Ana içeriğe atla
Submitted by Anonymous (doğrulanmadı) on 6 January 2010

Türkiye 2009 yılında önemli gelişmelere sahne oldu.

Türkiye'de 2009 yılının en önemli gelişmelerinden biri, genel anlamda sivil ve asker iktidarının sık-sık karşıya gelmesi, çatışma alanları yaratmalarıdır. Asker ve sivil iktidarlarının çatışması doğrudan elit, farklı sınıfların çıkarları üzerinden yürürken, kendisine başka gerekçelerde bulmaktadır. Son yılın en önemli gerekçelerinden biri, “Kürt sorununu“ çatışmada esas enstrüman haline getirmesidir.

Asker ve sivil iktidar arasındaki çatışmasının belirli hale gelen platformlarından biri de tartışmasız, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği sürecinde, Türkiye'nin demokratikleşmesinin olmazsa olmaz şartı askeri vesayetin son bulması, daha açık ifade ile asker iktidarının son bulması, askerin sivil iktidarın egemenliğini kabul etmesidir.

Askerin, sivilin egemenliğini kabul etmesi, Türkiye'nin hem kazancından ve hem de kaybından sayılmaktadır. Asker iktidarının ve egemenliğinin son bulması, toplumun normalleşmesini sağlarken, aynı zaman da Kürtlerle ilgili statü değişikliğini sağlama ihtimalinden dolayı, bir kayıp olarak ele alınmaktadır. Bu kayıp sorunu, asker ve sivil arasında ciddi bir çatışma alanı olarak Kürt alanını belirlemektedir. Hangi sivil iktidar ve sivil lider, Kürt alanına girmişse ve bu alanda sınırlı iyileştirmeler yapmak ve adımlar atmak istemişse, sonu hayırlı olmamıştır. Mutlaka bir belaya çarpılmıştır. 1950 yılında askerden ve devlet iktidarından egemenliği ele geçiren sivil iktidar ve liderin başına gelenler bilinmekte. O dönemin sivil başbakanı, olanları, hayatıyla ödemiştir. Menderes'in, gösterilen bir yığın görünür gerekçelere rağmen, General Muğlalı'nın yaptığı Özalp katliamından dolayı cezaya çarptırması, onu ipe götüren neden olmuştur. Özal'ın, Kürtler hakkında getirdiği yaklaşım, Kürt millet haklarından yapmak istediği açılımlar, erken ölümüne neden olmuştur.

*****

AK Parti'nin 2009 yılında iktidar olmasından sonra, sivil ve asker iktidarı arasındaki çelişki kendisini daha açık dışa vurmaya başladı. Çünkü AK Parti İktidarı, askeri iktidarın tepki duyduğu İslam duyarlılığına sahip bir iktidardı. Bu çelişki, ayrıca başka alanlarda da kendisini ortaya koydu. 2009 yılında, AK Parti İktidarının kendince hukuk dışı devlet örgütlenmesi olan Ergenekon'u, yargılaması, Kürt, Ermeni, Alevi, diğer azınlıklar alanlarındaki açılımlar, asker ve sivil iktidar arasındaki çelişkiyi daha açık bir şekilde gün yüzüne çıkardı. Ergenekon Davası, asker ve sivil arasında en belirli çatışma alanı olurken, 2009 yılı sonunda Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a yönelik suikast “girişimi“ bu çatışma ve çelişkiyi daha net bir hale getirdi. Bülent Arınç'a suikast iddiasıyla başlayan süreç, Seferberlik Tetkik Kurulu/Özel Harp Dairesi'nin aranmasına kadar gitti.

Seferberlik Tetkik Kurulu/Özel Harp Dairesindeki arama, Türkiye'nin koşullarından olağanüstü bir duruma, önemli bir gelişmeye işaret etmesine rağmen; sivil ve asker tarafların karşılıklı rahat görünmeleri, sorunun danışıklı olduğuyla ilgili kuşkulara yol açmaktadır. Seferberlik Tetkik Kurulu'nun aranması, aynı zamanda askerlerin, Özel Harp Dairesi'nin, Kontr-Gerilla ve benzeri devlet örgütlenmelerinin aklanmasına yol açarak, devletin reformcu, değişimci olmayan bir tarzda yeniden yapılanmasına yol açabilir olacağı düşüncesindeyim.

*****

Soruna tarihsel ve köklü yapısal nedenlerle bakıldığı zaman daha farklı bir tablo ile karşılaşılacağı tartışmasız.

Türkler, Orta Doğu'nun yerleşik bir halkı değildir. Orta Asya'dan gelen bir halk. Türkler Orta Asya'dan geldikleri zaman kendilerine bir yurt edinmek durumundaydılar. Bunu da savaşarak elde edebilirlerdi. Öyle de oldu. Bu nedenle, Türkler, millet ve halk olarak asker eliyle yurt edindiler.

