Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 15 June 2012


Perşembe, 14 Haziran 2012 13:01

Gündem

Türk gazetecisi eski MHP militanı Avni Özgürel, Kandil'e giderek KCK Yürütme Kurulu Başkanı Murat Karayılan bir roportaj yaptı. Yazarı olduğu Radikal gazetesinde yayınlanmayan roportajı "birlesikbasin.com" adlı bir web sitede yayınlayan Özgürel, roportajın başına ilginç bir fotoğraf eklemiş. Fotoğrafta Türk gazetecisi Avni Özgürel'ün eline iki eliyle sarılmış Kürt komutan Murat Karayılan, Özgürel'e sıcak bir dostluk gösterirken, Özgürel'in Karayılan'a elini kerhen uzattığı ve onu dikkate almadan göz temasından kaçınarak üstten baktığı görülüyor!
"Roportaj" adı verilen yazının ilk bölümünde de Özgürel'in dişe dokunur bir soru sormadığı, Karayılan'ın konuşmalarını yönlendirmeye çalıştığı izlenimi veriyor. Karayılan'da konuşmasında, TC sınırları içinde bir çözümü amaçladıklarını, karaylan zgrelçaresizlikten direndiklerini ifade ediyor. Avni Özgürel'in "Murat Karayılan roportajının ilk bölümü:"

Röportaj: Avni Özgürel
13 Haziran 2012 Çarşamba 15:30
"Gelinen noktada çözüm için yeni bir karara gitmek gerekiyor."
"Bir yola çıktık, doğru - yanlış buraya geldik. Günümüzde herkes uluslararası güçler, bölgesel güçler bu konuyla ilgili. İngilizler zamanında Kürt sorununu çözmemişse bunu sürekli bir kart olarak kullanmak için çözmemişler. Bunun farkındayız."
"Oslo süreci önemliydi. Çözüme çok yaklaşmıştık. Her görüşmeyi, her şeyi harfi harfine, yakından takip ettim. Kendim bulunmadım ama birinci elden takip eden kişiyim."
...
Yıllardır Kürt meselesi konusunda yazıp çiziyorum. Keza kanın durması, şiddetin son bulması için.. Bu yolda çaba sarfeden çok sayıda insan her defasında hayal kırıklığına uğruyor. Bu yıl başında PKK'nın silah bırakacağını yazdım. Kimi görüşmelere ilişkin edindiğim bilgiden hareketle bu kanaate varmıştım... Olmadı... Bu defa uzun zamandan beri sert ifadeler kullanan sayın başbakanın örgüt silah bırakırsa operasyonlara son veririz, sözü yeni bir döneme gidiğimizi düşündürdü. Ne dersiniz? Bir kere daha silahların bırakılması noktasına geldik mi?
Öncelikle hoş geldiniz. Çaba gösteren herkesi özellikle sizi uzun bir süreden beri izliyoruz. Samimi bir biçimde bu sorunun çözümünü isteyen tüm insanlara büyük saygımız vardır. Bazı başka dostların da ziyaret talepleri oldu. Konuşmamızın pek uygun olmadığını söyleyerek geri çevirdik.. Genelde bu tür dönemlerde biz fazla öyle basınla çok yakın ilişkide olmuyoruz ama sizi uygun görmemizin nedeni açıkça belirtirsek sizin değerlendirmeniz konuya ilişkin değerlendirmelerinizin ekseninde önderliğinizin yani Başkan Aponun olmasıdır. Bu husus bizim için önemli. Çünkü esasında yani gerçekten sorunun çözümünde Başkan Aponun durumu gerçekten belirleyicidir. Bunu Türkiyede ilk görenlerden birisi sizsiniz. Bunu biliyoruz. Bu açıdan önem verdik. Yani sizden gelen talebi geri çeviremezdik. Umarım yararlı olur.
Ben de yararı olsun arzu ederim...
Sizin konulara iyimser yaklaştığınızı biliyorum. Keşke meselenin çözümü basit olsa... Gelişiniz vesilesiyle sorunlarımızı ve içinde yaşadığımız durumu en yalın, açık bir biçimde anlatacağım. Umarım çözüme faydası olur. Böyle diyorum, çünkü tarafların birbirini anlayamama sorunu var, güven sorunu var. Gerçek bu yani. Esas sorun budur. O açıdan sizin gibi sorunu aklıselimle ele alan, derinlikli yaklaşan, öngörülü yaklaşan kişilere ihtiyaç var. Zaten biz bunun farkına vardığımız için sizin gibi insanların çözümdeki rolünü önemsiyoruz.
Değişik vesilelerle yaptığınız konuşmalarda gelinen noktada çözümden başka yol görünmediğini söylüyorsunuz. Elinizi tutan ne?
