşı olmamakla birlikte, sömürgeci bir kurum olan Meclis’te görüş açıklamama/açıklamamıza karşı. Bu nokta, bütün eleştirilerin ortak paydasıdır. Bu payda, ortak cevaba muhatap bir konudur. Öyle cevaplayacağım. Bunun yanında, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı konusundaki yorumuma karşı. Bu konuda ciddi bir yanlış anlama var.
Sait Aydoğmuş ve Mahmut Kılıç’ın yazıları, Sedat Günçekti’nin yazısından muhteva olarak farklılar. PKK’yı tanımlama ve yaklaşım konusunda aramızda nitelik farkı var.
Sedat kardeşim hazırladığım raporda Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı ile ilgili bölümü alıyor. O bölüm şöyle: “Türkiye’de Kürt Milletinin kendi haklarına kavuşması, Türklerle haklar ve siyasi statü açısından eşit konuma gelmeleriyle olanaklı olacaktır. Irak’ta Federal Devlet Modeli, bize benzemesi bakımından en somut örnek teşkil etmektedir. Uluslararası düzlemde de, ulusların kendi kaderlerini iki veya daha fazla milletle tayin etmenin statüsü federal devlet modeliyle olanaklı olmaktadır. Türkiye’nin hızla demokratikleşme, sivilleşme, değişim ve değişim sürecini, yeni anayasayı, federal devlet modeline göre tasavvur etmesi, devleti yeniden buna göre yapılandırması gerekir.”
Haklı olarak benim görüşlerimi eleştiriyor, kendi görüşlerini ifade ediyor ve şöyle yazıyor: “Genel anlamda Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı´nın “Federasyon´a indirgenmesi doğru değildir. BM kararlarında olsun, dünyadaki pratik uygulamalarda olsun böyle bir mutlaklık, indirgeme yoktur. Bir ulus isterse ayrı devlet kurar, isterse federasyon kurar, isterse konfederal ya da otonom yaşamaya karar verebilir. Yugoslavya, Çekoslovakya, Kıbrıs ve en son olarak da Sudan´da yaşananlar Güçlü ´nün yukarıdaki görüşünün tersini gösteriyor. Ha keza Özgür Kürdistan´daki gelişmelere bakıldığında: Kürdlerin Bağımsızlık arayışının da gittikçe güncel hale geldiği görülüyor. Şu anda bir referandum yapılsa büyük bir ihtimalle Kürdler´in ezici bir çoğunluğu Bağımsızlık diyecektir. Yine Irak tarafına sorulsa halihazırdaki Federasyon´a da evet demeyeceklerdir. Irak´taki Sünni kesimler ise Özerk Bölge talebini öne çıkarmaktalar. Arap şovenizminden kat be kat güçlü damara sahip olan Türk şovenizminin, değil Kürdlere federasyon, Kültürel Özerklik´i bile hak olarak kabul etmediği göz önünde bulundurulursa, Güçlü´nün Kürd Milleti´nin Kaderini Tayin Hakkı adına formüle ettiği federasyonun uygulanma olanağı da bulunmamaktadır.”
Sedat Kardeşimin görüşlerine aynen katılıyorum. Benim belirlemem ve federal devlet talebim verili olarak, Türk milletinin Kürtlerle ikircikli, sonuçsuz, olmaz olarak görünse de yeni toplumsal sözleşme çerçevesinde yeni bir ortak devlet kurma girişiminden kaynaklanıyor. Türkler, Kürtlerle yeni ve özgür bir birlik kurmayı yeni bir anayasa çerçevesinde kabul etmezlerse, Kürt ulusunun da her ulus gibi kendi kaderini bağımsız bir devletle tayin etmesi tartışılmaz mutlak bir hakkıdır.
****
Selim Çürükkaya Dostum 28 Ocak 2012 tarihinde, bana ve Kemal Burkay’a yönelik eleştirilere karşı bir yazı yayınlamış. Bu yazıda benim söyleyeceklerimi de aşarak oldukça objektif görüşler dile getirmiş ve yorumlar yapmış. Bunu kendi cevabım kabul ederek aynen kamuoyuna ve okuyucularına sunuyorum. Yazıda bana yönelik eleştiriye de fazla söyleyeceğim bir şey yok. Ama ben raporu hazırlarken, kendi alanımla ilgili yoğunlaşmaya çalıştım. Devletin doğrudan failleri konusunda yoğun çalışmalar ve belgeler var. Ben de raporu hazırlarken, bundan dolayı teorik olarak “Devlet-PKK-Hizbullah” denklemi içinde sorunu sunmaya çalıştım.