Türkler, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde de ana unsur olmasına rağmen, Osmanlı Hanedanının egemenliği altında ikinci sınıf bir unsurdu. Osmanlı'nın dağılmasını sağlayan diğer ulusal ve etnik topluluklardan önce, Türkler olmuştur. Türkler, Jön Türk ve İttihat Terakkici örgütlenme ile kendi ulusal devletlerini kurma teşebbüsüne girdiler. Türklerin, ulusal devlet kurma teşebbüsleri, doğal olarak diğer ulusal toplulukların bağımsızlığa daha hızla kaymalarına yol açtı.

Bu açıdan bir tespit ve tez olarak, “Osmanlı İmparatorluğunu dağıtan asıl unsur Türk unsuruydu, Türklerdi“ demem yanlış olmaz. Türkler, ulus devletlerini kurarken; diğer ulusların, Balkanların, Arapların, Ermenilerin, Kürtlerin ellerini kollarını bağlamaları olanaklı değildi. Türkler, İttihat Terakkiciler, Ermenileri katlederek ve jenoside tabi tutarak denklem dışı tutarken; Kürtleri de yanlarına alarak denklem dışı tuttular ve Kürtlerin bağımsız devlet olmasını engellediler. Ama diğer milletlerin kopuşunu ve devlet olmasını engelleyemediler.

Türk ulusal, etnik devletinin kuruluşuna asker ve sivil bürokrasi öncülük etti. Asker ve sivil bürokrasi, Türk ulus devletini kurarken diğer toplumsal kesimleri etrafına topladı, onlarla iktidar paylaşımını düşünmedi, onları sürü kabul etti. Bu nedenle T.C Devletinin kuruluşundan sonra, asker ve sivil bürokrasi, Cumhuriyet Halk Fırkası/Partisi vasıtasıyla iktidar oldu. Tekçi, otoriter, totaliter bir diktatörlük kurdu. Diğer toplumsal kesimler de bu iktidarın hizmetinde ve egemenliği altında oldular.

Bu iktidarın saltanatı, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'nin Batıyla entegre olma isteği ve faşizmden dolayı cezalandırılmaktan kurtulması için şekli demokrasiyi, çok partililiği benimsemesiyle sarsıldı. Çünkü 1946 seçimlerinde siviller, asker ve sivil bürokrasi dışındakiler, iktidarı alabileceklerini ortaya koydular. Ama onların iktidar olası hile ve zorbalıkla engellendi.

1950 yılında siviller büyük bir çoğunlukla iktidar oldular. Sivillerin iktidar olması, asker ve sivil bürokratların saltanatını salladı, onların kalelerinde büyük gedikler açtı.

Sivillerin iktidarı 1960 yılına kadar sürdü. Askerler 1960 yılında bir darbe sonucu yeniden açık iktidarlarını ve diktatörlüklerini ilân ettiler. Toplumu ve devleti hizaya getirdikten ve yeniden yapılandırdıktan, sömürgeci faşizmi içselleştirdikten ve kurumsallaştırdıktan sonra, yeni seçimlerle iktidarı sivillere devrettiler.

Ama devlet iktidarı, derin iktidar varlığını devam ettirdi.

Askerlerin, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 Darbeleri, kendi iktidarlarını ve diktatörlüklerini açıkça ilan etmeleriydi; devleti kendi parametreleriyle yeni koşullara göre yapılandırmalarıydı.

Askerler, Soğuk Savaş koşullarından olağanüstü avantajlara ve desteklere sahiptiler.

Askerler, Soğuk Savaş koşullarında, Sovyetler Birliği ve Sosyalist Sistem tehdidinden dolayı, ABD'nin doğrudan ve Avrupa'nın dolayı desteğine sahiptiler. Soğuk Savaş sonrasından bu olanaklarını ve avantajlarını kaybettiler. Bu sefer de, döneme uygun 28 Şubat, 21 Nisan ve 11 Aralık gibi post-modern darbelerle sivil iktidarı ve toplumu dizayn etmeye çalıştılar.

Bu süreç devam ediyor.

Askerler ve siviller arasında, koşullar açısından bir denge oluşmuş durumda.

Tarihsel dönem ve dünyadaki durum dengenin siviller lehine döneceğini, sivillerin egemenliğiyle sonuçlanacağının verisel durumuyla karşı karşıya.

Bakalım ne olacak?

([email protected])

Amed, 04. 01. 2010

Yeni Yorum yaz

Düz metin

CAPTCHA This question is for testing whether or not you are a human visitor and to prevent automated spam submissions.