Şimdi konuya nasıl gireyim? Biraz izahat etmem gerekiyor bazı şeyleri. Biz Kürt sorununu nihayetinde barışçıl diyalog yöntemleriyle çözülmesi gereken bir sorun olarak görüyoruz. 1993ten bu yana diyalog ve barışçıl yöntemlerle çözüm için çeşitli çabalar sergiledik. Yani önümüze çıkan fırsatları değerlendirmeye çalıştık. Öncesinde silahlı mücadeleyle başladık. O doğrudur. 12 Eylül ortamında, Diyarbakır zindanı süreci... Ardından, siz izlemiş olabilirsiniz; Türk solu, Kürt siyaseti... 12 Eylülden kurtulanlar aslında Lübnanda, Suriyede buluştuk. Tartışmalar yaptık. Herkes dedi ki "Biz döneceğiz, mücadele yürüteceğiz." Biz cephe de kurduk faşizme karşı. Sonra biz işi ciddiye aldık. Verdiğimiz söze, içerdeki yoldaşlarımıza, bu yolda yaşamını kaybeden yoldaşlarımıza karşı samimi davrandık. Biz gerçekten geri dönüş için, çabalar içerisindeyken sonradan baktık o bizimle dönecek olanlar yavaş yavaş farklı gerekçeler gösterdiler. Nihayetinde biz tek kaldık. Ama biz geldik, döndük yani. Zordu, çok zordu... Dönmek ölümle eş anlamlı bir şeydi o zaman. 82den, 83ten bahsediyorum. Biliyorsunuz o atmosferi. Siz o zaman içeride miydiniz bilmiyorum.
Evet, 12 Eylül döneminde bütün milliyetçiler gibi benim de hakkımda onlarca dava açıldı, defalarca içeri alındım çıktım.
Birçok insan içerideydi. Kısacası döndük ve öyle bir mücadele başladı. Biz o zamanki koşullarda bu işin silahla olabileceğine inandık.ve öyle başladık. Fakat 90lara gelindiğinde artık hem dünyada genel değişmeler yaşandı hem Kürt sorunu açığa çıktı, gündemleşti. Artık silahlı mücadele yapması gerekeni yaptı, işlevini tamamladı. Bundan sonra iş artık, diyalog ve siyasi çözüme kalmıştır. Başkan Aponun gelişen değerlendirmeleri oldu. İşte o sizin bahsettiğiniz 93 yılıydı. Ben o zaman Şırnaktaydım. Kendisiyle telsizle konuştuk, örgütlerimizin görüşünü aldı. Yani böyle böyle bir adım atmayı düşündüğünü, bizim görüşümüzün ne olduğunu sordu. Bizler de katıldık. Belli bazı kaygılarımızı ifade ettik ama genel hatlarıyla katıldık. Zaten ilk ateşkes süreci öyle başladı.
Ancak artık silahların ara ara bırakılması yetmiyor.
Elbette öyle... Hep birlikte siyasi çözüm için çalışmalıyız. Başkanımız bir komployla Türkiyeye getirildiği halde o çizgiden vazgeçmedik. Esasında biz kendimiz hareket olarak o 99 olayı gerçekleştiğinde tekrar büyük bir direnme kararı almıştık. Fakat İmralıda sanırım Nisan'dı.. Hatırlarsanız o zaman birçok olay da oldu. İstanbulda Mavi Çarşı olayı ve benzer birçok şey oldu. Bize de herkes böylesi fedai eylemi için, kendini feda etmek için haber gönderiyordu. Bir sürü şey vardı öyle ama başkan Apo haber gönderdi. "Yok, bu yanlış.. Tersine önceki çizgimize daha da derinleşmeliyiz. Yani barışçıl çözüm çizgisinde derinleşmeliyiz." dedi.
Aynı yaştayız, 12 Mart dönemini yaşadık. Az önce dediniz ya birtakım gruplar falan buluştuk Filistin'de.. Deniz Gezmişler idama mahkum olduklarında onları kurtarmak amacıyla diğer sol gruplar eylemler sergilediler, Mahir Çayan v.s. Ama niyetleri ne olursa olsun yaptıkları eylem Gezmiş ve iki arkadaşını ipe götürdü. Parlamentoyu kışkırttı. Siz misiniz devletle bilek güreşine kalkan diye. Öcalan o süreci yaşadığı için sizin sergileyeceğiniz eylemlerin ne sonuçlar doğuracağını hesaplamamış olması mümkün değil.
Farklı olabilirdi tabii. Oraya bir şey demiyorum ama biz kendi içimizde tartıştık. Bizim hareketin önderliği içeride. Bu haberi bize gönderiyor. Düşüncesi böyledir. Bizim için kolay olmadı. Biz 1- 2 ay tartıştık. Siz söylediniz 'Savaşmak kolay, barışmak zor.' diye, çok doğru. Yani nihayetinde aynı çizgiye biz de geldik. O zamandan beri süreci yakından izliyorsunuz. Çok uzatmayalım geçmişi. Hepimizin bildiği bir husus var. Ama şu var yani, çözüm için özellikle de bu AKP dönemi, onun üzerine siz de yoğunlaşıyorsunuz, AKP de birtakım yeni şeyler söyledi. Devletin söylemi değişti. Bu anlamda çözüm, koşullar biraz daha olgunlaştı diyebiliriz. Bu konuda biz de çabalarımızı daha da ciddileştirdik aslında. Fakat sorun şuradan kaynaklanıyor Avni Bey, siz daha iyi bilirsiniz, mesela devletin ve hükümetin bu Kürt sorununun da gerçekçi bir çözüm geliştirmesi için şöyle bir kanaate varması gerekiyor; Kürtler bir halktır. Tarihin derinliklerine dayalı bir kültürleri var, bir dilleri var. Bu devlet nasıl oluştu? Siz tarihçisiniz, daha iyi bilirsiniz, cumhuriyetin kuruluş sürecinde ortaklaşma oldu. Daha eskisi de var yani.. Bunun 1071'i var, Yavuz Sultan Selim dönemi var. Yani Kürtler ve Türkler'in yan yana geldiğinden bu yana bir dostluk vardır.
Dostluktan öte kader beraberliği...