Selim Çürükkaya’nın görüşlerinin sonunda, sorunun daha net açıklanması için birkaç küçük katkıda bulunacağım.
Sözü Selim Çürükkaya’ya bırakıyorum:
“Son birkaç gündür bazı Kürt sitelerinde, yayın organlarında PSK' nin eski lideri Kemal Burkay ve Ala Rizgari nin eski lideri İbrahim Güçlü hakkında tartışmalar olmaktadır. Gerçi bu yazılıp çizilenlere tartışma demek biraz zordur. Çünkü biz Kürtler henüz tartışmaya alışmış bir toplum değiliz. Biz karşımızdakine küfür ederiz, hakaret ederiz, buda yetmedi mi tehdit ederiz, karşımızdaki susmadıysa, ajan olarak damgalarız, öyle susturmaya çalışırız, buna rağmen susmadıysa bir punduna getirip vururuz, vuramadıksa, üstelik susturamadıksa, bu kez bize bağlı olan taraftarlarımızın, kulaklarını tıkar, gözlerini kapatır, böylece eleştirenlerden kurtulmaya çalışırız.
Şimdi neden İbrahim Güçlü ve Kemal Burkay’ a karşı yazılar yazılıyor? Bu insanlar neden tehdit ediliyorlar? Neden bu insanlara “şerefsiz, haysiyetsiz” diye hakaret ediliyor? Ne yaptılar ki bu insanlar? Hangi arı deliğine çomak soktular? Hangi gerçeği dile getirdiler? Kimlerin nasırına nasıl bastılarda böylesine hakaretli saldırılara maruz kaldılar?
İbrahim Güçlü meclis araştırma komisyonunda yaptığı konuşmasının bir özetini bizim Kürdistan- aktuel sitesine de yolladı, fakat biz henüz yayınlamadık. Neden mi yayınlamadık? Konuşmayı tek yanlı gördük de ondan! Çünkü Güçlü, PKK içinde yapılan katliamları açıkça anlatmış ve Apo diktatörlüğü tarafından katledilen PKK üye ve yöneticilerinin, başka örgüt üyelerinin isim ve soy isimlerini sıralamıştır. Ama devletin yaptığı Kürt katliamlarını ortaya koymamış ve bu katliamlarda yaşamını yitiren Kürtlerin isimlerini sıralamamıştır. Bu bir eksikliktir. Biz İbrahim’ den devletin yaptığı katliamları da belgeleriyle birlikte izah etmesini isterdik. Eleştiri noktamız budur.
İbrahim Güçlü’ ye hakaret edenler, onu susturmaya çalışanlar, onun dile getirdiklerini eleştirmiyorlar. Yani; “İbrahim sen doğru söylemiyorsun. Biz Resul Altınok’u öldürmedik, Mehmet Şener’i katl etmedik, Çetin Güngör’ü Stokholm’ de, bir salonda yüzlerce insanın gözleri önünde kafasına sıkmadık, Enver Ata’yı Upsla’ da bir otobüs durağında kurşunlamadık. Mehmet Tunç’u, bir bayanı sevdiği için gözlerini bağlayıp bir ağaca astıktan sonra kurşuna dizmedik. Mehmet Çimen’i Hollanda’ da işkence ile öldürüp asit dolu bir Küvete atıp eriterek yok etmedik ve biz on beş bin genci ajandırlar gerekçesiyle iç infazlarla öldürmedik” demiyorlar.
Ne diyorlar? Bunları söyleyenler, “alçaktırlar haindirler ve düşmanın kucağına oturmuşlar” diyorlar. Binlerce Kürt gencini öldürmek, onları çukurlara gömmek (dikkat ediniz öldürdükleri hiç kimsenin mezarı yoktur) alçaklık, hainlik ve düşmanın kucağına oturmak değil de, bu gençlerin öldürüldüğünü söylemek alçaklık hainlik ve düşmanın kucağına oturmak oluyor!
