Beşikçi, hiç şüphe yok ki, Türk “aydın” ve akademisyeni dünyasının yüz akıdır. Türk aydın dünyası, Kürtlerin varlığı konusunda hem suskun ve inkârcı; Türk Bilim Dünyası Kürtlerin varlığı konusunda hem inkârcı ve yasakçı iken, Beşikçi, bir Türk bilim adamı olarak Kürtlerin varlığı konusunda iz süren, bu iz sürüşünden sonra kendisinde oluşan; “Türkiye’de Türklerden başka bir Kürt ulusu, Türk dili ve kültür dışında bir Kürt Kültürü ve dili, Kürtlerin Kürdistan diye bir ülkelerinin olduğu; Kürdistan’ın 1639 Kasrı Şirin Antlaşmasıyla ikiye, Lozan Antlaşmasıyla dörde bölündüğü, Kürdistan’ın sömürge statüsünde bile olmadığı, Kürt ulusunun ezilen ve sömürge bir ulus olduğu, Türk-İran-Irak ve Suriye Devletlerinin sömürgeci devlet olduklarını” saptayıp ve inanmasından sonra, bu görüşlerini her yerde, bilim dünyasında, Türk aydınları arasında, mahkemelerde, Türk resmi yetkilileri huzurunda ve yabancı heyetler karşısında savundu.
Bu görüşlerinin bedelini de ağır ödedi. Hayatının 17 yılını, hapishanede, mahkemelerde savunmalarla; geri kalanını da baskı ve tecritle geçirdi. Devletin ve devlet yandaşlarının tecrit politikasına söylenecek bir şey yoktu. Asıl tecrit, 1974 Kürt ve Türk sol örgütlerinin, Türk aydınlarının oluşturdukları tecrit idi. En önemlisi de Beşikçi’nin bu çevreler tarafından “bölücü, Kürt milliyetçisi, halklar arasındaki enternasyonal dayanışmayı kıran insan” olarak tanımlanmasıydı.
Beşikçi’ye karşı son dönemlerde bir değişiklik varsa bu olumlu bir durumdur.
Özellikle de bir grup arkadaşın İbrahim Gürbüz öncülüğünde, üstelik de İbrahim Gürbüz’ün verdiği değeri çok yüksek bir binada oluşturdukları “İsmail Beşikçi Vakfı”, Beşikçi’nin emeğine ve Kürtlüğe hizmetine verilen değerin bir ifadesi; ayrıca Beşikçi’nin eserlerini yaşatmanın, araştırmanın, derinleştirmenin, geliştirmenin önemli adımlardan biridir.
“İsmail Beşikçi Vakfı’na” destek olmak her Kürdün ve hepimizin görevidir.
Bütün bunların yanında, Beşikçi’nin doğru tanımlanması da o kadar önemlidir.
“İsmail Beşikçi Vakfı’nın” tanıtılması için bir dönem önce İstanbul’da ve 26 Şubat 2012 tarihinde Diyarbakır’da tanıtım toplantıları yapıldı. Bu tanıtım Toplantılarında, Vakıf Başkanı olarak İbrahim Gürbüz, Başkan Yardımcısı olarak Ruşen Arslan, Sayman olarak İshak Tepe konuşma yaptılar. İshak Tepe Kürtçe, İbrahim Gürbüz ve Ruşen Arslan Türkçe konuşma yaptılar.
Teslim etmek gerekir ki, Kürtçeye öncelik tanındı.
Konuşmacılar, vakfın kuruluş çalışmalarını, vakfın amacını, vakfın yapacakları çalışmalar hakkında açıklamalarda bulundular. Bunların yanında, onları aşan siyasi ve tarihi değerlendirmeler de yaptılar.
Konuşmaların, Vakfın teknik yapısına, amacına, yapacağı çalışmalara, vakfın temel düşünsel konseptine yönelik boyutlarında bir sorun yok. Ya da en azından ben bir sorun olduğunu saptamadım. Bu konuda söz sahibi olacaklar, vakfın kurucuları ve çalışanlarıdır.