Aynen. Osmanlı Devleti'nin her hamlesinde Kürtlerin de aktif katılımı temelinde başarılar sağlanmıştır. Yani geçmişe dayalı bir birliktelik var. Cumhuriyet kuruluş sürecinde de bu birliktelik; Atatürk'ün Erzurum'a gelişi, Kürtlerin katılması, Kürtleri korumayı üstlenmesi, sonra biliyorsunuz. O süreç başladı.
Şeyh Berzenci'yle Mustafa Kemal'in yazışmaları var. Yani Kuzey Irak'ı da içine alacak El Cezire Federasyonu kurulması projesi falan var. İngilizlerin araya girmesi, Şeyh Berzenci'nin öldürülmesiyle sonuçsuz kaldı..
Tabii. El Cezire Komutanlığı'na yazısı vardır. 1920'de herhalde ilk mecliste biraz böyle çekişmeler oluyor, Atatürk çıkıp konuşuyor. Beyler, buradaki zevatlar diyor. Türk, Kürt falan konuşuyor. Ondan sonra Hatay Meclisi'nin arşivde 10 Şubat 1922'deki özerklik kararı var. Bu şimdi başkasının arşivinde çıkıyor. Kısaca o zaman Kürtlere verilmiş bazı sözler var. Fakat Lozan Antlaşmasından sonra durum değişti. Atatürk esasında Kürtlere yakınlığı olan bir insandı.
Şeyh Said İsyanı da ipleri koparttı.
Evet. Şeyh Said İsyanı'yla birlikte ipler kopuyor. O zaman geliştirilen Şark Islahat Planı'dır.. Vallahi ondan sonra bir sürü Kürt sorununa ilişkin raporlar, hani İsmet Paşa'nın vesaire bir sürü rapor var biliyorsunuz, devletin geliştirdiği bir sürü raporlar var. Bunların hepsi nedir? Kürtleri asimile etme, kendimize mal etme deniliyor. Yani Kürtleri Türkleştirme siyaseti esas alınıyor. Türklük söylemi çerçevesinde bir tek ulus yaratma arzusu 1900lerde aslında normaldi yani. Çünkü dünyada Hitler vardı, Stalin vardı. Ama günümüzde bu aşıldı. Herkesi Türk gösterme iddiası çağımızda artık mümkün değil.
Türkiye'de bu düşünceyi savunan kalmadı zaten. Marjinal gruplar vardır belki...
Şimdi devlette böyle bir akıl gelişse; yani bu halkı artık halk olarak kabul etmek, bununla birlikte geçmişte yapılan yanlışları da görmek lazım diye... PKK bu tavra isyandır. Şimdi bize ne diyorlar, terör mü diyorlar? Her ne denilecekse yani bunları da bu biçimde koymak temelinde eğer mesele hükümetin, devletin topluma izahatı olursa buna herkes kendi kafasında anlam verir. O zaman işte Abdullah Öcalan mı bırakılıyor, normal görürdü herkes. Çünkü zaten, devletin bir yanlışı var. Bu yanlış sonucu binlerce insan ölmüş zaten. Mesela mecbur iskan kanunlarıdır, ıslahat planlarıdır, tenkil ve tedip hareketleridir, olmuştur yani. Şimdi biz diyoruz ki.. Bak, mesela Başkan Aponun önemi şu; Başkan Apo ilk kez bir Kürt lider olarak Türk- Kürt birlikteliğinin teorisini ortaya atmıştır. Yani bunu taktik olarak değil, bunu teorileştirmiş. Bunun üzerine kitaplar yazmış. Niye birlikte olmalıyız olgusu üzerine, yani bunu ideolojik bir duruşa dönüştürmüştür, bir de bu var. Devlet eğer zamanında o asimilasyonu gerçekten başarsaydı o giderdi. Mesela şimdi bazı halklar için, örneğin Lazlar için, kimse bir şey demez, artık geçmiş. Boşnaklar için kimse bir şey demez. O insanlar da artık kendilerini Türk olarak görüyor. Ama Kürt toplumu öyle değil.
Kendinize Kürt demeyin, Türk deyin, zaten Kürt diye bir millet yok söylemiyle bir baskı falan yok, kalmadı artık böyle şeyler.
Şimdi kalmadı. Biz mesela okula giderken bununla karşılaştık. Biz de sizler gibi okumak, bilgili bir kimse olmak, hatta devlette bir memur olmak için gittik. Ama öğrendikçe bazı şeylerle karşılaştık. Yani aidiyet sorunu ortaya çıktı. Kimiz olgusu ortaya çıktı. Dolayısıyla bu hareket bunun içinde gelişti. Yoksa biz icat etmedik yani. Bunun bir geçmişi var. Biz mesela isyanlardan kurtulmuş isyanları binlerce kez dinlemişizdir. Ağlamaklı bir biçimde bize anlatmışlardır. Ee biz de aynı şeyden geliyoruz. Bir hakikat var, bir Kürt olgusu hakikati var. Biz bu temelde yola çıktık, doğru - yanlış buraya geldik. Şimdi artık günümüzde her bir kimse konuyla ilgilidir. Mesela uluslararası güçler, bölgesel güçler... Kürt sorununu aslında zamanında İngilizler çözmemişse sürekli bir kart olarak kullanmak için çözmemişlerdir. Günümüzde de halen o konumda tutmak istiyorlar. Aynı pozisyonu sürdürmek istiyorlar.
Bunu bilmek sorumluluğunuzu daha da arttırmıyor mu?
Elbette sadece bizim değil herkesin sorumluluğunu arttırıyor. Mesele çözülürse bundan Türkiye kazanır. Devlet niye bu noktaya gelmiyor, onu anlamıyorum.