İbrahim Güçlü Meclis araştırma komisyonuna Apo diktatörlüğü tarafından öldürülen bazı kişilerin adlarını sıralamış, listesindeki kişi sayısını saymadık ama en fazla kırk, eli kişiyi saymıştır. Konuyu bilmeyenler nezdinde Apo diktatörlüğü tarafından öldürülenlerin sayısı eğer İbrahim'in saydıkları kadarsa, diktatörlük, sütten çıkmış ak kaşık gibi görülebilir. Bundan dolayı Apo diktatörlüğü tarafından katledilen Kürt sayısı, son otuz yılda Türk devletinin katlettiği Kürt sayısı kadardır diye düşünüyor ve bilinmesini istiyoruz.
Birilerinin bunları dile getirmesi gerekmiyor mu? Bu durumu gündeme getirmek, bu katliamları yapanlardan hesap sormak, Kürt davasına zarar mı verir? Kürtlerin görevi Türk devletinin yaptığı Kürt katliamlarına karşı çıkmak, Öcalan diktatörlüğünün yaptığı Kürt katliamlar karşısında suskun kalmak mıdır?
Başkalarının yaptığı katliamlara karşı çıkarsan, ama kendin katliam yaparsan, başkalarının yaptığı idam cezalarını protesto edersen, ama kendin durmadan insanlara idam cezası verip uygularsan, başkalarının yaptığı işkenceye karşı çıkarsan, kendin hep işkence yaparsan, başkalarını, mahkemelerde bize savunma hakkı vermiyorlar diye eleştirirsen, ama kendin tutukladığın kişilere tek bir kelime olsun kendini savunmasına izin vermezsen sen neyi eleştiriyorsun ki! Sen deve kuşu olmuş, kafanı kuma gömmüş dünyayı kendine güldürmüşsündür.
Bazı Kürtler de İbrahim Güçlü ve Kemal Burkay’ı başka noktalardan eleştiriyorlar. Onlara göre Kemal Burkay ve İbrahim Güçlü neden Düşmanın televizyonlarında veya düşman’ın meclisinde PKK’yı eleştiriyorlar? Bu kesimlerinde İbrahim Güçlü ve Kemal Burkay’ın söylediklerinin içeriğine yönelik bir eleştirileri yoktur. Onlarda Özelikle Kemal Burkay’ın devletin bir projesi sonucu Türkiye ye döndüğünü, bu yüzden PKK’nin iç infazlarını bu proje gereği gündeme getirdiğini söylüyorlar.
Bu “düşmanın televizyonları” lafları bize hiç yabancı değildir. Peki “dostların televizyonlarının kapıları sonuna kadar açıktı da, Kemal Burkay ve İbrahim Güçlü görüşlerini orada söylemediler de, gittiler düşmanın televizyonlarında mı söylediler? Düşman’ın meclisine gelince, O meclise milletvekillerini siz kendi oylarınızla seçip yolladınız mı? Halkın bu vekillere oy vermesi için siz kapı-kapı dolaşmadınız mı? Ve İbrahim Güçlü ile Kemal Burkay’ın görüştüğü Meclis araştırma Komisyonunda BDP’li vekillerde bulunmuyor muydu?
Bunların eleştirileri de Apocu mantığın başka bir versiyonudur. Açıkça bize şunu söylüyorlar: “Bizim içimizde olan bitenleri kimse öğrenmesin, Apocu diktatörlük kime ne yaparsa yapsın, erdem susmaktır, başkaları bizim pisliklerimizi işitmesin, işitirse yüzümüz kara olur.”