Bir teknik ve önemli bir boyut varsa, O da “İsmail Beşikçi Vakfı’nın” kuruluşunda eski yol arkadaşlarının, aynı yayın ve siyaset okulunda beraber çalışan ve yetişen arkadaşlarının görüş ve önerilerinin alınabileceğiydi. Ama buna gerek görülmemiş. Nasıl olsa geçmişte Beşikçi karşıtı olan ve onu her yerde tecrit eden, günümüzde yeni yol arkadaşlarına sorulması yeterli görülmüş.
Ben, görüşü sorulanlar arasında olmayabilirdim.Bunu anlayışla karşılamamın nedenleri var.
Bilindiği gibi, Beşikçi bir dönem PKK ile gönül bağı içinde olmaya karar verdi. Bunu da bana yazdığı mektubunda da açıkça ifade etti. Bu gönül bağı hikâyesinden sonra, benim özel mektuplarımı, en kritik bir dönemde, PKK’nın hakkımızda ölüm kararları çıkardığı bir dönemde, PKK liderine ve yönetimine iletti. İkimiz arasındaki kapsamlı polemiklerden dolayı, aramıza kara kedi girdi. Her ne kadar, daha sonra, Abdullah Öcalan Beşikçi’yi 2. Ziya Gökalp olarak tanımladığı zaman, şiddetle karşı çıkanların başında gelmiş ve bu konuda yazı yazmışsam da, var olan duygusallığın ve tepkinin Beşikçi açısından son bulmadığını saptayabiliyorum.
Konuşmalarda asıl beni ilgilendiren boyutu, Beşikçi’nin tanımlanması, Beşikçi’nin mücadele tarihindeki önemli durakların atlanması, ortaya konulan tarih ve siyaset anlayışıdır.
Hem İstanbul ve hem de Diyarbakır’da aynı sorunlu konular dile getirildi. İstanbul’da Beşikçi toplantıdaydı, söylenenlere bir şey demediğini sonradan öğrendim. Ben toplantıya davetli değildim. Toplantıya Beşikçi’nin emeğinin ve yaptıklarının hatırı için katıldım. Beşikçi’nin kendisi ve başkaları olsaydı, davet edilmedikleri için bu toplantıya katılmazdı. Eski yol arkadaşı ve emek de veren biri olarak davetiye beklerdi.
Toplantıya tesadüf katıldığım için, toplantıyı belli bir yerinden terk etmek, basınla olan randevuma gitmek zorundaydım. Tekrar dönüp toplantıya geldiğimde, Beşikçi konuşmanın son bölümünü ifade ediyordu. Son bölümde de BDP’nin devletle görüşüp görüşmemesi konusundaki mesajlarını veriyordu.
Bu nedenle, yapılan konuşmalara, itirazlarımı yapamadım. İtirazlarımı, Diyarbakır toplantısında kısaca da olsa yapma fırsatı buldum. Ruşen Arslan’ın, Diyarbakır Büyük Şehir Belediye Başkanı’na sınırsız konuşma hakkı tanıyıp, beni de sıradan bir katılımcı derekesinde görmesi nedeniyle, 4-5 dakikada, görüşlerimin bir kısmını ifade ettim. O ifade ettiğim acı ve tarihi gerçekler, zaten zehirli olan atmosferi ve özellikle de Ruşen Arslan’ı fitillemeye yetti.
Beşikçi için yanlış bir tarih yaratma, onu peygamber görme ve Kürtlerin yaratıcısı olarak tanımlama…
“İsmail Beşikçi Vakfı”nın tanıtımında, İsmail Beşikçi için bir tarih yaratılıyor. Bu tarih, kendi içinde oldukça zaaflı, Beşikçi’ye dair olan gerçeklerin önemli bir kısmını da ret ve inkâr eden bir tarih. Beşikçi için yaratılan bu tarihte, DDKO Komünü, Komal Yayınevi, Rizgari Dergisi, eski yol arkadaşları yok.
Ayrıca bu tarih anlayışında, farkına varmadan Beşikçi’yi peygamberleştirme ve Kürtlerin yaratıcısı görme gibi bir yaklaşım var.