Son on senede atılan adımları nereye koyuyorsunuz, yok mu sayıyorsunuz? Hiç mesafe katedilmedi mi?
Şimdi edildi. Onu da söylerim. Konuşabiliriz onu da. Eski nokta değil. Eskiden Kürt kelimesi bile yasaktı. Ama şimdi gelinen noktada artık çözüm için yeni bir karara gitmek gerekiyor. Bu yeni karar şimdi şöyle; siz de iyi takip ediyorsunuz, bir güç aramıza girdi. Aslında sivil toplum kuruluşudur. Orayı çok açmayayım. Açsam herhalde bazı çevreler rahatsız olabilir. Yani Oslo'dan bahsediyorum. Nihayetinde ilk önce İmralı'da, yani İmralı'dan önce de bazı devlet gidiş gelişleri oluyordu ama daha resmi çözüm için bir heyet halinde gidiş başladı. Aynı heyetin biraz aracı olmasıyla bizlerle de Oslo'da başladı. Yani gayet ciddi, karşılıklı saygının da olduğu ki bazı bölümlerde yansıdı zaten kamuoyuna.
Çözüm noktasına yaklaşılmış mıydı?
Evet, çok yaklaşılmıştı. Yani biz hep yaklaştığımızı varsayarak ele aldık. Ama sonra devletin- hükümetin- bürokrasinin kararında gerçekte köklü bir değişikliğin olmadığını düşündüren hadiselerle karşılaştık. Çünkü aksi olsa çözüm olurdu. Çünkü çözüme çok yaklaşmıştık. Çözüm koşulları olgunlaşmıştı. Özellikle ben bu konuda samimiyetle söylüyorum; ben işin içindeyim. Yani her görüşmeyi, her şeyi harfi harfine, yakından takip ettim. Kendim bulunmadım ama birinci elden takip eden kişiyim.
YARIN: KARAYILAN: APO SAĞ MI ÖLÜ MÜ BİLMİYORUM..
O TECRİTTEYKEN BEN NE YAPABİLİRİM Kİ..

  Cuma, 15 Haziran 2012 18:21 RÖPORTAJ APO SAĞ MI, ÖLÜ MÜ, BİLMİYORUM "Oslo'da önümüze bir fırsat çıkmıştı ama kaçırdık.. Görüştüğümüz insanlar samimiydi, çözümden yanaydılar.. Silvan hadisesi bize ve sürece çok zarar verdi.. Olay provokasyon muydu, değil miydi tartışmanın faydası yok... denk geldi.. Halbuki o an için çatışmasızlık kararındaydık.. Silvan'dan beri Öcalan tecritte... sağ mı öldü mü bilmiyorum.. Durum böyle olunca bizim hareket imkanımız kalmadı.. Bir şey yapmam bekleniyor ama manevra yapacağım alan yok.. Önderimiz tecritteyken bir şey yapamam.. Bizim onunla yoldaşlığımız var.. Arkasına dolanamam, onu by-pass edemem... Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne en fazla sayıda Kürt'ün tutuklu olduğu dönemi yaşıyoruz.. Kck'nın başkanı benim, söylüyorum, 8000 tutukludan 1000'i Pkk'lı gerisi sade Kürt vatandaş.. Sanırım devlet bir adım atacak, tavır geliştirecek. Bir şey bekliyor ama ne beklediğini ben bilmiyorum.. Biz şu an eylem anlamında izleme durumundayız..." ... Oslo'da değildim ama görüşmeleri harfi harfine takip ettim dediğinize göre devletin sorunun çözümünde ne kadar samimi olduğunu da görmüş olmanız gerekir... Mesele sadece güvenlik ekseninden değerlendirilse olabilecek en üst düzey heyetin orada işi ne, değil mi? Bunu üstün körü bir kaç kelimeyle izah etmek zor tabii . Gelip bizimle, arkadaşlarla görüşen heyetin iyi niyetli, çözümden yana tutumunu gördük elbette. Ve buna inandık. Fakat arkası boş bırakıldı. Yani hükümet arkasında durmadı. Gerçek bu.. En son mesela protokolleri duymuşsunuzdur. Sunuldu.. Çok kısa, çok yalın, net yazılmış. Önerliğin el yazısıyla bana da ulaştırıldı. Kendileri ulaştırdı. Bu basına yansıdı. Biz de kabul ettik yani. Birkaç basit cümleyi değiştirmeyi önerdik. Ama o kadar.. Önemli oranda kabul ettik ilkesel düzeyde. Dikkatli kaleme alınmış sade bir metin... Aslında Türk kamuoyunun hassasiyetlerini dikkate alan bir dille yazılmıştı. Gerçekten en makul ölçüleri içeren bir çerçeveyi ortaya koyuyordu. Ama heyet dedi ki ' Bizim işimiz artık tamam..Biz bunu başbakanlığa sunmak durumundayız' dedi. Bildiğim kadarıyla sundu da.. Şimdi seçim var dendi, seçim sonrası denildi. Biz de 'Tamam' dedik..  