Demokrasinin olmadığı, bütün ülkelerde, örgütlerde ve aşiretlerde aynı mantık vardır ve güçlüdür. Kürdistan’ ın bazı yerlerinde bir aşiretin reisi, aşiret içinde kötü bir iş yaparsa, aşiret üyelerinin görevi reisin pisliklerinin üstünü örtmektir. Çünkü başka aşiretler kendi aşiretinin içindeki pislikleri öğrenirse, aşiretin asaleti, şerefi ve namusu kirlenir diye düşünülür. Eski “sosyalist” Rusya da Aleksandr İsayeviç Soljenitsin, Andrei Dmitrievich Sakharov, Boris Leonidovich Pasternak Rusyadaki rejimin gerçek yüzünü ve rejimin yaptığı katliamları yazdıkları ve Rusya dışında bütün dünyada yayınladıkları için, Rusya’nın ve “yüce sosyalizmin” haysiyet ve şerefini ayaklar altına almakla itham edilmiş ve bu kişiler ölene, rejimde yıkılana kadar düşman muamelesi görmüşlerdi. Saddam’ın Bağadat’ ın da rejimin yaptığı katliamı gündeme getirmek, “şerefsizlik haysiyetsizlik ve batı ajanlığı” idi. Esat’ın Suriye'sin de, en şerefli ve haysiyetli insanlar, rejimin yaptığı bütün pislikleri görmemezlikten gelenlerdi. Türkiye de son yıllara kadar Generalleri eleştirmek, onların yaptığı katliamları dile getirmek vatana ihanetle özdeşti, gerçi hala da öyledir.
Ama çağ değişti, değişiyor. Eskiden gizli olan şeyleri açıklamak çok zordu. Ve toplumdan gizlenen gerçekleri açıklayanlar kahramanlardı, yani ölümü, hapishaneyi, lanetlenmeyi, sürgünü göze alıp açıklıyorlardı. Öyle bir çağa girdik ki; artık bir şeyi gizlemek onu açıklamaktan daha zor oldu. Neyi nasıl gizleyeceksiniz. Ben dün akşam Japonya da ki bir arkadaşımla telefonla görüşürken, Amerika da ki bir arkadaşıma e mail yazıyordum, Danimarka da ki arkadaşımı da Skype üzeri kameradan izliyordum.
Türkiye kendi gerçekleri ile yüzleşiyor, yüzleşmeye çalıyor, ama bunu doğru dürüst yapamıyor, Başbakan eski dersim katliamından dolayı özür diliyor, ama yeni katliamlar yapılıyor, her gün Kürdistan’ının çeşitli bölgelerinde katliamın kanıtları kemikler çıkıyor. 12 Eylül cuntasının liderleri mahkemelerin önüne çıkarılıyor, darbe yapmak isteyen Generaller tek tek hapsi boyluyor. Ama inkâr edilen koskoca Kürt gerçeğinin inkarı hala sürüyor bu gerçekle kimse yüzleşmek istemiyor. Türkiye cephesinde vaziyet böyle iken biz Kürtler, kendi gerçeklerimizle yüzleşmekten çok ama çok korkuyoruz.
Bize: “Siz demokrat değilsiniz diyenleri, siz Bekaa da, Barelias ta, Zele de, Qandil de, Diyarbakır da ve bütün Kürdistan coğrafyasında, Avrupa’ da, Arap ülkelerinde binlerce suçsuz ve günahsız Kürt öldürdünüz ve üstelik öldürdüğünüz tek birisini mezara bile koymadınız” diyenleri hala ”ajan, alçak, şerefsiz, düşmanın kucağına oturmuş” diye niteleyip susturmaya çalışıyoruz.
Zaten binlerce Kürt genci katledilmeden önce tek- tek “ajan, alçak, şerefsiz, düşmanın kucağına oturmuş” olarak damgalanıp öldürülmüştü.
Demek ki bizde hiçbir şey değişmemiştir. Tarlasında yetiştiğimiz Saddam diktatörlüğü yıkıldı, diktatörlüğümüze can ve ruh veren Esat rejimi gitmek üzere, kendimize rehber edindiğimiz Kemalizm diktatörlüğünün sıvası dökülürken ve ortadan çatlarken, biz gerçek yüzümüzü bize gösterenlere, "siz işte busunuz" diyenlere hala eski alışkanlıklarımızla, bunlar “ajandır, siz dinlemeyin” diyerek ayakta kalmaya çalışıyoruz.
Diktatör rejimlerde insanları öldürmek ve öldürülenlerin akibetini gizlemek erdem, insanların öldürülmesine karşı çıkmak ve gizli yapılan infazları açıklamak alçaklıktır. İşte Kemal Burkay ve İbrahim Güçlü böyle “alçaklardır!”