Bu tarih anlayışına göre, Beşikçi’den önce Kürt ulusundan, Kürt halkından, Kürdistan’dan bahseden Türk olmadığı doğru. Ama bu tarih anlayışına göre, Kürt ulusu ve halkından, Kürdistan’dan Beşikçi’den önce bahseden Kürt de yok. Yani İsmail Beşikçi Kürtlerle ilgilenmeden önce, 49’lar Davası yok, yayınlanan Dicle-Fırat, Deng, Yeni Akış gibi Kürt dergi ve gazeteleri yok. Ayrıca 1965 yılında kurulan Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi de yok.
Beşikçi’yi karşıtlarına anlattırmak…
Beşikçi’nin tanıtılması için, haklı olarak bazı kişiler, yazarlar, aydınlar, siyasetçiler konuşturulacaklardı. Bu yapılmış. Ama yanlış yerden başlanmış. Beşikçi tanıtımına, Vedat Türkali ile başlangıç yapılmış, ağırlıkla Beşikçi’nin solcu olan, Kürtlerin bağımsız devlet olmalarına karşı olan yeni yol arkadaşlarıyla bu tanıtım tamamlanmış.
Beşikçi’nin tanıtımını yapan bu “yeni yol arkadaşlarının”, 1974’ten sonra Beşikçi’yi her yerde mahkûm eden, onu tecrit eden kişiler olması unutulmuş.
Beşikçi’nin bunu yapmasını, iyi niyetliyle tanımlamak olanaklı. Vakfın kurucusu ve özellikle de Ruşen Arslan nasıl bunu yapabilir?
Beşikçi ile ilgili kitap hazırlanırken de, bu yanlış yapılmış. Beşikçi’ye karşı olan ve onu Kürt milliyetçisi ve hain görenler, onu tecrit edenler, kitaplarının basımına karşı çıkanlar, hiçbir özeleştir yapmadan, Beşikçi’ye sahip çıkma ve onu tanımlama şerefine nail olmuşlar.
DDKO Komünü medresesini inkâr ve yanlış tanımlama…
DDKO Komünü, 12 Mart DönemindeDiyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı asker hapishanesinde yönetimin haksızlıklarına ve MİT’in uygulamalarına karşı mücadelede, hapishanede dağınıklığın son bulması ve örgütlenmesinin yaratılmasında, askeri mahkemelerde siyasi savunmaların hazırlanması ve Kürt halkının dili başta olmak üzere bütün ulusal haklarının savunulmasında, Kürt solu arasındaki örgütsel ve ideolojik ayrışmanın sağlanmasında, Kürt ulusal ideolojisinin oluşturulmasında, komün üyesi olanların yetiştirilmesinde, 1974 sonrası Kürdistan’ın Kuzeyindeki bağımsız sol ve nasyonalist örgütlenmenin oluşmasında, önemli bir merkez, mektep görevi gören bir yapılanmaydı.
DDKO Komününde, can alıcı tartışmalar yapıldı, DDKO ve İsmail Beşikçi’nin savunmaları hazırlandı, DDKO üyeleri bu komünde eğitildiler ve dönüştüler, Beşikçi’nin “Doğu Anadolu’nun Düzeni” ile ilgili saptanmalarının değişiminde bu komün önemli bir rol oynadı.
DDKO Komününde, Komal Yayın Evi, Rizgarî Dergisi, DDKO niteliğinde kitlesel bir ulusal demokratik bir örgütlenme olan Devrimci Demokratik Kültür Derneği’nin yapılandırılması projelendirildi.
DDKO Komünü üyeleri kendi aralarında şiddetli tartışmalar yapmalarına rağmen, her zaman uyum içinde oldular. İsmail Beşikçi ile de savunmalar konusunda bir çelişki ve uyumsuzluk söz konusu olmadı. Kürtçe savunma yapma konuları konuşulmasına rağmen, savunmaların Kürtçe yapılmaması konusunda Beşikçi’nin küslüğünden bahsedilemez. Ayrıca, Kürtçe konusunda yetkinliğimiz olsaydı, Kürtçe savunma yapmaktan geri durmayacağımız o günkü yaklaşımlarımız da analiz edildiği zaman saptanabilir. Ayrıca, savunmamızın bir bölümünde, Kürtçenin bir dil olmadığına ilişkin devlet ideolojisine karşı, Kürt dili ile ilgili analizlerin ötesinde örneklemeler yapılarak cevaplar verilmiştir.