Hani siyasette diyorlar ya seçim sonrası balkon konuşmaları falan, belki öyle bir şeydi.. Bakarsın olabilir yani.. Ama oradan bir şey çıkmadı. Tersine 10 Mayıs'ta Oslo'da çalışma tamamlanıp teslim edilmişti protokol taslağı... Fakat sonrasında birden bire Başbakanın üslubunda değişiklik oldu. Durduk yerde mi sizce? Kendince bir sebebi, izahı vardır elbette... Ama bana söylenen bir şey olmadı.. Seçim kampanyası sırasında Bahçeli'yle başbakan arasında Apo'yu sen astırmadın, ben olsam asardım tartışmaları falan da yaşandı.. Evet.. Ben olsaydım idam ederdim, dedi. Birileri gelim dediler ki büyütülmesin.. Seçim kampanyası nedeniyle dediler. Kim geldi? Söylemek gerekmez.. Yani... Siz de MHP tabanını bilirsiniz, onu zorlamak için.. Ama sonra anlaşıldı ki tam öyle değil yani.. Aslında biraz daha bilinçaltında kalmış bir refleks gibi geldi bana... Sonuçta protokollar ortada mı kaldı? Evet... Kaçırılmaması gereken bir fırsattı, cevapsız bırakıldı. 15 Haziran'da cevap verilecekti, olmadı. 15 Temmuz'a kaydı, yine olmadı. O ara bir olay oldu. Evet ama Silvan saldırısı meydana geldi o sırada Evet.. Silvan olayı.. Siz onu bilinçli yapılmış bir şey olarak yazmışsınız. Değil miydi? Provokasyon değil miydi? Birçok kişi öyle yazdı. Tamam, olabilir.. Görüşlere ben pek bir şey demiyorum. Fakat inanın ki kesinlikle bilinçli bir uygulama değildi. Onun öncesindeki benzer çatışmaların teması, çünkü operasyon gücü var. Ee bizimkiler arazide karşılaşıyor, çatışma oluyor. Önce 50'ye yakın kayıp bizden olmuştu. Yani asker geliyor, orada öyle yakın konumlanıyor, çatışma oluyor. Asker kayıp veriyor. Onüç asker... Duyduğunuzda içiniz cız etmedi mi? Barış derken yine çukura düştük. Yine kendi ayağımızla çukura düştük duygusu yaşamadınız mı? Şimdi onun öncesinde de bizden kayıp vardı. Bu devlet- hükümet, yani işin başındakiler daha iyi bilir ki askeri araziye salarsan karşı karşıya gelmek kaçınılmaz.. Her iki güç de silahlıysa kayıp olabilir. Daha önce bizden kayıplar oldu. Bu sefer de devletten oldu,  belki normal geçer diye beklerdik. Ama başbakan bunu iyi kullandı diyebilirim. Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanı sertleşmesi normal değil mi? Aslında politikasında setleşmeye gitme kararı vardı..  Çünkü öncesinde seçim vardı. Mesela biz 2007 seçimini çatışmasız geçirdik. 2009 seçimini taa daha seçimden önce 78'in sonunda bizzat ben açıkladım. Eylemsizliği sağladık, eylemsiz geçirdik. 2011 seçimi, 12 Haziran seçimlerinden bahsediyorum, yine çatışmasız bir ortamda geçmesi için biz de üstümüze düşen sorumlulukların gereğini yerine getirdik. AKP de bak onda itina gösteriyordu. Ama sonra baktık ki AKP'nin derdi Kürt sorununu çözmekten ziyade iktidar olmak.. Yani iktidarı için bunları yapıyor. Başbakan böyle yapmamalıydı. Kürt sorunu Türkiye'nin en temel sorunudur. Türkiye'nin en temel sorununu basamak gibi kullanmak doğru değil. Bu Türkiye halklarına karşı da saygılı bir duruş anlamına gelmiyor. Meseleyi iktidar olmak için kullanmaya  var ama sıra çözmeye geldi mi çark etti. Kürt meselesini en net şekilde ifade eden siyasi çözümün kapısını açan kişi Erdoğan, on sene zarfında epey mesafe alındığını da siz söylediniz.. Şimdi sorunu kullanıyor diyorsunuz.. Bize öyle geldi. O olay, yani Silvan hadisesi asıl bize zarar verdi. Nasıl? Öyle..  Zarar verdi; Kürt siyaseti çok tesadüfi bir biçimde aynı güne denk geldi, Kürt siyaseti esasen demokratik özerkliği ilan etme hazırlığındaydı. Biz bundan haberdar olduk. Biz bunu daha iyi gördük. Seçim sonrası iyi bir çıkıştı. Ola ki devlet bunu kabul etmezse üzerine gelirse o zaman bizim güçlerimiz daha haklı bir pozisyon elde eder, dedik.. Yani bizim kararımızla o an için öyle bir çatışma yoktu. Bu siyasi adımdır. Denk geldi diyorsunuz. Tamamen tesadüfi bir biçimde denk geldi ve bu hadise kafaları karıştırdı.. Kürt siyasi alanı da, başkaları da, herkes şaşırdı. Yani bu askeri bir hamle mi, siyasi bir hamle mi? Hangi süreç? Kafaları karıştırdı. Aslında Kürt siyaseti de sindi, geri çekildi. Devlet de bunu iyi kullandı. Aslında devlet değil, hükümet.. Çok iyi kullandı, baskıladı böyle.. Mesela gündem oluşturdu.. Biz artık bundan sonra kimseye iyi niyet göstermeyiz, diyerek topyekün savaş ilan eden bir üslup kullandı. Böylece süreç aslında bizim de istemediğimiz bir biçimde bir doğrultuya girdi. Yani esası budur. Barışı temin edelim demişim onun için çabalamışım...Türkiye'de başbakanın siyasi riski var da benim üstlendiğim risk yok mu? Bana soru yönelten önce kendisini benim yerime koysun... Umutlar suya mı düştü