Bu görüşlere birkaç noktaya açıklama getirerek katılmak istiyorum.
Türk Meclisi’nde görüş belirtmemizin neden yerinde olduğunu Selim Çürükkaya çok rasyonel açıklamış.
Bizim aydınlarımız ve siyasetçilerimizin bir kesimi, soğuk savaş döneminin kuşatılmış, tecrit edilmiş, “kol kırılır yen içinde kjalır” kapalı toplum devrinde yaşıyorlar. Dünyada bütün sorunların, bir ulusun ve ülkenin sınırlarını aşarak uluslararasılaştığını görmezlikten geliyorlar. Oysa hak ve özgürlükler açısından iç sorunlar, aynı zaman da dış sorunlardır ve başka ulusları ve devletleri de ilgilendirir. Eğer öyle olmazsa, Türkiye’nin ve diğer devletlerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde ve diğer uluslararası mahkemelerde yargılanması söz konusu olmaz. İnsanlık suçu işleyen Miloseviç uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanıp, cezalandırılamaz.
İsmi geçen arkadaşlara göre insanlık suçu işlemiş Öcalan ve PKK, uluslararası mahkemelerde de yargılanmamalı. PKK ve Öcalan sınırsız ve akıl almaz bir uygulamayla istediği Kürdü öldürsün. Böyle bir özgürlük, bugünkü koşullarda hiçbir otoriter, oligarşik rejime ve diktatöre tanınmamıştır.
Türk Meclisi’nde Kürtler kendi görüşlerini dile getirmez diyenler - bunların içinde Sait Aydoğmuş ve Mahmut Kılıç arkadaşlarım da var - BDP milletvekillerinin meclise gitmeleri için çalışmalar yaptılar, kampanyalar yürüttüler.
Kürt aydınlarının bu yaklaşımı, Türkiye’nin de uluslararası platformlarda tartışılmasına ve uluslararası mahkemelerde yargılanmasına karşı olan Türk ırkçı ve şovenlerin yaklaşımlarıyla bir örtüşme göstermektedir. Bu yaklaşım, insan hak ve özgürlüklerinin ihlaline ortam hazırlayan, insan hak ve özgürlüklerini ihlal edenlere sınırsız özgürlük tanıyan bir yaklaşımdır. Tehlikelidir. Kabul edilemez.
Yine bu görüşe göre, ABD ve müttefiklerinin Irak’a müdahalesi, NATO’nun Libya’ya, gelecekte uluslararası güçlerin Suriye’ye müdahalesi de meşru ve doğru değildir.
*****
Teknik bir ayrıntı daha: Mevcut hükümet, Kemalist Devletin, 12 Eylül ve diğer cunta yönetimlerini, yani Türk olan suçluları, suç örgütlerini karasız ve yordamınca olmazsa da yargılamak istemektedir. Bundan dolayı, bize ve başka birçok aydına görüş belirtme olanağı tanımıştır. Bu konu küçük bir ayrıntı olarak görülse bile, atlanılır bir konu değildir.
*****
En önemli başka konu, PKK’nın yapısıyla ilgilidir. PKK, eğer Kemalist Devletin bir projesi ve kurumu ise, ki ben böyle olduğu görüşündeyim: Kemalist Devlet de diktatörlüğü temsil ediyor, birileri de bu diktatörlüğü ve kurumlarını, örgütlerini, projelerini yargılamak ve sorgulamak istiyorsa, bundan geri durulamaz.
Benim düşünceme göre, Ergenekon, Balyoz, Andıç Davaları ne ise, PKK’nın Kürtleri öldürerek işlediği insanlık suçlarının da yargılanması odur.
Ayrıca, PKK, Öcalan “Hakikatler Araştırma Komisyonunun” kurulmasını devletten istiyor. Meclis’te görüş belirtmemize karşı çıkanlar arkadaşlara göre, bu komisyon oluştuğu zaman, PKK’nın yaptıklarını bu komisyonun çalışmalarının dışında tutmak isteyecekler.
Bununda insanlık suçlarına ortaklık anlamına geleceği açık değil mi?
Amed, 31. 01. 2012