Beşikçi için tarih yapılırken, DDKO Komününe ilişkin yanlış aktarımların ve tanımların hızla değiştirilmesi gerekir.
Komal Yayın Evi ve Rizgarî okulunun görmezlikten gelinmesi…
DDKO Komünü, bütün hukuksal zorluklara ve engellemelere, Kürt yurtseverleri ve Türk solcularının zihniyet barikatlarına rağmen, Komal Yayınevi’ni kurdu. Kürt ulusal ideolojisini inşası görevini önüne koyan, ezop dili kullanmayan, Kürtlere dair tüm aktörlere ve enstrümanlara ismiyle hitap eden; Türk Devletini sömürgeci, Kürdistan’ı uluslar arası bölünmüş sömürge, Kürt sorununu siyasal ve ulusal bir sorun olarak tanımlayan, Kürtlerin bağımsızlığını ve Kürdistan’ın birliğini ve birleşikliğini savunan Rizgari Dergisini yayınladı.
Komal Yayınevi ve Rizgari, hepimiz, Beşikçi için de bir okul oldu. Özellikle de Komal Yayınevi en fazla Beşikçi’nin savunmasını ve kitaplarını yayınlamasından dolayı Beşikçi’nin okulu ve evi oldu.
Komal Yayınevi olmamış olsaydı, Beşikçi’nin kitaplarını hiçbir yayınevi, hem Kürt ve Türk yayınevlerinin yayınlaması olanaklı olmazdı. Beşikçi, Komal Yayınevi’nde özeleştirilerini ve Doğu Anadolu’nun Düzeni kitabındaki değişiklikleri yaptı.
Komal Yayınevi, DDKO Komünü üyelerinin, o ekonomik kısıtlılık koşullarında boğazlarından keserek kurdukları bir yayınevi idi. Komal Yayınevi adına metropollerde ve Kürdistan’da çalışan arkadaşlar, aç karınlarla Komal’ın tüm kitaplarını ve özellikle Beşikçi’nin kitaplarını, o günkü ulaşım koşullarının olağanüstü zor koşullarında sırtlarında Kürt şehirlerine, kasabalarına, köylerine taşıdılar. Elden bire-bir dağıttılar.
O dönemdeki emniyet ve hukuki zorluklar göze alınarak Beşikçi’nin kitaplarını Kürdistan’da nasıl dağıttığımızı, bizzat kendim bu dağıtımı yüklendiğim için iyi bilirim.
Komal Yayınevi’nin sahibi olarak ilk plânda Orhan Kotan’ın ve daha sonra Recep Maraşlı’nın bu konudaki emekleri ve fedakârlıkları inkâr edilemez. Orhan Kotan ve birçok Komal çalışanı, Komal Yayınevinden dolayı tutuklandılar, hapis yattılar, büyük cezaları göze alarak mahkemelerde değerli ve kaliteli, siyasi savunmalar yaptılar.
Beşikçi’nin kitaplarının hazırlanmasında, DDKO Komünü üyelerinin, Komal Yayınevi ve Rizgarî Yazı Kurulu’nun sadece teknik ve redaksiyon anlamında değil, içerik anlamında büyük katkıları oldu.
Beşikçi’nin kitaplarına temel oluşturan yerel anketler ve araştırmalar Komal Yayınevi kanalıyla yapıldı. PKK denilen aydın ve fikir düşmanı hareket, Beşikçi anketlerini yakarken ve kitaplarının dağıtımını engellerken; Kürt sol örgütleri bu anketlere sıcak bakmazken, eski yol arkadaşları, Rizgarîciler, Komal Yayınevi çalışmaları bunun için mücadele yürüttüler.
Rizgarî’de, Kürt ulusal ideolojisi inşa edilmeye çalışıldı. Beşikçi de uzun bir dönem Rizgarî Dergisi’nin Yazı Kurulu üyelerinden biriydi.
Rizgarî Dergisi, Kemalizm’e karşı Kürt ulusal ideolojisinin oluşturulduğu bir merkezdi. Beşikçi de bu okulda Kemalizm’e karşı tezlerini geliştirme olanağını fazlasıyla elde etti.