sizce... O tarihten bu yana yani on aydır bizim hareketimizin önderliği sağ mıdır ölü müdür bilmiyoruz. Güzel de Türkiye'nin yasalarına göre hareket edilirse bir tutuklunun kendi ailesiyle, kendi avukatıyla görüşme hakkı vardır. Ama 10 aydır niye mesela bizim başkanımız için bu ayrıcalık mesela?.. Niye negatif bir yaklaşım geliştiriliyor?..Kanuni açıdan yaklaşılırsa bir tutuklunun avukatla, ailesiyle görüşme hakkı var, haberleşme hakkı var, takip etme hakkı var. Bunun hukuki tarafı nedir? Bunun ahlaki tarafı nedir? Bu ne anlama gelir? Uluslararası düzeyde bunun bir yeri var mı, yasal açıdan- hukuki açıdan? Yeri yok.. Koskoca bir devlet, kusuruma bakmayın kullanacağım kelime için, yalan söylüyor. Her hafta avukatlar başvuruyor, devlet diyor ki ' Koster bozuk!..' Bu nasıl devlettir ya? Bu nasıl iştir? Bari buna daha başka bir cevap verin. Yasakladık deyin.. Her hafta ' Bozuk..' Bu devlet niye ciddiyetiyle bağdaşır mı?.. Açık açık- dobra konuşsun. Şimdi, bir tarafı bu.. Yani 10 aydır bir haberimiz yok. Öcalan faktörü işin içine girince... Bu meselenin önemini siz biliyorsunuz.. Müsaade ederseniz bir parantez açayım. Biz önderliksel bir hareketiz. Bilmeyen şöyle zanneder; Abdullah Öcalan bu hareketi örgütlemiş, talimatla yönetiyor, falan.. Ama öyle değil. Abdullah Öcalan bir felsefe, bir çizgi koydu ortaya. Biz buna güvendik, inandık ve katıldık. Kendisi olsa da olmasa da biz bu mücadeleyi yürütebilecek durumdayız. Kırk yıldır bu işin içindeyiz yani. Mesela diyorlar ki 'Biz Abdullah Öcalan'ı tutarız böyle.. Eee belki örgütün kafası karışır, yürüyemez duruma gelir..' Nasıl olur bu? Biz de 40 yıldır bu işin içindeyiz. Onlarca, yüzlerce arkadaş var. Yani biz bu işin teorisini biliyoruz, her bir arkadaşımız düşüncesi olan insanlardır. Şu an böyle düşünen kimse yok... Belki şundan kaynaklanmış olabilir.. Öcalan Türkiye'ye getirildikten sonra siz belli bir noktada sert bir açıklama da yaptınız. Onun bazı açıklamaları üzerine 'Bundan sonra kendisi bir sembolik başkandır..' diye.... Evet o ara öyle bir şey oldu. O ayrı bir konu.. Kürtler de hareketi onsuz kendileri götürür, diye bir açıklama yaptınız. Yani şimdi şöyle.. Biz önderliksel bir hareketiz. Mesela ben önder Apo'nun düşüncesini dinlemişim, benimsemişim, felsefesine katılmışım. Cemil Bayık arkadaş o biçimde katılmış, Duran Kalkan o biçimde katılmış. O bizim önderimizdir. Fakat eskiden de kendisi yönetmiyordu. Kendisi stratejisttir. Çerçeve veriyor, biz yürütüyorduk zaten. yine de yürütüyoruz işte.. Hareket öyle bir hareket.. Önderliğin oluşturduğu emirle yürütüldüğü bir şey değildir yani.. Mesela kendisi o zaman da Şam'daydı. Bu kadar dağlarda yürütülen bir hareket vardı. Yani demek istediğim; biz ideolojik- felsefik olarak önder Apo'ya kesinkes bağlıyız. Biz öyle bir hareketiz yani. Günlük talimat almasak da.. Şimdi böyle bir hareketi farklı değerlendiren bazı devlet organları yani diyorlar ki ' Tecrit olunca hareket başsız kalır..' İşte öyle değil.. Hareket ona bağlı ama onsuz felç hali yaşayacak durumda değil.. Biz bağlıyız. Bir sözünü iki etmeyiz. Ama bu şu demek değil; o olmadı, yürümeyiz. Yok yürürüz.. Şimdi buradan parantezi kapatıyorum. O parantezi şöyle kapatabilir miyiz? Bunu yani Öcalan'ın pozisyonunu Oslo sürecinde müzakerelere katılan devletin yetkilileri far etmediler mi? Onlar biliyor. O ekip biliyor ama işte ben iyi bilemiyorum orayı.. O ekip anlatamadı mı, etkili mi olamadı?.. Nasıl oldu?.. Bizim o ekibe karşı herhangi bir şeyimiz yok yani. Tamam işte, bazı olaylar olgular falan oldu.. Senelerce terörist başı denilmiş, bebek katilleri denilmiş, başbakan, onlar gtörüşmek mi, asla görüşmüyoruz falan demiş. Sonra birtakım görüşmelerin yapıldığı ortaya çıkmış..  Ses bantları dökülüp saçılmış ortalığa.. Tayyip Erdoğan'ın elinin soğumayacağını nasıl düşünürsünüz.. Evet biz anlıyoruz onu. Tamam.. Hak da veririm... Ama nihayetinde bizim başkanımızın da böyle bir durumu var.. Ve bu bizim çok zorumuza gidiyor. Biz frenlemesek insanlar kendini yakmak v.s. gibi sert protesto eylemlerine tevessül edebilirler...Ama tabii biz aklıselime davet ediyoruz herkesi. Tartışmalar, konuşmalar falan.. Sanırım meselenin bir diğer boyutu da KCK tutuklamaları.. O noktada gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz. Geçmişte Kürt insanlar çok tutuklanmış. Şeyh Sait isyanı, Dersim dönemi belki çok kişi tutuklanmış ama onlar daha çok sürgün edilmiş, bir yerlere gönderilmiş falan.. Hepsi yani yıllarca tutulmamış. en fazla tutulmanın olduğu vakit; 12 Eylül.. Ama 12 Eylül askeri cuntası da mesela biliyorsunuz, o zaman 90 gün gözaltıydı. 90 gün tutar, vurur kırar bir şey olmaz, konuşturamadıysa bırakırdı. O nedenle tutuklu olarak kalan bilemedin, 5000- 6000'i geçmezdi.  ( Görüşme sırasında yanında duran Bozan Tekin'i işaret ederek) Bu arkadaşımız 12 Eylül'de içerde yatmış mesela. Ama şu anda 8000 Kürt tutuklu.. Bu 8000 Kürt'ün 1000 küsuratı bizim arkadaşlardı. Pekala, diyelim ki onları tutabilir yani.. Haydi onları örgüt üyesi diye aldı, tutukladı dedim. Devlettir yaa.. Terör örgütü olmaktan yargılar. Geri kalan 7000'i Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre hiçbir yasa dışı faaliyeti olmamış, illegalitesi olmamış göz önünde insanlar. Mesela Hatip Dicle'nin illegal faaliyet yürüttüğünü kim iddia edebilir ki ya da PKK'lı olduğunu? Bir KCK senaryosu ortaya atıldı, önüne gelen Kürt'ü KCK'lisin diye içeri atıyorlar. Bu haksızlıktır yani. Vicdan dayanamıyor. KCK'nın başında siz yok musunuz? Evet.. KCK denilen kurumun başıyım, başkanıyım. ama ben yani bu insanları ne tanırım ne bilirim. İstanbul'da o kadar kişi yakalanıyor.. Her gün hala yakalanıyor. Bu KCK nasıl bir şey, fabrika mıdır kadro üretiyor? Akıl erdiremiyor insan. Yani bu devletin bir yakıştırması.. Bir senaryo.. Yanlıştır yani.. İnsanların öyle bir durumu yok. Herhalde bakıyorlar, biraz duruşu var; hadi gel sen de içeri..Böylesi koşullarda nasıl adım atabilirsiniz? Kürt meselesinde bürokratik çarkta farklı eğilimler oluştu... Yargı, polis başka türlü hareket ediyor, istihbarat başka türlü falan.. Ama çözümden yana olmak bu engellere takılmamayı gerektiriyor.. Yine olaylar yaşanıyor, yine can kayıpları oluyor ama her yıl gördüğümüzün aksine büyük bir şiddet dalgası halinde değil bu... Türkiye yeni bir anayasayı yazmaya başladı, önümüz Ramazan... Başbakan silah bırakılırsa operasyonlara son veririz dedi... Tamam, ben bu konuda samimi birkaç şey söyleyeyim size. Başbakanın çıkışından bahsettiğiniz. Aslında biz ona kısa bir cevap vermiştik, ama belki çok fark edilmedi. Doğru, pratikte eylem anlamında, biraz izleme durumundayız bu haftalar itibariyle..Doğru bir gözlem bu. Ötesini siz de zaman zaman yazılarınızda ifade ediyorsunuz.. Bir bekleme hali... Şu kadarını söyleyeyim..Sanırım devlet bir adım atacak, bir tavır gelişecek.. Bir şey bekliyor ama beklediği nedir onu ben bilmiyorum.. Silah bırakma konusu... Silah bıraksınlar operasyon yapmayalım.. Bu zaten devletin eskiden beri istediği bir şey. Silahsız adama karşı operasyon zaten olmaz. Son dönemde yaşadıklarımız bizi bu konuda tavır alma barışçıl bir inisiyatif geliştirme noktasında zor bir alana itti.. Baskı altındayız.. Manevra yapacağımız zemin bırakılmadı. Baskı?... Şu ara fazla çatışma olmuyor ama asker her yerde, arazide yani faaliyet halinde. Bizi sıkboğaz etme durumu vardır açıkça konuşursak. Şimdi bu ortamda kalkıp da bir şeyi yapmanın koşulları kayboluyor. Bu bir.. İkincisi çok önemli. Başkan Apo böyle içeride tecrit altında olduğu müddetçe ben Murat Karayılan olarak ne Mesut Barzani, Kürdistan Demokrat Partisi'nin başkanı ve federal hükümetin başkanı olarak ne de başka herhangi bir Kürt, hiç kimse  hiçbir şey yapamaz.  