Kurulda, Beşikçi’nin bazı görüşlerinin ciddi itirazlarla karşı-karşıya kalmasından sonra ve ayrıca kitap yazım çalışmalarının yoğunluğundan dolayı Yazı Kurulu üyeliğinden ayrıldı.
Beşikçi, Rizgarî Dergisi Yazı Kurulu üyeliğinden ayrılmasına rağmen, ilişkilerimizde bir kırılma olmadı.
Eski yol arkadaşlarının yok sayılması ve dışlanması…
İsmail Beşikçi için tarih oluşturulurken, eski yol arkadaşları birçok açıdan yok sayılmaktadır. Beşikçi, eski yol arkadaşlarına kızabilir, onlarla aynı düşünceleri paylaşmayabilir. Ama onları hayatının bir kesitinde yok sayma gibi bir inkârcılık içinde olamaz. O arkadaşlarını, kendine göre olumlu ve olumsuzluklarıyla değerlendirmek, kabul etmek zorundadır.
Beşikçi eski yol arkadaşlarına kızsa da Onlar, Türk sol ve akademi dünyasının, Kürt sol örgütlerinin Onu dışladığı, suçladığı, tecrit ettiği dönemlerde, o eski yol arkadaşları onu kucakladılar. Hatta kendileri kişi olarak ve siyasi yoğunluk ve hareket olarak Beşikçi’den dolayı tecritlerle karşı-karşıya kaldılar. Ama Beşikçi ile ilgili geri adım atmayı düşünmedikleri gibi, Beşikçi’yi her platformda amansız bir şekilde savundular.
Kürtçe savunma KCK Davası ile başlamadı…
Beşikçi için tarih oluşturulurken, 12 Mart Döneminde Kürtçe savunma yapılmasını istediği ileri sürülüyor. Bunu yapmadığımız için de Beşikçi’nin DDKO Komününe küstüğü ifade ediliyor. Bu konuda temel başka bir yanlış da yapılıyor. O günden sonra, Kürtlerin KCK Davası ile mahkemede ilk Kürtçe savunma yaptığı da büyük bir gaf olarak ileri sürülüyor.
DDKO Komünü ile bilginin yanlış olduğunu yukarıdaki satırlarda ifade ettim. Kürtçe savunma konusundaki görüş de yanlış.
Bilindiği gibi ve araştırtmalarımıza göre, Türk Mahkemelerinde ilk Kürtçe savunma yapan Kürt yurtseveri, 1925 yılında Bavê Tujo’dur. Türkçe bilmesine ve üniversiteyi bitirmiş olmasına rağmen, Kürtçe savunmayı bilinçli ve bir Kürtlük tutumu olarak yapıyor.
Daha sonraki tarihlerde: Vedat Aydın, Mehdi Zana, Siverekli Şeyhe Türk mahkemelerinde Kürtçe savunmalar yaptılar.
Ondan sonra ilk kurumsal Kürtçe savunma Türk mahkemelerinde Diyarbakır Kürt Derneği tarafından dernek yöneticileri tarafından yapıldı. Daha sonra onlarca davada benim şahsım tarafından ve üstelik Türk Mahkemelrini de meşru görmeyerek yapıldı. Daha sonra da benim inisiyatifimle HAK-PAR ve TEVKURD tarafından mahkemede Kürtçe savunmalar yapıldı.
Ayrıca KCK Davasından önce Azadîya Welat Gazetesi’nin bir yazarının/gazetecinin de mahkemede Kürtçe savunma yaptığı bir gerçek.
KCK Davasındaki Kürtçe savunma refleksi, son ve hem de geç kalmış reflekslerden biridir.
Sonuç yerine...
Beşikçi’nin yaşamı, Türk Devleti’nin resmi ideolojisinin Kürtleri ulus ve halk olarak inkârı ve reddine karşı mücadele ile geçti.
Beşikçi ile ilgili tarih yaparken, Beşikçi’nin inkârına yol açacak, inkâr yoluna gidilmemeli.
Beşikçi’nin yaşam tarihindeki tüm olgular, layıkıyla yerli yerine oturtulmalı ve yorumlanmalıdır.
Beşikçi adına, birilerinin, bir yerlere mesaj verme dertleri varsa, bundan vazgeçsinler.
Amed, 29. 02. 2012