Neden? Ahlaki değildir. Yoldaşlık gereği olarak düşünsek böyle, ahlaki olarak düşünsek böyle, vicdani olarak düşünsek böyle.. Ankara'da iktidara yakın birileri, biz Barzani ile uğraşırsak belki bir sonuca gideriz, diye düşünüyor olabilirler.. Ama hayır, hiç kimse bir şey yapamaz. Her şey yine dönüp dolaşıp Öcalan noktasında mı düğümleniyor? Öyle.. Onu tutmuşsunuz, tecrit etmişsiniz, on aydır haber alamamışız, bu durumda biz kalkıp ne yapabiliriz ki?.. Elimizden her türlü imkanı almıştır. Hiçbir şey yapamayız. Ben sizin, sizin gibi düşünen aydınlarımızın çabalarına çok büyük saygı duyuyorum. Samimiyetin karşısında ben de duygularımı böyle samimiyetimle ortaya koymak isterim.. koyuyorum. Gelinen noktada düğüm çözülmek isteniyorsa bunun yolu İmralı'dır. Orada bir değişme olmadan bizim bir şey yapmamızın ne ideolojik temeli, ne yoldaşlık, ne ahlaki bir zemini yoktur. Hiçbir şey yapamayız! Kendisine ilişkin söyledi. Tedavi sorunum var; güvenlik sorunum var; serbest hareket sorunum var dedi.. Bunlar çözülmezse ben artık yokum, dedi. Biz ona bağlıyız. Kürt camiasında, siyasetinde kimse farklı bir şeye cesaret edemez. Devlet uğraşıyor; gidiyor bilmem kimi getiriyor Avrupa'dan.. Marjinal kimseleri getiriyor. Olmaz.. Sonuç alamaz. Çünkü sorunun sahibi orada, yakınınızda ve siz onu sıkboğaz etmişsiniz. Tecrit altına almışsınız, gelip bizimle çözmek... Ya bizim yoldaşlık şeyimiz var.. Yani biz öyle yapar mıyız ona? Arkasında dolanmayız yani, onu baypas edemeyiz. Bunun devlet erkanını bilsin diye söylüyorum.. Ötesinde bütün çabalar boşunadır, sonuçlanmaz yani. Ben şimdi gerçekten çözüm yolunu izah etmeye çalışıyorum. Silah bırakmayız diye bir kararımız yok; tavrımız mevcut durumdan kaynaklı diyorsunuz... Evet, evet... Elbette... (birlesikbasın.com) YARIN: KARAYILAN: OSLO SÜRECİNE HALA BAĞLIYIZ..  

Aslında   bu  haberin   fazla bir değeri yok.  Rojevakurdistan    Editörleri  iyi bir girişim yazmışlar: Ne  diyorlar:  "Fotoğrafta Türk gazetecisi Avni Özgürel'ün eline iki eliyle sarılmış Kürt komutan Murat Karayılan, Özgürel'e sıcak bir dostluk gösterirken, Özgürel'in Karayılan'a elini kerhen uzattığı ve onu dikkate almadan göz temasından kaçınarak üstten baktığı görülüyor! "Roportaj" adı verilen yazının ilk bölümünde de Özgürel'in dişe dokunur bir soru sormadığı, Karayılan'ın konuşmalarını yönlendirmeye çalıştığı izlenimi veriyor." Şimdi  bana   kızacaklar  Murat ile bizim  Muradımıza    çomak    sokuyorsun. Şimdi ne  Newrozu   ne  Rojeve  memnun  etim.. Rojbaş  hevalno

Ne diyor    Rojevciler: Karayılan  el pençe durmuş!! Karayılan    ağaların uşakları  gibi   ağanın   eline  sarılmış öpüyor!! Ağanın   hiç umrunda  değil. Ayak ucuyla   ona bakıyor. Rojevciler,   Murat  Karayılanı   bir  çocuk gibi  Özgürel tarafından    yönlendirilldiğini düşünüyorlar. Özgürel  kemik atıyor  Murat peşinde  koçuyor diyorlar. Aslında  Rojevciler    haklılar.  Bu resim    ve  ropartajın içeriği bunu gösteriyor. Şimdi Rojevciler kızacaklar Niye  bizim  herkese söylediklerimizi  deşifre   ediyorsun diye.. Rojbaş Hevalno

Resbin, senin isin gücün kürdler arasinda Bekoluk mu yapmak ???!!! Birak bu isleri sana yakismiyor. Rojeva Kurdistan'in Karayilan-Avni Gürel röportaji ile ilgili tutumu cok net, senin yorumlarina ihtiyac duyulmayacak kadar net. Sen bu net ve düzeyli tavri kaldiramiyor gibisin, acaba neden?

Haymana   Rojev'in  yorumu güzeldi. Onun için   aktardım. Bu Newrozcularda   fazla  ibir şey yapmadıklarından dolayı bana kızabilirlerdi.  Resim  yorumu  çok güzeldi. Fakat  ortada bir  soru var. Türklerin   resim yoluyla  Kürtleri  manipüle etme gibi planlı   hesapları da var.  Bu konuda  bir hayli becerikliler. Bunu  böyle yorumlayanlarda  olabilirdi. Haymana'ya  selam Reşbin

Haymana   bir bakarsın  bu eski MİTÇİ   Murad'ın eline iki eliyel sarılmış,    Fotorafçısı   çekmiş.. Bir bakarsın    ikinci yada  onuncu karesinde    Murad'ın elleri arasında  onun eli kalmış   küçümsercesine  teeden  bakmış. O görüşmenin   tüm kareleri  lazım. Bence  yazının   içeriğini  dalmak lazım. Haymana'ya  Selam

Haymana  bana  Bekoluk yapma diyrosun! Güzelde    Mem  kim?  Zin kim?    sorusu  ortaya  çıkıyor. Vallah    Haymana   ben  Rojevci  arkadaşların    Murat  gil ile evlenmelerine  karşıyım.. Bunun  ismi  Bekoculuk ise   ben  Beko Ewan  olmaya    devam edeceğim. Ha  Murat  gil  Rojevciler  gibi düşünse  ben    Bekoyê  Ewan olarak  Govend'in başına  geçeceğim. Bana  Beko derken   neleri düşündürüyorsun  !!! Haymana'ya  selam Reşbin

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.